Kültür Sanat Edebiyat Şiir

yılmaz güney sizce ne demek, yılmaz güney size neyi çağrıştırıyor?

yılmaz güney terimi Harun Kesik tarafından tarihinde eklendi

  • Kurtuluş Güney
    Kurtuluş Güney

    KENDİ AĞZINDAN YAŞAM ÖYKÜSÜ
    Bir sanatçı olarak 'Yılmaz Güney' diye bilinirim. Asıl adım Yılmaz Pütün`dür. Adım, zorluklar karşısında eğilmez, umutsuzluğa kapılmaz, yılgınlığa düşmez ve başeğmez anlamına gelir; soyadım Pütün ise bir dağ meyvesinin kırılmaz çekirdeği demektir.
    1937 yılında, Türkiye`de, bir güney şehri olan Adana`nın Yenice köyünde doğdum. Kürt asıllı, topraksız bir köylü ailenin iki çocuğundan biriyim. Annem dindardı ve okuma yazma bilmezdi. Hâlâ sağ... Babam ise okuma yazmayı askerde öğrenmişti. Annem gibi o da hiç okula gitmemişti. 1976`da ben Kayseri Cezaevi`ndeyken öldü. Mezarını göremedim...
    Dokuz yaşımdan bu yana hayatımı çalışarak kazandım. İlk işim dana gütmekti. Liseyi Adana`da bitirdim. O yıllar Doruk adında bir sanat dergisi çıkardım. Sanata meraklıydım ve hikayeler yazıyordum.
    1955`te bir hikayemden ötürü takibata uğradım. Hakkımda dava açıldı.
    1957 yılında İstanbul`a, İktisat Fakültesi`nde öğrenim görme hayalleriyle geldim. Fakat devam edemedim. 1955`ten beri süren takibat ve mahkeme sonuçlanmıştı ve ben başlangıçta yedi buçuk yıl ağır hapis ve iki buçuk yıl sürgün cezasına çarptırıldım. Daha sonra temyiz mahkemesi kararı bozdu, yeniden görülen mahkeme sonucu cezam bir buçuk yıl ağır hapis ve altı ay sürgün cezasına çevrildi. Öğrenimim yarım kalmıştı. Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım...
    Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kuralları, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık...
    Öğretmenlerimden biri zor`dur... 1961 Mayısı`nda cezaeviyle tanıştım. 1962 Aralığı`nda cezam bitti. Muhafazakarlığıyla ünlü Konya şehrine sürgüne gönderildim. Konya sınırlarından çıkamazdım. Her akşam polise imza vermeliydim. En çok imzayı polis defterine attım. 180 defa...
    1968`de askere gittim. 1970 Nisan`ında döndüm. Hayatımdan çalınan iki yıl...
    1971 Mayıs`ında on binlerce aydın, sanatçı, yazar gibi ben de gözaltına alındım. Hakkımda hiçbir delil yoktu. Sadece kuşku.
    Bir hafta gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldım; resmi olmayan bir emirle, sözlü bir emirle ve tehditle Nevşehir`e üç aylığına yine sürgün edildim. Bu kez polise imzaya gitmiyordum, polis beni dıştan kolluyordu.
    1972`de, Mart`ın 16`sında, devrimcilere yardım gerekçesiyle tutuklandım. Mahkeme sonucu 10 yıl ağır hapis ve sürgün cezasına çarptırıldım. Ecevit hükümetinin 1974 genel affıyla serbest bırakıldım. Bugün ise Ecevit cezaevindedir. 1974 Eylül`ünde, bir cinayet olayına adım karıştı ve 19 yıla mahkum edildim. Cezaevindeyken Güney adlı bir kültür-sanat dergisi çıkardım. Onüç sayı sonra sıkıyönetimin yeniden gelmesi üzerine, dergimiz kapatıldı ve hakkımda yazılarımdan ötürü on ayrı dava açıldı. Suçum, komünizm propagandası yapmak, milli duyguları zayıflatmak, halkı suç işlemeye teşvik etmek, suç sayılan fiileri övmek ve devletin içte ve dışta itibarını sarsmak... İstenen ceza toplamı yaklaşık 100 yıl... 1981 Ekim`inde, izinli çıktığım Isparta yarı-açık cezaevine dönmedim. Sonra da yurt dışına çıktım. 1981 Ekim`ine kadar, yaklaşık oniki yılımı çeşitli cezaevlerinde geçirdim. Bu oniki yıl içinde, ikisi yarı-açık olmak üzere onbeş cezaevi tanıdım Ülkemden ayrıldıktan sonra ilk aylarda üç davanın sonuçlandığını, sonuçta, toplam 20 yıl ağır hapis, 7 yıla yakın da sürgün cezası aldığımı öğrendim... Öbür davalarım devam etmekte; ancak henüz hangileri sonuçlandı, ne kadar daha ceza aldım, bilmiyorum...

    YILMAZ GÜNEY`İN ESERLERİ

    Rol Aldığı Filmler: Tütün Zamanı, 1959 - Dolandırıcılar Şahı, 1961 – Kara Şahin, 1964 – Mor Defter, 1964 – On Korkusuz Adam, 1964 – Yaralı Kartal, 1965 – Beyaz Atlı Adam, 1965 – Ben Öldükçe Yaşarım, 1965 – Sokakta Kan Vardı, 1965 – Çirkin Kral, 1966 – Hudutların Kanunu, 1966 – Ve Silahlara Veda, 1966 – Yiğit Yaralı Olur, 1966 – Balatlı Arif, 1967 - İnce Cumali, 1967 – Kızılırmak Karakoyun, 1967 – Kozanoğlu, 1967, Kurbanlık Katil, 1967 – Azrail Benim, 1968 – Kurşunların Kanunu, 1969 – Zeyno, 1970 – Namus ve Silah, 1971 – Sahtekar, 1972.

    Senaryosunu Yazıp Yönettiği Filmler: Bu Vatanın Çocukları, 1959 – Alageyik, 1959 – Kamalı Zeybek, 1964 – Konyakçı, 1965 – Krallar Kralı, 1965 – At, Avrat, Silah, 1966 – Eşrefpaşalı, 1966 – Çirkin Kral Affetmez, 1967 – Belanın Yedi Türlüsü, 1969 – Piyade Osman, 1970 – Sevgili Muhafızım, 1970 – Şeytan Kayalıkları, 1970 – İbret, 1971.

    Senaryosunu Yazdığı Filmler: Karacaoğlan’ın Karasevdası, 1959 – Endişe, 1974 – İzin, 1975 – Bir Gün Mutlaka, 1975 – Sürü, 1978 – Düşman, 1979 – Yol, 1982.

    Senaryosunu Yazdığı, Yönettiği ve Oynadığı Filmler: Bendim Adım Kerim, 1967 – Pire Nuri, 1968 – Seyit Han, 1968 – Aç Kurtlar, 1969 - Bir Çirkin Adam, 1969 – Umut, 1970 – Kaçaklar, 1971 – Vurguncular, 1971 – Yarın Son Gündür, 1971 – Umutsuzlar, 1971 – Acı, 1971 – Ağıt, 1971 – Baba, 1971 – Arkadaş, 1974 - Zavallılar, 1975.

    Senaryosunu Yazdığı ve Yönettiği Film: Le Mur, 1983.

    Kitapları: Boynu Bükük Öldüler, 1971 – Hücrem, 1975 – Salpa, 1975 – Sanık, 1975 – Selimiye Mektupları, 1975 – Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz, 1977 – Seçimlerde CHP Neden Desteklenmelidir? , 1977 – Faşizm Üzerine, 1979 – Paris Komünü Üzerine, 1979, Oğluma Hikayeler, 1979.

  • Ali Yuva
    Ali Yuva

    YILMAZ GÜNEY... KİMDİR? ? ?
    Kitaplardan yorgun düşen beynimi biraz olsun rahatlatmak ve de memleketin ahvalini, malum medyanın penceresinden görebilmek gayesiyle ara sıra açarım televizyonu.. Bilinen özel tv kanalları içerisinde, etiketi üzerinde bulunan star, atv, brt, ntv vs'nin yanında özellikle 'dışı yeşil, içi kızıl' bir görünüm arzeden kanal 7, stv ve tgrt' yi özellikle takip eder ve kızıl komunistlerden daha fazla tahribat yapan bu 'suret-i hak'tan görünen şer cephesinin kitleleri nasıl uyuttuğuna hayretle şahit olurum.

    Dün gece, arşivlere dalmış, eski kitaplarımı karıştırırken sırf odanın içerisinde bir nebze ses olsun diye açmış olduğum kanalda İsmail TÜRÜT adlı Karadeniz'li türkücünün programı vardı.. Hani şu memleketinde 'Karadeniz'in Zeki MÜREN'i' olarak bilinen, ancak İstanbul'a gelince delikanlı uşak olan, Şevki YILMAZ'a methiyeler düzdüğü için hakkında dava açılan ve tüm bunların yanında arabasının plakasının 'MHP' olmasıyla övünen yanar döner İsmail TÜRÜT..Misafirleri ise geçenlerde gavuristanda 'apo'yu özledim' diye diye geberen Ahmet KAYA' nın kayınbiraderi ve iki de yeni yetme sanatçı (!) idi.. Bu yeni yetmelerden bir tanesinin içinin çirkinliği yüzüne öylesine vurmuştu ki, adeta 'insanın dışının görünüşü içinin aynasıdır' sözünün canlı bir tecellisi idi.. İşte İsmail TÜRÜT' te bu çirkinliğin farkına varmış olmalı ki; 'Rahmetli, büyük san'atçı Yılmaz GÜNEY' e ne kadar benziyorsun' demekten alamadı kendini... Aldığı cevap ise salondan bir hayli alkış topladı. Karikatüre benzeyen hırpani tip bitirim ağzıyla 'yüreğimiz benzesin ben benzemişim ne çıkar' diyordu...

    Peki İsmail TÜRÜT' ün rahmetle andığı bu büyük san'atçı (!) Yılmaz GÜNEY kimdir? Adana'da (Yumurtalık'ta) genç, vatansever bir hakimi vurarak öldüren eli kanlı, kızıl bir katil...Türkiye'de bilhassa basın ve san'at dünyasında bir isim ortaya atılır ve o isim bir müddet sonra şişirilerek şöhret haline getirilir. Her şöhretin bir bedeli vardır. Bu bedel ikibinli yıllarda her ne kadar 'başka yollarla' ödeniyorsa da 1960' ların Türkiye'sinde durum değişiktir. Yeni şöhret kendini şöhret yapanların fikir ve emellerine birinci dereceden hizmet etmekle yükümlüdür. Hele ki bu şöhret de, aynı fikirleri savunuyorsa ondan daha büyük şair, ondan daha büyük romancı, ondan daha büyük tiyatrocu ve sinemacı yoktur.. İşte Yılmaz GÜNEY denen bu kızıl katilde 60'lı yıllardan itibaren bu metodlarla şöhret edilenlerden birisidir. Yılmaz GÜNEY malum metodlarla, malum basın organları tarafından bir efsane haline getirilmek istenirken, onun bilinen fikri yapısı TÜRK MİLLETİ tarafından farkedilmişti.. Zaten O' da bunu saklama gereği hissetmedi. 1970' li yıllarda, yani komunistlerin teoriden pratiğe geçtikleri kızıl günlerde Yılmaz GÜNEY' de yoldaşlarından geri kalmamış ve bu eylemlerinden dolayı Türk Mahkemelerince yargılanmaktan kurtulamamıştır. Gerçi sıkıyönetim mahkemesinden kurtarmıştır yakasını ama Türk Milleti tarafından lanetlenmiştir. Yumurtalık Hakimi Sefa MUTLU' yu vurması ise bu laneti perçinlemiştir...

    Yılmaz GÜNEY, Sefa MUTLU adlı bu hakimin katili olarak cezasını çekerken hapishanede de boş durmamış, komunizmi ve kürtçülüğü destekleyen gazete ve dergilere yazılar yazmaktan geri kalmamıştır. Bu suçlardan dolayı mahkemesi sürerken 1981 yılında elini kolunu sallaya sallaya, çocuğu ve ikinci karısını da alarak yurtdışına çıkmıştır. Yımaz GÜNEY cezaevinde iken onu şöhret eden malum basın ve çevreler boş durmamış, bu adi kızıl katilin hapishane hayatı 'pehlivan tefrikaları' gibi çarşaf çarşaf gazetelere basılarak sahte bir kahraman oluşturulmuştur.. Ve malum kızıl medya o günden bu güne hiç mi hiç hız kesmemiş, bu sahte kahramanı gündemden indirmemiştir.. Hala bile bu soysuz, büyük bir san'atçı gibi televizyonlar arz-ı endam ettirilmektedir.Her zaman 'yol' unu bulan Yılmaz GÜNEY, yurt dışında servet edinmenin de yolunu bulmuş ve ömrünü kapitalistlerle, kara para kazananlarla mücadeleye adayan (!) bu büyük san'atçı (!) o yıllarda bile özel uçaklarla seyahet edecek kadar servet sahibi olmuştur. Her toplulukta hain, dolandırıcı, kaçakçı bulunabilir. Ama bunlar şöhret edilmezler. Bu da ülkemizin tezatlarından biri olsa gerek.

    Genç yaşta toprağın altına giren bir hakim ve onun geride bıraktıkları... Onlar bir serseri manyağın kurşunlarıyla kararan hayatlarına mı yansınlar, yoksa bu kızıl katilin ekranlarda büyük san'atçı gibi takdim edilerek yaralarının hergün kanatılmasına mı yansınlar..Hülasa; İsmail TÜRÜT, 'din afyondur' diyen karl marx' ın bu kızıl enciği için rahmet dileyeceği yerde, yukarıda ki fotoğrafta mezarı görülen Hakim Sefa MUTLU için rahmet dilesin...

    Tabi çalıştığı kanal buna müsade ederse ve tabi yüreği varsa....

    Vesselam, velikram..

    --ihsan barutcu---------

  • Yasın Muco
    Yasın Muco

    Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin...
    Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan...
    Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü,
    Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır...
    Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu.
    Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi.
    Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim.
    Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili...
    Bir gün akıp gideceğiz hayata...
    Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin.
    Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur...
    Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde.

  • ?
    ?

    3. Adana Film Festivali sonuçları:

    - En iyi film: Ağıt (Yılmaz Güney)
    - En iyi 2.film: Acı (Yılmaz Güney)
    - En iyi 3.film: Umutsuzlar (Yılmaz Güney)
    - En iyi yönetmen: Yılmaz Güney
    - En iyi senaryo: Yılmaz Güney (Ağıt)
    - En iyi görüntü yönetmeni: Gani Turanlı (Acı, Ağıt, Umutsuzlar)
    - En iyi film müziği:Metin Bükey (Acı)
    - En iyi kadın oyuncu: Fatma Girik (Acı)
    - En iyi erkek oyuncu: Yılmaz Güney (Ağıt)

  • Cem Derin
    Cem Derin

    hayat ne guzel şeydır severek sevılerek ve o vezgecılmez sancılarını duyarak hayatın..... işte hayata verdıgı onem hayata yılmaz guneyce bır tanımlama.adanaın kurak kırac topraklarından renkli ışıklı istanbul gecelerıne mılyonların onune soguk ve nemlı tac duvarların ardına bınlerce hayranın sevgı selıne ve en son fransada yabancı insanların aarsında yuregı burda hayata gozlerını yuman dev bır ınsan.. fılm festıvalınde sol elını yumruk yapıp kaldırıdıgında ellerı zayıf gucsuzce dursada ınadına selam verıyordu. sacları beyazlamıs cigerlerı ıflas etmıstı belki oysa turkıye anlayaamdı onu dusuncelerını yuregını anlayaamdı. ilkel milliyetcılıkınn kurbanı oldu yılmaz. sosyalızme ınnamıs dev bır yurekti yaradılanı sveerdı yaratadandan ötürü.. kocaman bır yuregı vardı yerın cennet olsun yılmaz guney. senı anlamayanların torunalrı sana sıkı sıkıya sahıp cıkacaklar merak etme sen...

  • Demet Hecer
    Demet Hecer

    sosyalizm herkese ihanet etti.yılmaz güneye de tabi.güney eğer sosyalizm gibi şeylerle uğraşmasa martin scorsece gibi bi yönetmen olurdu..ki bunu YOL filminde gördük
    yazık oldu,,,hayatı yumurtalıkta karardı

  • Doktor Civanım
    Doktor Civanım

    türk sinema emekçisi-çirkin kral-

  • Doktor Civanım
    Doktor Civanım

    Bo Yilmaz Güney


    Tu
    erê tu
    kurikê reş
    di sahneyeke dîwarê
    ya bi xwîn da
    gulebaran dikirin
    tu her şev
    gava ku
    fîlm dawî lê tê
    zarok digirîn
    bi zorî
    dike ku bikene
    keçika evîndar

    ya baştir ew e
    tu nemire kurikê reş
    eger ku
    fîlm dawî lê bê
    û tu bimirî
    rûyê min ê
    koçber be
    here dûrecihan
    evîn ê bixeyîde

  • Seu Kuyt
    Seu Kuyt

    komunistti oldu..
    komunist olmasaydi da olecekti.
    olmeden once ne dusunuyordu, simdi ne dusunuyor....
    filmlerini seviyordum,ondaki karizmayi da

  • Deniz
    Deniz

    çirkin kral, turk sinemasinin tartisilmaz krali

  • İsmail Canlı
    İsmail Canlı

    Ne anlatmak istediğini hapisane duvarlarına bakara yazan bir insandan ne tür bir beklenti olabilir. İnsan öldürmenin cezası hapisdir, devlet ona keyfiyen ceza vermedi ama o kaçmayı uygun buldu. filmlerinin de kendi yaşantısındaki eşkiyalıktan pek farkı yok. bir insanın sanatçı olması, fikir adamı olması insanların canını almasını haklı cıkarmaz.

  • Mehmet Tütün
    Mehmet Tütün

    filmleri berbat hep atmasyon.filmleriyle değil siyasi hareketleriyle iz bıraktı yoksa unutulup gitmişti bence konuşmaya bile değmeyecek bir kimse

  • Ali Ziya Çamur
    Ali Ziya Çamur

    Yılmaz Güney; eksi ve artılarıyla bir insan. Ama beyni ve yüreğiyle insanlığın toplumsal kurtuluşu yolunda sinema sanatının zirvelerini zorlayan bir insan. Sinemayı göz aldatma ve tüketim toplumu yolunda kullanmak için değil, Anadolu insanının acı ve sancılarını görmeyen gözlere sokabilmek için kullanmış, iyi de etmiştir. Anadolu'yu; 'Sen ne güzel bulursun / Gezsen Anadolu'yu' gibi kof şiirlerden tanıyanlara insanı ve acısıyla tanıtabilmiştir. Hırlayanların ve zırlayanların değil; insan adına, insanlık adına gürleyenlerin sanatçısıdır o!

  • İsmail Canlı
    İsmail Canlı

    İnsan hayatına değer vermeyen... insanı nasıl anlatabilir! !

  • Deniz
    Deniz

    oda bir cok degerli insan gibi demokrasi ve ozgurluk isteyince hain ilan edilenlerdendi, ahmet kaya, deniz gezmis misali,

  • Deran Yılmaz
    Deran Yılmaz

    Hiç unutmam, 6 yada 7 yaşlarındaydım. Gecekondu evimizin tahta kapısında kocaman bir resim asılıydı. Eli tüfekli çok çirkin bir adam, geceleri tuvalete gidemezdim korkardım o resimden. Şu anda 38 yaşındayım ve bu güzel insanı yüreğimde taşıyorum.
    O içimizden biriydi. Onu halk kahramanı olarak nitelendiriyorum.

  • Chiquillo Deborah
    Chiquillo Deborah

    yilmaz guney akli erenlere yarinlari anlatmistir.akli ermeyenler karalamaya yarinlari mahvederk devam etmisler edeceklerdir..yargici oldurmesine diyecegim odur ki sonucta zanli da kurban da insandir..oldurulmek ne kadar haksizliksa arkasina devlet otoritesini alarak bir insanin namusuna dil uzatmak da haksizliktir..
    yimaz guney ve dusunceleri yarinin gercegi,cocuklarin aydinlik yuzudur..aksini dusunenleri 'yol' daki yobaz ve karanlik zihniyetin tohumlari ve uzantilari olarak gormekteyim..tartisma icin forum a gelelim

  • Serdar Ozden
    Serdar Ozden

    Aynada kendisine ateş ettiği sahneyi seviyorum. Hergün yeni bir ayna takılır.. O her gün kendisine ateş eder. Bunu anlayabiliyorum. Hatta bazen bende yapmak istiyorum.

  • Fıruze Donmez
    Fıruze Donmez

    Efsanedir Yılmaz Güney.
    Irgatlık yaptığı çocukluğunu, ayakkabısız sabahın beşinde okumak için çıktığı ağılı, babasının gözleri önünde ağasından yediği tokatı sinemaya aktardı.' Ekmek tokluğuna çalışıyoruz' dedi bir yazısında derginin sahibine yapamadıklarını yaptılar çirkin krala.Henüz çirkin Kralda olmamıştıya o zamanlarda. Ezilmişliğini hakkında konuşanları başarısıyla ezerek sildi hayatından.Başarısını engellemek isteyenler karşısındada yılmadı. Aldığı ödüllerin filmlerini kare kare keserek biblolar içinde yurtdışına kaçırdı. Yılmadı. Yılların intikamını başarıyla aldı bu ülkeden bence. Efsanedir Yılmaz Güney.
    Onu ezenlere sinemasını izlerken hayran bıraktıracak kadar güçlü bir irade, müthiş bir hayal gücü, arkadaş filminde kendine atılan tokattan 1-2 saniye sonraki hırçın bakışları, duvardaki çocukların isyanı, yoldaki kadının sesi, siyah takım elbisesi, beyaz atkısıyla efsanedir Yılmaz Güney.

  • Kenan Biyikli
    Kenan Biyikli

    sanatı ideolojisine yenik düsmüs bir sinema dahisi...hızlı yasadı genç öldü.....

  • Nişan Mesut Oyardı
    Nişan Mesut Oyardı

    Yılmaz GÜNEY;
    Duvar,Sürü,Yol...Sosyalizm, işte bunlar ve daha bir çok şey geliyor aklıma Yılmaz GÜNEY denince.
    Adı gibi mücadeleden 'yılmayan' sosyalist gerçekçiliğin sinemacılarından birisi.
    Evet komünistti Yılmaz GÜNEY. zaten Komünist olmasaydı 'Yılmaz GÜNEY' olmazdı. yılmaz güney olurdu. bir NAZIM gibi komünistliğiyle övünürdü.

  • Tufan
    Tufan

    yılmaz güneyi tartışmak boş bir uğraş katilin teki işte bu cinayeti başgöz etmek içinde böyle solcu tavırlar takıldı oldu bitti şimdi bazı salaklarda ona inanıp kul köle oluyorlar utanmasalar...(!)
    kahraman mı bu adam?
    ülkeyimi savunmuş?
    yoksa bir katilmi?
    savcı mı vurmuş?

  • Oktay Karaca
    Oktay Karaca

    katil sanatçı, hemde ölü....
    bu yüzden ülke beyninin sol kısmı tapıyor ona.

  • Osman Oğuz
    Osman Oğuz

    Yılmaz Güney'le İlgili(2)

    Yılmaz Güney bir değil, bin yerinden 'anormal', Türk toplumundan 'ayrık'tı. Çünkü, kopup geldiği kültür farklı, içinde yaşayıp mücadele verdiği yapı farklıydı.

    Türk toplumunun yöneticisi, kadroları, bürokrasi ve ilgisi olmadığı halde 'burjuva' denilen tabakalarıyla çoğu, başka topraklardan kopup gelmişti. Kısacası 'Türk eliti' denilen kesim göçmendi. Osmanlıya hizmet vermiş daha sonra tutunamayarak Anadolu'ya göçenlerdi. Kimi Arap topraklarında, kimi Balkanlardan, kimi de Kafkaslardan akıp gelmiş, imparatorluk hizmetkârı kesimlerdi.

    Yılmaz Güney, bunların yanında farklı, 'ayrık' kalıyordu. Töresi olan bir zeminin kültüründen. Annesi Kürt feodaliydi. Bu kültürün aşıladığı dik duruş, mertlik ve vefa duygusunun gerekleriyle Yılmaz toplumda 'ayrık', anormal kalıyordu. Ayrıca zeka ve yaratıcı gücüyle de 'anormal'di.

    Yılmaz, eşi Fatoş'a şöyle yazıyordu:

    'Bana kızmakta haklısın belki. Ama bir sanatçıyı yargılarken, onu normal insan ölçüleri içine almak yanlış olmuyor mu? '

    Kendisinin de söylediği gibi, zeka ve yetenekçe de Yılmaz normal bir insan değildi. Anormaldi. Bu yüzden 'normal' insanlar ve çevrelerce yadırgandı. 'Sıradan' insanlardan her biri, kendince yargıladı onu. Milyonlarca savcı oluştu peşinde. Ama hiç biri anlamadı onu.

    * * *

    Toplumun 'normal insanları', bir oturuşta bin yalan bir arada söyleyenlerdi. Dolandıran, güçsüzken el etek öpen, güçlüyken ezendi. Yılmaz ise bunlardan değildi.

    'Normal' insanlar onu, eğilen, baş eğen kendi kalıplarıiçine sokup, orada görmek istediler. Bunu başaramayınca, suçlama salvosuna geçtiler. Onu kötüleyerek yargılayanlardan hiç biri düşünemedi: Tarihte bilim, sanat ve düşünce alanında iz bırakanlardan hangisi normaldi. Hangi 'normal' insan tarihe damgasını vurabilmişti?

    Sezar, Napolyon, Büyük İskender, Selahaddin Eyyubi 'normal' birer asker miydi? Tarihi liderlerden hangisi nomraldi? Gandi mi? Lenin mi, yoksa Castro mu?

    Shakespeare mi normaldi? Cervantes, Stenhal, Van Gogh, Dostoyevski, Tolstoy, Gogol mu? Yoksa Picasso, Jean Paul Sartre mı?
    (...)
    'Normal' insanlar onun tüm davranış ve eğilimlerini yadırgadılar. Silah hobisini, insanlara kendisini adamışlığını, insan sevgisini...

    Yılmaz, normaller diyarında 'normal' biri olsaydı eğer, bugün adı sanı duyulmayan, bilinmeyen, fizik olarak yaşadığı sürece, nüfus sayımında bir rakam olarak kalacaktı. Normal biri onun yaptıklarını gerçekleştirebilir miydi? Zindanlarda bile beynini kilitlemerek üretebilir miydi? Normal biri Yılmaz Güney olabilir miydi?

    ***
    Onu yakından tanıyan bazı dostları 'anormalliklerini' anlattı. Zeki Ökten şöyle diyordu:

    'Yılmaz Güney'le, 1963 yılında, sürgünden döndüğü zaman tanıştık. O, Atıf Yılmaz'ın eski asistanıydı. bense filmler yönetmiş bir asistanıydım. Yılmaz Güney, o sıra küçük şirketlere senaryo yazıyordu. Sinema çevreleri onu küçümsüyordu. eşilçam dünyası adeta ona karşı birleşmiş durumdaydı. Dışlıyor, kapıdan içeri almıyorlardı. Yılmaz Güney, çok hesaplı, planlı, olarak sinema dünyasına girdi. Kararlı bir planlılıkla... O knedi sinemasıyla önce, kenar mahalle insanına gitti. Varoşlardan içeri akmaya başladı. Sıradan, okuması, yazması olmayan, başka bir deyişle, orta tabakanın altındaki insanlardan, lümpenlerden başlayarak belli bir trend izleyerek yükseldi. Sonra giderek okumuş kesime seslendi. Yine bu plan çerçevesinde yavaş yavaş öğrenci kesimine, aydınlara, entellektüellere yöneldi. Her kesimden destek alarak büyüdü. Bir sinemacının her kesimden seyirci kazanması, her kesimin aradığı bir sanatçı olması çok önemlidir. Bunu pek az kişi başarabilmiştir. Yılmaz bunu başaranlardan biridir dünyada.
    (...)
    Kişilik olarak yumuşak bir insandı. İnsanlara karşı saygılı ama, kırmadan incitmeden, kendi yumuşak üslubu içinde bildiğini, inandığını yapan, yaptıran bir kişiydi. Çok zekiydi. Kafasında ne varsa onu belli bir plan içinde yapan, gerçekleştiren...
    (...)

    Yılmaz, birçok eziyete, zahmete, sıkıntıya katlanarak zafere ulaşmış, sinema krallığı tahtına oturmuştu.

    Yılmaz Abi, edebiyat meraklısı değil, edebiyatçıydı. Sinemaya girdiği zaman yazardı. Öyküler yazıyor ve yayınlıyordu. Sonra sinema mesleğini öğrenmeye ve en iyisini yapmaya başladı. Sinemada hem patron, yönetmen, senaryo yazarı hem de oyuncuydu. A'dan Z'ye kadar sinemacıydı. Onun için bir sinemacıyı en iyi anlayan adam olarak birlikte çalıştğımızda, bizlere özgürlük verdi. Fazla müdaheleci olmadı. Genç yönetmenleri dinledi. Bizlere söz hakkı verdi.
    (...)
    Yılmaz Güney'de para kavramı yoktu. Çok bonkördü. Parayı sevmez ve bilmezdi...

    Konuşurken sık sık 'değil mi' diyordu. Bu deyimi çok kullanıyordu.

    Çok çabuk sinirleniyordu. Sinirlendiği zaman hırçın, kavgacıydı. Kırıcı bile olabiliyordu. Fakat çabuk öfkelendiği gibi, çabuk yatışıyordu. Kırıcı olduğu zaman, hemen ardından gönül almasını biliyordu.

    Yılmaz Güney, gerçekten halkı çok seven bir sanatçıydı. O içtenliği ve inancıyla yazar olarak, sinemacı olarak Yılmaz Güney oldu zaten... O, doğrusu, eğrisi, yanlışıyla Yılmaz Güney'di. Büyüktü...'

    Şerif Gören:

    '1968'de asistanlık yapıyordum. O askerlik yapıyordu. İzinli gelip çalıştığında ona asistanlık yapmaya başladım. Sonra Umut filmi dahil birlikte çalıştık. Özverili, verici bir yanına değinmek istiyorum. Yönettiği bazı filmlerde kendi adını değil, asistanlarının imzalarını kullandı. Yeşilçam'da pek sık rastlanan bir davranış değildir bu. 'Vurguncular', 'Canlı Hedef' filmlerini o yönettiği halde, asistanı olarak benim imzamı taşıyor. Benim çektiğim sahneler vardı ama, asıl yönetmen oydu. Başkaları için bu ve benzeri şeyleri çok yapmıştır.
    (...)

    Ta çocukluğunda öfke vardı içinde. Kin... Köyde geçirdiği çocukluğun izleri olmalıydı. Ağaların yaptığı baskının sonucu... Öfkesi öykülerine yansıyordu. Daha sonra sinemasında görüldü. Kafasında duvar öfkeleri vardı. İstese de aşamıyordu.
    Ama hayatımda tanıdığım en dürüst insandı. Kimseye kazık atmayı düşünmeyen, insanları seven biri.
    ***
    Bir dostu onu, 'ağa değil, Kürt prensiydi.' diye tanımlıyor ve devam ediyordu:

    'Terbiyeli, alçak gönüllü ve vericiydi. Ailesinden aldığı Kürt kültürünün sentezine varmış, ruhuna sindirmişti. İkili ilişkilerinde verici, alçak gönüllü olması bundandı. Terbiyesizliğe, tahakküme, estetik-dışı davranışlara tahammülsüzlüğü bundandı.

    Kürtleri iyice tanıdıktan sonra onu daha iyi anladım. Sonuna kadar dayanan, tahammül eden adam bir anda patlıyordu. Bu sabrının taşmasıydı. Kürtlerdeki genel karakterin böyle olduğunu çok sonraları anladım. Yılmaz bu haliyle de Türk toplumuna 'anormal' kalıyordu.

    Yazar Dursun Akçam onu Paris'teki son sürgün yıllarında tanıdı. Anormalliğini, Kürt töreleriyle açıklıyordu. Akçam, Yılmaz'ın iki gün konuk ettiğini, bu süre içinde, önünde el bağlayarak, konuğun kutsallığını yaşatarak hizmet ettiğini söylüyordu.
    Yılmaz Güney ADAMDI. Haysiyetlilerin mumla arandığı ormanlarda AYKIRI BİR ADAMDI.
    ***

    Yine merhaba dostlarım, abilerim..
    Yılmaz Ağabey'in kişiliği ile ilgili bazı şeyleri yine Ahmet Kahraman'ın 'Yılmaz Güney Efsanesi' kitabından sizlere sunacağımı söylemiştim.. İşte bunda bu konunun bir kısmına değindim.. Umarım Yılmaz Ağabey'in kişiliği hakkında da bir nebze olsun fikir verebilişimdir. Bundan sonra da yine Yılmaz Ağabey'in kişiliği ve yaşantısı hakkında yazılarım devam edecek. Einstein'in bir sözü var: 'Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan zordur' diye.. İşte ben burda çoğu kişinin kırılmaz bir ceviz olan önyargılarını kırmaya çalışıyorum.. Umarım kırabilirim.. Sevgilerimle..
    Osman Oğuz

  • Osman Oğuz
    Osman Oğuz

    Yılmaz Güney'e Katil Diyenlere:

    'En son söylenecek sözü, en başta söyleyelim:
    Yumurtalık yargıcı Sefa Mutlu, Yılmaz Güney'in tabancasından çıkan kurşunla vurulup öldü.
    Ama, bir gerçeği de vurmayalım: Yılmaz Güney'in başka seçeneği yoktu. Sıkışıp kalmıştı. 'Yılmaz Güneyvari' davranmaktan, kendisi olmaktan başka çaresi yoktu. Gereğini yaptı.
    Herşeye rağmen, Yılmaz Güney isteyerek mi vurdu? ayır. Tam tersine olay çıkmasın diye kaçtı. Sövgülere kulaklarını tıkayıp, sağır dilsiz kesildi.Saldırganın dili, karısına uzanana kadar, sabır taşı kesildi. 'Ben burada yokum' dedi davranışlarıyla.Fakat belayı yakasından silkip atamadı.
    Önüne çıkıp ayağına dolanan bela, sonunda işi, 'eşini istemeye' vardırınca, Yılmaz Güney'in beynindeki sabırtaşı çatladı. Bin parçaya bölündü. O zaman filmlerindeki gibi patladı. 'Bela adam', yaptığını kendi hayatıyla ödedi.
    Yılmaz Güney'in avukatı Gültekit Müftüoğlu:
    'Yılmaz Güney, isteyerek vurmadı. Elindeki silahın alınma çabası sırasında, tabanca patladı ve Sefa Mutlu öldü...'
    Adam, Yılmaz Güney'in karısına önce gözleriyle saldırmıştı. Sonra ağzı girmişti devreye. Yılmaz onu, gözünün ortasından vurdu.
    Bir filminde, kıza tecavüz edenleri mesanelerinden tek tek vurması gibi...
    * * *
    Yılmaz Güney, olaydan sonra, dostu doktor Turhan Temuçin'in 'sen sineği vurabilecek kadar nişancısın. Adamı gözünün ortasından vuracağına, bacağından yaralasaydın olmaz mıydı? ' sorusuna şu karşılığı vermişti:
    'Doktor, o anı yaşamak gerekiyor. Bazen insanın istemediği şeyler de olabilir...'
    Yılmaz olaydan sonra inkâra sapmak istemedi. İnkâr onun seçimi değildi. Gerçeği mahkemede de söylemek istedi:
    'Sefa Mutlu elimdeki tabancadan çıkan kurşunla vuruldu ama, isteyerek, tasarlayarak yapmadım.Bu bir kazaydı.'
    (...)
    Sefa Mutlu, 1944 yılında Nevşehir'de doğmuştu. Ankara'da Kara Harp Okulu öğrencisiyken, 22 Şubat 1962 tarihinde, Albay Talat Aydemir'in darbe girişiminde rol aldığı gerekçesiyle okuldan atılmıştı. Aynı yıl, Hukuk Fakültesi'ne yazılmıştı. 1968 yılında okulu bitirince, polisliğe başlamış ve Komiser rütbesiyle İskenderun'a atanmıştı.Fakat içki ve kumara düşkünlüğü, olay çıkaran sinirli mizacı nedeniyle başı beladan kurtulmamıştı. Bir gazinoda garsonlar tarafından dövülmüş, bir başka gün de sarhoşluktan olay çıkardıktan sonra, yığılıp kalmıştı. Garsonlar tabancasını alıp valiye teslim etmişti.
    Bundan sonra, yargıç olabilmek için, Adalet Bakanlığı'na başvurmuş, ölümünden iki ay önce Yumurtalık'a yargıç olarak atanmıştı.
    Sefa Mutlu çevresinde, Türk ırkçısı eski Albay Türkeş yanlısı olarak biliniyordu. Nitekim, ölümünden sonra ırkçı çevreler onu, 'şehidimiz' diyerek sahiplenmiş, olaya farklı bir boyut eklemişlerdi.
    Sefa Mutlu'nun dünya görüşü aile çevresinin yapısıyla da çelişiyordu.Yoksul, emekçi bir aileden geliyordu. Karısı dahil, ailesinden pek çok kişi, kardeşleri antifaşistti. Kardeşleri sola açık, karısı Yılmaz Güney hayranıydı.
    Olay günü, öğle sıcağında rakı içmeye başlamıştı. Sonra karısı da yanına gelmişti. Akşam Yılmaz Güney gazinoya geldiğinde o, karısı ve dört arkadaşıyla oturuyordu. Yılmaz Güney'i daha görür görmez sinirli bir hava takınmıştı. Yılmaz Güney'in etrafında kalabalık ve dört dönen hayranlarını görünce sinirleri iyice bozulmuş, bağırmaya başlamıştı:
    __Herife bak. Selam bile vermiyor. Neymiş? Beyaz perdenin kralıymış. O beyaz perdenin kralıysa, ben de buranın kralıyım.
    Sefa Mutlu'nun giderek saldırganlaşması üzerine karısı defalarca onu uyarmış, arkadaşları tarafından 22.00 sıralarında gazinodan çıkarılıp götürülmüştü. Fakat yarım saat sonra, yanında 'mahkemece muteber tanık' kabul edilen Fevzi Aslan olduğu halde, geri dönüyor, sataşmaya devam ediyordu.
    Savcı açıktan açığa Güney'in eşine hakaret edince ipler kopuyordu. Yılmaz Güney, 'savcıymış, sevsinler böyle savcıyı' deyince arkadaşı Fevzi Aslan ayağa fırlayarak, 'bir savcı için böyle konuşamazsın' diye bağırıyor, Sefa Mutlu küfürler savurarak saldırıya geçiyordu.
    Yılmaz Güney sandalye kaparak saldıran Sefa Mutlu'ya karşı kendini savunuyordu. Sandalyeyi koluyla karşılayıp, saldırganı bir tekmeyle yere yıkıyordu.
    Yılmaz Güney, o kargaşa sırasında tabancasını çekip havaya bir el ateş ediyordu. Savcı da belindeki tabancasını çekip nişan alıyordu. Biri eline vurunca atışı hedefini bulamıyordu. Birkaç kişi Yılmaz Güney'in elindeki silahı almaya çalışırken silah ateşleniyor, ve yargıç gözünün ortasından vurularak yere yıkılıyordu.
    (...)
    Hülagû İlhan Tunç(Yılmaz Ağabey'in yakın arkadaşı) , Yılmaz Güney'in hayatını karartan, onu demir parmaklıklar ardına gönderen, o geceyi anlatırken, saha sözlerin başında, 'Yılmaz o adama karşı harekete geçmekte geç bile kaldı.' diyor ve devam ediyordu:
    'Yılmaz, Adana'daki arkadaşlarını, dostlarını yemeğe çağırmıştı. Uzun bir masa hazırlanmıştı. Çok kalabalıktı. Masada film ekibi de vardı. Yavuz Pağda ve ben gecikerek gittik. Gittiğimizde yemek yeniyordu. O gece, Yılmaz içki içmedi. Masadakilere katılmak için, bardağı belki ağzına götürdü, ama buna içti denilemezdi.
    Yılmaz Güney geldi diye, lokanta ana baba günüydü. Lokantanın etrafı miting meydanı gibiydi. Bütün Yumurtalık oradaydı diyebilirim. Yılmaz Güney'i görmeye gelmişlerdi.
    Adam arkada oturuyordu. Yılmaz'a ilgi, kendisine ilgisizlik karşısında kıskandı mı, ne oldu bilmiyorum. Masamıza laf atmaya başladı. Sarhoştu. Küfürler savuruyor, çirkin laflar ediyordu:
    __Artistler gelince biz unutulduk, diyordu durmadan.
    Garsonları çağırıyor ve şuursuz bir şekilde ama, Yılmaz'a sataşan bir havada:
    __Şu artiste sor bakalım. Bu film kaç gün devam edecek.
    Kendini önemsetmek istiyordu. Bu amaçla, masaya dahil olma, bize katılma yolunda istekler, davranışlar da sergiliyordu. Fakat kimse oralı değildi.
    Adam çirkinlikler yaparken, Yılmaz onu yok sayıyordu.Olanları duymuyor, ilgilenmiyordu. Bakmadı bile. Bu süre içinde Yılmaz'ın bu duyarlılığını, büyüklüğünü bir kez daha takdir ettim. Burnunun dibinde olay çıkarmak için çırpınan, çirkin laflar atan adamı görmüyor, duymuyordu.
    Bir ara kalkıp masamıza geldi. Bardak kaldırdı:
    __Hadi içelim..Beraber içelim..
    Masada bir soğukluk vardı. Tabii kimse ilgilenmedi. Masasına dönmek zorunda kaldı ama, Yılmaz'ın gözlerinin içine bakarak:
    __Ne o lan, yanındaki artistleri benden mi kıskanıyorsun, dedi.
    Masada hanımlarda vardı. Buna rağmen Yılmaz Güney sabrını korudu.
    Bunları mahkemede de ayrıntılarıyla anlattım. Fakat, mahkemede söylediklerimizin hiçbiri dikkate alınmadı. Yargıcı, 'görev başında' saydılar. Hakimlerle özel olarak da görüştüm. Bana hak verdiler. 'Tamam haklısın ama, meslek dayanışması' dediler. Eğer o adam adliyeden biri değil de, herhangi biri olsaydı, Yılmaz tabanca bulundurmaktan ve en fazla kazayla adam vurmaktan hafif bir cezayla atlatırdı olayı. Ama onu, hem 'görev başındaki yargıç' kategorisine soktular, hem de 'meslek dayanışması'yla, büyük bir haksızlıkla Yılmaz Güney'e en ağır cezayı verdiler. Aslında suçu, bir beladan kurtulma çabasından başka bir şey değildi. Her neyse biz geceye dönelim.
    Gecenin ilerleyen saatlerinde, yanındaki arkadaşları ve lokanta sahibi adamı alıp götürdüler. Bizler de rahat bir nefes aldık. Fakat, yarım saat sonra, tekrar sallana sallana çıkıp geldi. Ayakta duracak gibi değildi. Eski masasına doğru yürürken, nara atar gibi:
    __Bana bir şişe rakı getirin, diye bağırdı.
    Ağzımızın tadı iyice kaçtı. İlgilenmek için yanına giden garsonlara bağıra bağıra:
    __Söyle lan, artistlerden n'aber?
    __İyi, iyi, herkes buradaymış...
    __Ben bu gece kiminle kalacağım?
    __Hangi artisti verecekler?
    Yılmaz masanın başında oturuyordu. Adeta sağırdı. Ama duymuyor, görmüyordu. Adam, bela gibi doğrudan ona sataşmaya başladı. Yılmaz'ı biliyor, tanıyordum. Çok sabırlıydı. Fakat birden patlayan bir adamdı. Patladığı zaman da zaptetmek mümkün değildi. Bu halini, yapısını bildiğim için, onu Ege Bağatur'la birlikte çembere aldık. Yılmaz'ın belinde tabanca vardı. Gerçek tabanca olabileceğini düşünmedim. Aklıma gelmedi. Ben filmde kullanılan cinsten bir şey sanıyordum. Bilseydim alırdım. Nereden bilebilirdim.
    Bir ara Ege Bağatur'la Yılmaz'ı götürmeyi, oradan uzaklaştımayı düşündük. Fakat, ters tepki yapar, adam iyice çileden çıkıp, ortalığı karıştırır düşüncesiyle vazgeçtik.'
    * * *
    Yılmaz Güney'in zayıf noktası eşiydi. Zayıflığı ona düşkünlüğünden değildi. Gururlu, onurlu olmasındandı. Saygın olmayan, sevimsizliğe kaçan birinin bakışına bile dayanamıyordu. Çirkin bir hareket karşısında patlıyordu.
    Ürgüp'te 'Ağıt' filmi çekiliyordu. Film için gerekli olan silah ve malzeme konusunda yardımlarını gördükleri bir Albay'ın isteği vardı: Yılmaz Güney'le bir akşam oturmak ve yemek yemek...Albay, isteğini birkaç kez duyurdu. Fakat yanıt alamadı. En son, filmin prodüksiyon amiri Erkan Akın'ı devreye soktu.
    __Ne olur, Yılmaz Güney bir akşam bizimle yemek yesin...
    Erkan Akın, Yılmaz Güney'i ikna etmeyi başardı.
    Bir akşam birlikte yemek yeniyordu. Yılmaz Güney, eşi Fatoş'la yan yana oturuyordu. Albay da karşılarında... Adam, yemek sırasında, bir şeyler söyleyecekmiş gibi yaparak, arada bir Yılmaz Güney'e doğru eğiliyor ve konuşuyordu. Bu arada nasıl olduysa, eşi Fatoş Güney'în saçlarına dokundu. İşte o zaman Yılmaz Güney, çılgına dönmüş gibi yerinden fırladı. Adamı tokatlayıp, kovdu...
    Yumurtalık'ta da böyle oldu. Herşeye tahammül eden, 'ben burada yokum' diyerek sağırlaşan Yılmaz Güney, adam sataşmayı eşine vardırdığı an patladı.
    Hülagû İlhan Tunç anlattı:
    'Adam yerinden kalkıp Yılmaz Güney'in yanına geldi. Ondan kadın istedi. Buna rağmen, sağırlığıı sürdürdü. Fakat sonunda, yanında duran eşine sataştı:
    __Bunu, bu gecelik bana ver, dedi...
    İşte o zaman, Yılmaz yerinden fırladı. Delirmiş gibiydi. Yüzü değişmişti. Kimseyi görmüyor, bir şey duymuyordu.
    Yılmaz'ın bir özelliği de, sıska görünmesine karşın çok güçlü olmasıydı. Gençliğinde de öyleydi. O sıska haliyle, güçlü kuvvetli görünenleri, güreşte, oyunda rahatlıkla devirebiliyordu. Değme adam sırtını yere getiremiyordu.
    Yılmaz ayağa fırlayıp:
    __Terbiyesizlik etme, diye bağırdı.
    Adam, sandalye kapıp üstüne saldırdı. Yılmaz bir tekme savurdu. Adam yere yuvarlanınca, 'bende silah var' havasına büründü. Silaha yekindi.
    O an Yılmaz tabancasını çekti.
    Masadakiler, bir anda Yılmaz'ı kuşatıp kuçakladılar. Elinden silah alınmaya çalışılıyordu. O boğuşma sırasında, namlu yukarıya kalktı. Tabanca patladı. Kurşun adamın gözünün orta yerine isabet etti.'
    * * * * * *

    Arkadaşlar, görüyorsunuz ya, Yılmaz Ağabey'imizin öldürme hikâyesi budur. Geçen yazımda belirttiğimi tekrarlamak istiyorum, ben olsam ben de vururdum..Bu yazdıklarım Ahmet Kahraman'ın 'Yılmaz Güney Efsanesi' adlı kitabından alıntıdır.Daha sonraları yine aynı kitaptan sizlere Medyanın bu olay hakkındaki tutumunu, Yılmaz Ağabey'in kişiliği hakkında yazıları, Yılmaz Güney'in -özellikle cezaevinde- yaşadıklarını ve de Yılmaz Güney'in cezaevinden kaçış öyküsünü de sunacağım.. Şu yukarıda yazdığım, biraz uzunca yazı, umarım Yılmaz Güney'e 'katil' sıfatını koyanların biraz olsun fikrini değiştirmiştir.Şunu söylemek isterim ki; her çalana hırsız, her öldürene de katil denmez! ..Sefiller'deki Jean Valjean'ı bir çoğumuz biliyoruz.. Jean Valjean'ında hapise ilk düşüşü ekmek hırsızlığı yüzündendir..Peki bu yüzden hangimiz ona küçümseyerek bakabiliriz? Yılmaz Güney'in durumu da bunun farklı bir versiyonudur.Artık rica ediyorum, Yılmaz Ağabey'in adının başına şu 'katil' sözcüğünü koymayın.O 'kader kurbanı'dır. Kimsenin anlattığı gibi lümpende değildir.Halkın sorunlarıya bu kadar ilgilenen birisinin lümpen olması mümkün mü? Üstelik o ki, dostlarının tavsiyesi üzerine savunmasını değiştirmiştir.Eğer sadece kendi doğruları peşinde koşan, bağnaz bir kişilik olsaydı, sadece doğrularına engaje olmuş birisi olsaydı, bunu da reddederdi ve bildiği gibi savunma yapardı. Sevgili dostlarım, artık önyargılarınızı üzerinizden atın.. Yılmaz Güney bir halk kahramanıdır! .. Her zamanda öyle kalacaktır! .. Bunu kafanıza sokun.. Yoksa siz bağnaz olmuş olursunuz..Herşeye, Yılmaz Ağabey'e katil diyenlere kırgınlığıma rağmen, sevgilerimle..Sevgiyle kalın..

    ÖNEMLİ NOT: Baştan 6 yıldızlı(*) olan yere kadar ki bütün yazılar, Ahmet Kahraman'ın 'Yılmaz Güney Efsanesi' adlı kitabından alıntı yapılmıştır..

  • Osman Oğuz
    Osman Oğuz

    O bir EFSANE'ydi.Türk sinemasının ÇİRKİN KRAL'ı.Halkın kahramanı.Halktan biri.O hepimizin Yılmaz Ağabey'iydi.Ama onu 'Çekemdiler kendi çamurlarına'.Bu yüzden ortalıkta dolaşmasına izin vermek istemiyorları.Bir sürü cezaevi dolaştı Yılmaz Ağabey.Son olarak karısına hitaben şu sözleri sarfeden savcıyı vurdu ve hapise düştü:'Şunu bir geceliğine bana versene.'İstemeden vurmuştu aslında.Böyle şerefsizlerin oyununa gelmek istemiyordu.Yarı-Açık cezaevinden kaçtı ve Fransa'ya gitti.Ama o bu durumu şöyle açıklıyordu:'10 YIL SUSTUM ARTIK HAYKIRMAK İSTİYORUM: Ülkemden ayrılmışım, özgür olmak, yaşamak istediğimden değil, demokrasi ve adalet mücadelesine daha etkin yer alabilmek içindir.' O ne olursa olsun DELİKANLILIĞINI YİTİRMEMİŞTİ.O hepimizin yolunu çizdi.Biz artık o yoldayız.Ayrılmayacağız.

    Arkadaşlar bu mesaj Yılmaz Güney grubundaki mesajdır.Sizi de Yılmaz Güney sevenler olarak o gruba bekliyorum.Gruba kısa yoldan www.antoloji.com/grup/yilmaz-guney adresindende girebilirsiniz.Sevgilerimle...

  • Gülçin Yilmaz
    Gülçin Yilmaz

    katletmek ve birilerinin canını yakmak keşke tarantino filmlerindeki gibi estetik unsur olarak kalsa ve hayatlara hiç girmese...yılmaz güney bunları hayata sokanlardan.

  • Özge Avcı
    Özge Avcı

    Odamda kocaman posteri olan,Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi önderi Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde bir süre saklamasından dolayı mahkum edilen bir insandır.Bunun devlete hiçbir yararı olmayacağını bilselerde haksız yere hapishanelerde ölmesini beklediler.O halkın benimsediği bir kahramandı.

  • Hakkı Ertan
    Hakkı Ertan

    Yılmaz Güney'in Kocaman yüreği için


    ”...hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili.
    biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık çünkü.
    dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız
    bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı.
    kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk...
    yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat
    karşısında bizi zayıf yaptı. aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili...
    ne güzeldir bilmediğin birinin derdine
    üzülebilmek ve çare aramak. ben bütün
    hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.
    yaşamak ne güzeldir be sevgili...sevinerek,
    severek, sevilerek, düşünerek... ve o
    vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın... “

    Yılmaz Güney


    Yürek yanarsa titrer gül üşürse

    Yılmaz Güney'in Kocaman yüreği için

    Git gide kirletiyorlar gökyüzünü sevgili
    Umutlarıda tüketiyorlar hep beraber / sevgileri de
    dillerinde en ince yalanlar, süslü ve sisli yüzleriyle
    soğuk yüreklerinde ne acıma ne sevgi
    kimin eli kimin cebinde
    kimin eli kimin neresinde belli değil

    bense öyle acemi ve şaşkın
    boş kalan ellerimi bir ömür
    nereye koyacağımı bilemedim
    bilemedim, hangi yalanla kimi nasıl soyacağımı
    buz üstünde yürümeyi seçtim kendi hesabıma
    maske diye bir not düşürmedim yüzüme
    bukalemuna çalan rengimde olmadı

    tuttuğum her insanın elinde/ ellerim kirlendi
    gözlerim kirlendi/ baktığım her insanın gözlerinde
    yüreğimi sarktım umut kuyularına her defasında
    her defasında yangın çektim su yerine, acı çektim
    ne bir gün ışığı aktı içime, ne de bir yağmur damlası
    rezil bir dünyanın orta yerinde
    hüzün ben oldum düşen her yaprakta
    her savaşta vurulan ben
    yıkıldı hayallerim
    gözlerimde yandı son ümitler
    ıstırabın en derin okyanusuna gömüldüm
    suskunum, susuzum, yaralıyım sevgilim
    gözlerim, ruhum, bedenim yorgun.

    durmadan kirletiliyor/ kanıyor zaman /kimse aldırmıyor
    kimse yanmıyor /sevincini ateşe döken gelincik çiçeklerine
    dönüp bakmıyor çığlıklarına çocukların
    kapkara bir nehir gibi
    acı akıyor yüzünde yoksulların her akşam

    tüm çabalarımıza ragmen, temiz tutamadık güzelliklerimizi
    herşeyin kirletildiği bir dünyada
    hep vurgun kaldı bir yanımız
    bir yanımız aşka acıya ayarlı

    dumanlar yürüyor her akşam
    beton yığınlarıyla örtülü / sevgisiz kentler üstüne
    zifiri karanlıklar
    kimse kimsenin yasını tutmuyor sevgili
    bölüşmüyor acısını

    Sarılki
    kokun sinsin tenime /sevgin işlesin yüreğime
    bu yalancı dünyada kimim varki başka gözlerimden öpecek
    içimi ısıtacak bu karanlık soğuk kış gecelerinde

    Sarılki
    serinlensin ateşler içindeki alnım
    yorgunum sevgili
    beynim tenim ellerim yorgun
    kendime sürgün yaşamaktan
    sevgiye tanımlar aramaktan
    tüm bu oldu bittilere
    insanın kayıtsızlığından yorgunum sevgilim

    yoruldum sevgilim ağrılarım sızılarım yorgun
    ihanetler yedi umudumu, sevgimi, düşlerimi
    her gece yalnızlıklar sürüyorum/ kanayan yerlerime
    ellerime çaresizlikler yüklüyorum
    üşüyorum bu karanlık soğuk gecelerde sarıl boynuma

    oysa hiç dönmedim sırtımı insanın emeğine
    öpmedim namerdin elini/ eğilmedim zalimin önünde
    ama ezildim bir çaresizin bakışından
    bir annenın yakarışından
    bir babanın haykırışından
    utandım sevgili dünyayı kirli bahçesine çevirenlerden
    aç insanların kederinden utandım
    bombalanan şehirlerden
    insanların kayıtsızlığından tüm bu oldu bittilere
    insanlığımdan utandım sevgili insanlığımdan

    heyhatki,
    bizi ağlatan acılar güldürüyor başkalarını
    yürek yanarsa titrer sevgilim gül üşürse
    kaç insan soyundan ihanet görmüş, kaç gül dikeninden
    mademki ihanet var,
    öz elleriyle boğsun gül emen çocuklarını anneler
    ve şairler ihanet etsin şiirlerine
    yazmasın bir daha gül yüzlü sevgililerine şiirler
    her mısrası kurşun olup saplansın yüreklerine

    ....ve ben
    bunca kalabalıkların ve bunca mekanların içinde
    her defasında yarası kanayan şiirler damlarken içime
    yüreğimdeki yağmurlarla, herkesin bildiği bu dünyada
    adresi olmayan yitik mektuplar gibi yorgun
    yavru bir kedi gibi yalnız ve sahipsiz
    öyle mi?
    vayyy.

    ...........
    ben nazlı bir yaprağım dalından düşmüş
    alın beni üşüdüğüm yerden
    kalbinizin üstüne tutun pul pul
    vicdanınızın üstüne
    aynı soydanım sizinle

    yok başka bir umarım alın beni üşüdüğüm yerden
    yok başka kimsem kiminle konuşsam
    sizin elleriniz var soyan, evleriniz var kocaman
    sokaklarda gecekondularda yatmadınız karda kışta
    bir dilim ekmeğe avuç açmadınız
    utanan biz olduk yoksulluğumuzdan
    utanan anam oldu, babam bacım gardaşım

    ben nazlı bir yaprağım dalından düşmüş
    alın beni üşüdüğüm yerden
    kalbinizin üstüne tutun pul pul
    vicdanınızın üstüne
    aynı soydanım sizinle

  • Taha Kılıç
    Taha Kılıç

    katil...