'Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza koydunuz. Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir. Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu. Gerçek neydi biliyor musunuz: Her şey...'
Eylül hüzün mevsimi değildir. Sehpalarda sıradan bir idamlık, isimsiz bir çocuk Eylül'e denk gelmişse eğer, bu Eylül'ün suçu değildir. Sarı yapraklı romantik şiirlerinizi de alın ve düşün Eylül'ün yakasından. Bir çocuk nasıl düşerse bir yaprak misali. Işte öyle.
ve paramparçaydı yaşam bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Aşk demişti yaşamın bütün ustaları aşk ile sevmek bir güzelliği ve dövüşebilmek o güzellik uğruna. işte yüzünde badem çiçekleri saçlarında gülen toprak ve ilkbahar. sen misin seni sevdiğim o kavga, sen o kavganın güzelliği misin yoksa... Bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bin kez budadılar körpe dallarımızı bin kez kırdılar. yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri suyun ayakları olmuştur ayaklarımız ellerimiz, taşın ve toprağın elleri. yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık törenlerle dikilirdik burçlarınıza. türküler söylerdik hep aynı telden aynı sesten, aynı yürekten dağlara biz verirdik morluğunu, henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz... Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne ne tan atışı doğumların sevincine ey bir elinde mezarcılar yaratan, bir elinde ebeler koşturan doğa bu seslenişimiz yalnızca sana yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Saraylar saltanatlar çöker kan susar birgün zulüm biter. menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler. bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler... Şiirler doğacak kıvamda yine duygular yeniden yağacak kıvamda. ve yürek, imgelerin en ulaşılmaz doruğunda. ey herşey bitti diyenler korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
Ne yazık ki isimsiz bir çukura dökülen çavlanın çizdiği gölgeli bir yalnızlıktan başka bir şey değil arzuladığınız. Siz bir nehre yoldaşlık etmek nedir, hiç bilemeyeceksiniz.
“Daha samimi olayım ister misiniz? Bu yaşadığım hayat o kadar benim değil ki; herhangi bir saatimde birisi gelip de bana ‘Haydi kalk, sıran geldi, kendi kendin ol! ’ diye bağırsa, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım. Bu his bende o kadar kuvvetli.”
Telafisinin olmaması çok incitici. Bayağı defolsun gitsin ama gitmeden önce bir özür dilesin istiyorsun. Özür dilese bile affedilmeyecek oysa ki. Özür de dilemeyecek. İçindeki şeriti çıkarılmış bant değil ki bu tak serçe parmağını usul usul sar yeniden. Çatalla çizilmiş koleksiyon bir 45.lik. Baktıkça hüzün doluyor insanın içine. Dinledikçe öfke.
Terlik olsaydım bir çift olamadığım için kaygılanabilirdim ya da çorap olsaydım. yeryüzüne tek başına gelen bir canlının mütemadiyen başka bir ruhu arıyor olması olsa olsa pastoral bir boşluktur. şiirsel bir yok oluş. kendi kendini imhaya yeltenme halidir. Kendi ruhuna ihanet. Lağn. Yapmayın böyle şeyler. Teksiniz siz terlik değil.
Kırkiknidi kere yağan bir yağmurun kendine kalsa hiç de düşmeyeceği bir bozkır gibi olmak da var. Bir dalga boyu yükselip kendi intiharına meyilli bir falezin en muhkem yerinden sağlam bir aşınım da mümkün.
Sonra belki kendi gölgesiyle kavgalı bir çocuğun yaralı dizleri gibi, hep aynı yerden kanamak da.
insanlar üzgün dünya çirkin fakat hala gülümüz var.
"Çok sevmek ve de sevilmek lazımdı, lakin insanlar sevmeye ve sevilmeye re alışkın değildi."
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır,
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır.
S. Karakoç
Netice itibariyle, her insan kendi başına alemdir. Ve Allah, alemlerin Rabbidir.
Philip Seymour Hoffman'ı yaşıyor görebilmek için Görevimiz Tehlike'yi izlemek. Bazı insanlar ölümsüz olmalıydı.
'O beni mahzun zannediyordu.
halbuki değildim.
şimdi, gülemeyecek kadar mesuttum ve saadetimi ciddiye alıyordum.'
'Mahşerin ortalık yerinde size rastladık.
Elinizi şuramıza koydunuz.
Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk.
Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir.
Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu.
Gerçek neydi biliyor musunuz:
Her şey...'
Kazanmak yıllar,; kaybetmek 1 dakika...
Ve en önemlisi insan insana bulaşır....
İnsan, kullanılıp atılacak bir meta değildir.
Eline bulaşır,
Yüreğine bulaşır,
'Vebaline' bulaşır! ..
Vakti kıymetli kılan ölüme hayranım! ..
Eylül hüzün mevsimi değildir. Sehpalarda sıradan bir idamlık, isimsiz bir çocuk Eylül'e denk gelmişse eğer, bu Eylül'ün suçu değildir. Sarı yapraklı romantik şiirlerinizi de alın ve düşün Eylül'ün yakasından. Bir çocuk nasıl düşerse bir yaprak misali. Işte öyle.
K/ayıplarınızda çoğalınız.
ve paramparçaydı yaşam bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Aşk demişti yaşamın bütün ustaları aşk ile sevmek bir güzelliği ve dövüşebilmek o güzellik uğruna. işte yüzünde badem çiçekleri saçlarında gülen toprak ve ilkbahar. sen misin seni sevdiğim o kavga, sen o kavganın güzelliği misin yoksa... Bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bin kez budadılar körpe dallarımızı bin kez kırdılar. yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri suyun ayakları olmuştur ayaklarımız ellerimiz, taşın ve toprağın elleri. yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık törenlerle dikilirdik burçlarınıza. türküler söylerdik hep aynı telden aynı sesten, aynı yürekten dağlara biz verirdik morluğunu, henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz... Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne ne tan atışı doğumların sevincine ey bir elinde mezarcılar yaratan, bir elinde ebeler koşturan doğa bu seslenişimiz yalnızca sana yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Saraylar saltanatlar çöker kan susar birgün zulüm biter. menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler. bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler... Şiirler doğacak kıvamda yine duygular yeniden yağacak kıvamda. ve yürek, imgelerin en ulaşılmaz doruğunda. ey herşey bitti diyenler korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!
İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar.
Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar.
Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar.. / mevlana
Dedi ki kadın; bedeni beden yazar yalnızca! ADONİS
'...Bazılarının yüreğe iyi gelen bir yanı vardı, armağan gibiydiler.'
#AntoinedeSaintExupéry
Sımsıkı tutuyorum kararan perdeleri,
Bir gökyüzü yapılmaz ki suya düşen gölgeden.
Aklım bir fundalıktan bir orman çıkarıyor,
Su taşımak gerekli taşların gövdesinden.
Yanlış zamanlar, yanlış akşamüstleri, yanlış ölüler için yas tuttuğunuz sürece sizi affedecek bir yeryüzünüz olmayacak.
Ne yazık ki isimsiz bir çukura dökülen çavlanın çizdiği gölgeli bir yalnızlıktan başka bir şey değil arzuladığınız. Siz bir nehre yoldaşlık etmek nedir, hiç bilemeyeceksiniz.
“Daha samimi olayım ister misiniz?
Bu yaşadığım hayat o kadar benim değil ki;
herhangi bir saatimde birisi gelip de bana ‘Haydi kalk, sıran geldi, kendi kendin ol! ’ diye bağırsa, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi inanıp koşacağım.
Bu his bende o kadar kuvvetli.”
-Ahmet Hamdi Tanpınar-
Telafisinin olmaması çok incitici. Bayağı defolsun gitsin ama gitmeden önce bir özür dilesin istiyorsun. Özür dilese bile affedilmeyecek oysa ki. Özür de dilemeyecek. İçindeki şeriti çıkarılmış bant değil ki bu tak serçe parmağını usul usul sar yeniden. Çatalla çizilmiş koleksiyon bir 45.lik. Baktıkça hüzün doluyor insanın içine. Dinledikçe öfke.
Terlik olsaydım bir çift olamadığım için kaygılanabilirdim ya da çorap olsaydım. yeryüzüne tek başına gelen bir canlının mütemadiyen başka bir ruhu arıyor olması olsa olsa pastoral bir boşluktur. şiirsel bir yok oluş. kendi kendini imhaya yeltenme halidir. Kendi ruhuna ihanet. Lağn. Yapmayın böyle şeyler. Teksiniz siz terlik değil.
Nerdesin neler yapıyorsun bilmiyorum... ama ara sıra seni rüyamda görüyorum...
Çöl zarifçe öpüyor göz pınarından
Sancın bu yüzden..
Kırkiknidi kere yağan bir yağmurun kendine kalsa hiç de düşmeyeceği bir bozkır gibi olmak da var. Bir dalga boyu yükselip kendi intiharına meyilli bir falezin en muhkem yerinden sağlam bir aşınım da mümkün.
Sonra belki kendi gölgesiyle kavgalı bir çocuğun yaralı dizleri gibi, hep aynı yerden
kanamak da.
'Huzur, sessizce sevmek olabilirdi. Ama insan işte! Bir bilinci var ve konuşması gerekiyor. Sevmek, böylece cehenneme dönüşüyor..'
/ Albert Camus
Sonra düşündüm..
Gülmekten başka ne yapabilirdim?
Ben de Güldüm.
Sevmek vakitsiz özlemekmiş. Özlemek, ölmek gibi bir şeymiş