Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, Aydınlık bir gün dile. Bir güzel kahve ısmarla kendine, Seni mutlu eden sesi duymak için 'alo' de. Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık. Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa... Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak. Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, Çocuk görürsen yanağından makas al... Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, Sen çok dar da iken? ...Kimler seni ferahlattı, Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? .. Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi? ... Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara! ... Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor! ... Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, Yüzünde güller açtıracak.. Gece evinde, dostların olsun. Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun... Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun? Ama en önce ve illa ki sağlık olsun.!
uzun ve söylenmemiş sözlerle dolu derin bir sessizliğin ardından, kelimelere sığmayan bir ızdırap asılır dudak kıvrımlarımıza. aşk: suçluluklarla dolu bir zevki kucaklamaktır çoğu zaman.. öyle hatıralar vardır ki tekrar yaşamak istediğinizde sizi içine çeker ve üzerinden hiç zaman geçmemiş gibi hissedersiniz... yaranızın kabuğu kopmuş ve tekrar kanamaya başlamıştır.. o vakit sil baştan yaşarsınız her şeyi, unutmanız gereken her şey usunuzda kıvılcımlarla yangın yerine döner...
her anının tadı çıkarılacak kadar lezzetli, kendisine sunulan nimetleri itip, boş hayaller peşinde koşanlara, eziyet, kaygısız, beklentisiz sadece yaşadığı dünya için çırpınanlara bir ödül.
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse,
Aydınlık bir gün dile.
Bir güzel kahve ısmarla kendine,
Seni mutlu eden sesi duymak için 'alo' de.
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık.
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa,
Çocuk görürsen yanağından makas al...
Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı,
Sen çok dar da iken? ...Kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı? ..
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi? ...
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara! ...
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor! ...
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak,
Yüzünde güller açtıracak..
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun.!
Can Yücel
uzun ve söylenmemiş sözlerle dolu derin bir sessizliğin ardından,
kelimelere sığmayan bir ızdırap asılır dudak kıvrımlarımıza.
aşk: suçluluklarla dolu bir zevki kucaklamaktır çoğu zaman..
öyle hatıralar vardır ki
tekrar yaşamak istediğinizde sizi içine çeker ve üzerinden hiç zaman geçmemiş gibi hissedersiniz...
yaranızın kabuğu kopmuş ve tekrar kanamaya başlamıştır..
o vakit sil baştan yaşarsınız her şeyi,
unutmanız gereken her şey usunuzda kıvılcımlarla yangın yerine döner...
Dalından kopan yaprağın akibetini rüzgar tayin eder...
her anının tadı çıkarılacak kadar lezzetli,
kendisine sunulan nimetleri itip, boş hayaller peşinde koşanlara, eziyet,
kaygısız, beklentisiz sadece yaşadığı dünya için çırpınanlara bir ödül.
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak
Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek
Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek
Kucaklıyor beni Metin Altıok
'Aldırma' diyor gülerek
'Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak'
Ataol Behramoğlu'ndan...
Yaşamaya Dair
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...
(Şubat 1948)
Nazım Hikmet Ran