İlkinden sekiz yıl sonra, 1901 Nisan'ında, ünlü 2. Piyano Konçertosu ile aynı yılda tamamlanan 'Op.17', 2. Süit'in bu konçertoyla benzerliği azdır... Çok iyi bir piyano pedagogu olan Alexander Goldenweiser'e ithaf edilen 2.Suit, ilk kez 24 Kasım 1901'de Moskova'da besteci ve Moskova Konservatuvarı'ndan öğretmeni Aleksander Siloti (1863 - 1945) tarafından çalınmıştır... Rahmaninov'un 1900 yılı yaz aylarında İtalya'da yaptığı bazı taslaklar üzerine hazırladığı bu eseri, ilki gibi teknik güçlüklerle doludur ve iki piyano partisi birbirine bir makina dişlisi gibi uyum göstermek zorundadır...
...
Bob Dylan - 'Tarantula' (1966)
...
4. Bölüm, yine ikinci bölüm gibi çok hızlı (Presto) tempoda bir Tarantella'dır... Rus renkleriyle işlenen bu 6/8'lik ölçüdeki kıvrak İtalyan dansında, Rahmaninov o yılki gezi izlenimlerinden yararlanmış; temayı, bir İtalyan şarkıları koleksiyonundan almıştır... Minör tondaki kaygısız, fütursuz tema Tarantella'nın ana temasını oluşturur ve geleneğe uygun biçimde Majör-minör tonlarda dolaşır... Ancak bu bölüm, bir ülkeye - İtalya'ya - özgü müziğin, bir başka ülkeye - Rusya'ya - nasıl uygulanabileceğini göstermesi bakımından da ilginçtir...
Şeytanın insan iradeseni saf dışı edip, korkular salarak nefsini ele geçirmesidir! .. ... ve insanın bu aciz durmumu karşısında büyük keyif alır... insan için için kıvranırkene...
Elbetteki şeytanda büyük bir yanılgı yumağı içindedir! Şu an saltanatının tadını çıkardığı bir avuç insanla ama kendi kuyusunu kazdığını düşünmüyor enayi böyle yapmakla! .. ava giden avlanır misalı o insanın aklını, gönlünü, nefsini, ruhunu avladığını düşünürken asıl kendi avlanıyor farkında ya da farkında değil... onu da ele geçirmiş bir şeytanı var içinde... gururu ve kibri yüzünden bu durumunun farkında bile değil..
Liadov'un 1891-1904 yılları arasında üzerinde çalışarak 1905'te St. Petersburg'ta yayımladığı ve çağın önemli, saygın müzik eleştirmeni Vladimir Stassov'a ithaf ettiği Baba-Yaga eski bir Moskof efsanesi üzerine kuruludur... 3/8'lik ölçüde, Re minör tonda, biraz gizemli başlayan eserde, çevresi yediği insan kemiklerinden yapılmış bir parmaklıkla çevrili kulübesinde yaşayan cadı kadın, sık sık yolculuğa çıkmaktadır... Bir havan içinde, havan kolunun yardımıyla yönünü saptayan cadı, süpürgesiyle de izini yok eder... Liadov eserini bu ana tema üzerine kurmuştur...
Madeleine’nin diğer karakterlerden farklı olarak “aura”sı vardır, bunu “ölüm aura”sı ile ilişkilendirebiliriz... Başlangıçtaki bu takip sahnesiyle Scottie Madeleine’i çiçekçiye kadar takip eder ve bu sahnede kamera POV çekimleri vasıtasıyla subjectivity’mizi Scottie’ye iliştirir... Aslında bu sahnedeki “mise en scene” bizi kadının ideliğine ve ölüm ile olan (filmdeki) bağlantısına götürür... Madeleine’nin asıl büyüsü ölüm ile olan ilişkisi noktasındadır... Çiçekler filme “Funereal” bir hava katmıştır diyebiliriz... Bu meyanda, filmdeki romantik aşkı ya da aşka dair bu temayı klasik bir Hitchcock “Red Herring”i ya da seyirciyi içine düşürmeye çalıştığı bir tuzak olarak görebilir miyiz? Bununla birlikte, erkeğin kadın tarafından büyülenmesi / kendinden geçmesi ölüm tarafından büyülenmesidir... Filmdeki açık mezara dair Scottie’nin gördüğü düş ve bununla bağlantılı olarak misyonlar, mezarlık (Carlotte Valdes’in mezarı) , müze ve kiliseler bu tema ile bağlantılı olarak tasvir edilirler (mezarlık, deniz kıyısı, izole yerler, tarihi bir İspanyol misyonu) . Zaten Madeleine’nin sahip olduğu büyü ölümün büyüsüdür ve nihai kurtuluşa dairdir; düş arzusu, ideal arzusu, sonsuzluk arzusu mantıksal olarak ölüm arzusuna dönüşür... Bu noktada Scottie’nin aşkı ölüm arzusu ile birleşir; bir noktada Madeleine ile özdeşleşir... İlk arzu tatmin edilememekle birlikte buna teslim olmak ölüme teslim olmaktır... Peki Madeleine’nin bir yanılsama olması ya da bu düş nasıl yorumlanabilir? Bunun için Vertigo’daki rüya sahnesine yoğunlaşmak gerekmektedir; animatik düş sahnesindeki Madeleine’nin elindeki gerçek çiçeklerin parçalanıp bir kağıda dönüşmesi daha doğrusu kağıt çiçeklere dönüşmesi Madeleine’nin bir yanılsama olabileceğinin ifadesidir (kadınlar çiçektir) .
...
Burada Judy açısından çerçeveye bakarak onun önünde sadece iki yol olduğunu savunabiliriz... Öncelikle onun aşkı hiçbir zaman iki kişi arasındaki gerçek aşkın ve varoluşunun gerektirdiği kabul ve onaylamayı sağlayamayacaktır... Scottie ile öpüşürken onun seçenekleri daha da belirginleşir... İki yol ortasındadır: birincisi ya bir hayalet olacaktır - hiçbir şekilde tanınmayan bir hayalet - ve sonsuza dek Scottie’nin sadizmine boyun eğerek kendi arzusuna aykırı davranmak durumunda kalacaktır ya da yukarıda ifade ettiğim gibi ölümü seçecektir ki varoluşunu her şeyden fazla onaylar niteliktedir... Onun kuleden atlaması daha çok bir deklerasyon niteliğindedir... İlk olarak Scottie’nin vizyonuna aykırı hareket etmeyi reddeder... Ölümü, hayalet olmadığını, yaşayan bir varlık olduğunu kanıtlayan nihai ve kati kanıtıdır... Bir ikincisi onun intiharı Scottie’nin başından beri son derece ve kati surette hatalı olduğunu kabul etmesini sağlayacaktır...
...
1612 Havenhurst
...
The home asteroid or 'planet' of the Little Prince is introduced... His asteroid (planet) is house-sized and named, B612, which has three volcanoes (two active, and one dormant) and a rose among various other objects... The actual naming of the asteroid B612 is an important concept in the book that illustrates the fact that adults will only believe a scientist who is dressed or acts the same way as they do... According to the book, the asteroid was sighted by a Turkish astronomer in 1909 who had then made a formal demonstration of asteroid B-612 to the International Astronomical Congress... 'No one had believed him on the count of the way he was dressed.' Then, he and his people dressed like Europeans and went again to present asteroid B-612 to the International Astronomical Congress and they fully believed him and credited him with the work this time...
...
- Apollo 17, the last Apollo moon mission, is launched... The crew takes the photograph known as 'The Blue Marble' as they leave the Earth...
7.12.1972
...
Something I found really odd after doing some digging was that the woman Keanu left to be with Jennifer, Amanda de Cadenet, was a good friend of Rose McGowan, Manson's then fiancée... They were such good friends in fact that during one interview conducted with Rose around that period, Amanda was swimming in the pool while Rose was giving the interview in the yard... Apparently Manson was a long-time friend of Jennifer's... Syme was the one who introduced Manson to Lynch, which led to Manson receiving a small part in Lost Highway... I find it a bit peculiar that Manson and his fiancée were each friends with one of the two prominent women in Keanu's love life at the time... And if you look at pictures of Amanda from the early 90's, she looks amazingly like Naomi Watts in the film (she even had the same haircut) . Also, there is a striking resemblance between Laura Harring and Syme... I've been comparing photos and it's eerie... I'm wondering with all the subtle clues the movie gives us, if somehow Lynch is trying to tell the viewer to dig deeper... It just seems very odd that Amanda was immediately back in Keanu's life the second Jennifer was out of the way, and that Jennifer died after leaving the home of a friend whose girlfriend was close to Amanda, so conceivably could have had something against Syme for dating the guy her friend wanted... Maybe I'm just over-analysing it, but there are some really weird connections here...
...
- The Galileo spacecraft arrives at Jupiter, a little more than six years after it was launched by 'Space Shuttle Atlantis' during Mission STS-34...
7.12.1995
...
- Did you know that the period of time from the death of Stanley Kubrik on 7th March, 1999, to January 1st, 2001, the title of his most esoteric film, is a period of exactly 666 days?
Also, the period of time from 1968, the year the film came out, to 2001 is 33 years!
...
Weird Orbital Geometry
Strangely (as you may have noticed on the detailed PDF charts) , this comet is traveling almost exactly along the ecliptic - backward! Could this really be just be a coincidence? The comet's nearly parabolic orbit indicates that it has never much interacted with the planets at all... Yet its orbital inclination is 178.4°, meaning that it's orbiting in the opposite direction from the planets just 1.6° from the ecliptic plane. (Manipulable 3-D orbit diagram) .
Tails and Antitails
Because the comet stays nearly on the ecliptic, its tail (which points away from the Sun) aligns with the ecliptic and with the comet's own direction of motion across the sky... This is indicated by the direction the tail is pointed on the comet symbols on the PDF finder charts linked to above...
Moreover, because Earth remains in the comet's own orbital plane, we see the comet with a very thin tail and an antitail, a spike pointing in almost the opposite direction from the main tail... Why? In three dimensions a comet's dust tail is often wide but it's always thin, like a paper cutout, confined to the comet's orbital plane... When we are in or near this plane, we can sometimes see parts of the wide, thin dust tail on opposite sides of the comet's head... We pass through most comets' orbital planes briefly... But this time, the situation will last and last...
And indeed, as early as January 7th Lulin did have an antitail, as shown in this image taken by Karzaman Ahmad in Malaysia with a 20-inch scope (image courtesy Spaceweather.com.)
A comet's blue and green gas tail, on the other hand, always points nearly in a straight line away from the Sun in space... Cometary gas is blown directly away from the Sun at high speed by the solar wind...
...
As Comet Lulin recedes, its passage across our sky slows... Indeed, from the end of March to the end of May (when Lulin may have faded to 11th magnitude) it will stay within a narrow, 3° strip of sky bounded by Epsilon (?) , Mu (µ) , and 36 Geminorum... By May's end it will be lost in the afterglow of sunset...
Comet Lulin won’t return again to the inner solar system for more than a thousand years, if ever...
...
Vertigo’nun en temel noktasında ise “Delilik” kavramı önemli bir yer işgal eder... Madeleine, sorunlu davranışları ve bu konu hakkında Scottie ile konuşması esnasında aşağıdaki sözleri söyler;
“If i’m mad, that would explain everything.”
Lakin Scottie bu sözleri kabullenmez... Ve akıl sağlığının yerinde olduğu konusunda onu ikna etmeye çalışır ki onu bu konuda ikna etmesi gerekmektedir; çünkü kadın için kendini kabul ettirmek ve kendi “supremacy”sini Madeleine’e onaylatmak kendisi için kritik bir önemdedir... Bu ise filmin başına dönmemizi gerektiren çok önemli bir imlemedir... Filmin başına döndüğümüzde aslında hepimiz - buna Scottie de dahil - Madeleine’nin gölgeleri konumundaydık... Daha doğrusu bir refleksiyonu idik ki bu reflection filmin başında çiçekçi dükkanındaki ayna sahnesinde ciddi anlamda dışavurulmuştur... Filmin bu noktasında ise bu ilişki tersyüz ediliyor... Bir kadının “reflection”u olmaktan, bir kadını kendi “reflection”u durumuna getirme noktasına geliniyor... Bununla birlikte erkek bir özne olarak kendi yeterliliğini emniyet altına almak amacıyla kadına, kendi yansısı / reflection’u konumuna getirme noktasında ihtiyaç duyar... Bu ise kadını supernaturalin ya da gerçek olmayanın toprağından uzaklaştırmakla mümkündür... Yani kadın patriarchy’nin kör noktasını işgal etmiştir...
Bu bilgiler ışığında Scottie’nin Madeleine’in akıl sağlığının tam olduğu konusundaki ısrarı açıklık kazanır... Bu noktadan hareket eder ve analizimize devam edersek, Madeleine’in tedavi edilmesine yönelik tüm eforlar boşa gidecektir; çünkü görüleceği gibi bu kadının ötekiliğini ortadan kaldıracaktır... Bu nedenle Scottie’nin masculen kimliği ölümcül bir darbe alacaktır... Bunun en önemli kanıtı Madeleine’in ölümünden sonra gördüğü rüyadır... Bu rüya sahnesinde biz Scottie’nin kesik başını görürüz; bu Freud’un düşlerin yorumunda belirttiği gibi tipik bir kastrasyon (hadım edilme) sembolüdür... Bu rüyadaki en olağanüstü yan, Scottie’nin Madeleine’in halüsinasyonunu görmesidir ki bu halüsinasyonun üstesinden gelmek için hayli efor sarfetmiştir... Lakin rüyada gördüğümüz gibi Scottie, Madeleine’nin ölümünü ölür... O artık feminen psişik çözülme, ölüm ve deliliğin dünyasına dalmıştır...
...
Vertigo’nun gücü ise zaman ve mekanla sınırlandırılmış ölümlü bir varlığı anlamanın, hissetmenin aykırılığı ve uyuşmazlığından gelir... Yani sonsuz ve sınırsız olanın başdöndürücü varlığında abyss ile (daha çok biblikal anlamda, dipsiz kuyu, cehennem, kaos anlamlarına gelmekle birlikte Septuagint’da ise kelime daha çok orijinal “kaos”u ve İbranice tehom yani “sulu derinlik”) genellikle gözden çıkan ve spiralleşen bir semboller bütünü ile ifade edilmiştir... Düşüş sahneleri ile birlikte kayıp zamanın, zamanın tersine çevrilemezliğinin ifadesidir... Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise spiralli yapının yönünün her daim saat istikametinin tersine doğru hareket etmesidir... Bu spiralli yapının Scottie’nin kaotik durumsallığını belirten bir gösterge olduğunu daha önce açıklamıştık... Bu minvalde spiralli yapının saat istikametinin tersine dönmesi ile Scottie’nin zamanı tersine döndürmeye çalışması birbiri ile paralellik içindedir... İkisini birbirinin sembolü olarak okuyabiliriz... Madeleine kuleden düştükten sonra post-lapsarian (insanoğlunun cennetten kovuluşundan sonra olan veya vuku bulan) bir dünyada yaşamaya başlaması Judy Barton’un yaşadığı otelin bulunduğu yer ile ima edilir; otel “Post Street”dedir... Yukarıda iki karakterin “Adem ile Havva” şeklinde okunabileceğini ve düşüşün ise daha çok kutsal bir bağlamda ifade edilebileceğini belirtelim... Bu düşüşten sonra ise bir nostalgia hissi hakimdir... Gecikmiş bir histir bu... Scottie, Madeleine’i kaybettikten sonra, onun arzusu daha çok geriye doğru konumlanır, daha doğrusu geriye döner... Judy’yi bunun için tekrar ve tekrar şekillendirir... Fakat zaman bunun tersine doğru hareket eder, ileriye doğru hareket etmektedir... Filmde Madeleine’nin düşüşünden sonra görülen tek yön (one way) işareti faniliğin, zamanın geriye çevrilemezliğinin işaretidir (One-Way işareti Scottie’nin Madeleine’nin arabasını gördüğü sahnede gösterilir) .
Strauss ölüm konusunu, yaşama vedayı son yıllarında değil de 25 yaşında düşünmüş, 'Ölüm ve Nurlanma' olarak da dilimize çevirebileceğimiz bu 4. Senfonik Şiiri'ni 1889'da bestelemiştir... Eserin basımında da partisyonun başına hamisi ve arkadaşı Alexander Ritter'in bir şiirini koymuş, konserde de bu şiir program olarak sunulmuştur... Ancak müzikten sonra yazılan ve müziğe göre değiştirilerek uyumu sağlanan şiir, yine de Strauss'un düşüncelerini izler... Eleştirmenler eserin yazılışında türlü nedenler de bulur: Schopenhauer'in pesimist felsefesi, Wagner'in Tristan ve İsolde'sindeki Aşk Ölümü (Liebestod) sahnesi ya da son yılda geçirdiği ciddî hastalık Strauss'u etkilemiştir...
4/4'lük ölçüde, hüzünlü Do minör tonda, ağır (Largo) tempodaki Girişte (Introduction) , arp eşliğinde tahta üflemelerle kemanın lirik diyalogu duyulur... Şiir şöyle: 'Hasta, yalnızca mat bir ışıkla aydınlatılmış, fakir küçük odasında yatar... Çılgınca bir ümitsizlikle ölümle savaşından henüz çıkmış, yorgun, uykuda çöküp kalmıştır... Ve duvardaki saatin hafif tıkırtısı duyulmaktadır... Acaba soluk yüzüyle, özlemli bir gülümseyişle yaşamın sınırlarını mı, çocukluğun altın çağını mı düşlemektedir? Ancak ölüm kurbanının uykusuna ve düşüne izin vermez; acımadan onu silkeler... Ve savaş yeniden başlar... Yaşam arzusuyla ölümün kudreti arasında müthiş bir güreştir bu... Kimse galip çıkmaz ve yeniden bir sessizlik oluşur... Savaştan yorgun, bir ateş hummasıyla yatan hasta, yaşamını tablo tablo gözünün önünden geçirir: Önce, çocukluğu sabahın kızıllığıdır; kutsal ve saf masumiyetle ışıldar... Sonra gençliğin sevimli oyunları, gücünü deneyiş ve sonra yüce yaşamsal amaçlar uğruna erkekçe savaşıma kadar olgunlaşma... Hep önüne engellerin çıkışı, onu durdurmak için gürleyen 'Dur! ' çağrıları... Yorulmadan, bıkmadan, ter içinde mücadele sonunda Ölüm'ün demir çekiç darbesi! Dünyasal yaşam sona ermiştir... Göz, ölümün gecesiyle örtülür... Ama cennetten gelen çok güçlü bir tını, uzun süredir bu dünyada özlemle aradığı ses, onu nurlandırmıştır.'
Debussy'nin ünlü Fransız şairi Mallermé'nin aynı adlı şiirinden esinlenerek, 1892'de yazmaya başladığı ve Raymond Bonheure'e ithaf ettiği eser, ilk kez 1894 Aralık ayında Paris'te Société Nationale konserinde seslendirildi... Debussy böylece, 19. yüzyılda Fransa'da doğan ve gelişen bir sanat akımının, empresyonizmin, müzikteki ilk büyük temsilcisi oldu... Ancak eserde, Bir Faunus'ün öğleden sonrası canlandırılmaz... Mallarmé'nin şiirinin uyandırdığı izlenim (impression) , dizeler arasında gizlenen anlam müzikle yansıtılır... Besteci bir olayı anlatmaya çalışmaz; bir yaz havasının ağır ve boğucu sıcağının, Sicilya'daki doğanın etkisinin üzerimizdeki izlenimlerini vermeyi dener ve bu tabloya Faunus ile Nimfe'leri de ekler...
Mallermé'nin 1875'te yazdığı ve bir yıl sonra da ressam Manet'in resimleriyle yayımlanan şiirin konusu şöyle: Bir Faunus (orman ve kırların cini) öğle sıcağında uyanır, rüyasında gördüğü Nimfe'lerin (su perileri) etkisindedir... Bu etkiyi, çaldığı ezgiyle sürdürmek ister... Ancak anıları gittikçe kendinden uzaklaşmaktadır... Şarabın ve sıcak güneşin verdiği ağırlıkla, onları tekrar görebilmek ümidiyle yine uykuya dalar... Flütün arabesk stilde ve 9/8'lik ölçüde sunduğu, kromatik biçimde inen-çıkan tema ıssız kırların tanrısı Faunus'u simgeler... Yine, genellikle su kenarlarında dolaşan güzel Nimfe'lerin (su perileri) çekici şarkıları ise, sirene benzeyen bir motifle sunulur... Diaghilev'in 1912'de sahneye koyduğu ve yarı çıplak balet Nijinski'nin dans ettiği bale, büyük skandal yaratmış ve eserin daha çok tanınmasını sağlamıştır...
Mata Hari (1876 - 1917) 'Double agent'
...
Robert Blake (1933)
Kim Novak (1933)
...
David Popper Op.33 'Tarantella'
...
İlkinden sekiz yıl sonra, 1901 Nisan'ında, ünlü 2. Piyano Konçertosu ile aynı yılda tamamlanan 'Op.17', 2. Süit'in bu konçertoyla benzerliği azdır... Çok iyi bir piyano pedagogu olan Alexander Goldenweiser'e ithaf edilen 2.Suit, ilk kez 24 Kasım 1901'de Moskova'da besteci ve Moskova Konservatuvarı'ndan öğretmeni Aleksander Siloti (1863 - 1945) tarafından çalınmıştır... Rahmaninov'un 1900 yılı yaz aylarında İtalya'da yaptığı bazı taslaklar üzerine hazırladığı bu eseri, ilki gibi teknik güçlüklerle doludur ve iki piyano partisi birbirine bir makina dişlisi gibi uyum göstermek zorundadır...
...
Bob Dylan - 'Tarantula' (1966)
...
4. Bölüm, yine ikinci bölüm gibi çok hızlı (Presto) tempoda bir Tarantella'dır... Rus renkleriyle işlenen bu 6/8'lik ölçüdeki kıvrak İtalyan dansında, Rahmaninov o yılki gezi izlenimlerinden yararlanmış; temayı, bir İtalyan şarkıları koleksiyonundan almıştır... Minör tondaki kaygısız, fütursuz tema Tarantella'nın ana temasını oluşturur ve geleneğe uygun biçimde Majör-minör tonlarda dolaşır... Ancak bu bölüm, bir ülkeye - İtalya'ya - özgü müziğin, bir başka ülkeye - Rusya'ya - nasıl uygulanabileceğini göstermesi bakımından da ilginçtir...
...
Publication date (1971)
...
'The Tales of Jacob' (1933)
...
zaman geçtikçe her şey benzer birbirine; aşklarda yüzler değişir sadece...
VEHMİN SALTANATI
Şeytanın insan iradeseni saf dışı edip, korkular salarak nefsini ele geçirmesidir! ..
... ve insanın bu aciz durmumu karşısında büyük keyif alır... insan için için kıvranırkene...
Elbetteki şeytanda büyük bir yanılgı yumağı içindedir! Şu an saltanatının tadını çıkardığı bir avuç insanla ama kendi kuyusunu kazdığını düşünmüyor enayi böyle yapmakla! .. ava giden avlanır misalı o insanın aklını, gönlünü, nefsini, ruhunu avladığını düşünürken asıl kendi avlanıyor farkında ya da farkında değil... onu da ele geçirmiş bir şeytanı var içinde... gururu ve kibri yüzünden bu durumunun farkında bile değil..
bunun başka ne izahı ola ki..
Müzikal Tablo 'Baba-Yaga', Re Minör Op.56
Liadov'un 1891-1904 yılları arasında üzerinde çalışarak 1905'te St. Petersburg'ta yayımladığı ve çağın önemli, saygın müzik eleştirmeni Vladimir Stassov'a ithaf ettiği Baba-Yaga eski bir Moskof efsanesi üzerine kuruludur... 3/8'lik ölçüde, Re minör tonda, biraz gizemli başlayan eserde, çevresi yediği insan kemiklerinden yapılmış bir parmaklıkla çevrili kulübesinde yaşayan cadı kadın, sık sık yolculuğa çıkmaktadır... Bir havan içinde, havan kolunun yardımıyla yönünü saptayan cadı, süpürgesiyle de izini yok eder... Liadov eserini bu ana tema üzerine kurmuştur...
...
Maude Fealy (1881 - 1971)
Hanefi Avcı (1956)
(33) Luis Alberto Uzrua (1956)
Clifton Webb (1889 - 1966) Indianapolis, Indiana
'The Man Who Knew Too Much' (1956)
Alfred Hitchcock
'Julia' (1977)
Fred Zinnemann
'The Wrong Man' (1956)
Alfred Hitchcock
Nigel Kennedy - Polish Spirit...
Judith Butler (1956)
Judith Anderson (10.2.1897 - 1992) 'Australia'
...
Mel Gibson (1956)
'Conspiracy Theory' (1997)
Richard Donner
Julia Roberts (1967)
...
...
Gabriel Fauré - The Dolly Suite, Op.56
'Being John Malkovich' (1999)
Spike Jonze
Henry James - 'The Portrait of a Lady' (1881)
...
'John Q' (2002)
Nick Cassavetes
Isaiah Rider (12.3.1971
Cem Karaca - Kahya Yahya...
boş hayallerin gercekte olmayan ama zaman zaman ah keske sahici olsa diye ic gecirdigimiz anın hukum surmesi
'China Gate - Çin Seddi' (1957)
Samuel Fuller
'Jennifer's Shadow - Kuzgun' (2004)
Daniel de la Vega
Pablo Parés
'China Gate - Çin Seddi' (1957)
Samuel Fuller
İsmail Cem - '12 Mart'
...
Madeleine’nin diğer karakterlerden farklı olarak “aura”sı vardır, bunu “ölüm aura”sı ile ilişkilendirebiliriz... Başlangıçtaki bu takip sahnesiyle Scottie Madeleine’i çiçekçiye kadar takip eder ve bu sahnede kamera POV çekimleri vasıtasıyla subjectivity’mizi Scottie’ye iliştirir... Aslında bu sahnedeki “mise en scene” bizi kadının ideliğine ve ölüm ile olan (filmdeki) bağlantısına götürür... Madeleine’nin asıl büyüsü ölüm ile olan ilişkisi noktasındadır... Çiçekler filme “Funereal” bir hava katmıştır diyebiliriz... Bu meyanda, filmdeki romantik aşkı ya da aşka dair bu temayı klasik bir Hitchcock “Red Herring”i ya da seyirciyi içine düşürmeye çalıştığı bir tuzak olarak görebilir miyiz? Bununla birlikte, erkeğin kadın tarafından büyülenmesi / kendinden geçmesi ölüm tarafından büyülenmesidir... Filmdeki açık mezara dair Scottie’nin gördüğü düş ve bununla bağlantılı olarak misyonlar, mezarlık (Carlotte Valdes’in mezarı) , müze ve kiliseler bu tema ile bağlantılı olarak tasvir edilirler (mezarlık, deniz kıyısı, izole yerler, tarihi bir İspanyol misyonu) . Zaten Madeleine’nin sahip olduğu büyü ölümün büyüsüdür ve nihai kurtuluşa dairdir; düş arzusu, ideal arzusu, sonsuzluk arzusu mantıksal olarak ölüm arzusuna dönüşür... Bu noktada Scottie’nin aşkı ölüm arzusu ile birleşir; bir noktada Madeleine ile özdeşleşir... İlk arzu tatmin edilememekle birlikte buna teslim olmak ölüme teslim olmaktır... Peki Madeleine’nin bir yanılsama olması ya da bu düş nasıl yorumlanabilir? Bunun için Vertigo’daki rüya sahnesine yoğunlaşmak gerekmektedir; animatik düş sahnesindeki Madeleine’nin elindeki gerçek çiçeklerin parçalanıp bir kağıda dönüşmesi daha doğrusu kağıt çiçeklere dönüşmesi Madeleine’nin bir yanılsama olabileceğinin ifadesidir (kadınlar çiçektir) .
...
Burada Judy açısından çerçeveye bakarak onun önünde sadece iki yol olduğunu savunabiliriz... Öncelikle onun aşkı hiçbir zaman iki kişi arasındaki gerçek aşkın ve varoluşunun gerektirdiği kabul ve onaylamayı sağlayamayacaktır... Scottie ile öpüşürken onun seçenekleri daha da belirginleşir... İki yol ortasındadır: birincisi ya bir hayalet olacaktır - hiçbir şekilde tanınmayan bir hayalet - ve sonsuza dek Scottie’nin sadizmine boyun eğerek kendi arzusuna aykırı davranmak durumunda kalacaktır ya da yukarıda ifade ettiğim gibi ölümü seçecektir ki varoluşunu her şeyden fazla onaylar niteliktedir... Onun kuleden atlaması daha çok bir deklerasyon niteliğindedir... İlk olarak Scottie’nin vizyonuna aykırı hareket etmeyi reddeder... Ölümü, hayalet olmadığını, yaşayan bir varlık olduğunu kanıtlayan nihai ve kati kanıtıdır... Bir ikincisi onun intiharı Scottie’nin başından beri son derece ve kati surette hatalı olduğunu kabul etmesini sağlayacaktır...
...
1612 Havenhurst
...
The home asteroid or 'planet' of the Little Prince is introduced... His asteroid (planet) is house-sized and named, B612, which has three volcanoes (two active, and one dormant) and a rose among various other objects... The actual naming of the asteroid B612 is an important concept in the book that illustrates the fact that adults will only believe a scientist who is dressed or acts the same way as they do... According to the book, the asteroid was sighted by a Turkish astronomer in 1909 who had then made a formal demonstration of asteroid B-612 to the International Astronomical Congress... 'No one had believed him on the count of the way he was dressed.' Then, he and his people dressed like Europeans and went again to present asteroid B-612 to the International Astronomical Congress and they fully believed him and credited him with the work this time...
...
- Apollo 17, the last Apollo moon mission, is launched... The crew takes the photograph known as 'The Blue Marble' as they leave the Earth...
7.12.1972
...
Something I found really odd after doing some digging was that the woman Keanu left to be with Jennifer, Amanda de Cadenet, was a good friend of Rose McGowan, Manson's then fiancée... They were such good friends in fact that during one interview conducted with Rose around that period, Amanda was swimming in the pool while Rose was giving the interview in the yard... Apparently Manson was a long-time friend of Jennifer's... Syme was the one who introduced Manson to Lynch, which led to Manson receiving a small part in Lost Highway... I find it a bit peculiar that Manson and his fiancée were each friends with one of the two prominent women in Keanu's love life at the time... And if you look at pictures of Amanda from the early 90's, she looks amazingly like Naomi Watts in the film (she even had the same haircut) . Also, there is a striking resemblance between Laura Harring and Syme... I've been comparing photos and it's eerie... I'm wondering with all the subtle clues the movie gives us, if somehow Lynch is trying to tell the viewer to dig deeper... It just seems very odd that Amanda was immediately back in Keanu's life the second Jennifer was out of the way, and that Jennifer died after leaving the home of a friend whose girlfriend was close to Amanda, so conceivably could have had something against Syme for dating the guy her friend wanted... Maybe I'm just over-analysing it, but there are some really weird connections here...
...
- The Galileo spacecraft arrives at Jupiter, a little more than six years after it was launched by 'Space Shuttle Atlantis' during Mission STS-34...
7.12.1995
...
- Did you know that the period of time from the death of Stanley Kubrik on 7th March, 1999, to January 1st, 2001, the title of his most esoteric film, is a period of exactly 666 days?
Also, the period of time from 1968, the year the film came out, to 2001 is 33 years!
...
Weird Orbital Geometry
Strangely (as you may have noticed on the detailed PDF charts) , this comet is traveling almost exactly along the ecliptic - backward! Could this really be just be a coincidence? The comet's nearly parabolic orbit indicates that it has never much interacted with the planets at all... Yet its orbital inclination is 178.4°, meaning that it's orbiting in the opposite direction from the planets just 1.6° from the ecliptic plane. (Manipulable 3-D orbit diagram) .
Tails and Antitails
Because the comet stays nearly on the ecliptic, its tail (which points away from the Sun) aligns with the ecliptic and with the comet's own direction of motion across the sky... This is indicated by the direction the tail is pointed on the comet symbols on the PDF finder charts linked to above...
Moreover, because Earth remains in the comet's own orbital plane, we see the comet with a very thin tail and an antitail, a spike pointing in almost the opposite direction from the main tail... Why? In three dimensions a comet's dust tail is often wide but it's always thin, like a paper cutout, confined to the comet's orbital plane... When we are in or near this plane, we can sometimes see parts of the wide, thin dust tail on opposite sides of the comet's head... We pass through most comets' orbital planes briefly... But this time, the situation will last and last...
And indeed, as early as January 7th Lulin did have an antitail, as shown in this image taken by Karzaman Ahmad in Malaysia with a 20-inch scope (image courtesy Spaceweather.com.)
A comet's blue and green gas tail, on the other hand, always points nearly in a straight line away from the Sun in space... Cometary gas is blown directly away from the Sun at high speed by the solar wind...
...
As Comet Lulin recedes, its passage across our sky slows... Indeed, from the end of March to the end of May (when Lulin may have faded to 11th magnitude) it will stay within a narrow, 3° strip of sky bounded by Epsilon (?) , Mu (µ) , and 36 Geminorum... By May's end it will be lost in the afterglow of sunset...
Comet Lulin won’t return again to the inner solar system for more than a thousand years, if ever...
...
Vertigo’nun en temel noktasında ise “Delilik” kavramı önemli bir yer işgal eder... Madeleine, sorunlu davranışları ve bu konu hakkında Scottie ile konuşması esnasında aşağıdaki sözleri söyler;
“If i’m mad, that would explain everything.”
Lakin Scottie bu sözleri kabullenmez... Ve akıl sağlığının yerinde olduğu konusunda onu ikna etmeye çalışır ki onu bu konuda ikna etmesi gerekmektedir; çünkü kadın için kendini kabul ettirmek ve kendi “supremacy”sini Madeleine’e onaylatmak kendisi için kritik bir önemdedir... Bu ise filmin başına dönmemizi gerektiren çok önemli bir imlemedir... Filmin başına döndüğümüzde aslında hepimiz - buna Scottie de dahil - Madeleine’nin gölgeleri konumundaydık... Daha doğrusu bir refleksiyonu idik ki bu reflection filmin başında çiçekçi dükkanındaki ayna sahnesinde ciddi anlamda dışavurulmuştur... Filmin bu noktasında ise bu ilişki tersyüz ediliyor... Bir kadının “reflection”u olmaktan, bir kadını kendi “reflection”u durumuna getirme noktasına geliniyor... Bununla birlikte erkek bir özne olarak kendi yeterliliğini emniyet altına almak amacıyla kadına, kendi yansısı / reflection’u konumuna getirme noktasında ihtiyaç duyar... Bu ise kadını supernaturalin ya da gerçek olmayanın toprağından uzaklaştırmakla mümkündür... Yani kadın patriarchy’nin kör noktasını işgal etmiştir...
Bu bilgiler ışığında Scottie’nin Madeleine’in akıl sağlığının tam olduğu konusundaki ısrarı açıklık kazanır... Bu noktadan hareket eder ve analizimize devam edersek, Madeleine’in tedavi edilmesine yönelik tüm eforlar boşa gidecektir; çünkü görüleceği gibi bu kadının ötekiliğini ortadan kaldıracaktır... Bu nedenle Scottie’nin masculen kimliği ölümcül bir darbe alacaktır... Bunun en önemli kanıtı Madeleine’in ölümünden sonra gördüğü rüyadır... Bu rüya sahnesinde biz Scottie’nin kesik başını görürüz; bu Freud’un düşlerin yorumunda belirttiği gibi tipik bir kastrasyon (hadım edilme) sembolüdür... Bu rüyadaki en olağanüstü yan, Scottie’nin Madeleine’in halüsinasyonunu görmesidir ki bu halüsinasyonun üstesinden gelmek için hayli efor sarfetmiştir... Lakin rüyada gördüğümüz gibi Scottie, Madeleine’nin ölümünü ölür... O artık feminen psişik çözülme, ölüm ve deliliğin dünyasına dalmıştır...
...
Vertigo’nun gücü ise zaman ve mekanla sınırlandırılmış ölümlü bir varlığı anlamanın, hissetmenin aykırılığı ve uyuşmazlığından gelir... Yani sonsuz ve sınırsız olanın başdöndürücü varlığında abyss ile (daha çok biblikal anlamda, dipsiz kuyu, cehennem, kaos anlamlarına gelmekle birlikte Septuagint’da ise kelime daha çok orijinal “kaos”u ve İbranice tehom yani “sulu derinlik”) genellikle gözden çıkan ve spiralleşen bir semboller bütünü ile ifade edilmiştir... Düşüş sahneleri ile birlikte kayıp zamanın, zamanın tersine çevrilemezliğinin ifadesidir... Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise spiralli yapının yönünün her daim saat istikametinin tersine doğru hareket etmesidir... Bu spiralli yapının Scottie’nin kaotik durumsallığını belirten bir gösterge olduğunu daha önce açıklamıştık... Bu minvalde spiralli yapının saat istikametinin tersine dönmesi ile Scottie’nin zamanı tersine döndürmeye çalışması birbiri ile paralellik içindedir... İkisini birbirinin sembolü olarak okuyabiliriz... Madeleine kuleden düştükten sonra post-lapsarian (insanoğlunun cennetten kovuluşundan sonra olan veya vuku bulan) bir dünyada yaşamaya başlaması Judy Barton’un yaşadığı otelin bulunduğu yer ile ima edilir; otel “Post Street”dedir... Yukarıda iki karakterin “Adem ile Havva” şeklinde okunabileceğini ve düşüşün ise daha çok kutsal bir bağlamda ifade edilebileceğini belirtelim... Bu düşüşten sonra ise bir nostalgia hissi hakimdir... Gecikmiş bir histir bu... Scottie, Madeleine’i kaybettikten sonra, onun arzusu daha çok geriye doğru konumlanır, daha doğrusu geriye döner... Judy’yi bunun için tekrar ve tekrar şekillendirir... Fakat zaman bunun tersine doğru hareket eder, ileriye doğru hareket etmektedir... Filmde Madeleine’nin düşüşünden sonra görülen tek yön (one way) işareti faniliğin, zamanın geriye çevrilemezliğinin işaretidir (One-Way işareti Scottie’nin Madeleine’nin arabasını gördüğü sahnede gösterilir) .
...
...
Strauss ölüm konusunu, yaşama vedayı son yıllarında değil de 25 yaşında düşünmüş, 'Ölüm ve Nurlanma' olarak da dilimize çevirebileceğimiz bu 4. Senfonik Şiiri'ni 1889'da bestelemiştir... Eserin basımında da partisyonun başına hamisi ve arkadaşı Alexander Ritter'in bir şiirini koymuş, konserde de bu şiir program olarak sunulmuştur... Ancak müzikten sonra yazılan ve müziğe göre değiştirilerek uyumu sağlanan şiir, yine de Strauss'un düşüncelerini izler... Eleştirmenler eserin yazılışında türlü nedenler de bulur: Schopenhauer'in pesimist felsefesi, Wagner'in Tristan ve İsolde'sindeki Aşk Ölümü (Liebestod) sahnesi ya da son yılda geçirdiği ciddî hastalık Strauss'u etkilemiştir...
4/4'lük ölçüde, hüzünlü Do minör tonda, ağır (Largo) tempodaki Girişte (Introduction) , arp eşliğinde tahta üflemelerle kemanın lirik diyalogu duyulur... Şiir şöyle: 'Hasta, yalnızca mat bir ışıkla aydınlatılmış, fakir küçük odasında yatar... Çılgınca bir ümitsizlikle ölümle savaşından henüz çıkmış, yorgun, uykuda çöküp kalmıştır... Ve duvardaki saatin hafif tıkırtısı duyulmaktadır... Acaba soluk yüzüyle, özlemli bir gülümseyişle yaşamın sınırlarını mı, çocukluğun altın çağını mı düşlemektedir? Ancak ölüm kurbanının uykusuna ve düşüne izin vermez; acımadan onu silkeler... Ve savaş yeniden başlar... Yaşam arzusuyla ölümün kudreti arasında müthiş bir güreştir bu... Kimse galip çıkmaz ve yeniden bir sessizlik oluşur... Savaştan yorgun, bir ateş hummasıyla yatan hasta, yaşamını tablo tablo gözünün önünden geçirir: Önce, çocukluğu sabahın kızıllığıdır; kutsal ve saf masumiyetle ışıldar... Sonra gençliğin sevimli oyunları, gücünü deneyiş ve sonra yüce yaşamsal amaçlar uğruna erkekçe savaşıma kadar olgunlaşma... Hep önüne engellerin çıkışı, onu durdurmak için gürleyen 'Dur! ' çağrıları... Yorulmadan, bıkmadan, ter içinde mücadele sonunda Ölüm'ün demir çekiç darbesi! Dünyasal yaşam sona ermiştir... Göz, ölümün gecesiyle örtülür... Ama cennetten gelen çok güçlü bir tını, uzun süredir bu dünyada özlemle aradığı ses, onu nurlandırmıştır.'
...
...
'Angel Heart' (1987)
Alan Parker
'Being John Malkovich' (1999)
Spike Jonze
'Toute la mémoire du monde - Dünyanın Tüm Belleği' (1956)
Alain Resnais
'The Man from Earth' (2007)
Richard Schenkman
'The Wrestler' (2008)
Darren Aronofsky
...
Elizabeth Banks (10.2.1974)
Vivaldi (Kızıl Papaz) (4.3.1678 – 1741) 'Dört Mevsim'
Nigel Kennedy (28.12.1956)
...
'The Wrong Man' (1956)
Alfred Hitchcock
'F for Fake' (1973)
Orson Welles
...
...
Debussy'nin ünlü Fransız şairi Mallermé'nin aynı adlı şiirinden esinlenerek, 1892'de yazmaya başladığı ve Raymond Bonheure'e ithaf ettiği eser, ilk kez 1894 Aralık ayında Paris'te Société Nationale konserinde seslendirildi... Debussy böylece, 19. yüzyılda Fransa'da doğan ve gelişen bir sanat akımının, empresyonizmin, müzikteki ilk büyük temsilcisi oldu... Ancak eserde, Bir Faunus'ün öğleden sonrası canlandırılmaz... Mallarmé'nin şiirinin uyandırdığı izlenim (impression) , dizeler arasında gizlenen anlam müzikle yansıtılır... Besteci bir olayı anlatmaya çalışmaz; bir yaz havasının ağır ve boğucu sıcağının, Sicilya'daki doğanın etkisinin üzerimizdeki izlenimlerini vermeyi dener ve bu tabloya Faunus ile Nimfe'leri de ekler...
Mallermé'nin 1875'te yazdığı ve bir yıl sonra da ressam Manet'in resimleriyle yayımlanan şiirin konusu şöyle: Bir Faunus (orman ve kırların cini) öğle sıcağında uyanır, rüyasında gördüğü Nimfe'lerin (su perileri) etkisindedir... Bu etkiyi, çaldığı ezgiyle sürdürmek ister... Ancak anıları gittikçe kendinden uzaklaşmaktadır... Şarabın ve sıcak güneşin verdiği ağırlıkla, onları tekrar görebilmek ümidiyle yine uykuya dalar... Flütün arabesk stilde ve 9/8'lik ölçüde sunduğu, kromatik biçimde inen-çıkan tema ıssız kırların tanrısı Faunus'u simgeler... Yine, genellikle su kenarlarında dolaşan güzel Nimfe'lerin (su perileri) çekici şarkıları ise, sirene benzeyen bir motifle sunulur... Diaghilev'in 1912'de sahneye koyduğu ve yarı çıplak balet Nijinski'nin dans ettiği bale, büyük skandal yaratmış ve eserin daha çok tanınmasını sağlamıştır...
...