İsmini verdiğim Türk Şairlerinin hepsi Allahın doğrudan onurlandırdığı şairlerdir, yabancı dillerde, bütün dünyayı tarasan, bütün ülkelerin toplamı, bu şairlerin toplamı etmez, doğrudan onurlandırılmış olanları. Yani hazinenin üstünde fakir yaşamak, görmemek sadece.
Sınırsız seçenekler, ama, anayasa bir, diğerleri, elemede tuzak, kim anayasanın kavgasını verir, ve takip ederse, katıksız, görüntüde değil, öz de, geçiş kolaylığı ona düşünülmüş, sulandırmadan, yani şekil değil, öz.
Taştayım diyor Nietzsche, çünkü Taşta yansıyan ben sayesinde nesne de yaşama dahil oluyor, varlık hakkı kazanıyor, yani benim varlığım onu da yaşanır kılıyor, Berkeley de bunu algılayan yoksa, madde yoktur diyor, daha önce tespitle, yani Şeyh Galibin, - Hoşça bak zatına zübdei Alemsin sen - dediği kavram, yani alemlerin göz bebeği, ondan bu süresizlik içinde beliren bölgede, sınavla kovulduğun yere geri kabul almak için sınavdan geçiriliyorsun, oyunun ölçüleriyle, oyuna da gelebilirsin, oyunun başrolune de sahip olursun, sorun burda ona layık ne yapabileceğinde, bütün engellemeler, tuzaklar, ve şaşırtmacılara rağmen, yani boşuna gelmedin buraya, bir amacın var ve her şey sana bağlı, ya havlu atacaksın, ya da bu maratonu alnının akıyla tamamlayacaksın, ondan sık dedelerimize vurgu yapıyorum, kim tatlı canını ortaya atar, başarmak için, hele modern de artık kavramlar iyice yıpranmışken bilerek hazırlanan ortam da, aynını yapabilecekler aranıyor, bu kez çok daha fazla aday var, ve artık çok daha zor, yani eğlencenin dozu arttı.
Hristiyanlık aslında proleterlerin daha çok benimsediği bir din, ama, kar etmiyor, sevgi temeli konmuşken, ve hatta iş kötülüğe yanağını çevire gelmişken, suyu çıkarılıyor, her türlü katlimlarla, ve düzeltme olarak, Kuran geliyor, artık ayrıcalıklar kalkıyor, kısas var hayat oyununda nefsi müdafaa dışında kötülük yapana, ve acımasızlaşıyor, haşaratlara karşı, ondan, hiç acımaz Kuran ortadan kaldırın der, kötülüğü, yoksa yüzyıllarca barış falan olmazdı, zaten sen kimsinle, önüne çıkan gene Cengiz Han gibi, eski dinsizlerin yerine yeni dinsizler, ya da sözdeler geldi, varılan yer, Hitler ve Stalin katliamları oldu, ordan ateş kuyusuna gereksizler boşaltıldı, ne duyan var bağırtılarını, ne de yardım eden.
Keşke ölsek diyecekler ama, ölmezler ki. - KURAN, KENDİ
Hiç bakmadığım bir yere yerleştiririm. - KURAN, KENDİ,
Madem dikiş tutmuyor, acımak yok artık, sadece hak eden masumarın önü açık, işte Osmanlı önce nizam kurup, sonra onun bekçiliğini yaptı, yapamayınca da istenmeyen oldu, siperlerine, son topraklarına çekildi. Şimdi burada risk altında. Bakalım.
Kesin olmalıdır ki aklım yatsınla, müphem sana kesin değildir, diyen arasındaki fark nerden kaynaklanır, deneyimden olabiir mi, kesinlik deneyimle açığa çıkar, bilimin ispatlanabilmişleri gibi, müphemin kesinliğindeki deneyim, çok nadir ve şahsidir, aktarılan değil, yaşanandır, bunu yaşamayan için kesinlik taşımaz, ama bu kadar dünya tarihinde nadir bir olayın yaşanmış olması bile, herkesçe yaşanamayan bir gerçekliğe işaret etmez mi, yani bilmek şahsiliğini deneyimlememişsin, bilim sonuçları itibarıyla herkesçe deneyimlenebilri hale gelir, müphemin şahsi deneyiminin herkesin alanına girmesi nadirliği nedeniyle mümkün değil, sonuçları, bilim gibi bugünümüzü değil, bütün zamanları kapsadığı için, en çok da yarınları, bugünün egemeni bilimin nüfuz edeceği değil, şahsi deneyimin herkesin tadacağı günü deneyimlemeyi beklemesini gerektirir, neden, çünkü, bir ömre ihale edilmiş, sınav hali, olamazdı gündelik gerçek olarak deneyimlenen bir olgu olsaydı, ondan müphem bırakılır, sınavını verir, ve gerçeklik alanında da deneyime açık hale getirir, yani müphemliği algılamaya herkese açık olmayan ama, nadir bilgisini duyuran, o bilgiyi işlevini gördükten sonra sınavda gerçeklik haline getirir, ondan bugünün işi marifet, yarının işi kefarettir, dahası yaşamın kefareti de, yarına maliyet olarak yansır, olumlu veya olumsuz, gene iş sende bitiyor, şu ki iki boyutu var, burayla sınırlı gerçeklik, bütün zamanlara yayılı gerçeklik ayırılamayan ve teşhisi bir türlü konulamayan bu, ve tamamen amacına yönelik böyle. Çok bilmişler ve kifayetsizlerin, kendinle sınırlı, sığ bilgisine hapsolması bundan kaynaklanır, deneyimsizlikten. Tarihin erken çağlardan beri bulunan bir çeşitlilik unsuru ve seçme alanına yardımcı olarak bırakılan maddeci alan, bir aynı zamanda, devre dışı bırakma mekanizmasıdır, istenmediğini, kendine en çok adananı ve güçlüğünü göze alanı, kayıracağını söylemiştim, bu da aşktır, ve İslam ondan aşkın ta kendisidir, Ondan başlar ve canlılığın odağı olur, modern de bunun solması, hala yaşayanı, işte canlı odağı kayırmasından, çünkü yaşayacak ve hep canlı kalacaksa ebediyette, burda da öldürmeyen, yaşatan olması gerekir ve bunun kavgasını yapması işte ayetin mantığı odur, - Eğer barıştan uzaklaşırsanız bilin ki ,,,, - Allah güzel davranışları sever - ikisi de yaşatan, ama, bu sınav eleyecek de ondan ağır, her türlü kötülük de var, dökülenler, ve devam edenler etkinliğine göre ayrışsın diye. Kolay gelsin.
Critchley şiir dinin yerini tutarken, takip ettiği sorular imkanlar da getirir, yaşamın bir kefareti olarak der, Wallece analizi yaparken, eksiklik şurda, yoksa tespit tam oniki, şiir dinin yerine oynar ama din olamaz, olması için vahiy gerekir, şiir vahiy değildir, bir ilk elden esinlenme, halbuki vahiy şiir olursa, ki artık o şiir olmaktan çıkmıştır, işte tam da din odur, Kuranın kendi ağzından olanları, Yunus, Dağlarca, Rilke, gibilerde tek tük de olsa görülenler, ayın şeyi rüya sonrası yazan Coleridge, birinci elden olmasına rağmen, Keats için var diyemeyiz mesela, şiirdir sadece, vahiy şiir çok üstün ve çok nadir bir formdur, ondan ne kadar şanslısınız diyorum, Türkçedeki bolluk tarih boyunca başka hiçbir yerde yok, şiir olarak var, vahiy şiir olarak yok.
Şiir dünyanın kurgusallığının şahididir. - Wallace STEVENS,
Dünya kurgusal mı yani , ya bizim zihnimizin kurgusallığı onla sınırlı bilirdik, başka bir kurgusallığın oluşturduğunu, zihin davetsiz sessizlikte duyar, kendi kurgusallığı gürültü çıkarır duyulmaz, daha çok yaşama katılır, çünkü yaşam katılınandır, ve ortalık yerdedir, dünyanın kurgusallığı hiç ortalığa saçılmaz, o bireysel olarak yaşanır orda biter, kimseyle ilgili değildir, ondan sığlar kendi yaşamadıklarını yok kabul eder, mesela Herman Melville, 1800 sonlarnıd yaşamıştır, ama, sığ yaşamamıştır, hiç olmadımı yani melville, buz gibi de vardı onun için yokdu, yani kendiyle sınırlı insan gelişmenin de tıkacıdır, genelde ortalaması da budur, işe yarar zihinler çok sıkıntı çeker, bu nanelerden.
Geleneksel, ve Modern evre, dine zıt kavramlardır, gündelik pratikten ürer, biri tarım toplumlarına özgü gündelik pratik, diğeri, yani modern, şehirli, endüstriyel yapıda ortaya çıkan gündelik pratik ve insan doğasına hakim olan yeni anlayış, psişeyi bozarak işe girişir, işte önlemin burda, dini iyi bilirsen, buna müsaade etmezsin o da sana yarar, neymiş o yaşam kullanma kılavuzu, gündelik rehber elinin altında Türkçesinden bakıp, anlayarak gündelik yaşamına yansıtacaksın ki, yararını gör gerisi, patinaj.
Ne tarihte ne bugün, demokrasi ve adalet hiç olmamıştır, sadece sahte bir iddiası olmuştur, gerçekliğini yaşabilen de çıkmamıştir, çünkü insan doğası buna müsait değildir, böyle bir iddiayı gerçekletştiremez, ve hep iddia olarak kalacaktır, dinin etkin olduğu dönemlerde bile istismardan kurtulabilen olmamıştır, bugün zaten kırıntısı kalmış, onun da gücünün yansıyabileceği bir yer yok, ondan ebedi hukuk ve ilerde bekleyen nöbetçi kuyu, hep yerini korur, aslını görebileceğin yer olarak, modernin keskinleştiği dönemlerde T.S. Eliot, Dindar bir Şair olarak bu acıyı çekerken - Neden dost olamadık - der, olamazsın, çünkü artık modern tanrı modellerinin şişkin benliği geçit vermez, önce sensin diye elini öpüp onay alıp, kesintisizce bunu sürdürmen gerekir, tarım toplumlarının iç içeliği silinmiştir haritadan, burda hiyerarşi keskin, ve birbirine açılan yapılar körelmiş, artı esfeli safilin, yani hayvansı yapı, insana evrilmekte iyice zorlanıyor, zor şartlarda bencilleşen doğasının orasını burasını tırmalamasından, yani bir kopuş hakim, iletişimde sadece bir maskeli baloya dönüşmüş, görüntüler alemi var, içi boş bir alem, ama, gerçekmiş gibi görme ihtiyacı da keskin, çünkü bünye alttan alta itiraz ediyor, işte buna Freud, uygarlaşan yapısı baskıladıkça, hayvan aşağıdan iter, bunun yarattığı gerginlik, hep modern insanı huzursuz yapacaktır, der, artı Simmelin bahsettiği gibi ilk kez şehirli yapıda artan yabancılaşmayla, birbirlerini düşman gibi algılamaya başlarlar bu iyice yangını büyütür der, gerçek veya değil, karşındaki artık güven vermez, çünkü bağ iyice kopmuş, uzaklaşılmıştır, yakın ilişki kurduklarından şişkin benliklerinden birbirlerinin alanlarında değildirler, sadece oradadırlar, ama, bir beraberlik yoktur, kerhen sürüklenme vardır, yani insana dair ne varsa bu sen kimsin havasında nefes bırakmamıştır, güçlükle nefes almaktadırlar, eski günlerdeki gibi havalı değil, havalandırılmış, bir ortam özlem konusudur, bu ancak olabilirse, küçük iletişim ağlarında kısmen başarılır hale gelmiştir, aslında iletişim ölüdür, ihtiyaç nedeniyle, ölü yerlerde sürüklenir, çünkü doğası canlılık ister ama, bu ölüyle nasıl olur, işte moderndeki önüne konan mermerden kader budur, bu sınavı insan olarak aşmak.
Varlık imgede görünmez sadece taşınır, ama görünmez alana girdiğinde varlık olarak görünür, bu şimdinin gördüğü değil, şimdinin uzantısı, zamanın devamlılığı içinde görünendir, yani gene şimdi ama, burdaki şimdi değil, uzak bir şimdide, imge yükünü boşaltır oraya varlığı doldurur, yani burda hiçlik dediğin, bitti dediğin orda dopdoludur, hayırlı olsun, ipi bırakmayın, bu erdem etiğinin özsel pınarıdır çünkü oraya akan kan, ve ırmak tam da odur.
İsmini verdiğim Türk Şairlerinin hepsi Allahın doğrudan onurlandırdığı şairlerdir, yabancı dillerde, bütün dünyayı tarasan, bütün ülkelerin toplamı, bu şairlerin toplamı etmez, doğrudan onurlandırılmış olanları. Yani hazinenin üstünde fakir yaşamak, görmemek sadece.
Sınırsız seçenekler, ama, anayasa bir, diğerleri, elemede tuzak, kim anayasanın kavgasını verir, ve takip ederse, katıksız, görüntüde değil, öz de, geçiş kolaylığı ona düşünülmüş, sulandırmadan, yani şekil değil, öz.
Taştayım diyor Nietzsche, çünkü Taşta yansıyan ben sayesinde nesne de yaşama dahil oluyor, varlık hakkı kazanıyor, yani benim varlığım onu da yaşanır kılıyor, Berkeley de bunu algılayan yoksa, madde yoktur diyor, daha önce tespitle, yani Şeyh Galibin, - Hoşça bak zatına zübdei Alemsin sen - dediği kavram, yani alemlerin göz bebeği, ondan bu süresizlik içinde beliren bölgede, sınavla kovulduğun yere geri kabul almak için sınavdan geçiriliyorsun, oyunun ölçüleriyle, oyuna da gelebilirsin, oyunun başrolune de sahip olursun, sorun burda ona layık ne yapabileceğinde, bütün engellemeler, tuzaklar, ve şaşırtmacılara rağmen, yani boşuna gelmedin buraya, bir amacın var ve her şey sana bağlı, ya havlu atacaksın, ya da bu maratonu alnının akıyla tamamlayacaksın, ondan sık dedelerimize vurgu yapıyorum, kim tatlı canını ortaya atar, başarmak için, hele modern de artık kavramlar iyice yıpranmışken bilerek hazırlanan ortam da, aynını yapabilecekler aranıyor, bu kez çok daha fazla aday var, ve artık çok daha zor, yani eğlencenin dozu arttı.
Konuşan başlangıcım, - Yuhanna İncili,
Hristiyanlık aslında proleterlerin daha çok benimsediği bir din, ama, kar etmiyor, sevgi temeli konmuşken, ve hatta iş kötülüğe yanağını çevire gelmişken, suyu çıkarılıyor, her türlü katlimlarla, ve düzeltme olarak, Kuran geliyor, artık ayrıcalıklar kalkıyor, kısas var hayat oyununda nefsi müdafaa dışında kötülük yapana, ve acımasızlaşıyor, haşaratlara karşı, ondan, hiç acımaz Kuran ortadan kaldırın der, kötülüğü, yoksa yüzyıllarca barış falan olmazdı, zaten sen kimsinle, önüne çıkan gene Cengiz Han gibi, eski dinsizlerin yerine yeni dinsizler, ya da sözdeler geldi, varılan yer, Hitler ve Stalin katliamları oldu, ordan ateş kuyusuna gereksizler boşaltıldı, ne duyan var bağırtılarını, ne de yardım eden.
Keşke ölsek diyecekler ama, ölmezler ki. - KURAN, KENDİ
Hiç bakmadığım bir yere yerleştiririm. - KURAN, KENDİ,
Madem dikiş tutmuyor, acımak yok artık, sadece hak eden masumarın önü açık, işte Osmanlı önce nizam kurup, sonra onun bekçiliğini yaptı, yapamayınca da istenmeyen oldu, siperlerine, son topraklarına çekildi.
Şimdi burada risk altında. Bakalım.
Kesin olmalıdır ki aklım yatsınla, müphem sana kesin değildir, diyen arasındaki fark nerden kaynaklanır, deneyimden olabiir mi, kesinlik deneyimle açığa çıkar, bilimin ispatlanabilmişleri gibi, müphemin kesinliğindeki deneyim, çok nadir ve şahsidir, aktarılan değil, yaşanandır, bunu yaşamayan için kesinlik taşımaz, ama bu kadar dünya tarihinde nadir bir olayın yaşanmış olması bile, herkesçe yaşanamayan bir gerçekliğe işaret etmez mi, yani bilmek şahsiliğini deneyimlememişsin, bilim sonuçları itibarıyla herkesçe deneyimlenebilri hale gelir, müphemin şahsi deneyiminin herkesin alanına girmesi nadirliği nedeniyle mümkün değil, sonuçları, bilim gibi bugünümüzü değil, bütün zamanları kapsadığı için, en çok da yarınları, bugünün egemeni bilimin nüfuz edeceği değil, şahsi deneyimin herkesin tadacağı günü deneyimlemeyi beklemesini gerektirir, neden, çünkü, bir ömre ihale edilmiş, sınav hali, olamazdı gündelik gerçek olarak deneyimlenen bir olgu olsaydı, ondan müphem bırakılır, sınavını verir, ve gerçeklik alanında da deneyime açık hale getirir, yani müphemliği algılamaya herkese açık olmayan ama, nadir bilgisini duyuran, o bilgiyi işlevini gördükten sonra sınavda gerçeklik haline getirir, ondan bugünün işi marifet, yarının işi kefarettir, dahası yaşamın kefareti de, yarına maliyet olarak yansır, olumlu veya olumsuz, gene iş sende bitiyor, şu ki iki boyutu var, burayla sınırlı gerçeklik, bütün zamanlara yayılı gerçeklik ayırılamayan ve teşhisi bir türlü konulamayan bu, ve tamamen amacına yönelik böyle. Çok bilmişler ve kifayetsizlerin, kendinle sınırlı, sığ bilgisine hapsolması bundan kaynaklanır, deneyimsizlikten. Tarihin erken çağlardan beri bulunan bir çeşitlilik unsuru ve seçme alanına yardımcı olarak bırakılan maddeci alan, bir aynı zamanda, devre dışı bırakma mekanizmasıdır, istenmediğini, kendine en çok adananı ve güçlüğünü göze alanı,
kayıracağını söylemiştim, bu da aşktır, ve İslam ondan aşkın ta kendisidir, Ondan başlar ve canlılığın odağı olur, modern de bunun solması, hala yaşayanı, işte canlı odağı kayırmasından, çünkü yaşayacak ve hep canlı kalacaksa ebediyette, burda da öldürmeyen, yaşatan olması gerekir ve bunun kavgasını yapması işte ayetin
mantığı odur, - Eğer barıştan uzaklaşırsanız bilin ki ,,,, - Allah güzel davranışları sever - ikisi de yaşatan, ama, bu sınav eleyecek de ondan ağır, her türlü kötülük de var, dökülenler, ve devam edenler etkinliğine göre ayrışsın diye. Kolay gelsin.
Critchley şiir dinin yerini tutarken, takip ettiği sorular imkanlar da getirir, yaşamın bir kefareti olarak der, Wallece analizi yaparken, eksiklik şurda, yoksa tespit tam oniki, şiir dinin yerine oynar ama din olamaz, olması için vahiy gerekir, şiir vahiy değildir, bir ilk elden esinlenme, halbuki vahiy şiir olursa, ki artık o şiir olmaktan çıkmıştır, işte tam da din odur, Kuranın kendi ağzından olanları, Yunus, Dağlarca, Rilke, gibilerde tek tük de olsa görülenler, ayın şeyi rüya sonrası yazan Coleridge, birinci elden olmasına rağmen, Keats için var diyemeyiz mesela, şiirdir sadece, vahiy şiir çok üstün ve çok nadir bir formdur, ondan ne kadar şanslısınız diyorum, Türkçedeki bolluk tarih boyunca başka hiçbir yerde yok, şiir olarak var, vahiy şiir olarak yok.
Şiir dünyanın kurgusallığının şahididir. - Wallace STEVENS,
Dünya kurgusal mı yani , ya bizim zihnimizin kurgusallığı onla sınırlı bilirdik, başka bir kurgusallığın oluşturduğunu, zihin davetsiz sessizlikte duyar, kendi kurgusallığı gürültü çıkarır duyulmaz, daha çok
yaşama katılır, çünkü yaşam katılınandır, ve ortalık yerdedir, dünyanın kurgusallığı hiç ortalığa saçılmaz,
o bireysel olarak yaşanır orda biter, kimseyle ilgili değildir, ondan sığlar kendi yaşamadıklarını yok kabul
eder, mesela Herman Melville, 1800 sonlarnıd yaşamıştır, ama, sığ yaşamamıştır, hiç olmadımı yani melville,
buz gibi de vardı onun için yokdu, yani kendiyle sınırlı insan gelişmenin de tıkacıdır, genelde ortalaması da budur, işe yarar zihinler çok sıkıntı çeker, bu nanelerden.
Geleneksel, ve Modern evre, dine zıt kavramlardır, gündelik pratikten ürer, biri tarım toplumlarına özgü gündelik
pratik, diğeri, yani modern, şehirli, endüstriyel yapıda ortaya çıkan gündelik pratik ve insan doğasına hakim olan yeni anlayış, psişeyi bozarak işe girişir, işte önlemin burda, dini iyi bilirsen, buna müsaade etmezsin o da sana yarar, neymiş o yaşam kullanma kılavuzu, gündelik rehber elinin altında Türkçesinden bakıp, anlayarak gündelik yaşamına yansıtacaksın ki, yararını gör gerisi, patinaj.
Ne tarihte ne bugün, demokrasi ve adalet hiç olmamıştır, sadece sahte bir iddiası olmuştur, gerçekliğini yaşabilen de çıkmamıştir, çünkü insan doğası buna müsait değildir, böyle bir iddiayı gerçekletştiremez, ve hep iddia olarak kalacaktır, dinin etkin olduğu dönemlerde bile istismardan kurtulabilen olmamıştır, bugün zaten kırıntısı kalmış, onun da gücünün yansıyabileceği bir yer yok, ondan ebedi hukuk ve ilerde bekleyen nöbetçi kuyu, hep yerini korur, aslını görebileceğin yer olarak, modernin keskinleştiği dönemlerde T.S. Eliot, Dindar bir Şair olarak bu acıyı çekerken - Neden dost olamadık - der, olamazsın, çünkü artık modern tanrı modellerinin şişkin benliği geçit vermez, önce sensin diye elini öpüp onay alıp, kesintisizce bunu sürdürmen gerekir, tarım toplumlarının iç içeliği silinmiştir haritadan, burda hiyerarşi keskin, ve birbirine açılan yapılar körelmiş, artı esfeli safilin, yani hayvansı yapı, insana evrilmekte iyice zorlanıyor, zor şartlarda bencilleşen doğasının orasını burasını tırmalamasından, yani bir kopuş hakim, iletişimde sadece bir maskeli baloya dönüşmüş, görüntüler alemi var, içi boş bir alem, ama, gerçekmiş gibi görme ihtiyacı da keskin, çünkü bünye alttan alta itiraz ediyor, işte buna Freud, uygarlaşan yapısı baskıladıkça, hayvan aşağıdan iter, bunun yarattığı gerginlik, hep modern
insanı huzursuz yapacaktır, der, artı Simmelin bahsettiği gibi ilk kez şehirli yapıda artan yabancılaşmayla, birbirlerini düşman gibi algılamaya başlarlar bu iyice yangını büyütür der, gerçek veya değil, karşındaki artık güven vermez, çünkü bağ iyice kopmuş, uzaklaşılmıştır, yakın ilişki kurduklarından şişkin benliklerinden birbirlerinin alanlarında değildirler, sadece oradadırlar, ama, bir beraberlik yoktur, kerhen sürüklenme vardır, yani insana dair ne varsa bu sen kimsin havasında nefes bırakmamıştır, güçlükle nefes almaktadırlar, eski günlerdeki gibi havalı değil, havalandırılmış, bir ortam özlem konusudur, bu ancak olabilirse, küçük iletişim ağlarında kısmen başarılır hale gelmiştir, aslında iletişim ölüdür, ihtiyaç nedeniyle, ölü yerlerde sürüklenir, çünkü
doğası canlılık ister ama, bu ölüyle nasıl olur, işte moderndeki önüne konan mermerden kader budur, bu sınavı insan olarak aşmak.
Varlık imgede görünmez sadece taşınır, ama görünmez alana girdiğinde varlık olarak görünür, bu şimdinin gördüğü değil, şimdinin uzantısı, zamanın devamlılığı içinde görünendir, yani gene şimdi ama, burdaki şimdi değil, uzak bir şimdide, imge yükünü boşaltır oraya varlığı doldurur, yani burda hiçlik dediğin, bitti dediğin orda dopdoludur, hayırlı olsun, ipi bırakmayın, bu erdem etiğinin özsel pınarıdır çünkü oraya akan kan, ve ırmak tam da odur.