İnsan zorunluluk içinde özgürdür, salt özgür olan Tanrıdır. - SPİNOZA, 17. Yüzyıl.
Özgürlüğün idealist kavramı, günümüzdeki yüksek felsefeyi ve özellikle de onun yüksek realizmini gerçek anlamda kutsamadır. Bu realizmi inceleyecek ya da onu benimseyecek olanlar, özgürlüğün onun en derindeki ön koşulu olduğunu düşünürse, onu ne kadar farklı bir ışıkta değerlendirir ve kavrar. Yalnızca özgürlüğü gerçekten tadan kişi, her şeyi özgürlükle kıyaslamaya, onu tüm evrene yayma özlemi duyar.
Schelling, Alman İdealist Filozof, 1854
Neyi kastediyor gerçek özgürlüğü tatmak derken, işte o, dünyadaki nadiir de raslansa aşkınlık yaşantısında ki, evrene içkin dışardan, ve içerde kuşatan özgürlüğün yeryüzü provası, ipucu verir, ayrıldıktan sonra yaşayabileceklerin konusunda bir yaşantı bağışlar, haketmişsen, ve evrensel formu konusunda bilgilendirme pratiğidir, ve zamana aynı şekilde dışına da yayılmış bir örüntünün soluk görüntüleri gibi,
Şiirler, şiirler ki, oranın silik fotoğrafları. - DAĞLARCA, 1940, henüz 25 yaşında, yani bilgiyle değil, yaşantıyla yazıyor, imkan tanınmış.
Bir amaçtır, dünyaya dahil oluş da kökenini burdan alır, süreçte tercihleri, ve tutumları, bir toplamın özeti olarak kendini ifşa edecek, toprağa düşüş, dünyadan sağ çıkabilmenin anahtarı olabileceği gibi, daha büyük bir çıkmaza da yuvarlanabilecekir, yani toprağa düşen tohum filizlenip, can bulabildiği gibi, çürüyüp gidebilir de bu fırsata kavuşamadan, bunun belirleyicisi dünya süreci, ve iradi davranışla durumu kesinleştirir, güdülerin attığı çelmelerde düşmemek, bir zamanlar işlevi olan iman paratöneriyle fırtınalarda savrulmadan yol alınabiliyordu, modern bu yapıyı yıkar, küçük bir alana kıstırır, bu aslında insana gidişin yoluna takoz koymakla eştir, çünkü yalnız, korunmasız güdüselliğe hapsedilen insan, seçimlerinde desteksiz kalır, çünkü bu kavramlar süs değildir, ama, beklemediğin şekilde süsleyebilir, tanınmaz hale de gelebilirsin, ve altın bir son fırsat da heba olur, bu çok övülerek medenileştik denilen olguların fos olduğu çok yeni uygulamarda bile görülüyor, tarih zaten örneklemede sıkıntı çektirmez, giderek şahsileşen bir dini olgu var artık, her şey kendinden ibaret, ve yaptıklarından, her zamanki süreçlerden çok daha zorlaşmış, ve aranılan adaylarda ikircikli, net olmayan tutumlar elemede öne çıkarak, bir atık üretme makinesi gibi çalışan bir dönemin kenarda bıraktıklarından olmak çok kolaylaşmıştır, ve zor olan imani içselleştirme, ve uyumda gerçekliği odak yapmaktır.
Dünya zamansallığında en zor gerçekleşen insanı olgular arasında değinilmelidir, kırık bir zaman çarpmasına maruz kalmadan, her zaman dışımızda geçenin atıl kurbanıyızdır, farkındalığın altın ışığı orda parıldar, bu daha çok üreyen, üretilen arasındaki karşılıklılığa muhtaçtır, ama, bir itilime de aynı şekilde, peki nedir o, oyun içeriği olaylar akışı, hem dışımızda hem içimize akış kanallarını ürütirsen, bizde üreyene de eşlik eder, yani bir dansın figürleri gibi takip eden zincer halkaları tamamlayan özün biz de yer alışında kilit rol oynar, işte o kapıyı açıp kendiliğın alanına girmek kolaylaşmış, kendi biz de yerini almıştır, ama, orda da kalamayız, tekrar bedenin kısıtlı çevresine dönüş ihtiyacı doğar, işte o da dünyasallıktır, yani öte, ve dünya ikilemi aşılabilir yaşarken, ölüm zaten kalıcı yaşamı çerçeveleyecek atılımı bekleyen dünya eyleminin sonucuna içkin varolan, bir yaşam özselliğinin durağan, ama aktifleşebilen soluğudur bu kaçınılmazlıkta, artık burda asla olmayacak, teğetin, aitlik zemini üremiştir, ilk kez bir aitliğin içinde kabuk ve öz bir dinginlik yakalar ve öylece artık kendi ve iletişim, gerçek boyutunu kazanır, kopuk kopuk olan, tamamlanmıştır.
Varlık ya da nesnel olan, bir bütün olarak varolanla ilişkisi çerçevesinde bir varolmayandır, bu nedenle varlığı karşıtlık, varolanı da birlik olarak değerlendirebiliriz. Varlığın ve varolanın en yüksek biçimde kaynaştığı varolan, daha önce sık kullandığımız bir ifade olan, birlik de karşıtlığın birliği olarak nitelenebilir. Ama, bu birlik henuz hiçbir şekilde kendi için birlik değildir, yalnızca kendindedir ve dolayısıyla saklı biçimdedir. Ama sürekli bir içsellik halinde kalamaz, ebedi olan birliğe ve karşıtlığa tek bir özde sahip olmak ister, daha önce ne idiyse yeniden o olmak, bu amaca yönelik olarak, birlik ile karşıtlık ayrılmalı, birbirine karşıt olarak konumlanmalıdır. Bu ayrım, ebedi olanın kendisini birlik ile karşıtlığın birliği olarak tecelli edebilmesi için vardır. Bu nedenle karşıtlık kalmalıdır, birlik ve karşıtlık kendileri için varolmalıdır, bu ise ancak aralarındaki karşıtlık ilkesi içinde, her biri kendisi için ayrışanın kendi içinde bir birlik yaratmasıyla, ayrı ayrı yarattıkları içsel uyum aracılığıyla, dolayısıyla tam da ayrı oluşları nedeniyle birleşmeleri ile mümkün olabilir. Sevginin en yüce özü de işte böyle açınlanır, ilkelerin kendilerini zorla bağlayan bir kuvvetle bir araya gelmesinde şaşırtıcı bir şey yoktur, öte yandan sevginin gücü, varoluşsal olarak birbirinden bağımsız olanların özgürce birbirlerine çekilmelerinde yatar.
Kendisini apaçık biçimde tinsel özsellik olarak, insan bedenselliğinin dönüşümünde bulur ve zarifçe ışıldar, en kaba insanlar bile bu zarif ışıltı karşısında dirençlerini kaybeder, onun ne olduğunu anlayamasalar bile, en azından etkilerini hissederler, bu nedenle zarafet kalbindeki canlı, etkin, ve fiziksel varlık bilinmeden anlaşılamaz, onda maddenin ilk ortaya çıkışındaki ilahilik tecelli eder. Bu bütün yaşamın yazgısıdır, yaşam, kavranılabilir olmak için kendini kısıtlamaya çalışır, kısıtlılığı genişliğe tercih eder. Ama, kendini kısıtladıktan ve bünün nasıl bir şey olduğunu deneyimledikten sonra tekrar açıklığa dönmek ister, kendini daha önce ikamet ettiği dingin hiçliğe dönme özlemi içinde bulur. Ama, bu imkansızdır, bunu yapması için kendi kendine bahşettiği yaşamı yok etmesi gerekir, aynı şekilde ilk etkin irade tarafından varoluşun içine sokulan kadim saflık da bırakılmak ister. Etkin irade özen ile nesneyi tek bir varlıkta birleştirmiştir ve bu eylemle varoluş meydana gelmiştir. Bu irade basitçe tek bir varlık değildir, o sevgi, ve öfkenin eşit ağırlığa sahip olduğu bir çifte varlıktır. Demek ki varoluşun irdaesi, bu öteki iradeyi bırakamaz, çünkü o iki iradenin merkezini oluşturduğu ölçüde bir edimselliğe sahiptir.
Tüm bilme ve kavrayış içselleştirme ile başlar, her fiziksel ve ahlaki bütünlük, kendi varlığını korumak için bazen en içsel başlangıcına geri dönme ihtiyacı duyar, kendi özünün birliğinin hissi insanı gençleştirir, yeniden sevinçle doldurur, bilimi arayan kişi bu kaynakta kuvvetini sürekli tazeler, yalnızca şair değil, filozof da kendinden geçer, filozofun, daha yüce tasavvurların tarif edilemez gerçekliğinin onu içi boş ve coşkusuz diyalektiğin zorlama kavramlarından koruması için kendinden geçmeye ihtiyacı vardır. Tin, görülebilen en son şeye varsa bile, onda, kendinde var olmayan bir varsayımla karşılaşacaktır, bu varsayım ise her şeyi içine alan, derinliklerinden her şeyin doğduğu açıklanamayan tek bir şeyin var olduğu bir zamana işaret eder, elbette doğru bir ruhla düşünüldüğünde bu şeyin içinde de yeni uçurumlar keşfedilecektir. Özgürlük, ebediyetin ya da tüm zamanların üzerinde olanın olumlayıcı kavramıdır. Böyle bir irade hiçbir şeydir ve her şeydir, etkin olmayı arzulamadığı ya da edimsellikten herhangi bir pay istemediği için hiçbir şeydir. Diğer yandan her şeydir, çünkü tüm kuvvet, ebedi özgürlük olarak ondan gelir, çünkü herşey onun altındadır, her şeye hükmeder ve hiçbir şey tarafından hükmedilmez. O en derin kaynaktan çekilen suya benzer, gerçek kral hiçbir şey umut etmeyen ve hiçbir şeyden korkmayandır. Ya da bu iradeye - yoksul - diyebiliriz, çünkü her şey onun içindedir, dışarda istediği hiçbir şey yoktur. Bir insanın içindeki en yüce şey, Tanrının ve diğer bütün şeylerin içindekiyle aynı özdür, hakiki ebediliktir, o şu ya da bu değildir, onun kuvveti her ikisinden biri ya da her ikisi birden olmaktan gelir. O kendi içinde saf özgürlüktür, kendisini tanımayan saf sevinçtir, kendisi tarafından o denli kapsanmıştır ki hiçbir şey düşünmez. Varolmayışından haz duyan sessiz içselliktir, özü zarafet, sevgi ve sadeliktir, O insanlardaki hakiki insanlık, Tanrıdaki tanrılıktır. Tanrının içinde ikamet ettiği ulaşılamaz ışığın parlaklığı, insanın ancak aynı derecede saflıkla yaklaşabileceği bir saflığın kavurucu sıcaklığıdır. Ateş gibi bütün varlığı yuttuğundan, hala varlığa dolanık olan ona yaklaşamaz.
Sonlu insan varlığı a priori olarak Budist aydınlanma - nirvana - gibir bir iç huzura ya da dinginliğe ulaşamaz, dünya bize ontolojik bir felaketin zemininde açılmıştır, - İnsan varolanların arasındaki tek felakettir. -
Yeniden bir su boyunca yürümek, elinden tutmak bir çocuğun usulca, birlikte solumak menekşeleri, dağlarda kayaları kıracak. Birden dağlar iniyor sulara, sular güneşle ışıyor birden, yayılmak sulara ve dağlara, zindanlar boşalmışcasına.
BÖLÜNMEYEN BİR SESSİZLİK İÇİNDE.
Öyle seviyor ki susmayı, sözcükleri öyle seviyor ki, lambasız kalabilir geceleri, kışı uykusuz geçirebilir. Esrikliğin değişen yoğunluğu onun için her mevsim, rüzgarlar yoğunluğun dalga dalga esrikliği. Derken, gemiler yanaşıyor bir fırtınadan bağrının rıhtımına, sürgünden dönenlerle yaşamak doludizgin.
Çağın yozlaşmasına, tek tek her insan katkıda bulunur, kimi değerbilmezliğiyle, kimi yasa tanımazlığıyla, kimi zındıklığıyla, kimi açgözlülüğüyle, kimi hainliğiyle, herkes gücüne göre.
Montaigne, Fransız Dahi Dieneme Yazarı, 1592
Bu nerdeyse her çağda artan veya azalan özellikleriyle döneminin insanlarında görülür, burası cennet değildir, ama böyle bir idealin olduğu yere geçişte ölçüler doğrultusunda dökülecektir ki, her çileye rağmen ipi göğüsleyen, dünya şartlarında asla olmayacak bir mutluluk ve güzellik ortamına diğerlerini geride bırakarak kavuşsun, o güçlüklere en zor şartlarda dayanabilmenin ödülü olarak, sınav denilen şey de budur zaten, kolayı da olmaz, çok emek, direnç ve ancak geçilebilir bir sıradağlar olarak önümüzde durur ömür sürecinde.
Dünyada dinlerden daha değerli hiçbir şey yoktur, çünkü insanlara bu kadar uzun vadeli bir vaadi olan başka hiçbir kavram yoktur.
İnsan zorunluluk içinde özgürdür, salt özgür olan Tanrıdır. - SPİNOZA, 17. Yüzyıl.
Özgürlüğün idealist kavramı, günümüzdeki yüksek felsefeyi ve özellikle de onun yüksek realizmini gerçek anlamda kutsamadır. Bu realizmi inceleyecek ya da onu benimseyecek olanlar, özgürlüğün onun en derindeki ön koşulu olduğunu düşünürse, onu ne kadar farklı bir ışıkta değerlendirir ve kavrar. Yalnızca özgürlüğü gerçekten tadan kişi, her şeyi özgürlükle kıyaslamaya, onu tüm evrene yayma özlemi duyar.
Schelling, Alman İdealist Filozof, 1854
Neyi kastediyor gerçek özgürlüğü tatmak derken, işte o, dünyadaki nadiir de raslansa aşkınlık yaşantısında ki,
evrene içkin dışardan, ve içerde kuşatan özgürlüğün yeryüzü provası, ipucu verir, ayrıldıktan sonra yaşayabileceklerin konusunda bir yaşantı bağışlar, haketmişsen, ve evrensel formu konusunda bilgilendirme
pratiğidir, ve zamana aynı şekilde dışına da yayılmış bir örüntünün soluk görüntüleri gibi,
Şiirler, şiirler ki, oranın silik fotoğrafları. - DAĞLARCA, 1940, henüz 25 yaşında, yani bilgiyle değil, yaşantıyla yazıyor, imkan tanınmış.
Güneşin alnında bekliyorum onları, başbaşa
verip düşünsek bir çözüm bulabilirdik belki,
ama, yaklaştırmıyorlar, dinlemiyorlar beni.
Turan, Mistik.
gibi.
Bir amaçtır, dünyaya dahil oluş da kökenini burdan alır, süreçte tercihleri, ve tutumları, bir toplamın özeti olarak kendini ifşa edecek, toprağa düşüş, dünyadan sağ çıkabilmenin anahtarı olabileceği gibi, daha büyük bir çıkmaza da yuvarlanabilecekir, yani toprağa düşen tohum filizlenip, can bulabildiği gibi, çürüyüp gidebilir de bu fırsata kavuşamadan, bunun belirleyicisi dünya süreci, ve iradi davranışla durumu kesinleştirir, güdülerin attığı çelmelerde düşmemek, bir zamanlar işlevi olan iman paratöneriyle fırtınalarda savrulmadan yol alınabiliyordu, modern bu yapıyı yıkar, küçük bir alana kıstırır, bu aslında insana gidişin yoluna takoz koymakla eştir, çünkü yalnız, korunmasız güdüselliğe hapsedilen insan, seçimlerinde desteksiz kalır, çünkü bu kavramlar süs değildir, ama, beklemediğin şekilde süsleyebilir, tanınmaz hale de gelebilirsin, ve altın bir son fırsat da heba olur, bu çok övülerek medenileştik denilen olguların fos olduğu çok yeni uygulamarda bile görülüyor, tarih zaten örneklemede sıkıntı çektirmez, giderek şahsileşen bir dini olgu var artık, her şey kendinden ibaret, ve yaptıklarından, her zamanki süreçlerden çok daha zorlaşmış, ve aranılan adaylarda ikircikli, net olmayan tutumlar elemede öne çıkarak, bir atık üretme makinesi gibi çalışan bir dönemin kenarda bıraktıklarından olmak
çok kolaylaşmıştır, ve zor olan imani içselleştirme, ve uyumda gerçekliği odak yapmaktır.
Yetenek ve zeka kimsenin vuramadığı hedefi vurur, deha ise kimsenin göremediği hedefi. - Arthur SCHOPENHAUER, Alman Filozof, 1860
Dünya zamansallığında en zor gerçekleşen insanı olgular arasında değinilmelidir, kırık bir zaman çarpmasına maruz kalmadan, her zaman dışımızda geçenin atıl kurbanıyızdır, farkındalığın altın ışığı orda parıldar, bu daha
çok üreyen, üretilen arasındaki karşılıklılığa muhtaçtır, ama, bir itilime de aynı şekilde, peki nedir o, oyun içeriği olaylar akışı, hem dışımızda hem içimize akış kanallarını ürütirsen, bizde üreyene de eşlik eder, yani bir dansın figürleri gibi takip eden zincer halkaları tamamlayan özün biz de yer alışında kilit rol oynar, işte o kapıyı açıp kendiliğın alanına girmek kolaylaşmış, kendi biz de yerini almıştır, ama, orda da kalamayız, tekrar bedenin kısıtlı çevresine dönüş ihtiyacı doğar, işte o da dünyasallıktır, yani öte, ve dünya ikilemi aşılabilir yaşarken, ölüm zaten kalıcı yaşamı çerçeveleyecek atılımı bekleyen dünya eyleminin sonucuna içkin varolan, bir yaşam özselliğinin durağan, ama aktifleşebilen soluğudur bu kaçınılmazlıkta, artık burda asla olmayacak, teğetin, aitlik zemini üremiştir, ilk kez bir aitliğin içinde kabuk ve öz bir dinginlik yakalar ve öylece artık kendi ve iletişim, gerçek boyutunu kazanır, kopuk kopuk olan, tamamlanmıştır.
Varlık ya da nesnel olan, bir bütün olarak varolanla ilişkisi çerçevesinde bir varolmayandır, bu nedenle varlığı karşıtlık, varolanı da birlik olarak değerlendirebiliriz. Varlığın ve varolanın en yüksek biçimde kaynaştığı varolan,
daha önce sık kullandığımız bir ifade olan, birlik de karşıtlığın birliği olarak nitelenebilir. Ama, bu birlik henuz hiçbir şekilde kendi için birlik değildir, yalnızca kendindedir ve dolayısıyla saklı biçimdedir. Ama sürekli bir içsellik halinde kalamaz, ebedi olan birliğe ve karşıtlığa tek bir özde sahip olmak ister, daha önce ne idiyse yeniden o olmak, bu amaca yönelik olarak, birlik ile karşıtlık ayrılmalı, birbirine karşıt olarak konumlanmalıdır. Bu ayrım, ebedi olanın kendisini birlik ile karşıtlığın birliği olarak tecelli edebilmesi için vardır. Bu nedenle karşıtlık kalmalıdır, birlik ve karşıtlık kendileri için varolmalıdır, bu ise ancak aralarındaki karşıtlık ilkesi içinde, her biri kendisi için ayrışanın kendi içinde bir birlik yaratmasıyla, ayrı ayrı yarattıkları içsel uyum aracılığıyla, dolayısıyla tam da ayrı oluşları nedeniyle birleşmeleri ile mümkün olabilir. Sevginin en yüce özü de işte böyle açınlanır, ilkelerin kendilerini zorla bağlayan bir kuvvetle bir araya gelmesinde şaşırtıcı bir şey yoktur, öte yandan sevginin gücü, varoluşsal olarak birbirinden bağımsız olanların özgürce birbirlerine çekilmelerinde yatar.
Schelling, 1854
Çev. Mehmet Barış ALBAYRAK.
Kendisini apaçık biçimde tinsel özsellik olarak, insan bedenselliğinin dönüşümünde bulur ve zarifçe ışıldar, en kaba insanlar bile bu zarif ışıltı karşısında dirençlerini kaybeder, onun ne olduğunu anlayamasalar bile, en azından etkilerini hissederler, bu nedenle zarafet kalbindeki canlı, etkin, ve fiziksel varlık bilinmeden anlaşılamaz, onda maddenin ilk ortaya çıkışındaki ilahilik tecelli eder. Bu bütün yaşamın yazgısıdır, yaşam, kavranılabilir olmak için kendini kısıtlamaya çalışır, kısıtlılığı genişliğe tercih eder. Ama, kendini kısıtladıktan ve bünün nasıl bir şey olduğunu deneyimledikten sonra tekrar açıklığa dönmek ister, kendini daha önce ikamet ettiği dingin hiçliğe dönme özlemi içinde bulur. Ama, bu imkansızdır, bunu yapması için kendi kendine bahşettiği yaşamı yok etmesi gerekir, aynı şekilde ilk etkin irade tarafından varoluşun içine sokulan kadim saflık da bırakılmak ister. Etkin irade özen ile nesneyi tek bir varlıkta birleştirmiştir ve bu eylemle varoluş meydana gelmiştir. Bu irade basitçe tek bir varlık değildir, o sevgi, ve öfkenin eşit ağırlığa sahip olduğu bir çifte varlıktır. Demek ki varoluşun irdaesi, bu öteki iradeyi bırakamaz, çünkü o iki iradenin merkezini oluşturduğu ölçüde bir edimselliğe sahiptir.
Schelling, 1854
Tüm bilme ve kavrayış içselleştirme ile başlar, her fiziksel ve ahlaki bütünlük, kendi varlığını korumak için bazen en içsel başlangıcına geri dönme ihtiyacı duyar, kendi özünün birliğinin hissi insanı gençleştirir, yeniden sevinçle doldurur, bilimi arayan kişi bu kaynakta kuvvetini sürekli tazeler, yalnızca şair değil, filozof da kendinden geçer, filozofun, daha yüce tasavvurların tarif edilemez gerçekliğinin onu içi boş ve coşkusuz diyalektiğin zorlama kavramlarından koruması için kendinden geçmeye ihtiyacı vardır. Tin, görülebilen en son şeye varsa bile, onda, kendinde var olmayan bir varsayımla karşılaşacaktır, bu varsayım ise her şeyi içine alan, derinliklerinden her şeyin doğduğu açıklanamayan tek bir şeyin var olduğu bir zamana işaret eder, elbette doğru bir ruhla düşünüldüğünde bu şeyin içinde de yeni uçurumlar keşfedilecektir. Özgürlük, ebediyetin ya da tüm zamanların üzerinde olanın olumlayıcı kavramıdır. Böyle bir irade hiçbir şeydir ve her şeydir, etkin olmayı
arzulamadığı ya da edimsellikten herhangi bir pay istemediği için hiçbir şeydir. Diğer yandan her şeydir, çünkü
tüm kuvvet, ebedi özgürlük olarak ondan gelir, çünkü herşey onun altındadır, her şeye hükmeder ve hiçbir şey
tarafından hükmedilmez. O en derin kaynaktan çekilen suya benzer, gerçek kral hiçbir şey umut etmeyen ve hiçbir şeyden korkmayandır. Ya da bu iradeye - yoksul - diyebiliriz, çünkü her şey onun içindedir, dışarda istediği hiçbir şey yoktur. Bir insanın içindeki en yüce şey, Tanrının ve diğer bütün şeylerin içindekiyle aynı özdür, hakiki ebediliktir, o şu ya da bu değildir, onun kuvveti her ikisinden biri ya da her ikisi birden olmaktan gelir. O kendi içinde saf özgürlüktür, kendisini tanımayan saf sevinçtir, kendisi tarafından o denli kapsanmıştır ki hiçbir şey düşünmez. Varolmayışından haz duyan sessiz içselliktir, özü zarafet, sevgi ve sadeliktir, O insanlardaki hakiki insanlık, Tanrıdaki tanrılıktır. Tanrının içinde ikamet ettiği ulaşılamaz ışığın parlaklığı, insanın
ancak aynı derecede saflıkla yaklaşabileceği bir saflığın kavurucu sıcaklığıdır. Ateş gibi bütün varlığı yuttuğundan, hala varlığa dolanık olan ona yaklaşamaz.
Schelling, Alman İdealist Filozofu, 1854
Çev. Mehmet Barış ALBAYRAK.
Sonlu insan varlığı a priori olarak Budist aydınlanma - nirvana - gibir bir iç huzura ya da dinginliğe ulaşamaz, dünya bize ontolojik bir felaketin zemininde açılmıştır, - İnsan varolanların arasındaki tek felakettir. -
Heidegger, Alman Filozof, 1976
BUKAĞI
Yeniden bir su boyunca yürümek, elinden tutmak
bir çocuğun usulca, birlikte solumak menekşeleri,
dağlarda kayaları kıracak. Birden dağlar iniyor sulara,
sular güneşle ışıyor birden, yayılmak sulara ve dağlara,
zindanlar boşalmışcasına.
BÖLÜNMEYEN BİR SESSİZLİK İÇİNDE.
Öyle seviyor ki susmayı, sözcükleri öyle seviyor ki,
lambasız kalabilir geceleri, kışı uykusuz geçirebilir.
Esrikliğin değişen yoğunluğu onun için her mevsim,
rüzgarlar yoğunluğun dalga dalga esrikliği. Derken,
gemiler yanaşıyor bir fırtınadan bağrının rıhtımına,
sürgünden dönenlerle yaşamak doludizgin.
Cevat ÇAPAN, Türk Şair, Çevirmen, 1933
Çağın yozlaşmasına, tek tek her insan katkıda bulunur, kimi değerbilmezliğiyle, kimi yasa tanımazlığıyla, kimi zındıklığıyla, kimi açgözlülüğüyle, kimi hainliğiyle, herkes gücüne göre.
Montaigne, Fransız Dahi Dieneme Yazarı, 1592
Bu nerdeyse her çağda artan veya azalan özellikleriyle döneminin insanlarında görülür, burası cennet değildir, ama böyle bir idealin olduğu yere geçişte ölçüler doğrultusunda dökülecektir ki, her çileye rağmen ipi göğüsleyen, dünya şartlarında asla olmayacak bir mutluluk ve güzellik ortamına diğerlerini geride bırakarak kavuşsun, o güçlüklere en zor şartlarda dayanabilmenin ödülü olarak, sınav denilen şey de budur zaten, kolayı da olmaz, çok emek, direnç ve ancak geçilebilir bir sıradağlar olarak önümüzde durur ömür sürecinde.
Dünyada dinlerden daha değerli hiçbir şey yoktur, çünkü insanlara bu kadar uzun vadeli bir vaadi olan başka hiçbir kavram yoktur.
Baudelaire, Fransız Dahi Şair, 1867