Bir arabasahibi olmak mı? Ya da bir ev? Yoksa evlenince mi mutlu olacağınızı düşünüyorsunuz? İyi bir işe ne dersiniz?
Mutluluk yolculuğunun değerli yolcuları; Düşünün o çok istediğiniz, uğruna gecenizi gündüzünüze katarak elde ettiğiniz ve 'o benim olursa en mutlu ben olurum' dediğiniz hedeflerinizi...
O çok istediğimiz elbiseyialdınız sırtınızdan düşmedi.Bir gün, iki gün, üç gün... Ya sonra? Bitti! Artık vitrinde gördüğümüz o deri ayakkabı var aklımızda... Bir alabilsek başka ne isteriz ki? Ama onun da sonu aynı son, o bitecek. Bu sefer bir başkası..
Nefsimiz arsız bir çocuk gibi önce birşey istiyor, ona istediğini verene kadar onun için çıldırıyor ama elde edince tüm arzusu hevesi bir süre sonra sönüveriyor. Artık yeni bir şey istiyor. 'Onunla mutlu olacakmış! ? ? ? '
Hayat böyle değil mi 'Mutluluk Yolculuğu'nun değerli yolcuları? Önce bir liseyi bitireyim diplomayı alayım diyoruz, sonra bir de üniversite sınavını kazanayım,4 yıllık bölüme kapağı atayım istiyoruz. Uğraşıyoruz didiniyoruz. Güç bela giriyoruz üniversiteye. Şu vizeler bir bitse rahatlayacağız. Vizeler biter. Bu sefer de finaller. Vizeydi finaldi derken bir mezun olsak..
Mezun da olduk; Ah bir işe girsem benden mutlusu yok!
İşe girdik; 'Bi terfi edemedik yahu şu patron bir zam verse daha ne isterim ki? '
O da oldu. Güzel, hayat tıkırında gidiyor. Evlenince mutlu olacağım; Evlendik.
Bir çocuğum olursa mutlu olacağım; kızımız oldu. (Allah bağışlasın...)
Ama, bir oğlum olsun bak! Dünyalar benim olacak.
Var ya! Şu bizim oğlan bir Anadolu lisesi sınavlarını kazansın, çok MUTLU olacağım.
Varımızla yoğumuzla gece gündüz demeden daha rahat, daha lüx bir hayat için çırpındık. Evladımız üniversiteyi hayırlısıyla bir bitirsin, eli ekmek tutsun gayri rahatım sonrası.
Tamam o da oldu.
Ah! Evladımın bir mürrüvetini görsem; Allah'tan başka ne isterim ki? 'torun'?
....seneler geçer.
Hayat, kadın için çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik, iş çemberinde dönerken adam sabah 8:00 akşam 5:00 mesaisinde. Gelince yemek, biraz televizyon ve uyku. Bu kısır döngüde, mutluluk seraplarının peşinde koşarken zaman avuçlarımızdan apansızca kayıp gitmiş. Ve bir de bakmışız ki son istasyondayız...
Ne gençliğimizden ne dinçliğimizden eser kalmamış. Arkamıza dönüp baktığımızda, geride kalmış 70 yıl... Ama elde avuçta, ulaşılamamış bir 'mutluluk' adresi...
Hayatınızın gidişatı böyleyse, son istasyona vardığınızda ben aslında 'MUTLULUĞU' arıyordum demek için çok geç olmadan, mutluluk seraplarının peşinden koşmayı bırakıp mutluluğu gerçekten olduğu yerde aramanın ve bu koşuşturmada içerisinde her gün bizim için doğan güneşin ışıltılarının artık farkına varmanın zamanı gelmedi mi sizce de? Ne dersiniz?
O zaman, gelin sizi monoton hayatınızın içinden alıp, mutluluğun olduğu diyara götürelim.
Bir tek sebeple yaratıldınız. Allahû Tealâ sadece mutlu olmanızı istiyor. Dilerseniz mutsuzluğu seçebilirsiniz. Unutmayın mutluluğu seçmediğiniz için mutsuzsunuz. Tekrar edeyim. Diyorum ki: 'Mutluluk yolunu seçmediğiniz için mutsuzsunuz.' Sakın kabahati başkalarının üzerine atmaya çalışmayın, vebal yalnız size aittir.
Siz mutlu olmanın sırrını keşfetmeye çalışmadınız. Aslında bir sır değil; ama bin yıllardır Kur'ân üzerine yoğunlaşan iblisin gayretleri var. Kur'ân yeni bir dîni ifade etmiyor, kâinatın ezelî ve ebedî tek dînini ihata ediyor; bütün evvelki kitaplardaki tek dîni, Allah'ın dînini, Hazreti Âdem'in, Hazreti İbrâhîm'in, Hazreti Nuh'un, Hazreti Musa'nın, Hazreti İsa'nın, Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in dînini. Evet, hepsi bir tek dîn, ikincisi hiç olmamış.
Dînler yok! . Sadece bir tek dîn var. O dîn; Arapça adını kullanırsanız eğer İslâm, Hazreti İbrâhîm zamanındaki ismini kullanırsanız hanif dînidir. İlk peygamber olan Hazreti Âdem zamanında başlamıştır, Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde aynı dîn; son nebîye, son peygambere indirilen son şeriat kitabında, son defa tekrarlanmıştır. Her ne kadar bizim sevgili dîn adamlarımız velî resulleri de nebî resulleri de peygamber sanırlarsa da aslında sadece nebî resûller peygamberdir.
Velî resûller peygamber değildir, onlar evliyadır. Dîn adına o kadar çok yanlışlık yapılmış ki; bu yanlışlıkların hepsi özellikle birikmiş birikmiş. Şeytan birçok faktörü biraraya getirerek sadece insanların mutsuzluğunu oluşturmak istiyor. Ezelde sözü var. Olayı biliyorsunuz. Allahû Tealâ Hazreti Âdem'i yaratıyor, Hazreti Âdem'e ruh veriyor ve diyor ki bütün meleklere ve cinlere: 'Ona ruh verdim. Şimdi onun önünde hepiniz secde edin. Bu bir emirdir.'
Bütün melekler derhal secde ediyorlar; ama iblis, yani şeytan secde etmiyor ve Allahû Tealâ da soruyor: 'Ey iblis! Seni emrime rağmen Âdem (A.S) 'a, Âdem'e secde etmekten men eden şey nedir ki; emrime rağmen ona secde etmeyerek kâfir oldun? ' İblis diyor ki: 'Beni dumansız ateşten yani enerjiden, Âdem'i topraktan (tıyn'den; killi, organik hüviyete dönüşebilen topraktan) yarattın. Ben ondan üstünüm, onun önünde secde etmem.' Allahû Tealâ da: 'Huzurumdan kovuldun. Sonsuza kadar cehennemde cezalandırılacaksın. Burasını terk et.' diyor. Ya da daha açık bir ifadeyle 'Defol git buradan! ' diyor.
Bu sebeple şeytan recmedilmiş; yani kovulmuş hüviyettedir. Allah'ın huzurundan kovulmuştur. 'Beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Eğer bana kıyâmet gününe kadar hayat verirsen, ben bu Âdemoğlunun, Âdem (A.S) 'ın zürriyetinin sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından onlara yaklaşacağım. Onların Sıratı Mustakîm'leri üzerine oturacağım ve Sıratı Mustakîm'e ulaşmalarına mâni olacağım. Kıyâmet günü onların pek azı hariç, hepsini kendime bağlayacağım.' diyor.
Allahû Tealâ'nın dizaynı bu. 'Onların pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım, tâbî kılacağım. Bana tâbî olacaklar.' diyor. İşte o günler geldi. İnsanların pek azı hariç hepsi bugün şeytanın emrindeler. Öyleyse kimleri kastediyoruz? İslâm'ın içinde de %10'dan daha az insan, Allah'ın Âdem (A.S) 'a verdiği ve hiç değiştirmediği emirlerini yerine getiriyor. Ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de, iradelerini de Allah'a teslim ediyorlar. Öbür taraftan gene hristiyanlığın içinde %10'dan daha azı da ruhlarını, vechlerini, nefslerini, iradelerini Allah'a teslim ediyorlar. Yahudilerin içinde de.
Neden bahsediyoruz? İnsanlardan bahsediyoruz. Bu insanlara dikkatle bakın. Bu insanlar Allahû Tealâ'nın dizaynında felâha erenlerdir, onlar takva sahipleridir, onlar hayır sahipleridir, onlar hidayete erenlerdir, onlar Allah'a teslim olanlardır, onlar Allah'a kul olanlardır, Allah'a huşû duyanlar, kanitun olanlardır. Pek az insan; ama bu insanlar, ister hristiyanların içinde olsun, ister yahudilerin içinde, ister İslâm'ın içinde olsun hepsi de aynı şeyleri yapar; kâinatın o tek dîninin kendilerine verdiği temel emirleri yerine getirir, Allah'ın davetine icabet ederler.
Ne diyor Allahû Tealâ Şura Suresinin 7. âyet-i kerimesinde?
42/ŞURA-7: Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur'ânen arabiyyen li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ ve tunzire yevmel cem'i lâ reybe fîh(fîhi) , ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr(saîri) . Şehirlerin anası olan Mekke halkına ve etrafındaki memleketler halkına, gelecek tehlikeleri haber vermen için ve hakkında hiçbir şüphe bulunmayan o toplanma (kıyâmet) gününün dehşetiyle, uyarman için sana böyle Arapça bir Kur'ân vahyettik. Onlardan bir kısmı (mü'minler) cennettedir, bir kısmı (kâfirler) de cehennemdedir.
Davet Allah'ın Zatı'nda davettir. Allahû Tealâ, ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı tam 12 defa üzerimize farz kılmış. Hangi dînin içinde olursa olsun o dînin içindeki insanların, o şeytana tâbî olmayan pek azı. Ne diyordu iblis? 'Pek azı hariç bütün devirlerde, bütün insanları kendime tâbî kılacağım. Hepsi bana tâbî olacaklar.' diyor. Bugün artık sokaklarımızda çocuklarımız şeytana tâbî oluyorlar, şeytana kul oluyorlar. Kedileri, köpekleri keserek kanlarını içiyorlar.
Her zaman böyle oldu, bugün de böyle olacak; ama ne var ki bütün bunlara rağmen son savaşı iblis kaybedecek, taraftarları ile beraber kaybedecek. İşte muhteva onu gösteriyor.
Hiç unutmamanızı istediğim Allah'ın bir büyük hakikati şu ki; hayat sonsuzdur. Ölümle hayat bitmez.
Kıyâmet günü yeniden canlandırılacaksınız ve birkaç saat ölü olarak kaldığınızı zannedeceksiniz; tıpkı bir uykudan uyanır gibi. Aynı öldüğünüz yaşta, sağlıklı olarak tekrar hayata getirileceksiniz. Ölümü bir son zanneden herkes, büyük bir yanılgının içindedir.
Herşey öylesine güzel ki… O güzelliklerden mahrum kalanlara nasıl acımazsınız? Şu dünyayı kendilerine haram eden zavallı insanlar. Allah'ın yolunda alnımız açık, yüzümüz pak. Allah için varız her şeyimizle. 'Öl! ' dediği yerde ölürüz, bir canımız var, feda olsun. Öyleyse neden bahsediyoruz? Şu dünyayı sonsuz bir mutluluk içinde Allah ile birlikte yaşamak varken şeytana kul olmak, şeytana köle olmak… Yazık değil mi bu insanlara? İnsanların çok büyük bir kısmı, pek azı hariç hepsi ne yazık ki şeytana kul olacaklar. Dün oldular, bugün de oluyorlar, yarın da olacaklar.
Bir defa daha hatırlayalım, ne demişti iblis? 'Onların pek azı hariç hepsini kendime tâbî kılacağım.' Allahû Tealâ da diyor ki: 'Benim muhlis kullarım hariç.' O da: 'Senin muhlis kulların hariç, ötekilerin hepsini kendime tâbî kılacağım.' diyor. Peki bu vaadini yerine getiriyor mu? Ne yazık ki evet.
Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi bunun gerçekleştiğini söylüyor:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu'minîn(mu'minîne) . Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular.
Dikkat edin ki kıyâmet günü bütün insanlar; Âdem (A.S) 'dan son insana kadar bütün insanlar, bütün kâinatta hayatlarını bitirmiş olacaklar ve mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç 73 fırkadan,72'si şeytana kul olacaklar. Böyle olacağını Kur'ân-ı Kerim kesinleştirmiş. Öyleyse iblis insanlardan ne ister? İblis insanlardan bir tek şey ister; bütün insanların şeytana kul olmasını, şeytana tâbî olmasını. Arkasındaki temel isteği; bütün insanların mutsuz olmasıdır.
İnsanlar neden mutsuzdur? İnsanlar şeytan ve şeytanın kumanda ettiği nefsleri sebebiyle mutsuzdurlar. Peki nefs nasıl bir şeydir ki insanı böyle mutsuz ediyor?
Muhtevasında sadece afetler olan bir vücudumuzdur. Hepiniz onu yüzlerce, binlerce defa gördünüz. Her gece nefsiniz mutlaka vücudunuzdan ayrılır ve rüya adı verilen bir olayı yaşarsınız. Rüyanızda uçarsınız, rüyanızda bir şeyler yaparsınız.
Nasıl ben şu anda size fizik vücudumuzun baş gözleriyle bu vücudumun içinden bakıyorsam, orada da nefsinizin içinden çevrenize bakarsınız ve iki tür rüya görebilirsiniz. Ya fizik bir ortamdasınız ya da değilsiniz. Eğer fizik ortamdaysanız, etrafınızdaki bütün insanlar nefsleriyle oradadırlar. Orası berzah âlemidir ve nefslere göre fiziktir. Eğer biz burada nefslerle beraber olsaydık; ben bu bardağı elime aldığım zaman bardağı tutarım, içindeki suyu içerim.
Fizik âlemde de fizik vücudum, zahirî âleme (bu görünen âleme) ait olan bardağı ve gene görünen âleme ait olan içindeki suyu alır ve içer. Nasıl zahirî âlem fizik vücudumuza göre fizikse, berzah âlemi de nefsimize göre fiziktir. Şu anda bir rüya âleminde olsaydık ve ben burada olsaydım, sizler de burada olsaydınız ben hepinizi görürdüm; ama siz beni göremezdiniz.
Nefslerle bu âlemde olsaydık, bu bardağı tutmak isteseydim tutamazdım, elim bardağın içinden geçip bu tarafa gelirdi. Her seferinde elim içinden geçerek gelirdi, hiçbir zaman bardağa dokunamazdım. Çünkü o bardak boşlukta bir yer kaplamasına, kendi fiziğinde var olmasına rağmen, berzah âleminin varlığı olan nefs için fizik değildir. Öyleyse nefsiniz bu âlemde her gece vücudunuzu terk eder. Terk ettiği zaman bu âlemde olduğunuzu görürsünüz; ama diğer âleme ait olan varlıkları da Allahû Tealâ dilerse gösterir.
Eğer sadece bu fizik âlemi görüyorsanız, bundan nasıl emin olacaksınız? Gördüğünüz bu âlem fizik âlemdir, fizik vücudunuzun âlemidir? Çok kolay; hiçbir şeye dokunamazsınız. Ne döşemeler sizin için maddedir, ne tavan maddedir, ne duvarlar maddedir. Duvarların da, tavanın da, döşemenin de içinden geçebilirsiniz; hiçbirisi size engel değildir. Uçmaya başladığınız zaman uçuş hızınızla bir duvardan girersiniz, öbür duvardan çıkarsınız; ama hiçbirisi size engel teşkil edemez. İşte böyle bir hüviyetin sahibisiniz ve nefsiniz berzah âleminin malıdır. Berzah âleminin fiziğine sahiptir.
Fizik vücudunuz ise bu âleme, zahirî âleme aittir. Zahirî âlem onun için maddedir.
Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Allahû Tealâ bizleri bu devirde yaratmış. Bir aradayız, Allah'ın bu güzelliklerini sizlere anlatmakla vazifeliyiz. İblisin yani şeytanın hakim olabileceği insanlar var, hakim olamayacağı insanlar var; Allah'a ulaşmayı dileyenler.
Onlar şeytanın bağırıp çağırmasına, yırtınmasına rağmen hem bu dünyada mutlu olurlar, hem de mutlaka Allah'ın cennetine girerler. Şeytan onlara her zaman yenik düşer.
Şeytanın büyüsü ve hüddamı sadece Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere tesir eder. Dileyenler irşad makamına ulaştıkları an başlarının üzerine Devrin İmamı'nın ruhu gelir. Bu devirde yaşıyorsanız; bilin ki aranızdan her kim Allah'a ulaşmayı dilemiş,12 tane ihsanla mürşidine ulaşmışsa, Allah'ın gösterdiği mürşide tâbî olup da başının üzerine devrin imamının ruhu gelip yerleşmişse, yerleştiği andan itibaren başının üzerinde bir muhafız vardır. O kişinin hüddam, büyü veya sihir sebebiyle mutsuz olması mümkün değildir.
Mutsuzluk üçgeni, şeytanın âlemine aittir. Orada eksi sonsuzla sıfır arasındaki bölgedeki âlem, şeytanın âlemidir. Sıfırla artı sonsuz arasındaki âlem, Allah'ın âlemidir. Allah'ın dostları orada, Allah'ın krallığında, Allah'ın hükümleri içerisinde yaşarlar. Sıfır noktasının üzerindeki kesitte. Şeytan ve avanesi de aşağıdadırlar, zülmanî standartlar içinde.
Allah'ın dostları; Allah, ruhları ve işledikleri hayırlardan oluşan bir üçgenin içinde, şeytanın dostları; şeytan, nefslerinin afetleri ve işledikleri şerlerden oluşan bir üçgenin içinde yaşarlar. Kimdir mutsuz olan insanlar? Bilin ki; bütün mutsuzlar, şeytanla olan ilişkilerini kesememiş olan insanlardır. Şeytanın hegemonyası altında yaşayan insanlardır. Allah ile olan ilişkilerinde geçerli zemine ulaşamamışlardır, yerleşememişlerdir, şeytan onları kontrolü altına almıştır.
Allah ile olan ilişkilerinize dikkatle bakın. Sizi mutluluğa götürecek olan tren sadece Allah'ın trenidir. Ne yazık ki insanların çok büyük bir kısmı, pek azı hariç hepsi cehenneme giden trene binmişlerdir, oraya doğru yol alıyorlar. Şeytan bu büyük hakikati en iyi bilendir. Öyleyse Allah'ın âyetine dikkat edin. Ne diyor Sebe Suresi 20. âyetinde Allahû Tealâ? 'Şeytan kıyâmet günü insanlara olan vaadini yerine getirdi, mü'min olanları ihtivâ eden bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.' (73 fırkadan sadece bir tanesi.)
Bu tabire dikkatle bakalım. Kimdir mü'min? Sözüme dikkat edin! İblisin yeni bir tuzağıyla karşı karşıyasınız. Mümkün olsa da sokaktan geçen on bin insana, yüz bin insana; 'Mü'min misin? ' diye sorsanız; doksan binden fazlası size: 'Elbette mü'minim.' diyecekdir. Oysa ki onlardan %10'dan daha azı mü'mindir.
Öyleyse o âyetin farkında olan, 'Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.' âyetini çok iyi değerlendiren iblis, zamanımızda insanlara mü'min olmak standardını yok ederek devreye girmiştir.
Kimdir mü'min? Bizi ilk defa dinleyenlerin hepsi 'Allah'a inananlardır.' diyecektir bana. Öyle söyleyeceklerini ismimiz gibi biliyoruz. Neden? Çünkü ağa babaları, dîn öğreticileri onlara böyle öğretmişler; yani şeytanın öğrettiğini öğretmişler. Kur'ân'a bakmak, Kur'ân'daki mü'min tariflerini almak hiçbir zaman onların işlerine gelmez.
Neden öyle? Çünkü 14 asırdan beri öğretimlerini, yazılan kitaplara bağlamışlar. Onlar için varsa yoksa kitaplar. Kur'ân mı? Hayır, Kur'ân bakılması icab etmeyen bir kaynaktır onlara göre. Neden? Kur'ân tehlikeli olarak kabul edilir. Denir ki: Sakın Kur'ân'ı tefsire mefsire kalkayım deme, çarpılırsın ha, Allah seni çarpar.
Allah da herkesin Kur'ân'ı öğrenmesini istiyor. Kur'ân'ın mânâsı, Kur'ân'ın muhtevası iblis tarafından baştan aşağıya değiştirilmiş. Bütün güzellikler yok edilmiş, bütün çirkinlikler devreye sokulmuş ve işte bunlardan bir tanesi de mü'min kavramı. Kimdir mü'min? Söylediğim gibi sokaktan geçen 100 kişiye sorun; 90'dan fazlası size mü'min olduğunu söyleyecektir.
Onlara deyin ki: Niçin müminsiniz? Cevap alacaksınız: Çünkü ben Allah'a inanıyorum. Herkes böyle zannediyor: 'Allah'a inanan mü'mindir.' Allahû Tealâ da diyor ki: 'Sadece Allah'a inanmakla mü'min olmaz. Onlar ki mü'min oldum derler ağızlarıyla; ama kalpleri mü'min değildir.' diyor Allahû Tealâ.
Ne demek istiyor acaba? Biliyor musunuz mü'min olmak 7 tane kalp şartına,7 tane inanç şartına,4 tane de vasıf şartına sahip olmakla gerçekleşir. Aslında bu vasıf şartını 5 tane kabul etmemiz lâzım, çünkü sayının 19 çıkması lâzım. Kur'ân mucizesi 19'la tahakkuk etmiştir. 'Kur'ân'daki bütün mukattaa harfleri o surede 19 tane,19'un katları olarak mevcuttur.' diyordu rahmetli bir âlim ve onu şehid ettiler; ama söylediği büyük ölçüde doğru çıktı. Bazı surelerde sonuç tutmadı; ama bu söylenilenin yanlış olduğunu ifade etmez. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de: 'Üzerlerinde 19 vardır.' ifadesiyle 19 rakamının Kur'ân'daki önemini ifade etmiş oldu.
İblisin aldatışına bakın. Îmân kelimesi; inanmak demek, inanç demek. Mü'min de lügat mânâsından hareket ediyorsanız gerçekten inanan demek. Kime inanan? Allah'a inanan. Şeytanın elinde kuvvetli bir koz var. Lugat mânâsı olarak, mü'min îmânın sahibi; yani inanan demek.
Kimdir mü'min? İblis insanlara diyor ki: Kur'ân Arapça indirildi. Mü'min kelimesi de îmân kelimesinden geliyor. Madem ki îmân kelimesi inançtır; mü'min de inancın sahibidir, inanandır. İnanan herkes mü'mindir. Çok mantıklı değil mi? Çok mantıklı. Peki doğru mu? Hayır, doğru değil. İblis bütün insanlara buradan giriyor, onları mutsuz etmeyi kesin olarak başarıyor.
İnsanları kendi tarafına toplaması boşuna değil. Şeytan üst seviye bir zekânın sahibi, bir zülmanî dâhi, zülmanî ilmi ledunun sahibi. Allah'ın Katı'nda ilim öğrenmiş ve kötülük için kullanıyor öğrendiği ilmi. Hızır (A.S) da Allah'ın katında ilim öğrenmiş, öğrendiği ilmi Allah için kullanıyor. İblis ne diyor? Madem ki îmân inanç demektir; mü'min de inancın sahibi; kime karşı olacak inanç? Allah'a karşı. Öyleyse Allah'a inanan mü'mindir. İnsanlar da buna inanıyorlar.
Oysa ki Kur'ân kurtuluşu; yani felâhı ve bunun zıddı olan cehenneme gitmeyi de ifade eder ve Allah'a inananların da çoğu ne yazık ki cehenneme gidecekler. Bunu söyleyince kıyâmet kopuyor. Allahû Tealâ'nın söylediğine beraberce baktığımız zaman, Allah'a ulaşmayı dilemeyenin mutlaka cehenneme gideceğini kesin olarak Yunus 7 ve 8'de ifade ediyor:
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne) . Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne) . İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir) .
İnsanlar ne yaparsa yapsınlar, istedikleri kadar inansınlar Allah'ın cennetine giremezler. Mutsuz olarak yaşayacaklardır ve cehenneme gireceklerdir, mutsuzlukları kıyâmetten sonra da sonsuza kadar devam edecektir ve sadece arkasında şeytanın aldatmasına razı olmaları vardır.
Öyleyse kimdir mü'min? Mü'min bir defa mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyendir; ama bu vasıf tek başına yetmiyor. Sadece Allah'a ulaşmayı dilemek, şartlardan bir tanesi. Allah'a inanmak inanç şartlarından bir tanesi. Allah'a, Kitapları'na, Meleklerine, Resûllerine, Ba'su Ba'del mevt'e; yani ölümden sonra Allah'a ulaşmaya, hayrın Allah'tan şerrin nefsimizden olduğuna inanmaya ve ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına inanmaya mabeste olan 7 tane inanç şartı ve 7 tane kalp şartı.
1. Kalpteki ekinnetin alınması 2. Yerine ihbat koyması 3. Kalbin nur kapısının Allah'a döndürülmesi 4. Kişinin göğsünden kalbine nur yolu açılması 5. Kişinin huşûya ulaşması 6. Kalbin kapısının açılıp küfür kelimesinin dışarı alınması 7. Kalbin içine îmân yazılması
Ne oldu? 7 tane kalp şartı gerekti.7 tane inanç şartı. Yeter mi? Yetmez,4 tane de vasıf şartı aslında 5 tane vasıf şartı; sayının 19'a tamamlanması lâzım. Öyleyse ruhun Allah'a doğru yola çıkması, fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulmaya, Allah'a kul olmaya başlaması, nefsin nefs tezkiyesine başlaması, iradenin güçlenmeye başlaması.
Bu 4 faktörün 4'ü de Allah'a teslim olacakları için vasıf şartlarının esasını teşkil ederler; ama bir vasıf şartı daha var; o kişinin başının üzerinde ni'metin oluşması. Böylece başının üzerinde ni'met olmayan, o hedefin sahibi olamaz. Böyle bir muhteva içinde meselemize baktığımız zaman, mü'min olmanın standartlarını görüyoruz. Mü'min olmak mutluluğun yarısıdır. Mü'min olduğunuz noktada kalbinizin içine îmân yazılmıştır ve o zaman mânâsını anlayacaksınız.
Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesinin yani 19 şartın sahibi bir mü'min olmak için bir vasıf şartı oluşuyor kişide. Diyor ki Allahû Tealâ Hucurat 14'te:
49/HUCURAT-14: Kâletil a'râbu âmennâ, kul lem tu'minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a'mâlikum şey'â(şey'en) , innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun) . Araplar dediler ki: 'Biz mü'min olduk.' (Habibim) de ki: 'Mü'min olduk, demeyin. Lâkin; İslâm (dairesine) girdik, deyin. Çünkü kalplerinizin içine îmân girmedi (îmân yazılmadı) . Ve eğer Allah'a ve resûlüne itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksilmez. Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.'
Îmân kelimesi kalbinin içine yazılmayan bir insan... Onları mü'min kabul etmiyor Allahû Tealâ. Öyleyse burada 19 tane unsurla birlikte bir mü'min olma müessesesi var. Böyle bir insan 14. basamaktadır, mürşidine ulaşıp 10 tane ni'met almıştır Allahû Tealâ'dan ve bu kişi 10 ihsanın arkasından 10 tane de ni'met almıştır ve daha Allah'a ulaşmayı dilediği 3. basamaktan itibaren cenneti hak etmiştir. Cennet mutluluğu kalbine îmân yazılmadan evvel de onun olmuştur. O noktadan itibaren mü'min sayılmaktadır.
Allah'a sadece inandığı için değil,12 defa farz kılınan ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı gerçekleştirmek için Allah'a ulaşmayı dilediği cihetle, bu kişi mü'min olmak şerefine ermiştir. Ondan sonra da 19 vasfın gene bir kısmına sahiptir; ama buna rağmen Allah'a ulaşmayı dilemek o kişiyi mü'min kılar. Unutmayın ki kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah'ın cennetine girer, Allah'ın cennetine sadece mü'minlerin gireceğini Allahû Tealâ ifade ediyor. Kâfirler Allah'ın cennetine giremezler.
Kimler küfür standartları içinde kalıyor? Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Öyleyse mutluluk ya da mutsuzluk; siz seçeceksiniz. Allah'a ulaşmayı dilemek ya da dilememek; siz seçeceksiniz. Küfürde kalmak ya da mü'min olmak; siz seçeceksiniz. Üçü de aynı şeydir, aynı noktayı ifade eder.
Üçüncü basamakta Allah'a ulaşmayı dileyen kişiler mü'min olmuşlardır, âmenû olmuşlardır, takva sahibi olmuşlardır, felâha ermişlerdir, Allah'a teslim etmek üzere, Allah'a kul olmak üzere ilk adımı atmışlardır, huşû sahibi olmuşlardır, kurtuluşun bütün şartlarına sahip olmuşlardır; ama bu iptidai felâhtır yani başlangıç felâhıdır. Başlangıçtaki en iptidai seviyedeki kurtuluştur; ama kesin bir hükmü var Allahû Tealâ'nın: Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o kişi mutlaka Allah'ın cennetine girer yani mutluluğu mutlak olarak hak eder; kim de Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişi ömrü boyunca mutsuz kalacaktır, cennete girmesi de hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır. Dr. İSKENDER ALİ MİHR
Mutluluk sizce nedir?
Bir arabasahibi olmak mı? Ya da bir ev? Yoksa evlenince mi mutlu olacağınızı düşünüyorsunuz? İyi bir işe ne dersiniz?
Mutluluk yolculuğunun değerli yolcuları;
Düşünün o çok istediğiniz, uğruna gecenizi gündüzünüze katarak elde ettiğiniz ve 'o benim olursa en mutlu ben olurum' dediğiniz hedeflerinizi...
O çok istediğimiz elbiseyialdınız sırtınızdan düşmedi.Bir gün, iki gün, üç gün... Ya sonra? Bitti! Artık vitrinde gördüğümüz o deri ayakkabı var aklımızda... Bir alabilsek başka ne isteriz ki? Ama onun da sonu aynı son, o bitecek. Bu sefer bir başkası..
Nefsimiz arsız bir çocuk gibi önce birşey istiyor, ona istediğini verene kadar onun için çıldırıyor ama elde edince tüm arzusu hevesi bir süre sonra sönüveriyor. Artık yeni bir şey istiyor. 'Onunla mutlu olacakmış! ? ? ? '
Hayat böyle değil mi 'Mutluluk Yolculuğu'nun değerli yolcuları? Önce bir liseyi bitireyim diplomayı alayım diyoruz, sonra bir de üniversite sınavını kazanayım,4 yıllık bölüme kapağı atayım istiyoruz. Uğraşıyoruz didiniyoruz. Güç bela giriyoruz üniversiteye.
Şu vizeler bir bitse rahatlayacağız. Vizeler biter. Bu sefer de finaller. Vizeydi finaldi derken bir mezun olsak..
Mezun da olduk; Ah bir işe girsem benden mutlusu yok!
İşe girdik; 'Bi terfi edemedik yahu şu patron bir zam verse daha ne isterim ki? '
O da oldu. Güzel, hayat tıkırında gidiyor. Evlenince mutlu olacağım; Evlendik.
Bir çocuğum olursa mutlu olacağım; kızımız oldu. (Allah bağışlasın...)
Ama, bir oğlum olsun bak! Dünyalar benim olacak.
Var ya! Şu bizim oğlan bir Anadolu lisesi sınavlarını kazansın, çok MUTLU olacağım.
Varımızla yoğumuzla gece gündüz demeden daha rahat, daha lüx bir hayat için çırpındık. Evladımız üniversiteyi hayırlısıyla bir bitirsin, eli ekmek tutsun gayri rahatım sonrası.
Tamam o da oldu.
Ah! Evladımın bir mürrüvetini görsem; Allah'tan başka ne isterim ki? 'torun'?
....seneler geçer.
Hayat, kadın için çamaşır, bulaşık, yemek, temizlik, iş çemberinde dönerken adam sabah 8:00 akşam 5:00 mesaisinde. Gelince yemek, biraz televizyon ve uyku. Bu kısır döngüde, mutluluk seraplarının peşinde koşarken zaman avuçlarımızdan apansızca kayıp gitmiş. Ve bir de bakmışız ki son istasyondayız...
Ne gençliğimizden ne dinçliğimizden eser kalmamış. Arkamıza dönüp baktığımızda, geride kalmış 70 yıl... Ama elde avuçta, ulaşılamamış bir 'mutluluk' adresi...
Hayatınızın gidişatı böyleyse, son istasyona vardığınızda ben aslında 'MUTLULUĞU' arıyordum demek için çok geç olmadan, mutluluk seraplarının peşinden koşmayı bırakıp mutluluğu gerçekten olduğu yerde aramanın ve bu koşuşturmada içerisinde her gün bizim için doğan güneşin ışıltılarının artık farkına varmanın zamanı gelmedi mi sizce de? Ne dersiniz?
O zaman, gelin sizi monoton hayatınızın içinden alıp, mutluluğun olduğu diyara götürelim.
Hadi Tıklayın!
MUTLULUK VE MUTSUZLUK
Bir tek sebeple yaratıldınız. Allahû Tealâ sadece mutlu olmanızı istiyor. Dilerseniz mutsuzluğu seçebilirsiniz. Unutmayın mutluluğu seçmediğiniz için mutsuzsunuz. Tekrar edeyim. Diyorum ki: 'Mutluluk yolunu seçmediğiniz için mutsuzsunuz.' Sakın kabahati başkalarının üzerine atmaya çalışmayın, vebal yalnız size aittir.
Siz mutlu olmanın sırrını keşfetmeye çalışmadınız. Aslında bir sır değil; ama bin yıllardır Kur'ân üzerine yoğunlaşan iblisin gayretleri var. Kur'ân yeni bir dîni ifade etmiyor, kâinatın ezelî ve ebedî tek dînini ihata ediyor; bütün evvelki kitaplardaki tek dîni, Allah'ın dînini, Hazreti Âdem'in, Hazreti İbrâhîm'in, Hazreti Nuh'un, Hazreti Musa'nın, Hazreti İsa'nın, Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in dînini. Evet, hepsi bir tek dîn, ikincisi hiç olmamış.
Dînler yok! . Sadece bir tek dîn var. O dîn; Arapça adını kullanırsanız eğer İslâm, Hazreti İbrâhîm zamanındaki ismini kullanırsanız hanif dînidir. İlk peygamber olan Hazreti Âdem zamanında başlamıştır, Peygamber Efendimiz (S.A.V) devrinde aynı dîn; son nebîye, son peygambere indirilen son şeriat kitabında, son defa tekrarlanmıştır. Her ne kadar bizim sevgili dîn adamlarımız velî resulleri de nebî resulleri de peygamber sanırlarsa da aslında sadece nebî resûller peygamberdir.
Velî resûller peygamber değildir, onlar evliyadır. Dîn adına o kadar çok yanlışlık yapılmış ki; bu yanlışlıkların hepsi özellikle birikmiş birikmiş. Şeytan birçok faktörü biraraya getirerek sadece insanların mutsuzluğunu oluşturmak istiyor. Ezelde sözü var. Olayı biliyorsunuz. Allahû Tealâ Hazreti Âdem'i yaratıyor, Hazreti Âdem'e ruh veriyor ve diyor ki bütün meleklere ve cinlere: 'Ona ruh verdim. Şimdi onun önünde hepiniz secde edin. Bu bir emirdir.'
Bütün melekler derhal secde ediyorlar; ama iblis, yani şeytan secde etmiyor ve Allahû Tealâ da soruyor: 'Ey iblis! Seni emrime rağmen Âdem (A.S) 'a, Âdem'e secde etmekten men eden şey nedir ki; emrime rağmen ona secde etmeyerek kâfir oldun? ' İblis diyor ki: 'Beni dumansız ateşten yani enerjiden, Âdem'i topraktan (tıyn'den; killi, organik hüviyete dönüşebilen topraktan) yarattın. Ben ondan üstünüm, onun önünde secde etmem.' Allahû Tealâ da: 'Huzurumdan kovuldun. Sonsuza kadar cehennemde cezalandırılacaksın. Burasını terk et.' diyor. Ya da daha açık bir ifadeyle 'Defol git buradan! ' diyor.
Bu sebeple şeytan recmedilmiş; yani kovulmuş hüviyettedir. Allah'ın huzurundan kovulmuştur. 'Beni kıyâmet gününe kadar yaşat. Eğer bana kıyâmet gününe kadar hayat verirsen, ben bu Âdemoğlunun, Âdem (A.S) 'ın zürriyetinin sağlarından, sollarından, önlerinden, arkalarından onlara yaklaşacağım. Onların Sıratı Mustakîm'leri üzerine oturacağım ve Sıratı Mustakîm'e ulaşmalarına mâni olacağım. Kıyâmet günü onların pek azı hariç, hepsini kendime bağlayacağım.' diyor.
Allahû Tealâ'nın dizaynı bu. 'Onların pek azı hariç hepsini kendime bağlayacağım, tâbî kılacağım. Bana tâbî olacaklar.' diyor. İşte o günler geldi. İnsanların pek azı hariç hepsi bugün şeytanın emrindeler. Öyleyse kimleri kastediyoruz? İslâm'ın içinde de %10'dan daha az insan, Allah'ın Âdem (A.S) 'a verdiği ve hiç değiştirmediği emirlerini yerine getiriyor. Ruhlarını da, vechlerini de, nefslerini de, iradelerini de Allah'a teslim ediyorlar. Öbür taraftan gene hristiyanlığın içinde %10'dan daha azı da ruhlarını, vechlerini, nefslerini, iradelerini Allah'a teslim ediyorlar. Yahudilerin içinde de.
Neden bahsediyoruz? İnsanlardan bahsediyoruz. Bu insanlara dikkatle bakın. Bu insanlar Allahû Tealâ'nın dizaynında felâha erenlerdir, onlar takva sahipleridir, onlar hayır sahipleridir, onlar hidayete erenlerdir, onlar Allah'a teslim olanlardır, onlar Allah'a kul olanlardır, Allah'a huşû duyanlar, kanitun olanlardır. Pek az insan; ama bu insanlar, ister hristiyanların içinde olsun, ister yahudilerin içinde, ister İslâm'ın içinde olsun hepsi de aynı şeyleri yapar; kâinatın o tek dîninin kendilerine verdiği temel emirleri yerine getirir, Allah'ın davetine icabet ederler.
Ne diyor Allahû Tealâ Şura Suresinin 7. âyet-i kerimesinde?
42/ŞURA-7: Ve kezâlike evhaynâ ileyke kur'ânen arabiyyen li tunzire ummel kurâ ve men havlehâ ve tunzire yevmel cem'i lâ reybe fîh(fîhi) , ferîkun fîl cenneti ve ferîkun fîs saîr(saîri) .
Şehirlerin anası olan Mekke halkına ve etrafındaki memleketler halkına, gelecek tehlikeleri haber vermen için ve hakkında hiçbir şüphe bulunmayan o toplanma (kıyâmet) gününün dehşetiyle, uyarman için sana böyle Arapça bir Kur'ân vahyettik. Onlardan bir kısmı (mü'minler) cennettedir, bir kısmı (kâfirler) de cehennemdedir.
Davet Allah'ın Zatı'nda davettir. Allahû Tealâ, ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı tam 12 defa üzerimize farz kılmış. Hangi dînin içinde olursa olsun o dînin içindeki insanların, o şeytana tâbî olmayan pek azı. Ne diyordu iblis? 'Pek azı hariç bütün devirlerde, bütün insanları kendime tâbî kılacağım. Hepsi bana tâbî olacaklar.' diyor. Bugün artık sokaklarımızda çocuklarımız şeytana tâbî oluyorlar, şeytana kul oluyorlar. Kedileri, köpekleri keserek kanlarını içiyorlar.
Her zaman böyle oldu, bugün de böyle olacak; ama ne var ki bütün bunlara rağmen son savaşı iblis kaybedecek, taraftarları ile beraber kaybedecek. İşte muhteva onu gösteriyor.
Hiç unutmamanızı istediğim Allah'ın bir büyük hakikati şu ki; hayat sonsuzdur. Ölümle hayat bitmez.
Kıyâmet günü yeniden canlandırılacaksınız ve birkaç saat ölü olarak kaldığınızı zannedeceksiniz; tıpkı bir uykudan uyanır gibi. Aynı öldüğünüz yaşta, sağlıklı olarak tekrar hayata getirileceksiniz. Ölümü bir son zanneden herkes, büyük bir yanılgının içindedir.
Herşey öylesine güzel ki… O güzelliklerden mahrum kalanlara nasıl acımazsınız? Şu dünyayı kendilerine haram eden zavallı insanlar. Allah'ın yolunda alnımız açık, yüzümüz pak. Allah için varız her şeyimizle. 'Öl! ' dediği yerde ölürüz, bir canımız var, feda olsun. Öyleyse neden bahsediyoruz? Şu dünyayı sonsuz bir mutluluk içinde Allah ile birlikte yaşamak varken şeytana kul olmak, şeytana köle olmak… Yazık değil mi bu insanlara? İnsanların çok büyük bir kısmı, pek azı hariç hepsi ne yazık ki şeytana kul olacaklar. Dün oldular, bugün de oluyorlar, yarın da olacaklar.
Bir defa daha hatırlayalım, ne demişti iblis? 'Onların pek azı hariç hepsini kendime tâbî kılacağım.' Allahû Tealâ da diyor ki: 'Benim muhlis kullarım hariç.' O da: 'Senin muhlis kulların hariç, ötekilerin hepsini kendime tâbî kılacağım.' diyor. Peki bu vaadini yerine getiriyor mu? Ne yazık ki evet.
Sebe Suresinin 20. âyet-i kerimesi bunun gerçekleştiğini söylüyor:
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mu'minîn(mu'minîne) .
Şeytan, insanlar üzerindeki vaadini yerine getirdi. Mü'minlerden ibaret bir tek fırka hariç hepsi, iblise tâbî oldular.
Dikkat edin ki kıyâmet günü bütün insanlar; Âdem (A.S) 'dan son insana kadar bütün insanlar, bütün kâinatta hayatlarını bitirmiş olacaklar ve mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç 73 fırkadan,72'si şeytana kul olacaklar. Böyle olacağını Kur'ân-ı Kerim kesinleştirmiş. Öyleyse iblis insanlardan ne ister? İblis insanlardan bir tek şey ister; bütün insanların şeytana kul olmasını, şeytana tâbî olmasını. Arkasındaki temel isteği; bütün insanların mutsuz olmasıdır.
İnsanlar neden mutsuzdur? İnsanlar şeytan ve şeytanın kumanda ettiği nefsleri sebebiyle mutsuzdurlar. Peki nefs nasıl bir şeydir ki insanı böyle mutsuz ediyor?
Muhtevasında sadece afetler olan bir vücudumuzdur. Hepiniz onu yüzlerce, binlerce defa gördünüz. Her gece nefsiniz mutlaka vücudunuzdan ayrılır ve rüya adı verilen bir olayı yaşarsınız. Rüyanızda uçarsınız, rüyanızda bir şeyler yaparsınız.
Nasıl ben şu anda size fizik vücudumuzun baş gözleriyle bu vücudumun içinden bakıyorsam, orada da nefsinizin içinden çevrenize bakarsınız ve iki tür rüya görebilirsiniz. Ya fizik bir ortamdasınız ya da değilsiniz. Eğer fizik ortamdaysanız, etrafınızdaki bütün insanlar nefsleriyle oradadırlar. Orası berzah âlemidir ve nefslere göre fiziktir. Eğer biz burada nefslerle beraber olsaydık; ben bu bardağı elime aldığım zaman bardağı tutarım, içindeki suyu içerim.
Fizik âlemde de fizik vücudum, zahirî âleme (bu görünen âleme) ait olan bardağı ve gene görünen âleme ait olan içindeki suyu alır ve içer. Nasıl zahirî âlem fizik vücudumuza göre fizikse, berzah âlemi de nefsimize göre fiziktir. Şu anda bir rüya âleminde olsaydık ve ben burada olsaydım, sizler de burada olsaydınız ben hepinizi görürdüm; ama siz beni göremezdiniz.
Nefslerle bu âlemde olsaydık, bu bardağı tutmak isteseydim tutamazdım, elim bardağın içinden geçip bu tarafa gelirdi. Her seferinde elim içinden geçerek gelirdi, hiçbir zaman bardağa dokunamazdım. Çünkü o bardak boşlukta bir yer kaplamasına, kendi fiziğinde var olmasına rağmen, berzah âleminin varlığı olan nefs için fizik değildir. Öyleyse nefsiniz bu âlemde her gece vücudunuzu terk eder. Terk ettiği zaman bu âlemde olduğunuzu görürsünüz; ama diğer âleme ait olan varlıkları da Allahû Tealâ dilerse gösterir.
Eğer sadece bu fizik âlemi görüyorsanız, bundan nasıl emin olacaksınız? Gördüğünüz bu âlem fizik âlemdir, fizik vücudunuzun âlemidir? Çok kolay; hiçbir şeye dokunamazsınız. Ne döşemeler sizin için maddedir, ne tavan maddedir, ne duvarlar maddedir. Duvarların da, tavanın da, döşemenin de içinden geçebilirsiniz; hiçbirisi size engel değildir. Uçmaya başladığınız zaman uçuş hızınızla bir duvardan girersiniz, öbür duvardan çıkarsınız; ama hiçbirisi size engel teşkil edemez. İşte böyle bir hüviyetin sahibisiniz ve nefsiniz berzah âleminin malıdır. Berzah âleminin fiziğine sahiptir.
Fizik vücudunuz ise bu âleme, zahirî âleme aittir. Zahirî âlem onun için maddedir.
Allah'a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Allahû Tealâ bizleri bu devirde yaratmış. Bir aradayız, Allah'ın bu güzelliklerini sizlere anlatmakla vazifeliyiz. İblisin yani şeytanın hakim olabileceği insanlar var, hakim olamayacağı insanlar var; Allah'a ulaşmayı dileyenler.
Onlar şeytanın bağırıp çağırmasına, yırtınmasına rağmen hem bu dünyada mutlu olurlar, hem de mutlaka Allah'ın cennetine girerler. Şeytan onlara her zaman yenik düşer.
Şeytanın büyüsü ve hüddamı sadece Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere tesir eder. Dileyenler irşad makamına ulaştıkları an başlarının üzerine Devrin İmamı'nın ruhu gelir. Bu devirde yaşıyorsanız; bilin ki aranızdan her kim Allah'a ulaşmayı dilemiş,12 tane ihsanla mürşidine ulaşmışsa, Allah'ın gösterdiği mürşide tâbî olup da başının üzerine devrin imamının ruhu gelip yerleşmişse, yerleştiği andan itibaren başının üzerinde bir muhafız vardır. O kişinin hüddam, büyü veya sihir sebebiyle mutsuz olması mümkün değildir.
Mutsuzluk üçgeni, şeytanın âlemine aittir. Orada eksi sonsuzla sıfır arasındaki bölgedeki âlem, şeytanın âlemidir. Sıfırla artı sonsuz arasındaki âlem, Allah'ın âlemidir. Allah'ın dostları orada, Allah'ın krallığında, Allah'ın hükümleri içerisinde yaşarlar. Sıfır noktasının üzerindeki kesitte. Şeytan ve avanesi de aşağıdadırlar, zülmanî standartlar içinde.
Allah'ın dostları; Allah, ruhları ve işledikleri hayırlardan oluşan bir üçgenin içinde, şeytanın dostları; şeytan, nefslerinin afetleri ve işledikleri şerlerden oluşan bir üçgenin içinde yaşarlar. Kimdir mutsuz olan insanlar? Bilin ki; bütün mutsuzlar, şeytanla olan ilişkilerini kesememiş olan insanlardır. Şeytanın hegemonyası altında yaşayan insanlardır. Allah ile olan ilişkilerinde geçerli zemine ulaşamamışlardır, yerleşememişlerdir, şeytan onları kontrolü altına almıştır.
Allah ile olan ilişkilerinize dikkatle bakın. Sizi mutluluğa götürecek olan tren sadece Allah'ın trenidir. Ne yazık ki insanların çok büyük bir kısmı, pek azı hariç hepsi cehenneme giden trene binmişlerdir, oraya doğru yol alıyorlar. Şeytan bu büyük hakikati en iyi bilendir. Öyleyse Allah'ın âyetine dikkat edin. Ne diyor Sebe Suresi 20. âyetinde Allahû Tealâ? 'Şeytan kıyâmet günü insanlara olan vaadini yerine getirdi, mü'min olanları ihtivâ eden bir tek fırka hariç, bütün fırkalar şeytana kul oldular.' (73 fırkadan sadece bir tanesi.)
Bu tabire dikkatle bakalım. Kimdir mü'min? Sözüme dikkat edin! İblisin yeni bir tuzağıyla karşı karşıyasınız. Mümkün olsa da sokaktan geçen on bin insana, yüz bin insana; 'Mü'min misin? ' diye sorsanız; doksan binden fazlası size: 'Elbette mü'minim.' diyecekdir. Oysa ki onlardan %10'dan daha azı mü'mindir.
Öyleyse o âyetin farkında olan, 'Mü'minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.' âyetini çok iyi değerlendiren iblis, zamanımızda insanlara mü'min olmak standardını yok ederek devreye girmiştir.
Kimdir mü'min? Bizi ilk defa dinleyenlerin hepsi 'Allah'a inananlardır.' diyecektir bana. Öyle söyleyeceklerini ismimiz gibi biliyoruz. Neden? Çünkü ağa babaları, dîn öğreticileri onlara böyle öğretmişler; yani şeytanın öğrettiğini öğretmişler. Kur'ân'a bakmak, Kur'ân'daki mü'min tariflerini almak hiçbir zaman onların işlerine gelmez.
Neden öyle? Çünkü 14 asırdan beri öğretimlerini, yazılan kitaplara bağlamışlar. Onlar için varsa yoksa kitaplar. Kur'ân mı? Hayır, Kur'ân bakılması icab etmeyen bir kaynaktır onlara göre. Neden? Kur'ân tehlikeli olarak kabul edilir. Denir ki: Sakın Kur'ân'ı tefsire mefsire kalkayım deme, çarpılırsın ha, Allah seni çarpar.
Allah da herkesin Kur'ân'ı öğrenmesini istiyor. Kur'ân'ın mânâsı, Kur'ân'ın muhtevası iblis tarafından baştan aşağıya değiştirilmiş. Bütün güzellikler yok edilmiş, bütün çirkinlikler devreye sokulmuş ve işte bunlardan bir tanesi de mü'min kavramı. Kimdir mü'min? Söylediğim gibi sokaktan geçen 100 kişiye sorun; 90'dan fazlası size mü'min olduğunu söyleyecektir.
Onlara deyin ki: Niçin müminsiniz? Cevap alacaksınız: Çünkü ben Allah'a inanıyorum. Herkes böyle zannediyor: 'Allah'a inanan mü'mindir.' Allahû Tealâ da diyor ki: 'Sadece Allah'a inanmakla mü'min olmaz. Onlar ki mü'min oldum derler ağızlarıyla; ama kalpleri mü'min değildir.' diyor Allahû Tealâ.
Ne demek istiyor acaba? Biliyor musunuz mü'min olmak 7 tane kalp şartına,7 tane inanç şartına,4 tane de vasıf şartına sahip olmakla gerçekleşir. Aslında bu vasıf şartını 5 tane kabul etmemiz lâzım, çünkü sayının 19 çıkması lâzım. Kur'ân mucizesi 19'la tahakkuk etmiştir. 'Kur'ân'daki bütün mukattaa harfleri o surede 19 tane,19'un katları olarak mevcuttur.' diyordu rahmetli bir âlim ve onu şehid ettiler; ama söylediği büyük ölçüde doğru çıktı. Bazı surelerde sonuç tutmadı; ama bu söylenilenin yanlış olduğunu ifade etmez. Allahû Tealâ Kur'ân-ı Kerim'de: 'Üzerlerinde 19 vardır.' ifadesiyle 19 rakamının Kur'ân'daki önemini ifade etmiş oldu.
İblisin aldatışına bakın. Îmân kelimesi; inanmak demek, inanç demek. Mü'min de lügat mânâsından hareket ediyorsanız gerçekten inanan demek. Kime inanan? Allah'a inanan. Şeytanın elinde kuvvetli bir koz var. Lugat mânâsı olarak, mü'min îmânın sahibi; yani inanan demek.
Kimdir mü'min? İblis insanlara diyor ki: Kur'ân Arapça indirildi. Mü'min kelimesi de îmân kelimesinden geliyor. Madem ki îmân kelimesi inançtır; mü'min de inancın sahibidir, inanandır. İnanan herkes mü'mindir. Çok mantıklı değil mi? Çok mantıklı. Peki doğru mu? Hayır, doğru değil. İblis bütün insanlara buradan giriyor, onları mutsuz etmeyi kesin olarak başarıyor.
İnsanları kendi tarafına toplaması boşuna değil. Şeytan üst seviye bir zekânın sahibi, bir zülmanî dâhi, zülmanî ilmi ledunun sahibi. Allah'ın Katı'nda ilim öğrenmiş ve kötülük için kullanıyor öğrendiği ilmi. Hızır (A.S) da Allah'ın katında ilim öğrenmiş, öğrendiği ilmi Allah için kullanıyor. İblis ne diyor? Madem ki îmân inanç demektir; mü'min de inancın sahibi; kime karşı olacak inanç? Allah'a karşı. Öyleyse Allah'a inanan mü'mindir. İnsanlar da buna inanıyorlar.
Oysa ki Kur'ân kurtuluşu; yani felâhı ve bunun zıddı olan cehenneme gitmeyi de ifade eder ve Allah'a inananların da çoğu ne yazık ki cehenneme gidecekler. Bunu söyleyince kıyâmet kopuyor. Allahû Tealâ'nın söylediğine beraberce baktığımız zaman, Allah'a ulaşmayı dilemeyenin mutlaka cehenneme gideceğini kesin olarak Yunus 7 ve 8'de ifade ediyor:
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne) .
Muhakkak ki; onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YUNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne) .
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir) .
İnsanlar ne yaparsa yapsınlar, istedikleri kadar inansınlar Allah'ın cennetine giremezler. Mutsuz olarak yaşayacaklardır ve cehenneme gireceklerdir, mutsuzlukları kıyâmetten sonra da sonsuza kadar devam edecektir ve sadece arkasında şeytanın aldatmasına razı olmaları vardır.
Öyleyse kimdir mü'min? Mü'min bir defa mutlaka Allah'a ulaşmayı dileyendir; ama bu vasıf tek başına yetmiyor. Sadece Allah'a ulaşmayı dilemek, şartlardan bir tanesi. Allah'a inanmak inanç şartlarından bir tanesi. Allah'a, Kitapları'na, Meleklerine, Resûllerine, Ba'su Ba'del mevt'e; yani ölümden sonra Allah'a ulaşmaya, hayrın Allah'tan şerrin nefsimizden olduğuna inanmaya ve ruhun ölmeden evvel Allah'a ulaşmasına inanmaya mabeste olan 7 tane inanç şartı ve 7 tane kalp şartı.
1. Kalpteki ekinnetin alınması
2. Yerine ihbat koyması
3. Kalbin nur kapısının Allah'a döndürülmesi
4. Kişinin göğsünden kalbine nur yolu açılması
5. Kişinin huşûya ulaşması
6. Kalbin kapısının açılıp küfür kelimesinin dışarı alınması
7. Kalbin içine îmân yazılması
Ne oldu? 7 tane kalp şartı gerekti.7 tane inanç şartı. Yeter mi? Yetmez,4 tane de vasıf şartı aslında 5 tane vasıf şartı; sayının 19'a tamamlanması lâzım. Öyleyse ruhun Allah'a doğru yola çıkması, fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulmaya, Allah'a kul olmaya başlaması, nefsin nefs tezkiyesine başlaması, iradenin güçlenmeye başlaması.
Bu 4 faktörün 4'ü de Allah'a teslim olacakları için vasıf şartlarının esasını teşkil ederler; ama bir vasıf şartı daha var; o kişinin başının üzerinde ni'metin oluşması. Böylece başının üzerinde ni'met olmayan, o hedefin sahibi olamaz. Böyle bir muhteva içinde meselemize baktığımız zaman, mü'min olmanın standartlarını görüyoruz. Mü'min olmak mutluluğun yarısıdır. Mü'min olduğunuz noktada kalbinizin içine îmân yazılmıştır ve o zaman mânâsını anlayacaksınız.
Hucurat Suresinin 14. âyet-i kerimesinin yani 19 şartın sahibi bir mü'min olmak için bir vasıf şartı oluşuyor kişide. Diyor ki Allahû Tealâ Hucurat 14'te:
49/HUCURAT-14: Kâletil a'râbu âmennâ, kul lem tu'minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a'mâlikum şey'â(şey'en) , innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun) .
Araplar dediler ki: 'Biz mü'min olduk.' (Habibim) de ki: 'Mü'min olduk, demeyin. Lâkin; İslâm (dairesine) girdik, deyin. Çünkü kalplerinizin içine îmân girmedi (îmân yazılmadı) . Ve eğer Allah'a ve resûlüne itaat ederseniz, amellerinizden bir şey eksilmez. Allah Gafur'dur, Rahîm'dir.'
Îmân kelimesi kalbinin içine yazılmayan bir insan... Onları mü'min kabul etmiyor Allahû Tealâ. Öyleyse burada 19 tane unsurla birlikte bir mü'min olma müessesesi var. Böyle bir insan 14. basamaktadır, mürşidine ulaşıp 10 tane ni'met almıştır Allahû Tealâ'dan ve bu kişi 10 ihsanın arkasından 10 tane de ni'met almıştır ve daha Allah'a ulaşmayı dilediği 3. basamaktan itibaren cenneti hak etmiştir. Cennet mutluluğu kalbine îmân yazılmadan evvel de onun olmuştur. O noktadan itibaren mü'min sayılmaktadır.
Allah'a sadece inandığı için değil,12 defa farz kılınan ruhunu ölmeden evvel Allah'a ulaştırmayı gerçekleştirmek için Allah'a ulaşmayı dilediği cihetle, bu kişi mü'min olmak şerefine ermiştir. Ondan sonra da 19 vasfın gene bir kısmına sahiptir; ama buna rağmen Allah'a ulaşmayı dilemek o kişiyi mü'min kılar. Unutmayın ki kim Allah'a ulaşmayı dilerse Allah'ın cennetine girer, Allah'ın cennetine sadece mü'minlerin gireceğini Allahû Tealâ ifade ediyor. Kâfirler Allah'ın cennetine giremezler.
Kimler küfür standartları içinde kalıyor? Allah'a ulaşmayı dilemeyenler. Öyleyse mutluluk ya da mutsuzluk; siz seçeceksiniz. Allah'a ulaşmayı dilemek ya da dilememek; siz seçeceksiniz. Küfürde kalmak ya da mü'min olmak; siz seçeceksiniz. Üçü de aynı şeydir, aynı noktayı ifade eder.
Üçüncü basamakta Allah'a ulaşmayı dileyen kişiler mü'min olmuşlardır, âmenû olmuşlardır, takva sahibi olmuşlardır, felâha ermişlerdir, Allah'a teslim etmek üzere, Allah'a kul olmak üzere ilk adımı atmışlardır, huşû sahibi olmuşlardır, kurtuluşun bütün şartlarına sahip olmuşlardır; ama bu iptidai felâhtır yani başlangıç felâhıdır. Başlangıçtaki en iptidai seviyedeki kurtuluştur; ama kesin bir hükmü var Allahû Tealâ'nın: Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o kişi mutlaka Allah'ın cennetine girer yani mutluluğu mutlak olarak hak eder; kim de Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişi ömrü boyunca mutsuz kalacaktır, cennete girmesi de hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır.
Dr. İSKENDER ALİ MİHR