Fikrin değil, kişinin dedikodusu olur! . Akıllı insan, ilmi ve aklı kadarıyla fikrin eleştirisini yapar! . Kişinin eleştirisi olan gıybet, yalnızca, edenini değil dinleyeni de kozasına hapseder ve dahi kozasını kalınlaştırır! . Kişiye saygısı olmayanın Allah’a da saygısı olmaz! Seyr ii elde edememiş veya elinden kaçırmış olanın tek meşgalesi, dedikodu olur! Dünyada insanın niye varolmuş olduğunu fark edemeyenler, günlerini Allah’ı tanıma ve erme ilmiyle değil, birbirleriyle çekişmeyle tüketirler! . Her gününü, sana ebedi hayatında yararlı olacak yeni bir ilim öğrenerek değerlendiremiyorsan, ancak perdeni kalınlaştırmakla meşgulsün, demektir. Gıybet bir fitnedir ki, onu uyandırana, devam ettirene, ancak Allah’ın belasını isteyenler devam ederler! . Allah hepimize aklın yolundan, imanın gereğini yaşamak suretiyle; Allah rasulünün yolunda yürümeyi nasip etsin ve kolaylaştırsın.
Çeşm-i bülbül (Bülbülün gözü) , 18. yüzyılın sonunda III. Selim’in Mevlevi dervişi Mehmet Dede’yi cam tekniklerini öğrenmek için Venedik’e göndermesi sonucunda ortaya çıkmış bir cam işleme sanatıdır.
Mehmet Dede opal cam tekniğini öğrendiği Venedik’ten dönüşte Beykoz’da bir atölye açmış, Dede’nin Venedik’ten getirdiği bu tekniğin geliştirilmesiyle çeşm-i bülbül ortaya çıkmıştır. Bu değerli ürünün imalatını yaygınlaştıran kişi ise Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa'dır.
Çeşm-i Bülbül, yaratılışında kullanılan özel camcılık teknolojisinin yanısıra, uzun işlemler ve yaratıcılık gerektiren bir üründür. Başlıca özelliği, ince ve renkli cam çubukların yüksek ısıda eriyip, su gibi olmuş camın içine yerleştirilmesidir. 'Dönerek burulan' çizgiler, o cam formu biçimlendiren ustanın hünerini ve üslûbunu yansıtırlar.
Çeşm-i bülbül olarak adlandırılan ürünler arasında vazo, sürahi, şekerlik, kase ve tabak gibi formlar bulunur
'Kıl Beni Ey Namaz'la namazın bizi doğru, duru, diri ve insan kılmasının ruhunu hissedeceksiniz. Abdestin insanın zihnini ve gönlünü nasıl kötülüklerden arındırdığına şahitlik edeceksiniz. Ezanla namaza çağrının, anne çağırışı gibi sıcak olduğunu fark edeceksiniz. Namaz vakitlerinin hayatımızı düzene koyduğunu keşfedeceksiniz. Fatiha Suresinde nûn’un gemisinde 'biz' olma bilinciyle bütün kainatı kucaklamayı öğreneceksiniz. Tesbihâtla, Rabbimize yakarışın en güzelini tesbih, hamd ve tekbir ışığında yaşayacaksınız. Namaz sevgisini bir nefes gibi içinize çekeceksiniz. Huşu’yu yakalayamadığınız anlar için namaza aşk ile bağlanmanın yollarını bulacaksınız.
'kıl beni ey namaz...'
Kıl beni ey namaz Çöllerden topla hücrelerimi Rahmetinin serinliğinde yıka kalbimi
Kıl beni ey namaz Ruhumu secdede yeniden fısılda bana. Şah damarı yakınlığından emzir yetimliklerimi.
Hoca Ahmet Yesevi Türk dünyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve 'Pir-i Türkistan', 'Hazret-i Türkistan' namı ile anılan büyük bir Türk mutasavvıfıdır. O, kendi adıyla anılan Yeseviyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugün bütün dünyada büyük bir yaygınlığa sahip Nakşbendiyye tarikatını da çeşitli şekillerde etkilemiş bir mürşid-i kamildir. Ahmet Yesevi’ye atfedilen menkıbeyle karışmış kerametleri Kaşgar'dan Balkanlar'a kadar bütün Türk yurtlarında yayılmıştır. Bugün Kazakistan’ın tarihi ismi Yesi olan ancak Sovyet döneminde Türkistan adı verilen şehrinde yer alan türbesi, bugün de Türkistan’ ın manevi merkezi olarak kabul edilmektedir.
Fecr-i Ati bir Türk edebi akımıdır. Akımın temelinde eskiyi yıkmak; yani o günkü anlamıyla batılı düşünce sisteminden kaynaklanan felsefeyi, edebiyata uygulamak yatıyordu. Fecr-i ati'nin kelime anlamı 'geleceğin aydınlığı' demektir.
Fecr-i Ati'nin Edebiyat-ı Cedide’ye tepki olarak doğan bir akım olduğu savunulmuştur. Fecr-i Ati batıdaki benzerlerinde olduğu gibi belli ilkeler çevresinde birleşen bir yazın topluluğu biçiminde ortaya çıkmıştır.
Kuruyan yüreklere can şurubu sunar sazıyla, sözüyle ve de Türk’çe duruşuyla. Hangi kapının dilencisi olduğunun bilinciyle, başka kapılarda dilenenlere rehber olur. “Izdırap membaı”nın yitiği olmanın acısıyla, yağmurlar yüklenir bu vakitsiz ayrılığa. Mürşidinde mevsimler hazan olanda dayanamaz, hüzne bürünür. Kuşanır acılarını, huzura çıkar ve sual eder: “Ulular ulusu ey şahlar şahı / Sürükle sineme gönder bu ahı / Ermişler sultanı cem padişahı / Niye intizarda, niye yastadır? ”
İman,Ahlak ve Adalet !
Kısacası Üç Hilal...
Fikrin değil, kişinin dedikodusu olur! .
Akıllı insan, ilmi ve aklı kadarıyla fikrin eleştirisini yapar! .
Kişinin eleştirisi olan gıybet, yalnızca, edenini değil dinleyeni de kozasına hapseder ve dahi kozasını kalınlaştırır! .
Kişiye saygısı olmayanın Allah’a da saygısı olmaz!
Seyr ii elde edememiş veya elinden kaçırmış olanın tek meşgalesi, dedikodu olur!
Dünyada insanın niye varolmuş olduğunu fark edemeyenler, günlerini Allah’ı tanıma ve erme ilmiyle değil, birbirleriyle çekişmeyle tüketirler! .
Her gününü, sana ebedi hayatında yararlı olacak yeni bir ilim öğrenerek değerlendiremiyorsan, ancak perdeni kalınlaştırmakla meşgulsün, demektir.
Gıybet bir fitnedir ki, onu uyandırana, devam ettirene, ancak Allah’ın belasını isteyenler devam ederler! .
Allah hepimize aklın yolundan, imanın gereğini yaşamak suretiyle; Allah rasulünün yolunda yürümeyi nasip etsin ve kolaylaştırsın.
Çeşm-i bülbül (Bülbülün gözü) , 18. yüzyılın sonunda III. Selim’in Mevlevi dervişi Mehmet Dede’yi cam tekniklerini öğrenmek için Venedik’e göndermesi sonucunda ortaya çıkmış bir cam işleme sanatıdır.
Mehmet Dede opal cam tekniğini öğrendiği Venedik’ten dönüşte Beykoz’da bir atölye açmış, Dede’nin Venedik’ten getirdiği bu tekniğin geliştirilmesiyle çeşm-i bülbül ortaya çıkmıştır. Bu değerli ürünün imalatını yaygınlaştıran kişi ise Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa'dır.
Çeşm-i Bülbül, yaratılışında kullanılan özel camcılık teknolojisinin yanısıra, uzun işlemler ve yaratıcılık gerektiren bir üründür. Başlıca özelliği, ince ve renkli cam çubukların yüksek ısıda eriyip, su gibi olmuş camın içine yerleştirilmesidir. 'Dönerek burulan' çizgiler, o cam formu biçimlendiren ustanın hünerini ve üslûbunu yansıtırlar.
Çeşm-i bülbül olarak adlandırılan ürünler arasında vazo, sürahi, şekerlik, kase ve tabak gibi formlar bulunur
Yalnız harflerde beraberlik, harekelerde ayrılık bulunan cinâs. (merd, mürd gibi.)
'Kıl Beni Ey Namaz'la namazın bizi doğru, duru, diri ve insan kılmasının ruhunu hissedeceksiniz. Abdestin insanın zihnini ve gönlünü nasıl kötülüklerden arındırdığına şahitlik edeceksiniz. Ezanla namaza çağrının, anne çağırışı gibi sıcak olduğunu fark edeceksiniz. Namaz vakitlerinin hayatımızı düzene koyduğunu keşfedeceksiniz. Fatiha Suresinde nûn’un gemisinde 'biz' olma bilinciyle bütün kainatı kucaklamayı öğreneceksiniz. Tesbihâtla, Rabbimize yakarışın en güzelini tesbih, hamd ve tekbir ışığında yaşayacaksınız. Namaz sevgisini bir nefes gibi içinize çekeceksiniz. Huşu’yu yakalayamadığınız anlar için namaza aşk ile bağlanmanın yollarını bulacaksınız.
'kıl beni ey namaz...'
Kıl beni ey namaz
Çöllerden topla hücrelerimi
Rahmetinin serinliğinde yıka kalbimi
Kıl beni ey namaz
Ruhumu secdede yeniden fısılda bana.
Şah damarı yakınlığından emzir yetimliklerimi.
ÜLKÜCÜLÜK AŞKTIR
Ömründe sadece bir kez yaşayabileceğin ve ölene kadar hayaline bağlı kalmak isteyeceğin bir aşktır.
ÜLKÜCÜLÜK dünyayı Türkçe kurgulamaktır.
ÜLKÜCÜLÜK duruştur.
ÜLKÜCÜLÜK tavırdır.
ÜLKÜCÜLÜK ruhtur.
ÜLKÜCÜLÜK imandır.
ÜLKÜCÜLÜK ahlaktır.
ÜLKÜCÜLÜK vefadır.
ÜLKÜCÜLÜK düşlemektir.
ÜLKÜCÜLÜK hatırlamaktır.
ÜLKÜCÜLÜK direnmektir.
Hoca Ahmet Yesevi Türk dünyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve 'Pir-i Türkistan', 'Hazret-i Türkistan' namı ile anılan büyük bir Türk mutasavvıfıdır. O, kendi adıyla anılan Yeseviyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugün bütün dünyada büyük bir yaygınlığa sahip Nakşbendiyye tarikatını da çeşitli şekillerde etkilemiş bir mürşid-i kamildir. Ahmet Yesevi’ye atfedilen menkıbeyle karışmış kerametleri Kaşgar'dan Balkanlar'a kadar bütün Türk yurtlarında yayılmıştır. Bugün Kazakistan’ın tarihi ismi Yesi olan ancak Sovyet döneminde Türkistan adı verilen şehrinde yer alan türbesi, bugün de Türkistan’ ın manevi merkezi olarak kabul edilmektedir.
Fecr-i Ati bir Türk edebi akımıdır. Akımın temelinde eskiyi yıkmak; yani o günkü anlamıyla batılı düşünce sisteminden kaynaklanan felsefeyi, edebiyata uygulamak yatıyordu. Fecr-i ati'nin kelime anlamı 'geleceğin aydınlığı' demektir.
Fecr-i Ati'nin Edebiyat-ı Cedide’ye tepki olarak doğan bir akım olduğu savunulmuştur. Fecr-i Ati batıdaki benzerlerinde olduğu gibi belli ilkeler çevresinde birleşen bir yazın topluluğu biçiminde ortaya çıkmıştır.
Kuruyan yüreklere can şurubu sunar sazıyla, sözüyle ve de Türk’çe duruşuyla. Hangi kapının dilencisi olduğunun bilinciyle, başka kapılarda dilenenlere rehber olur. “Izdırap membaı”nın yitiği olmanın acısıyla, yağmurlar yüklenir bu vakitsiz ayrılığa. Mürşidinde mevsimler hazan olanda dayanamaz, hüzne bürünür. Kuşanır acılarını, huzura çıkar ve sual eder: “Ulular ulusu ey şahlar şahı / Sürükle sineme gönder bu ahı / Ermişler sultanı cem padişahı / Niye intizarda, niye yastadır? ”
Yusuf İmamoğlu Türk İslam davasının ne ilk, ne de son şehididir. Aziz şehidimiz Yusuf İmamoğlu'nun ve diğer şehitlerimizin hesabı bir gün sorulacaktır