Sırt çantasının verdiği ağırlıkla gününün ne kadar berbat geçtiğini düşünüp sövüyordu canını sıkan nedenlere. Hiç istememesine rağmen gözünü önünde kare kare geçiyordu görüntüler, en baştan, yeniden… Sabaha kadar süren anlamsız rüyalar silsilesinden gözünü açar açmaz, penceresinin dışında şehri saran yağmur yüklü bulutlardan anlamıştı gününün tatsız geçeceğini. Haklı da çıkmıştı… Daha apartmandan çıkar çıkmaz annesinin eline tıkıştırdığı ekmek arasının düşmesine neden olan asık suratlı, siyah paltolu, kalın çerçeveli gözlüklerinden dünyaya salakça bakan adamla çarpışmış, kendisi özür dilemesine rağmen adam oralı olmayıp hiçbir şey söylemeden yoluna devam etmişti. Oldum olası nefret etmişti aybaşından başka bir derdi olmayan, hayattan zevk almasını bilmeyen memur tiplemesinden. Adam uzaklaştıktan sonra durağa yönelmiş vardıktan 5 dk. sonra da otobüsü ağzına kadar yolcuyla dolu bir halde gelmişti. Otobüsün boğucu havası nefesini kesecek gibi olmuş, yanındaki adamın ter kokusuyla katmer katmer ağırlaşmıştı. ‘Niye alıyorlardı ki böyle hayvanları toplu taşıma araçlarına! ’ Nihayetinde uzun sürmeyen otobüs çilesinden sonra okula varmış, kendisinden olabildiğince nefret eden hocasının dersine geç kaldığı için özür diledikten sonra sınıf arkadaşlarının bakışları arasında yerine oturmuştu. ‘Ne olurdu yani bir kere de; hiç öğrenci olmamışta derslere geç kalmamış gibi davranan ooo Uğur beyler teşrif etmiş, isterseniz dersi baştan anlatalım Beyefendi gibi cümleler kuran hocanın alaycı tavırlarıyla karşılaşmasaydı.’ Bu hocadan da nefret ediyordu, yalanlarına inanacak yeni bir enayi bulmuş olan eski kız arkadaşından da. Evin kapısına vardığında düşünmeyi bıraktı. Her bastığında kuş gibi ötüp sinirlerini bozan bu zil sesi olmasaydı küfür etmeyi de bırakacaktı… Annesinin kapıyı açıp hoş geldin demesine asabi bir mırıldanmayla karşılık verip çantasını yere atarak doğruca televizyon karşısında ki kanepeye uzanmıştı. Açık olan televizyondan o gıcık enkırmenin kendinden emin sesiyle sunduğu haberleri dinlemişti istemeden de olsa. Haber; İsrail in bombalı saldırılarına bugün de devam ettiğini, bugün ölenlerle birlikte, bilinen toplam ölü sayısının 340 olduğunu söylüyordu. Gayriihtiyarî ekrana dönüp baktığında meydanın ortasında paramparça cesetlerle etrafta koşuşup duran insanlar gördü. Habere ilgisi arttığında kumandayı eline alıp sesi yükselttikten sonra izlemeye devam etti. Ekrandaki görüntüler dönüp duruyordu. Hele bir görüntü vardı ki içine dokunmuştu. Babası beton yığınları arasında sevdiklerini ararken onu izleyerek ağlayan küçük kızın görüntüsü… Dumanını gökyüzüne salan ateşler, yıkık binalar altında tanıdıklarını arayan insanlar görmek, dahası onlardan biri olmak…, Tanrım! Korkunç bir durum olmalıydı… Kendini kızın yerine koymaktan bile ürktü zihni… Mutfaktan seslenen annesinin ‘aç mısın’ sorusuna boş midesiyle ‘tokum’ diyerek yalan söyledikten ve ekrana öylece birkaç dakika baktıktan sonra kumandayı sehpaya bırakıp odasına çekildi. Yalan da söylemiş sayılmazdı hani; sinirliyken bir şeyler atıştırmayı severdi ama artık sinirli değil tam tersi sayılabilecek dingin bir ruh haline sahipti. Yatağına uzanıp iki elini başının altına alarak düşünmeye başlamıştı. Önce T.V de gördüğü yaşam mücadelesi veren insanların durumunu sonra basit zevklerin hâkim olduğu, küçük bir kederle kararabilecek, felsefeden, sanattan dahası gerçek anlamda bir yaşamdan uzak, tarih ve insanlar için hiçbir anlam ifade etmeyecek sıradan yatını… Biran utandı kendinden, her şeyiyle tastamam odasından, evinden, gece gündüz kendisini mutlu etmek için uğraşan ailesinden ve en çok ta kitaplarından utandı. Genellikle aşk romanları okumayı severdi o.Ne de farklıydı oradaki yaşamlar, çekilen aşk acılarının sonunda mutluluğa erişen ya da birleşemeden ölen âşıklar ne de farklıydı. Aşkı için mecnun olan Kays lar, Babailin esmer tenli, uzun saçlı güzel kızları ne kadar da uzaktı televizyondaki o yaşamdan. Bir tek sesleniş bir tek dua yükselirdi o kitaplardan, sevgiliye kavuşmak için dizilen aşk şiirleri sadece… Aşk kitapları, basit arkadaşlık ortamları, modaya uygun Converse ayakkabı modelleri ve alışverişlerine bir türlü yetmeyen harçlık dertleri arasında gerçek dünyanın sıkıntılarından uzak ve habersiz kalmıştı demek… Düşüncelerinin verdiği yorgunlukla uyuyakalmıştı uyuduğunun farkında olmadan, rüyaya dalmıştı gözleri, zihni rüyada olduğunu bilmeden… Yıkık binalar ve kara dumanların hâkim olduğu insan kanıyla kızıla boyanmış meydanın ortasında küçük bir kız görüyordu. Kız ona doğru bakıyor, ona sesleniyor gibiydi… Yüzü iyice yakınlaştığı zaman duymaya başladı kızın sesini… ‘Sevgili’ diyordu kız..
Sevgili sana sesleniyorum, duymuyor musun? İçimde kırık, eksik bir yere bombalar düştü, Bak ellerde kan, evler yıkık, oyunlar yarım, Ve artık yakıcı şarkılar, Gülüşler bizden uzak… Yüzümüz karanlığa döndü, kirpiklerde hüzün, yanaklar ıslak… Sesimiz çıkmaz oldu Sevgili! Çocuklar ürkek şimdi… Görmüyor musun? Katilin şerrine kurban oldu duruşumuz, Bosna da, Keşmir de, Bağdat ve Filistin de, Yalnızlığın en acısını tattı gönlümüz Halepçe de… Sevgili diyorum sana! Sevgili sana sesleniyorum, Dur gitme! İçinden kopup ta geldim diyorum, İyi bak yaslı yüzüme… Beni tanıyor olmalısın! Sevgili… Gitme…
Karanlığın aydınlanmasıyla açtı gözünü… Göğü saran bulutlar şehri terk etmemişti hala… Sevmese de kapalı havaları, canı sıkılmadı bu defa… Değişeceğini anlamıştı baştan… Evet değişecekti, uzaklaşacaktı artık. İyi gün dostlarından, saçma moda takıntısından, yalancı sevgililerden, Sade hayal dünyasını anlatan bu kitaplardan uzaklaşacaktı ilk önce Soluduğu havayı, bastığı toprağı anlatan kitaplara dönecekti gözleri, dünyaya bir kez daha ve yeniden bakacaktı, Küçük kızın gözlerinden, gerçekliğin penceresinden, Yeniden yaşayacaktı…
SİL BAŞTAN
Sırt çantasının verdiği ağırlıkla gününün ne kadar berbat geçtiğini düşünüp sövüyordu canını sıkan nedenlere. Hiç istememesine rağmen gözünü önünde kare kare geçiyordu görüntüler, en baştan, yeniden…
Sabaha kadar süren anlamsız rüyalar silsilesinden gözünü açar açmaz, penceresinin dışında şehri saran yağmur yüklü bulutlardan anlamıştı gününün tatsız geçeceğini.
Haklı da çıkmıştı…
Daha apartmandan çıkar çıkmaz annesinin eline tıkıştırdığı ekmek arasının düşmesine neden olan asık suratlı, siyah paltolu, kalın çerçeveli gözlüklerinden dünyaya salakça bakan adamla çarpışmış, kendisi özür dilemesine rağmen adam oralı olmayıp hiçbir şey söylemeden yoluna devam etmişti. Oldum olası nefret etmişti aybaşından başka bir derdi olmayan, hayattan zevk almasını bilmeyen memur tiplemesinden.
Adam uzaklaştıktan sonra durağa yönelmiş vardıktan 5 dk. sonra da otobüsü ağzına kadar yolcuyla dolu bir halde gelmişti. Otobüsün boğucu havası nefesini kesecek gibi olmuş, yanındaki adamın ter kokusuyla katmer katmer ağırlaşmıştı.
‘Niye alıyorlardı ki böyle hayvanları toplu taşıma araçlarına! ’
Nihayetinde uzun sürmeyen otobüs çilesinden sonra okula varmış, kendisinden olabildiğince nefret eden hocasının dersine geç kaldığı için özür diledikten sonra sınıf arkadaşlarının bakışları arasında yerine oturmuştu.
‘Ne olurdu yani bir kere de; hiç öğrenci olmamışta derslere geç kalmamış gibi davranan ooo Uğur beyler teşrif etmiş, isterseniz dersi baştan anlatalım Beyefendi gibi cümleler kuran hocanın alaycı tavırlarıyla karşılaşmasaydı.’
Bu hocadan da nefret ediyordu, yalanlarına inanacak yeni bir enayi bulmuş olan eski kız arkadaşından da.
Evin kapısına vardığında düşünmeyi bıraktı. Her bastığında kuş gibi ötüp sinirlerini bozan bu zil sesi olmasaydı küfür etmeyi de bırakacaktı…
Annesinin kapıyı açıp hoş geldin demesine asabi bir mırıldanmayla karşılık verip çantasını yere atarak doğruca televizyon karşısında ki kanepeye uzanmıştı. Açık olan televizyondan
o gıcık enkırmenin kendinden emin sesiyle sunduğu haberleri dinlemişti istemeden de olsa.
Haber; İsrail in bombalı saldırılarına bugün de devam ettiğini, bugün ölenlerle birlikte, bilinen toplam ölü sayısının 340 olduğunu söylüyordu. Gayriihtiyarî ekrana dönüp baktığında meydanın ortasında paramparça cesetlerle etrafta koşuşup duran insanlar gördü. Habere ilgisi arttığında kumandayı eline alıp sesi yükselttikten sonra izlemeye devam etti. Ekrandaki görüntüler dönüp duruyordu. Hele bir görüntü vardı ki içine dokunmuştu.
Babası beton yığınları arasında sevdiklerini ararken onu izleyerek ağlayan küçük kızın görüntüsü… Dumanını gökyüzüne salan ateşler, yıkık binalar altında tanıdıklarını arayan insanlar görmek, dahası onlardan biri olmak…, Tanrım! Korkunç bir durum olmalıydı…
Kendini kızın yerine koymaktan bile ürktü zihni…
Mutfaktan seslenen annesinin ‘aç mısın’ sorusuna boş midesiyle ‘tokum’ diyerek yalan söyledikten ve ekrana öylece birkaç dakika baktıktan sonra kumandayı sehpaya bırakıp odasına çekildi. Yalan da söylemiş sayılmazdı hani; sinirliyken bir şeyler atıştırmayı severdi ama artık sinirli değil tam tersi sayılabilecek dingin bir ruh haline sahipti.
Yatağına uzanıp iki elini başının altına alarak düşünmeye başlamıştı.
Önce T.V de gördüğü yaşam mücadelesi veren insanların durumunu sonra basit zevklerin hâkim olduğu, küçük bir kederle kararabilecek, felsefeden, sanattan dahası gerçek anlamda bir yaşamdan uzak, tarih ve insanlar için hiçbir anlam ifade etmeyecek sıradan yatını…
Biran utandı kendinden, her şeyiyle tastamam odasından, evinden, gece gündüz kendisini mutlu etmek için uğraşan ailesinden ve en çok ta kitaplarından utandı.
Genellikle aşk romanları okumayı severdi o.Ne de farklıydı oradaki yaşamlar, çekilen aşk acılarının sonunda mutluluğa erişen ya da birleşemeden ölen âşıklar ne de farklıydı.
Aşkı için mecnun olan Kays lar, Babailin esmer tenli, uzun saçlı güzel kızları ne kadar da uzaktı televizyondaki o yaşamdan. Bir tek sesleniş bir tek dua yükselirdi o kitaplardan, sevgiliye kavuşmak için dizilen aşk şiirleri sadece…
Aşk kitapları, basit arkadaşlık ortamları, modaya uygun Converse ayakkabı modelleri ve alışverişlerine bir türlü yetmeyen harçlık dertleri arasında gerçek dünyanın sıkıntılarından uzak ve habersiz kalmıştı demek…
Düşüncelerinin verdiği yorgunlukla uyuyakalmıştı uyuduğunun farkında olmadan, rüyaya dalmıştı gözleri, zihni rüyada olduğunu bilmeden…
Yıkık binalar ve kara dumanların hâkim olduğu insan kanıyla kızıla boyanmış meydanın ortasında küçük bir kız görüyordu. Kız ona doğru bakıyor, ona sesleniyor gibiydi… Yüzü iyice yakınlaştığı zaman duymaya başladı kızın sesini…
‘Sevgili’ diyordu kız..
Sevgili sana sesleniyorum, duymuyor musun?
İçimde kırık, eksik bir yere bombalar düştü,
Bak ellerde kan, evler yıkık, oyunlar yarım,
Ve artık yakıcı şarkılar,
Gülüşler bizden uzak…
Yüzümüz karanlığa döndü, kirpiklerde hüzün, yanaklar ıslak…
Sesimiz çıkmaz oldu Sevgili!
Çocuklar ürkek şimdi…
Görmüyor musun?
Katilin şerrine kurban oldu duruşumuz,
Bosna da, Keşmir de, Bağdat ve Filistin de,
Yalnızlığın en acısını tattı gönlümüz Halepçe de…
Sevgili diyorum sana!
Sevgili sana sesleniyorum,
Dur gitme!
İçinden kopup ta geldim diyorum,
İyi bak yaslı yüzüme…
Beni tanıyor olmalısın!
Sevgili…
Gitme…
Karanlığın aydınlanmasıyla açtı gözünü…
Göğü saran bulutlar şehri terk etmemişti hala…
Sevmese de kapalı havaları, canı sıkılmadı bu defa…
Değişeceğini anlamıştı baştan…
Evet değişecekti, uzaklaşacaktı artık.
İyi gün dostlarından, saçma moda takıntısından, yalancı sevgililerden,
Sade hayal dünyasını anlatan bu kitaplardan uzaklaşacaktı ilk önce
Soluduğu havayı, bastığı toprağı anlatan kitaplara dönecekti gözleri, dünyaya bir kez daha ve yeniden bakacaktı,
Küçük kızın gözlerinden, gerçekliğin penceresinden,
Yeniden yaşayacaktı…
/Yalnızlığımdan Notlar…/
Uğur Geleç
2QQ9