'Bakmayın mavi gözlü olduğuma / ben Asyalıyım, Afrikalıyım' dedi şair; fakat biz baktık onun mavi gözlü oluşuna. Mavi gözlerine değil ha, mavi gözlü oluşuna baktık.
Çünkü şair bir reddiye döşenerek Allah vergisi gözlerine, bizim semte taşıdığını söylüyordu; ama bu iş göz rengiyle ilgili bir mesele değildi asla. O anlayamazdı bunu, ama biz bin yıllardır yediğimiz tokatlar sayesinde çok iyi öğrenmiştik üzerimize düşen gözlerden niyet okumayı.
Bir insanın ihaneti gözlerini, saçlarını, bıyıklarını,elbiselerini, çocukluğunu reddettiği gün başlar. Çünkü o yetiştiği paşa konaklarında çektiği can sıkıntısı, yürek daralmasının hışmıyla hayatının rotasını başka denizlere kaydırmıştır; fakat biz bir çırpıda söylemek gerekirse, sığ sularımızda tenha denizlerimizde süslü gemiler görmeyi sevmeyiz...
Bir mavna olduğunu iddia eden amiral gemilerine, ördek gibi davranan kuğulara ihtiyacımız yok bizim. Biz kimseden imdat istemedik. 'Gelin ve kurtarın bizi' demedik kimseye; fakat sürekli 'bakmayın mavi gözlü oluşuma' nidalarıyla bir takım adamlar dolaştı semtlerimizde.
Paşa konaklarında sıkılan canlarını, bizim sert ve imanlı günlerimizle renklendirmeye çalıştılar. Fakat biz değildik sevdikleri, korkumuz, gözlerimiz, Allah inancımız değildi. Onlar kendi kafalarındaki bir hayali, kendi kafalarındaki bir semti, kendi kafalarındaki bir ümidi, kendi kafalarındaki bir kavgayı sevdiler. Onlar kendilerini sevdiler aslında ve bizi sevgiye katık yaptılar.
Bir bahaneydi onlar için ve yıllarca yattıkları mahpushanelerin faturasını bize çıkartıp, yaşadıkları yenilgileri bizim cehaletimiz ve ihanetimizle açıkladılar.
Oysa biz çağırmamıştık onları ve herhangi bir söz vermemiştik arkalarından yürümek için. Saraylarda yaşadıkları iktidar kavgalarını meydan savaşlarına dökmeye niyetlendiklerinde, geldiler ve asker istediler bizden. Biz, hem halk için yürüdüğünü söyleyenler arkasında, hemde karşısında onların silahlarımız ve kara gözlerimizle dizildik ve kırdık kendi semtimizin çocuklarını, bilmediğimiz yerlerden gelen 'mavi gözlü adamların' emri ile.
Ve onlar meydanlardan zafer ya da ertelenmi bir zafer beklentisi ile ayrılırken, biz arkalarından ölülerimizi kaldırıp, diğer ordunun askerlerine bakıyorduk. Ve onlarda ölülerini kaldırırken bize bakıyordu ve hiçbirimiz neden savaştığımızı bilmiyorduk. Biz öldürdüğümüz komşumuzun azabıyla ve arkamıza aldığımız bir kan davasının dehşetiyle kıvranırken, onlar, bizi kayıtsızca cepheye sürenler, saraylarına dönüp bir sonraki maceranın planlarını hazırlamaya koyuldular.
Hazırlanan planları gösteripte fikrimizi soran olmadı hiç ve sonra yenildikleri her anın, gördükleri her cezanın, uzaklaştırıldıkları koltukların hesabını bizden sordular. Ve daha ölülerimizin toprağı kurumadan, bir başka paşa torunu düştü tozlu yollarımıza.
Yemin billah etti diğerlerine benzemediğini anlatmak için, fakat gördük ki bu da, 'mavi gözlü bir dev' diye anlatıyordu kendini konak salonlarında, saray odalarında. Bir cam gibi kırılgan kadınlara ilan-ı aşk yaparken devleşiyor ve o kadınlar gittiğinde, kalbindeki sızıyı bizim esmer ekmeklerimize ekliyordu.
Anlayın artık, biz kimsenin kırık kalplerine merhem değiliz. Kendi kavganızı kendiniz verin, kendi kadınlarınızı kendiniz sevin ve oyuncak kutunuzdaki misketler gibi her an çarpışmaya hazır eğlencelikler olarak görmeyin bizi. Gidin işinize ve hasımlarınızı kendi bileğinizdeki güç, anlınızdaki cesaretle bıçaklayın saray ücralarında.
Kendi kavganıza kendiniz asker, kendi aşkınıza kendiniz erkek, kendi şiirinize kendiniz kadın olun.
Artık karışmayın bize.
Tozlu yollarımızda yürümeyin ve gençlerimizi kandırmak için gözümüze baka baka 'mavi gözler'iniz için özür dilemeyin.
Mavi Gözlerinden Sen Sorumlusun..
'Bakmayın mavi gözlü olduğuma / ben Asyalıyım, Afrikalıyım' dedi şair; fakat biz baktık onun mavi gözlü oluşuna. Mavi gözlerine değil ha, mavi gözlü oluşuna baktık.
Çünkü şair bir reddiye döşenerek Allah vergisi gözlerine, bizim semte taşıdığını söylüyordu; ama bu iş göz rengiyle ilgili bir mesele değildi asla. O anlayamazdı bunu, ama biz bin yıllardır yediğimiz tokatlar sayesinde çok iyi öğrenmiştik üzerimize düşen gözlerden niyet okumayı.
Bir insanın ihaneti gözlerini, saçlarını, bıyıklarını,elbiselerini, çocukluğunu reddettiği gün başlar. Çünkü o yetiştiği paşa konaklarında çektiği can sıkıntısı, yürek daralmasının hışmıyla hayatının rotasını başka denizlere kaydırmıştır; fakat biz bir çırpıda söylemek gerekirse, sığ sularımızda tenha denizlerimizde süslü gemiler görmeyi sevmeyiz...
Bir mavna olduğunu iddia eden amiral gemilerine, ördek gibi davranan kuğulara ihtiyacımız yok bizim. Biz kimseden imdat istemedik. 'Gelin ve kurtarın bizi' demedik kimseye; fakat sürekli 'bakmayın mavi gözlü oluşuma' nidalarıyla bir takım adamlar dolaştı semtlerimizde.
Paşa konaklarında sıkılan canlarını, bizim sert ve imanlı günlerimizle renklendirmeye çalıştılar. Fakat biz değildik sevdikleri, korkumuz, gözlerimiz, Allah inancımız değildi. Onlar kendi kafalarındaki bir hayali, kendi kafalarındaki bir semti, kendi kafalarındaki bir ümidi, kendi kafalarındaki bir kavgayı sevdiler. Onlar kendilerini sevdiler aslında ve bizi sevgiye katık yaptılar.
Bir bahaneydi onlar için ve yıllarca yattıkları mahpushanelerin faturasını bize çıkartıp, yaşadıkları yenilgileri bizim cehaletimiz ve ihanetimizle açıkladılar.
Oysa biz çağırmamıştık onları ve herhangi bir söz vermemiştik arkalarından yürümek için. Saraylarda yaşadıkları iktidar kavgalarını meydan savaşlarına dökmeye niyetlendiklerinde, geldiler ve asker istediler bizden. Biz, hem halk için yürüdüğünü söyleyenler arkasında, hemde karşısında onların silahlarımız ve kara gözlerimizle dizildik ve kırdık kendi semtimizin çocuklarını, bilmediğimiz yerlerden gelen 'mavi gözlü adamların' emri ile.
Ve onlar meydanlardan zafer ya da ertelenmi bir zafer beklentisi ile ayrılırken, biz arkalarından ölülerimizi kaldırıp, diğer ordunun askerlerine bakıyorduk. Ve onlarda ölülerini kaldırırken bize bakıyordu ve hiçbirimiz neden savaştığımızı bilmiyorduk. Biz öldürdüğümüz komşumuzun azabıyla ve arkamıza aldığımız bir kan davasının dehşetiyle kıvranırken, onlar, bizi kayıtsızca cepheye sürenler, saraylarına dönüp bir sonraki maceranın planlarını hazırlamaya koyuldular.
Hazırlanan planları gösteripte fikrimizi soran olmadı hiç ve sonra yenildikleri her anın, gördükleri her cezanın, uzaklaştırıldıkları koltukların hesabını bizden sordular. Ve daha ölülerimizin toprağı kurumadan, bir başka paşa torunu düştü tozlu yollarımıza.
Yemin billah etti diğerlerine benzemediğini anlatmak için, fakat gördük ki bu da, 'mavi gözlü bir dev' diye anlatıyordu kendini konak salonlarında, saray odalarında. Bir cam gibi kırılgan kadınlara ilan-ı aşk yaparken devleşiyor ve o kadınlar gittiğinde, kalbindeki sızıyı bizim esmer ekmeklerimize ekliyordu.
Anlayın artık, biz kimsenin kırık kalplerine merhem değiliz. Kendi kavganızı kendiniz verin, kendi kadınlarınızı kendiniz sevin ve oyuncak kutunuzdaki misketler gibi her an çarpışmaya hazır eğlencelikler olarak görmeyin bizi. Gidin işinize ve hasımlarınızı kendi bileğinizdeki güç, anlınızdaki cesaretle bıçaklayın saray ücralarında.
Kendi kavganıza kendiniz asker, kendi aşkınıza kendiniz erkek, kendi şiirinize kendiniz kadın olun.
Artık karışmayın bize.
Tozlu yollarımızda yürümeyin ve gençlerimizi kandırmak için gözümüze baka baka 'mavi gözler'iniz için özür dilemeyin.
Gidin işinize.