Ve keza kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki ne maddî ve ne manevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.
Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.
"İ'lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk'ın atâ, kaza ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar."
"Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın ibtaliyle hükmü kazadan afvetmek, atâ demektir. Evet yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun kat'iyyetini deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek atânın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır. Kaza da kader kanununun külliyetinden ihracıdır. Bu hakikate vâkıf olan ârif: 'Ya İlahî! Hasenatım senin atâ'ndandır. Seyyiatım da senin kaza'ndandır. Eğer atâ'n olmasa idi, helâk olurdum.' der."
Bu dünya ile âhiret âlemi arasındaki geçiş âlemi. Bu âleme kabir âlemi de deniliyor. Ruhlar haşre kadar bu âlemde kalıyorlar.
Resulûllah Efendimiz (asm.) kabri, “cennet bahçelerinden bir bahçe” olarak tasvir ediyor İmanla göçen ruhlar o âlemde cennet bahçelerini seyrediyorlar. Cennette görecekleri lezzetlerin bir kısmını bir derece tadıyorlar bu âlemde. Bu kadarı bile dünya lezzetlerinin çok üstünde.
Mü’min için dünyadan cennet’e köprü, küfür ehli için ise cehennem azabının ilk numunelerinin tadıldığı azap karakolu. Bu azap dünya azabından daha şiddetli, ama cehennem azabından daha hafif. Bu yönüyle kabir, küfür ehli için, dünyadan cehenneme köprü.
Âlem-i Misal: Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i.
Âlem-i misâl, ruhlar âlemi ile cisim âlemi arasındaki geçiş âlemi diye tarif edilmiş. Diğer âlemlerin olduğu gibi bu âlemin de küçük bir misali insanda mevcut. Nur Külliyatından, bu misalin, “hayal” olduğunu anlıyoruz. Daha önce gittiğimiz bir beldeyi hayâlimizde canlandırdığımızda, hayal âlemimizde o şehrin bir misali teşekkül eder. İşte bu şehrin aslı âlem-i şehadetten, hayaldeki şekli ise âlem-i misâldendir. Bir aynanın karşısında durduğumuzda iki şahıs karşı karşıya gelir. Bunlardan birisi hakiki, ikincisi ise misalîdir.
Bu misallerin ışığında diyebiliriz ki, şu gördüğümüz âlemdeki her şeyin, her hâdisenin bir misalinin mevcut olduğu ayrı bir âlem var. Ve o âleme, âlem-i misal deniliyor. Misal âlemi, ruhlar âleminden daha kesif; şu âlem-i şehadetten ise daha lâtiftir. Bu mahiyetiyle, iki âlem arasında bir berzah gibidir.
Kainatı küçültsen insan, insanı büyültsen kainat olur.
Demek ki, insan küçük alemdir. Kainat ise büyük alemdir. Büyük alem olan kainat küçültülse insan olur; insan kainat kadar büyütülse kainat olur. İnsandaki zerre ve hücreler kainattaki yıldız ve galaksiler gibidir. İnsan nasıl ceset ve ruhtan oluşuyor ise, kainat da aynı şekilde maddi ve manevi alemlerden oluşur. Kainatın maddi alemi, insandaki cesede mukabil geldiği gibi, kainatın arka cephesinde öz olarak duran gaybi ve manevi alemler de insandaki ruha benzer.
İnsanın nasıl ki, yalnızca maddi bedeninin göz, kulak, burun, dil gibi aza ve organları varsa; aynen onun gibi, ruhun da akıl, kalp, ruh, vicdan gibi hissiyat ve cihazları vardır. Bu ilişki aynı şekilde kainatta da caridir. Yani kainatın bedeni hükmünde olan maddi alemin de, semavat, dünya, gezegenler gibi kısımları ve alemleri vardır. Diğer taraftan, kainatın ruhu hükmünde olan manevi ve gaybi olarak misal, berzah, cennet ve cehennem, gibi alemleri de vardır. Bu manevi alemlerin kendine mahsus semaları da vardır. Alemler sadece bizim maddi olarak gördüklerimizle sınırlı değildir.
Hatta insanın her manevi duygusu bu alemler ile irtibat halindedir. Mesela bizdeki hayal kuvveti, misal alemine açılan bir penceredir. Hafıza, kader levhalarının bir nümunesidir. Ruhumuz ruhlar aleminin bir kapısıdır. Kalp, vacibat alemi olan Allah’ın Zatı ile tatmin olan bir ayne-i samettir.. Alemler sadece maddi alemler ile sınırlı değildir. Hatta maddi alem bu alemlerle kıyas edildiğinde, denizde, bir damla gibidir.
Mesela, insandaki hayal kuvvesi misal aleminin bir modeli ve mizanı gibidir; insan o hayal kuvvesi ile o aleme bakıyor. Ruh, alem-i ervahın bir mizanı ve modeli hükmündedir. Akıl, mana aleminin anahtarı ve penceresidir. Göz görüntü aleminin bir menfezidir. Kulak ses alemine açılan bir kanaldır vs.
Meleke, kabiliyetin kuvveden çıkıp keskinlik ve uzmanlık kazanmış şeklidir. Kuvve ise, kabiliyetin yatmış ve gelişmemiş ham şeklidir. Duygu ise, bu kabiliyet ve melekelerden başka insanın sahip olduğu hissiyatların genel bir ismidir. Kalp, ruh, vicdan, sırlar bunlara örnek olarak verilebilir.
"Mesela, insanların sanatları içinde, nasıl ki maddenin kıymetiyle sanatın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazen müsavi, bazen madde daha kıymettar; bazen oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki, bazen, antika olan bir sanat bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte, öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse, harika-pîşe ve pek eski, hünerver sanatkârına nispet ederek, o sanatkârı yad etmekle ve o sanatla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir."
“Gitmek” dedim ya, kiminin gidişi, kiminin kalışı ibret olur aleme. Kalan, her şeye rağmen önceliği nefsi olmak üzere mücadeleye devam ediyorsa ibret olur, giden de, gidiş şekliyle. Kimi gidişiyle kimi kalışıyla destan yazıyor. Öyle veya böyle, kimse kadim değil alemin bu kısmında.
Ve keza kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki ne maddî ve ne manevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.
İşârât-ül İ'caz
Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.
İşârât-ül İ'caz
"İ'lem Eyyühel-Aziz! Cenab-ı Hakk'ın atâ, kaza ve kader namında üç kanunu vardır. Atâ, kaza kanununu, kaza da kaderi bozar."
"Meselâ: Bir şey hakkında verilen karar, kader demektir. O kararın infazı, kaza demektir. O kararın ibtaliyle hükmü kazadan afvetmek, atâ demektir. Evet yumuşak bir otun damarları katı taşı deldiği gibi, atâ da kaza kanununun kat'iyyetini deler. Kaza da ok gibi kader kararlarını deler. Demek atânın kazaya nisbeti, kazanın kadere nisbeti gibidir. Atâ, kaza kanununun şümulünden ihraçtır. Kaza da kader kanununun külliyetinden ihracıdır. Bu hakikate vâkıf olan ârif: 'Ya İlahî! Hasenatım senin atâ'ndandır. Seyyiatım da senin kaza'ndandır. Eğer atâ'n olmasa idi, helâk olurdum.' der."
(Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale, s.206)
Âlem-i Berzah: Berzah âlemi, Kabir âlemi.
Bu dünya ile âhiret âlemi arasındaki geçiş âlemi. Bu âleme kabir âlemi de deniliyor. Ruhlar haşre kadar bu âlemde kalıyorlar.
Resulûllah Efendimiz (asm.) kabri, “cennet bahçelerinden bir bahçe” olarak tasvir ediyor İmanla göçen ruhlar o âlemde cennet bahçelerini seyrediyorlar. Cennette görecekleri lezzetlerin bir kısmını bir derece tadıyorlar bu âlemde. Bu kadarı bile dünya lezzetlerinin çok üstünde.
Mü’min için dünyadan cennet’e köprü, küfür ehli için ise cehennem azabının ilk numunelerinin tadıldığı azap karakolu. Bu azap dünya azabından daha şiddetli, ama cehennem azabından daha hafif. Bu yönüyle kabir, küfür ehli için, dünyadan cehenneme köprü.
(alıntı)
Âlem-i Misal: Rüyâda görülen âlem. Dünyada mevcud bulunan bütün eşya ve zuhura gelen bütün ef'âlin aynısı ile müretteb ve mütekevvin olan bir tarzı veya âlem-i ruhâninin bir nev'i.
Âlem-i misâl, ruhlar âlemi ile cisim âlemi arasındaki geçiş âlemi diye tarif edilmiş. Diğer âlemlerin olduğu gibi bu âlemin de küçük bir misali insanda mevcut. Nur Külliyatından, bu misalin, “hayal” olduğunu anlıyoruz. Daha önce gittiğimiz bir beldeyi hayâlimizde canlandırdığımızda, hayal âlemimizde o şehrin bir misali teşekkül eder. İşte bu şehrin aslı âlem-i şehadetten, hayaldeki şekli ise âlem-i misâldendir. Bir aynanın karşısında durduğumuzda iki şahıs karşı karşıya gelir. Bunlardan birisi hakiki, ikincisi ise misalîdir.
Bu misallerin ışığında diyebiliriz ki, şu gördüğümüz âlemdeki her şeyin, her hâdisenin bir misalinin mevcut olduğu ayrı bir âlem var. Ve o âleme, âlem-i misal deniliyor. Misal âlemi, ruhlar âleminden daha kesif; şu âlem-i şehadetten ise daha lâtiftir. Bu mahiyetiyle, iki âlem arasında bir berzah gibidir.
(alıntı)
Kainatı küçültsen insan, insanı büyültsen kainat olur.
Demek ki, insan küçük alemdir. Kainat ise büyük alemdir. Büyük alem olan kainat küçültülse insan olur; insan kainat kadar büyütülse kainat olur. İnsandaki zerre ve hücreler kainattaki yıldız ve galaksiler gibidir. İnsan nasıl ceset ve ruhtan oluşuyor ise, kainat da aynı şekilde maddi ve manevi alemlerden oluşur. Kainatın maddi alemi, insandaki cesede mukabil geldiği gibi, kainatın arka cephesinde öz olarak duran gaybi ve manevi alemler de insandaki ruha benzer.
İnsanın nasıl ki, yalnızca maddi bedeninin göz, kulak, burun, dil gibi aza ve organları varsa; aynen onun gibi, ruhun da akıl, kalp, ruh, vicdan gibi hissiyat ve cihazları vardır. Bu ilişki aynı şekilde kainatta da caridir. Yani kainatın bedeni hükmünde olan maddi alemin de, semavat, dünya, gezegenler gibi kısımları ve alemleri vardır. Diğer taraftan, kainatın ruhu hükmünde olan manevi ve gaybi olarak misal, berzah, cennet ve cehennem, gibi alemleri de vardır. Bu manevi alemlerin kendine mahsus semaları da vardır. Alemler sadece bizim maddi olarak gördüklerimizle sınırlı değildir.
Hatta insanın her manevi duygusu bu alemler ile irtibat halindedir. Mesela bizdeki hayal kuvveti, misal alemine açılan bir penceredir. Hafıza, kader levhalarının bir nümunesidir. Ruhumuz ruhlar aleminin bir kapısıdır. Kalp, vacibat alemi olan Allah’ın Zatı ile tatmin olan bir ayne-i samettir.. Alemler sadece maddi alemler ile sınırlı değildir. Hatta maddi alem bu alemlerle kıyas edildiğinde, denizde, bir damla gibidir.
Mesela, insandaki hayal kuvvesi misal aleminin bir modeli ve mizanı gibidir; insan o hayal kuvvesi ile o aleme bakıyor. Ruh, alem-i ervahın bir mizanı ve modeli hükmündedir. Akıl, mana aleminin anahtarı ve penceresidir. Göz görüntü aleminin bir menfezidir. Kulak ses alemine açılan bir kanaldır vs.
(alıntı)
Meleke, kabiliyetin kuvveden çıkıp keskinlik ve uzmanlık kazanmış şeklidir. Kuvve ise, kabiliyetin yatmış ve gelişmemiş ham şeklidir. Duygu ise, bu kabiliyet ve melekelerden başka insanın sahip olduğu hissiyatların genel bir ismidir. Kalp, ruh, vicdan, sırlar bunlara örnek olarak verilebilir.
"Mesela, insanların sanatları içinde, nasıl ki maddenin kıymetiyle sanatın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazen müsavi, bazen madde daha kıymettar; bazen oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki, bazen, antika olan bir sanat bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte, öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse, harika-pîşe ve pek eski, hünerver sanatkârına nispet ederek, o sanatkârı yad etmekle ve o sanatla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir."
Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas.
“Gitmek” dedim ya, kiminin gidişi, kiminin kalışı ibret olur aleme.
Kalan, her şeye rağmen önceliği nefsi olmak üzere mücadeleye devam ediyorsa ibret olur,
giden de, gidiş şekliyle.
Kimi gidişiyle
kimi kalışıyla destan yazıyor.
Öyle veya böyle,
kimse kadim değil alemin bu kısmında.
"Duadar"
Beden dediğin
Bir eğreti elbise
Ölüm gelir,
Alır gider
Senden olmayan
Her ne var ise...
"tolichona"