Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Mete Dayı
Mete Dayı

AYSIZ GECE GÖLGELER GOLGELENİR AYNALARIN TANIMADIĞI HAYALET YÜZÜNDE.... ÖFKEM ERİR DAĞLARIN HÜZNÜNDE...

  • forum16.07.2008 - 02:39

    İKİ MUSTAFA KEMAL
    İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici M. Kemal... İkinci M. Kemal, onu, “ben” kelimesi ile ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben,onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O M. Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken M. Kemal odur..
    1929 (Hamdullah Suphi Tanrıöver, yerli yabancı 80 imza Atatürk’ü anlatıyor. s. 183)
    FİKİR ATATÜRK
    Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.
    1929 (Ayın tarihi, sayı: 65, 1929)

    Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
    (Atatürk’ten B.H., s. 120)

    Ben, manevi miras olarak hiçbir nass-ı katı*, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülat önünde, belki gayeye tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertleri saadet ve bedbahtlık telakileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkar etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım onlardır.
    (İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)
    __________________
    *Ayet ya da hadiste - bir iş hakkında - kanıt olarak gösterilen söz.

    Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerini inkar edenler beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıkların arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli neticeler kalpleri doldurur.
    1937 (Atatürk’ten B.H., s. 6, 128)


    ATATÜRK VE GÖREVİN AMACI
    Hayatımın bütün devrelerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felaketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatlerimi, her nevi şahsi duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askeri hayatımın ve gerek siyasi hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, milli iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur.
    1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 61)

    Memleket ve milletin kurtuluşu ve mutluluğu için çalışmaktan başka bir maksadım yoktur. Bu, bir insan için kafi bir sevinç ve haz temin eder. Benimle beraber olan arkadaşlarım, bütün vatandaşlarım da aynı maksadı takip etmektedirler. Şahsi ve ailevi huzur ve mutluluğun, milletin huzur ve mutluluğu ile ayakta durduğunu, memleketin güvenlik ve dokunulmazlığı ile mümkün olduğunu gerçek ve ciddi bir suretle anlamışlardır. Ben ve benimle beraber olanlar, hedefimizin yüceliğine, yolumuzun doğruluğuna eminiz. Bundan asla şüphe ve tereddüdümüz yoktur. Milletimizin, Türk milletinin yakın, uzak tarihine lüzumu kadar bilgimiz vardır. Mazinin derslerini, bu günün ve geleceğin hayatı için göz önünde tutmak dikkatinden mahrum değiliz. Yaptığımız hizmetlerle övünmüyoruz. Yapacağımız hizmetlerin, iftihar sebebi olabileceği ümidi ile avunuyoruz.
    1925 (Atatürk’ün S.D.V. s. 209)

    Çevresindekilere söylediği bir söz:
    Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!
    (Afetinan, Atatürk’ün B:N:M: s. 37)

    ATATÜRK VE KUTSAL TUTKU
    Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri; fakat bu ihtiraslar, yüksek mevkiler işgal etmek ve ya büyük paralar elde etmek gibi maddi emellerin tatmini ile ilgili bulunmuyor. Ben bu ihtiraslarımın gerçekleşmesini, vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da gerektiği gibi yapılmış bir vazifenin canlı iç rahatlığını verecek büyük bir fikrin başarısında arıyorum. Bütün hayatımın ilkesi, bu olmuştur. Ona çok genç yaşımda sahip oldum ve son nefesime kadar da onu koruyacağım.
    1914 (Melda Özverim, M.K. ve C.L, s. 42)

    Allah bilir, hayatım da bu güne kadar orduya faydalı bir üye olabilmekten başka vicdani bir emel edinmedim. Çünkü vatanın korunması, milletin mutluluğu için her şeyden evvel ordumuzun, eski bir Türk ordusu olduğunu dünyaya bir daha ispat lüzumuna çoktan inanmış idim. Bu inanca ait emellerimin şiddeti, ihtimal beni pek ziyade aşırı davranışlı göstermişti. Fakat zaman, saf ve temiz dimağlardan doğan fikri gerçekleri kabulünden çekinilse dahi uygulattırır.
    1912 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, s. 11)

    ATATÜRK VE VİCDANİ GÖREV
    Bütün vazifelerin üstünde bizim de bir vicdani vazifemiz vardı; o da, herkesin sudan bir takım vazifeler yaptığı sırada hayatımızı, varlığımızı bu milletin bağrına sokarak, onunla beraber düşman karşısında uğraşmak olmuştur!
    1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 106)

    Ben vazifemin bitmediğini, yüklendiğim, yüklendiğim sorumluluğun da yüksek ve çetin olduğunu anlıyorum. Arkadaşlar, bu vazife bitmeyecektir; ben toprak olduktan sonra da devam edecektir! Ben seve, seve sevine, sevine bütün varlığımı bu kutsal vazifeye vereceğim ve onun yüksek sorumluluğunu yüklenmekle mesut olacağım. Vazifeme başarı ile devam edebileceğim. Çünkü büyük milletimizin kalp ve vicdanında bana karşı sarsılmaz bir güven ve itimat taşımakta olduğunu görüyorum. Bu benim için büyük bir kuvvettir, büyük yetkidir.
    1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 236)

    Biz, eğer millet ve tarih önünde herhangi bir hata işliyorsak, bunun sorumluluğunu vicdan ve sağduyumuzda hissetmekten ve ödemekten, hiçbir zaman çekinecek insanlar değiliz.
    1925 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K. Atatürkle Beraber, Cilt:I, s. 160)

    MİLLET İÇİN ÖZVERİ
    Millet ve memleketin sayesinde kazanılan rütbe ve refahın bir ehemniyeti, bir kutsallığı vardır. Biz bunlardan, ancak yine bu aziz millet ve memlekete borçlu olduğumuz son bir namus vazifesini yapmak için ayrıldık. Milletin kendi hayatını kurtarmak, kendi meşru hakkını müdafaa etmek için çıkardığı sese iştirak etmek, her kendini bilen vatandaşın vazifesidir. Eğer bu millet, bu memleket parçalanacak olursa umumi şerefsizliğin yıkıntısı altında, şunun bunun kişisel şerefi de parça parça olur. Biz, o umumi şerefi kurtarabilmek için harekete gelen ruhumuzla iştirak ettik. İştirakimize mani olabilecek şahsi rütbeleri, mevkileri de umumi şerefi kurtarmaya yönelik bir gaye uğruna feda ettik.
    1919 (Atatürk’ün S.D.III, s. 6)

    Ben, gerektiği zaman, en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.
    1937 (Atatürk’ün T.T.B. IV. S. 590)

    Mallarını millete bağışlaması nedeni ile söylemiştir:
    Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevi şahsiyetinde olmalıdır!
    1937 (Rüknettin Fethi Olcaytuğ, Atatürk Hakkında Düşünce ve Tahliller, 1943, s. 44)

    ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK AŞKI
    Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım! Çocukluğumdan bu güne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir millette şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın yerleşmesi ve yaşaması, mutlaka o milletin hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben şahsen, bu saydığım özelliklere çok ehemniyet veririm ve bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için milletimin de aynı özelliklerini taşımasını şart ve esas bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bir milletin evladı kalmalıyım! Bu sebeple milli bağımsızlık, bir hayat meselesidir. Millet ve memleketen menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teşkil eden milletlerden her biri ile medeniyet gereğinden olan dostluk ve siyaset münasebetlerini, büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletinde bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım!
    1921 (Atatürk’ün S.D.III, s. 24)

    Savarona yatında kabul ettiği Romanya Kralı Karol’un, görüşme sırasında Almanya ve Çekoslavakya arasındaki Südet meselesine temas etmesi ve Atatürk’ten Çekoslavakya Cumhurbaşkanı Beneş’e bazı telkinlerde bulunmasını rica etmesi üzerine, görüşmeyi dinlemekte olan zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’a söyledikleri:
    Majeste Kral’ın söylediklerini dikkatle dinledim. Benden, bir devlet reisine kendi ülkesinden bir parçayı Almanlara terk etmesini tavsiye etmekliğimi mi istiyorlar? Benim gibi, bütün ömrü boyunca yurdunun bağımsızlığı ve bir karış toprağını bir başkasına vermemek için savaşan bir adam, inançlarına aykırı bir şeye nasıl aracı olur? Görüyorum ki Majeste Kral, beni ve karakterimi iyi tanımıyorlar.
    1938 (Nejat Saner, Atatürk Ve Sonrası, Cumhuriyet Gazetesi, 13.11.1970)

    ATATÜRK VE CESARET
    Ölüme doğru en çok atılanlarda biriyim. Kurşun ve gülle yağmuru altında birçok muharebelere iştirak ettim. Hatta ölüm bir defa, kalbimin yanından sıyırarak geçti. Kalbimin üzerinde bir saat vardı ve bu saat mermi parçasının şiddetini kırdı.
    1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 82)

    ATATÜRK VE MİLLET
    Her zaman tekrar mecburiyetinde kalıyor ve tekrarında fayda görüyorum ki, eğer ben milletime herhangi hizmette bulunmuşsam, eğer ben herhangi bir teşebbüste ön ayak olmuşsam bu hizmet ve bu teşebbüsün temel kaynağı, saygılar ve sevgilerle bağlı olduğum, bunda sonra da saygı ve sevgi ile mutluluk ve refahına varlığımı, hayatımı vereceğim aziz milletime, sizlere dayanmaktadır. Bir millette güzel şeyler düşünen insanlar, fevkalade işler yapmaya kabiliyetli kahramanlar bulunabilir. Ama öyle kimseler yalnız başına hiçbir şey olamazlar; meğerki bir umumi hissin ifadesi, temsilcisi olsunlar! Ben milletimin düşünce duygularını yakından tanımaktan, aziz milletimde gördüğüm kabiliyet ve ihtiyacı belirtmekten başka bir şey yapmadım. Onun kabiliyet ve duygularını sezip tanımakla övünüyorum.
    Milletimdeki, bu günkü zaferleri doğurabilecek özelliklerini görmüş olmak... bütün bahtiyarlığım işte bundan ibarettir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 161)

    Arkadaşlarımız ve milletin bütün fertleri gibi, milli davamızda benim de emeğim geçmiş ise, bu çalışmada iş yapma kuvveti ve başarı varsa, bunu şahsıma atfetmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletimin manevi şahsiyetine atfediniz. Ben milletin bu yüksek, manevi şahsiyeti içerisinde bir naçiz fert olarak bahtiyarım. Efendiler, millet bütünü ile manevi bir şahıs halinde ve birleşmiş kitle şeklinde belirdi ve yüce birliği koruyarak ona düşman olanları ortadan kaldırdı.
    1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 115)

    Milletimle yakından ve gösterişten uzak karşılıklı görüşmenin zevkini, bahtiyarlığını anlatamam. Her ne vakit milletimin karşısında kendimi görsem, her ne vakit milletimin fertlerinden bir kaçının yüzüne baksam, orada ruh ve vicdanıma gelen ışık, benim için en kıymetli bir ilham ve verim alevi oluyor.
    1923 (Gazi Ve İnkılap, Mahmut Soydan, Milliyet Gazetesi, 07.02.1930)

    30 Ağustos’ta sevk ve idare ettiğim muharebe, Türk milletimin yanımda bulunduğu halde, idare ettiğim ilk ve son muharebedir. Bir insan kendini, milletle beraber hissettiği zaman, ne kadar kuvvetli buluyor bilir misiniz? Bunu tarif müşküldür.
    1928 (Atatürk’ün S.D.III, s. 83)

    Hayatımda en büyük dayanak ve kuvvetim, vatandaşlarımdan gördüğüm itimat ve destektir. Bütün vazifelerimde manevi, vicdani olan en büyük endişem, emanetinizin hürmet ve kutsallığına devamlı olarak dikkat etmektir.
    1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 532)

    Samimi olarak bu memleketin, bu milletin menfaatine yapılacak bir iş olsun, ben onu göz önüne almayayım; bu mümkün değildir. Yalnız, işin gerçekten millete menfaati olmalı ve teklifin samimi olarak yağıldığına ben inanmalıyım.
    (İbrahim Necmi Dilmen, Çığır Mecbuası, sayı:74-75, 1939, s. 11)

    Benim için dünyada en büyük mevkii ve mükafat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cenabı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bu gün olduğu gibi ömrümün nihayetine kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar edeceğim.
    1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 129)

    Şimdiye kadar millete yapamayacağım bir şeyi vaat etmedim. Ben yapacağım dediğim zaman, buna inanmayanlar vardı. Buna rağmen hareket ettim. Görüyorsunuz ki başardık. Benim ve benimle çalışanların güveni vardır ki, yeni hedeflerimize başarı ile varacağız. Şimdiye kadar söylediklerimin gerçekleşmiş olması, bütün tavassurlarımın beni yalanlamaması, milletin ciddi ve samimi olarak bana yardımcı ve destek olması ile mümkün olmuştur. Onun için yeni gayelere erişmek içinde bu yardım ve desteğe ihtiyacım vardır; onu benden esirgemeyeniz!
    1923 (Gazi Ve İnkılap, Mahmut Soydan, Milliyet Gazetesi, 07.12.1929)

    ATATÜRK MİLLET ŞEREFİ
    Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki, içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belasıdır; İlk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benimde bir ferdi olmak sıfatı ile şanım ve şerefim vardır, asla başka değilim.
    1923 (Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, s. 304)

    Ben zannediyorum ki, millet fertlerinin hiç birinden fazla yüksekliğe sahip değilim. Bende fazla girişim görüldü ise bu benden değil, milletin bileşkesinden çıkan bir girişimdir. Sizler olmasaydınız, sizin vicdani eğilimleriniz bana dayanak noktası teşkil etmemiş olsa idi; bendeki girişimlerin hiç biri olmazdı. Millete ait meziyetleri yalnız şahıslara bırakan anlayış, eski bir idarelerin sistem ve usul meselesinden doğuyordu. Vakti ile mevcut devlet ve devletlerin kuruluş şekli, sadece bir şahsın menfaatlerini ve arzularını tatmine yönelmiş idi. Şahısların bu arzu ve emellerine hizmet eden millet, gösterilen büyüklüklerin
    şerefinden asla payını alamaz, ancak hata ve beceriksizlik olursa onlar millete yüklenirdi. Bu gün bu hal mevcut değil ise, millet kendi büyüklüğünü olduğu gibi dünyaya gösterimi ise, fazlalık bende değil, bugünkü idarenin niteliğindedir. Bu şekil mevcut oldukça, bu mevkie çıkacak herkesin yapacağı şey bundan başka türlü olamaz.
    1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 159)

    Sizden olan bir şahsa, sizden fazla ehemniyet vermek, her şeyi milletin bir ferdinin şahsiyetinde odaklaştırmak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün zamanlara ait bir toplumun meselelerinin aydınlatılması ve belirtilmesini yüksek bir topluluğun tek bir şahsiyetinden beklemek elbette ki layık değildir, elbette ki lazım değildir.
    1925 (Atatürk’ün M.A.D., s. 19-20)

    Yabancı memleketlere veya milletler arası konferanslara giden arkadaşlarına söylediği bir söz:
    - Sesiniz benim sesimdir, unutmayınız!
    (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s. 549)

    HALK ADAMI ATATÜRK
    Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli olmayan bir sırrı kalbimde taşımak kudretinde olmayan bir adamım. Çünkü ben, bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın önünde söylemeliyim. Yanlışım varsa halk beni yalanlar. Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni yalanladığını görmedim.
    1937 (Ulus Gazetesi, 20.03.1937)

    ATATÜRK VE SAĞDUYU
    Ben ancak daha iyisini yapabileceğim şeyi tahrip edebilirim; yapamayacağım şeyi tahrip edemem.
    (Atatürk’ten B.H., s. 86)

    Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasında dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki bana bilginler doğru yol göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz.ben takip edeyim.
    1923 (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s. 316)

    EVLİLİK VE ÇOCUK SEVGİSİ
    Ben, sadece evlenmek için evlenmek istemiyorum. Vatanımızda yeni bir aile hayatı yaratmak için önce kendim örnek olmalıyım. Kadın böyle umacı kalır mı?
    1923 (İsmail Habib Sevük, Atatürk İçin, s. 25)
    Hayat kısadır. Bunu kutlama ve taçlandırma için, insanların genellikle makul gördükleri vasıta evliliktir. Bu umumi kurala uymayanlar, pek sınırlı ve müstesnadır. Bu istisnaları oluşturanlar da esas kuralın fenalığından değil fakat tersine bu güzel kurala inanmadan kendilerini men eden sebeplerin mahkumu olduklarından, belki evlenmiş olmaktan korktuklarından fazla bedbaht olanlardır. İnkar edilmez bir gerçektir ki insanlar, hayat, kadınsız olamaz. Evli planlar, hayatın vazgeçilmezini temin etmiş ve bütün düşünce ve isteklerini bir maksat, bir meslek, bir amaca yöneltmiş olur. Ancak talih, eşlerin ruh ve kalplerini iyi geçindirsin!
    1914 (Salih Bozok-Cemil S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 172)

    Yeni evlenen bir kişinin gönlü hayat, aşk ve mutluluk hisseleri ile doludur. Bu, en kıymetli zamandır. İnsanlar, hayatında bu parlak ve sevinçli dakikaları, ölünceye kadar hep aynı surette duygulanarak pek mühim ve hayati için tarihi bir hadise olarak anar. Ben, bunu tecrübe etmedim; fakat, az çok hayatı ve insanları tahlil ettiğim için bu neticeyi buldum. Hayatı çeşitli yönden bir kaçını görenler, evlendikten sonra keşfedilmemiş yönlerini de ister istemez gözlemler. Bu gözlemleme, pek tatlı olabildiği gibi pek acı da olabilir.
    Eşini mesut edebilecek herkes evlenmelidir. Çoluk-çocuk sahibi olmalıdır. Bana bakmayınız; bu mesele de örnek İsmet Paşadır. Benim hayatım başka türlü düzenlenmiştir. Buna rağmen tecrübesini yaptım. Sonradan anladım ki bu iş benim becerebileceğim iş değilmiş...
    1914 (Salih Bozok- Cemil S. Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, s. 171)

    Çocuk sevgisi insan için ihtiyaçtır. Hele yaş ilerledikçe bu ihtiyaç kendisini daha da kuvvetle hissettiriyor. Onun için de Ülkü’yü yanımdan ayırmak istemiyorum.
    1936 (Abdülkadir İnan, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 25, 1964, s. 62)

    Çocukluk ne güzel... Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misiniz? Riyakarlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını, içlerinden geldiği gibi açıklamaları...
    (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk Ve4 Atatürk Hususiyetleri, 1965, s. 78-79)

    Bursa’da kendisini karşılayan çocuklara söylemiştir:
    Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl aydınlığa boğacak sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim, kıymetli olduğumuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizden çok şeyler bekliyoruz; kızlar, çocuklar!
    1922 (Atatürk’ün S.D.V., s. 30)

    Çoğu ailelerde öteden beri kötü bir alışkanlık var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lafa karışınca “Sen büyüklerin konuşmasına karışma! ” der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket! Halbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidir; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkan bulunur, hem de ilerde yalancı ve riyakar olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası artık çocuklarımızı, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı göstermeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgileri ile beraber doğruya, iyiye, güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır. Bence bunlar, çocuk eğitiminde, ana kucağından en yüksek eğitim ocaklarına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki, çocuklarımız memlekete yararlı birer vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar.
    (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 79)

    İNSAN ATATÜRK
    24 Temmuz 1922 akşamı Konya’da General Townshend şerefine verdikleri ziyafette, yemeğin sonlarına doğru elindeki mercan tespihi General’e uzatarak söyledikleri:
    -Biz Türklerde bir adet vardır. Misafirimize mutlaka hediye veririz. Ben asil bir milletin mütevazı bir Başkomutanıyım. Size ancak bu tespihi verebiliyorum.

    Ve sofradan kalkılacağına yakın da kolunda ki saati çıkararak Genaral’e söyledikleri:
    Bu saati bana Anafartalar’da bir Türk askeri, ölen bir İngiliz subayının kolundan çıkardığını söyleyerek, getirdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere’ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz, çok memnun olurum.
    1922 (Yücel Mecmuası, O’ndan Hatıralar, Cilt: 91-92-93, s. 15)

    Uluslar arası Mark Twain Derneği tarafından “Türk milletine neşe içinde yaşama yolunu açtığı ve rehberlik ettiği” gerekçesi ile kendisine madalya verilmesi üzerine söyledikleri:
    -Hayatımda işittiğim en büyük kompliman, budur. Benim insan tarafımı övüyorlar!
    1937 (Atatürk’ten B.H., s. 59-60)

    Bir Alay karargahının temel atma töreni esnasında bir koyunun temel için açılan çukura doğru, yere yatırılıp boğazından kesilmek üzere olduğunu gördüğü zaman, İran Şahı Rıza Pehlevi ile aralarında geçen konuşma:
    Atatürk;
    - Ben kana bakamam! Bir tavuğun dahi boğazlandığını görmeye tahammülüm yoktur.
    Şehinşah;
    - Ya bu bu kadar çok bulunduğunuz büyük kanlı muhabere meydanları? ...
    Atatürk;
    - Ha, o başka meseledir; öyle yerlerden cesetlerin üzerinden atlayarak yürürüm. O bambaşka bir iştir.
    (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 43)

    Bir çok zaferler kazandım. Fakat, bunların en büyüğünden sonra bile her akşam, savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
    (George Benneb, Yabancı Gözüyle Cumhuriyet Türkiyesi, s. 33)

    Ben, muhaberelerde dahi düşmanın üzerinde bir kin duymam; yalnız askerlik kurallarının tatbikini düşünürüm.
    (İzzettin Çalışlar, Tan Gazetesi 31.08.1937)

    Bir sohbet esnasında Fransız Büyükelçisine söylemiştir:
    Ekselans;
    Paris’i görmek istiyorum; ama büyük törenlerle karşılanacağım Paris değil! Ben Paris’e dünyanın bu güzel şehrine operalarını, tiyatrolarını, revülerini, zarif kadınlarını bir daha görmek için gitmek isterim. Dedim ya, gençlik hatıralarımı tazelemek için... böyle olunca da “kendini tanıtmayarak” belli olmadan gitmek isterim; yoksa törenlerle karşılanmak için değil.
    Cevat Dursunoğlu,Son Havadis Gazetesi, 10.11.1955, s. 3)

    Benim gözümde hiçbir şey yoktur; ben yalnız liyakat aşığıyım.
    (Yusuf Ziya Özer, T.T.K. Belleten, Sayı: 10, 1939, s. 286)

    Hiçbir zaman şahsi gücenikliklerimi, bir takım olumsuz girişimlerle tatmine kalkmak adiliğine tenezzül etmem.
    1914 (Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, s. 40)

    Samimi dostlarımız, sevdikleri tarafından bir işkenceye mahkumdurlar ve bu işkencede de sevdiklerinin dertlerini dinlemektir.
    1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 38)

    Düşmanlar için söylemiştir:
    Ben onları affederim, çünkü kalbim vardır; onlar beni affetmezler, çünkü kalpsizdirler.
    (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969, s.532)

    Beni milletim nereye isterse oraya gömsün; fakat, benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya’dır.