Kültür Sanat Edebiyat Şiir

&#1075&#1108&#3616&#65262&#3648&#3616
&#1075&#1108&#3616&#65262&#3648&#3616

BEN BIKTIM SEN BIKMADIN GİRMEYE MECALİM Mİ VAR DUY ARTIK SÖYLÜYORUM YORGUNUM BU ARALAR

  • şu an ne dinliyorum09.11.2008 - 18:34

    grup 84-kara gözlüm

  • Osman Yağmurdereli09.08.2008 - 14:23

    Ön yaşamı [değiştir]İlkokulu 3. sınıfa kadar Trabzon Kurtuluş İlkokulu'nda, daha sonra ise Ankara Kavaklıdere İlkokulu'nda bitirdi. Orta ve lise eğitimini ise Namık Kemal Lisesi Yenişehir Koleji'nde bitirdi.Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü'nü bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra, yorumcu sanatçı olarak sanat çalışmalarına başladı. Televizyon yapımcılığıyla birçok diziye imza attı.


    Aile yaşamı [değiştir]Demokrat Parti ve Adalet Partisi’nin kurucularından, 1.(XII.) dönem Trabzon Milletvekili Zeki Yağmurdereli’nin oğludur. ANAP eski milletvekili ve bakanlardan Veysel Atasoy, Yağmurdereli’nin kayınbiraderidir[1]. 1987 yılında dönemin ANAP Zonguldak Milletvekili Veysel Atasoy'un kız kardeşi olan Esin Atasoy ile evlendi[2]. Bir zaman Trabzonspor yöneticiliğide yaptı [3].


    Sanat yaşamı [değiştir]1988'de Yağmur Ajans'ı kurarak yapımcılığa başladı. Osman Yağmurdereli, ayrıca 5 yıl üst üste Altın Kelebek En İyi Yapımcı Ödülü'nün sahibi oldu. [4].


    Siyasi yaşamı [değiştir]22 Temmuz 2007 seçimlerinde Ak Parti'den İstanbul 2. Bölge milletvekili adayı oldu. 22 Temmuz 2007 seçimleri sonucu 23. dönem AKP İstanbul milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yapıyordu...

  • Suna Pekuysal26.07.2008 - 15:42

    Suna Pekuysal (d. 24 Ekim 1933, İstanbul – ö. 22 Temmuz 2008, İstanbul) , Türk sinema, tiyatro ve televizyon oyuncusu, seslendirme sanatçısı.

    Asıl adı Suna Belener'dir. İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümü'nde öğrenim görürken, 1949 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun çocuk bölümünde Kadri Ögelman'ın 'Artist Aranıyor' adlı oyunuyla ilk kez sahneye çıktı. Üç yıl sonra dram bölümüne geçti. 1964 yılında gazeteci Ergun Köknar ile evlendi. 1973 yılında oğulları Sait Ali Köknar dünyaya geldi.

    54 yıl Şehir Tiyatroları’nda görev yapan sanatçı, 24 Ekim 1998 tarihinde Şehir Tiyatroları’ndan emekli oldu.

    Sanat yaşamı boyunca 250’den fazla tiyatro oyununda rol alan Suna Pekuysal, 100’e yakın sinema filminde de rol aldı. Son yıllarındaki en ses getiren rolü ATV'de Özkan Uğur ile başrolü paylaştığı 'Yeter Anne' adlı komedi dizi oldu.

    Pekuysal, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1984 yılında sahnelenen, Ekrem Reşit Rey’in 1933 yılında kaleme aldığı, Cemal Reşit Rey’in bestelerini yaptığı ve Haldun Dormen’in sahneye koyduğu 'Lüküs Hayat' adlı müzikalde Zihni Göktay ile 14 yıl aralıksız olarak oynadı. Büyük bir başarı kazanan ve yediden yetmişe her yaştan seyirciye nostalji yaşatan 'Lüküs Hayat'ın ardından emekli olan sanatçı, Şehir Tiyatroları’nda Joseph Kesselring’in yazdığı ve Çetin İpekkaya’nın yönettiği 'Ahududu' adlı oyunda konuk sanatçı olarak rol aldı. Suna Pekuysal, 53 yılda 250 oyunda, 100 filmde rol aldı.

    Adı, her zaman Türk tiyatrosunun en iyileri arasında anıldı. Sanatçı, dizi filmlerde de rol aldı. Bunların arasında 'Genç Indiana Jones' dizisinin bir filmi de vardı ve konusu Türkiye'de geçen 'İstanbul: Eylül 1918' isimli bu filmde bir falcıyı canlandırdı.

    Suna Pekuysal’a göre 'Sanatçının emeklisi olmaz'. O, ölene kadar tiyatro yapmak istiyor ve ısrarla vurguluyordu: 'Sahnede ölmek istiyorum! '

    Pekuysal, 17 Temmuz 2008 günü evinde düşerek kalça kemiğini kırdı. İstanbul Tıp Fakültesi'nde tedavi altına alınarak, ameliyat edildi, ardından yoğun bakıma alındı. Burada solunum cihazına bağlanan Pekuysal'ın, 22 Temmuz 2008 günü kalbi durdu. Yapılan müdahalelerle tekrar yaşama döndürülmesine karşın; TSİ 10:30 sularında tekrar kalbi duran Pekuysal, hayatını kaybetti.

    Suna Pekuysal için İstanbul Şehir Tiyatrosu Reşat Nuri Sahnesi’nde bir tören düzenlendi.Törende İstanbul Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya ve Suna Pekuysal'ın oğlu Sait Ali Köknar konuşma yaptı.Törenin ardından Ataköy 5. Kısım Camii’nde öğle vakti kılınan namazın ardından Mevlanakapı Mezarlığı’na defnedildi.

  • mustafa kemal atatürk20.07.2008 - 16:11

    Mustafa Kemal Atatürk

    Mustafa Kemal Atatürk (1881, Selanik - 10 Kasım 1938, İstanbul) , Türk asker ve devlet adamı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı (1923-1938) . I. Dünya Savaşı sonrası Anadolu'da başlayan ulusal bağımsızlık mücadelesi olan Kurtuluş Savaşı'nın askerî ve siyasi önderi. Cumhuriyet Halk Fırkası'nın kurucusu ve ilk genel başkanı.

    Nüfus Cüzdanı

    27 Mart 1923 tarihinde Ankara Nüfus Müdürlüğünce verilen nüfus cüzdanına göre, Boy: Orta, Saç: Sarı, Kaş: Sarı, Göz: Mavi, Burun: Adeta, Ağız: Adeta, Bıyık: Sarı, kesik, Sakal: Tıraş, Çene: Uzunca, Çehre: Uzunca, Renk: Beyaz, Alamet-i farika-i tabiiye: Tam, İsim ve şöhreti: Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Tarih ve mahall-i veladeti: Selanik, 1296, Pederinin ismiyle mahall-i ikameti: Tüccardan müteveffa Ali Rıza Efendi, Validesinin ismiyle mahall-i ikameti: Müteveffiye Zübeyde Hanımefendi, Sanat ve sıfat ve hizmet ve intihab selahiyeti: TBMM Reisi ve Başkumandan, Müteehhil ve zevcesi müteaddid olup olmadığı: Bir zevcesi vardır, Derecat ve sunuf-ı askeriyesi: Müşir, İkametgâh ise Hacı Bayram Mahallesi 161/1 idi. [1]

    Yeni alfabesinin kabulünden sonra yenilenmiş nüfus cüzdanlarından '993.814-B seri ve 51 sıra numaralı' cüzdanda adı: Kemal, soyadı Atatürk, '993.815-B seri ve 51 sıra numaralı' cüzdanda adı Kamal, soyadı Atatürk, Meslek ve İçtimai vaziyeti: Reisicumhur, Medeni hali: Evli değildir, nüfus kütüğüne yazılı olduğu yeri ise Ankara Vilâyeti Çankalya Mahallesi Hane No. 139, Cilt: No. 56 ve Sahile No. 49 olarak yazılmıştır.


    Çocukluk ve gençlik yılları (1881 - 1905)

    Kız kardeşi Makbule Hanım, annesi Zübeyde Hanım ve AtatürkMustafa Kemal Atatürk, 1881 tarihinde Selanik, Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahhane Caddesi (Apostolu Pavlu Caddesi No: 75, Aya Dimitriya Mahallesi, Selanik, Yunanistan) 'nde bugün müze olan 3 katlı ve 3 odalı ve pembe boyalı evde doğdu.[2] 1839'da Kocacık'ta doğduğu sanılan babası Ali Rıza Efendi aslen Manastır'a bağlı Debre-i Bâlâ (Yukarı Debre) 'dandır. Milis subaylığı, evkaf kâtipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Bu çiftin Fatma (1872-1875) , Ahmet (1874-1883) , Ömer (1875-1883) , Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938) , Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901) adında altı çocukları oldu.[3] Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında iken, o senelerde salgın olan kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında öldüler. En küçük kardeş Naciye, Mustafa Kemal'in Harp Okulu'nu bitirdiği sene, oniki yaşındayken verem hastalığına yakalanıp hayatını kaybetti. Makbule Hanım 1956 yılına kadar yaşadı.


    Eğitim Hayatı
    Öğrenim çağına gelen Mustafa, annesinin isteğiyle Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, daha sonra babasının isteğiyle Mektebi Şemsi İbtidai (Şemsi Efendi Mektebi) 'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888) . Bir süre Rapla Çiftliği'nde Hüseyin dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Bu arada Zübeyde Hanım, Selânik'te gümrük memuru olan Ragıp Bey ile evlendi.

    Şimdi müze olan Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi'ndeki ev 1870'de Rodoslu müderris Hacı Mehmed Vakfı tarafından yaptırılmış ve 1878'de yeni evlenen Ali Rıza Bey tarafından kiralanmıştır. Ancak o öldükten sonra Mustafa ve ailesi bu evden yanındaki 2 katlı, 3 odalı ve mutfaklı daha küçük eve taşınmışlardır.[4]


    Mustafa, Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu ve 1893 yılında Selânik Askerî Rüştiyesi'ne girdi. Bu okulda Matematik Öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey 'Kemal' adını ilave etti. Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey (Yücekök) , özgürlük düşüncesiyle genç Mustafa Kemal'in düşünce yapısına etkiledi. Mustafa Kemal Kuleli Askerî İdadisi'ne girmeyi düşündüyse de ona ağabeylik yapan Selânikli bir subay Hasan Bey'in tavsiyesine uyarak Manastır Askerî İdadisi'ne kaydoldu. 1896-1899 yıllarında okuduğu Manastır Askerî İdadisi'nde Tarih öğretmeni Kolağası Mehmet Tevfik Bey (Bilge) , Mustafa Kemal Efendi'nin tarih'e olan merakını güçlendirdi.[5] 1899'da İstanbul'da Mekteb-i Harbiye-i Şahane (Harp Okulu) 'na girerek 1902'de Mülazım (Teğmen) rütbesiyle piyade sınıf sekizincisi (1317 - P.8) olarak mezun oldu. Akabinde Erkan-ı Harbiye Mektebi (Harp Akademisi) 'ne devam etti ve 11 Ocak 1905'te Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle bitirdi.[6]


    Atatürk'ün doğum tarihi

    'Atatürk'ün evi' (Apostolu Pavlu Cad. No: 75, Aya Dimitriya Mah., Selanik) Atatürk'ün kesin doğum tarihi bilinmemektedir. Kendisi de bilmiyordu. Gregoryen takvimi 26 Aralık 1925'ten sonra Türkiye'de kullanılmaya başlanmıştır, doğum tarihi konusundaki karışıklık ise Osmanlı döneminde kullanılan iki takvimden doğmuştur. Bu dönemde kullanılan Hicri takvim ve Rumi takvimin ortak noktaları, Atatürk'ün kaydedilen doğum yılı olan 1296'nın yanında hicri veya rumi olduğunun belirtilmemesi, gregoryen takvimde ay ve yıla bağlı olarak 1880 veya 1881 yılından hangisine denk geldiğinin kesin olarak bulunmasını zor hale getirmiştir. [7] Faik Reşit Ünat araştırmaları sırasında Zübeyde Hanım'ın Selanik'teki komşularını ziyaret etmiş ve bu konuda sorular sormuştur. Aldığı cevaplar çelişmektedir, bazı komşular Atatürk'ün bir ilkbahar gününde doğduğunu söylerken bazı komşular ise kış günü (ocak veya şubat) olduğunu iddia etmişlerdir. Atatürk'ün kendisi, annesinin ona bir bahar gününde doğduğunu söylediğini, kız kardeşi Makbule Atadan ise annesinin ona Mustafa Kemal'in fırtınalı bir gecede doğduğunu söylediğini ifade etmişlerdir. Enver Behnan Şapolyo Zübeyde Hanım'ın 23 Kânunievvel 1296'da doğduğunu söylediğini belirterek Atatürk'ün 23 Aralık 1880'de doğduğunu öne sürmüş, Şevket Süreyya Aydemir ise bu tarihin 4 Ocak 1881 olduğunu iddia etmiştir. Şişli Atatürk Müzesi'nde gösterimde bulunan Atatürk'ün son nüfus cüzdanının üzerinde doğum tarihi kısmında 1881 görülebilir haldedir.[7] 1882 doğumlu olan Ali Fuat Cebesoy Şişli'deki evinde kensidinin Rauf Bey'le ben senin ağabeyin sayılırız. Çünkü ikimiz de senden birer yaş büyüğüz diye konuştuğunu kaynak göstererek '1881 tevellütlü' olduğunu yazmıştır.[8]

    Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı kabul edilen 19 Mayıs tarihinin Atatürk'ün doğum günü olarak kabulü tarihçi Reşit Saffet Atabinen'in bir jestinin sonucudur. Atabinen'in ulusun doğuşu üzerine yaptığı bir jest 19 Mayıs'ın önemini iyi şekilde yansıttığı için Atatürk'ün takdirini kazanmıştır. İzleyen günlerde bir öğretmenin, planladıkları “Gazi” günü için Atatürk'ün doğum gününü sorması üzerine Atatürk tam tarihi bilmediğini söylemiş ve Gazi Günü için 19 Mayıs'ı önermiştir. Tevfik Rüştü Aras, Atatürk ile yaptıkları günler süren bir araştırmadan sonra doğum tarihi aralığını 10 Mayıs ve 20 Mayıs arasına daralttıklarını söyler. Atatürk bu araştırmadan sonra “neden 19 Mayıs olmasın” demiştir. Bu tarih resmi olarak halka ve diplomatik kanallarca diğer ülkelere bildirilmiştir. Ancak bu tarih ilginç bir durum yaratmıştır, 1881 yılının 19 Mayıs günü, Rumi takvimde 1297 yılına denk gelmektedir, ancak kaydedilmiş doğum tarihi Rumi 1296 yılıdır. Rumi 1296 yılı 13 Mart 1880 ile 12 Mart 1881 arasında sürmüştür, bu sebeple alternatif olarak Atatürk'ün doğum tarihi 19 Mayıs 1880 olabilir. Bu sebeplerle ne tarih ne de yıl genel kabul görmemiştir. Mustafa Kemal Derneği eski başkanı Muhtar Kumral 13 Mart 1958'deki bir basın konferansında Atatürk'ün doğum tarihini Atatürk'ün kız kardeşi Makbule Atadan'ın sözlerine dayanarak 13 Mart 1881 olarak belirlediklerini söylemiştir. Ancak Gregoryen 13 Mart 1881, Rumi 1 Mart 1297'ye denktir, Atatürk'ün doğum yılı ise 1296 olarak kayda geçmiştir, bu sebeple geçerlilik iddiası zan altındadır.[7]

    Atatürk'ün Rumi 1296'da doğduğuna ilişkin kayıt bulunsa da, Atatürk'ün doğum gününü net olarak söyleyebilmek için gerekli miktarda kayıt bulunmamaktadır. Atatürk'ün doğum günü Gregoryen 1880 veya 1881'e denk geliyor olabilir. Atatürk'ün doğum günü, kendi onayıyla resmi olarak 19 Mayıs olarak belirlenmiştir. Bu gün Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcı olması sebebiyle önem verdiği bir gündür.[7] Köşe yazarı Yılmaz Özdil, kesin bilgi bulunmamasını eleştirmiştir.[9]


    Erken Meslek Hayatı, 1905-1914

    Şam'da staj ve İttihat ve Terakki Cemiyeti
    1905-1907 yılları arasında Şam'da Lütfi Müfit Bey (Özdeş) ile birlikte 5.Ordu emrinde görev yaptı. 1906 Ekim ayında Binbaşı Lütfi Bey, Dr. Mahmut Bey, Lüfti Müfit Bey ve askerî tabip Mustafa Bey (Cantekin) ile birlikte 'Vatan ve Hürriyet' adlı bir cemiyeti kurduktan sonra ordu'dan izinsiz Selânik'e gitti. Selânik Merkez Komutan Muavini Yüzbaşı Cemil Bey (Uybadın) 'in yardımıyla karaya çıktı ve orda cemiyetinin şubesini açtı. Bir süre sonra arandığını öğrendi ve ona ağabeylik yapan Albay Hasan Bey, Yafa'ya dönüp oranın komutanı Ahmet Bey'e Mısır sınırında Bîrüssebi'ye gönderildiğini birdirmesini önerdi. Ahmet Bey de Mustafa Kemal Bey'i Bîrüssebi'ye tayin etti ve bir süre sonra topçu staj için tekrar Şam'a gönderildi.[10] 20 Haziran 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu ve 13 Ekim 1907'de 3.Ordu'ya atandı.[6] Ancak Selânik'e vardığında 'Vatan ve Hürriyet'in şubesinin İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne ilhak edildiğini öğrendi. Bu yüzden kendisi de 1908 Şubat ayında İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu (Üye numarası: 322) [11]. 22 Haziran 1908'de Rumeli Doğu Bölgesi Demiryolları Müfettişliğine atandı.[6] Bu siyasi görevin yanı sıra bölge halkının güvenliği ile de ilgilendi. Kentin dışında yapılan bir savaş tatbikatında Bingazi garnizonuna önderlik ederek askerlere modern taktikler öğretti. Bu tatbikat süresince isyancı bir şeyhin evini sararak bölgede sistem karşıtı başka güçlü kişilere örnek olması amacıyla onu kontrol altına aldı. Ayrıca hem kentli, hem de kırsal bölge insanlarını korumak için bir yedek asker ordusu planlamaya başladı.[12]


    Hareket Ordusu (1909)

    Picardie Manevralarına katlan davetli gözlemci subayları arasında (Sağdan dördüncü: Mustafa Kemal Bey, Fransız Albay Hirschauer'un açıklamasını dinlerken) 13 Ocak 1909'da 3.Ordu'ya bağlı Selânik Redif Fırkası'nın Kurmay Başkanı oldu ve 13 Nisan 1909'da Meşrutiyete karşı başlayan 31 Mart Hadisesi'ni bastırmak üzere Selânik ve Edirne'den yola çıkarak Mirliva Mahmut Şevket Paşa komutasında 19 Nisan 1909'da İstanbul'a girecek olan Hareket Ordusu'na bağlı birinci kademe birliklerinin kurmayı başkanı oldu. Daha sonra 3.Ordu Kurmaylık, 3.Ordu Subay Talimgâhı Komutanlık, 5.Kolordu Kurmaylık, 38.Piyade Alay Komutanlık görevlerinde bulundu.[6][13]

    Mustafa Kemal Bey, dönüşünün ardından 27 Eylül 1911'de İstanbul'da Genelkurmay Karargâhında görev aldı.


    Trablusgarp Savaşı, 1911-1912

    Trablusgarp Savaşı'nda, Mustafa Kemalİtalyanların Trablusgarp'a saldırısıyla 29 Eylül 1911'de başlayan Trablusgarp Savaşı'nda, Mustafa Kemal Bey de diğer İttihatçı arkadaşlarıyla birlikte 18 Ararlık 1911'de Bingazi'ye hareket etti. Bu arada 27 Kasım 1911'de Binbaşı oldu.[6] Tobruk yakınında küçük bir zaferi kazandıktan sonra 11 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.



    Balkan Savaşları, 1912-1913
    Mustafa Kemal Bey Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle 24 Ekim 1912'de İstanbul'a hareket etti ve 24 Kasım 1912'de karahgâhı Bolayır'da bulunan Bahr-i Sefit Boğazı (Akdeniz Boğazı) Kuvayi Mürettebesi Harekât Şubesi Müdürlüğüne atandı. General Stilian Georgiev Kovachev komutasındaki Bulgar 4. Ordusu tarafından yenildi. Haziran 1913'de başlayan İkinci Balkan Savaşı'nda Dimetoka ve Edirne'ye girdi.


    Atatürk; Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya yeniçeri kıyafeti ile gitmiş ve etrafında derin bir hayranlık uyandırmıştır
    Askerî Ataşe Dönemi, 1913-1914
    27 Ekim 1913'te Sofya Askerî Ataşesi'ne atanarak yakın arkadaşı Sofya Sefiri (Elçisi) Fethi Bey (Okyar) 'in altında çalıştı. Ek görev olarak Belgrat ve Çetine Askerî Ataşeliğini de yürüttü. Bu görevde iken 1 Mart 1914'te Kaymakam (Yarbay) lığa yükseldi.[6] Savaştan sonra Harbiye Nazırı General Kovachev'in kızı Dimitrina (Miti) Kovacheva'ya yanaşarak General'in de güvenini kazanmayı başardı.[14]


    Mustafa Kemal Bey'in Sofya'ya geldiği günlerde Bulgar siyasi yaşamı çok hareketliydi. Sobranya (Bulgar Parlamentosu) için yapılan seçimler iktidardaki Radoslovov'un partisi için başarısız geçmiş ve iktidar partisi parlamentoda sandalye kaybetmişti. Kabine kurma görevinin, parlamentoda çoğunluğa sahip olmamasına rağmen yeniden Radoslovov'a verilmesi gibi siyasi olaylar Atatürk'ü derinden etkilemiştir.[kaynak belirtilmeli]


    Birinci Dünya Savaşında Hizmetleri, 1914-1918
    Daha çok bilgi için: Osmanlı Cephesi (Birinci Dünya Savaşı)
    Askerî Ataşe görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada 28 Temmuz 1914'de I.Dünya Savaşı başladı, 29 Ekim 1914'de Osmanlı Devleti de savaşa girdi. 20 Ocak 1915'de Mustafa Kemal Bey 3.Kolordu emrinde Tekfurdağı'nda kurulacak olan 19. Fırka Komutanlığına atandı.[6]

    30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi imzalandı ve ertesi gün öğle vaktinde yürürlüğe girdi. Mondros Mütarekenamesi 19.maddesi gereğince, Yıldırım Orduları Grubu kumandanı olan Liman von Sanders Paşa'nın görevden alınması üzerine 'Fahri Yaver Hazreti Şehriyari' Mustafa Kemal Paşa bu göreve getirildi. Ancak 7 Kasım'da Yıldırım Orduları Grubu ile 7.Ordu lağvedildi.[15]

    10 Kasım'da Yıldırım Kıt'aatının komutasını 2.Ordu Komutanı Nihat Paşa'ya bırakarak Adana'dan İstanbul'a hareket etti ve 13 Kasım'da İstanbul'a Haydarpaşa Garı'na ulaştı. Fethi Bey (Okyar) ile birlikte Ahmet İzzet Paşa (Furgaç) yanlısı ve Ahmet Tevfik Paşa (Okday) karşıtı bir tavrı koyan 'Minber' gazetesini çıkararak siyasi girişimlerde bulundu.


    Milli Mücadele dönemi (1919 - 1923)
    Daha çok bilgi için: Türk Kurtuluş Savaşı

    TBMM Başkanı Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa
    Örgütlenme Dönemi, Mayıs 1919 - Mart 1920
    Mondros Mütarekesi'nden sonra Anadolu'da milisler (Kuvayı Milliye) şeklinde örgütlenen direniş hareketleri başladı. 'Fahri Yaver Hazreti Şehriyari' Mustafa Kemal Paşa, Padişah VI.Mehmet (Vahdettin) tarafından olağanüstü yetkilerle donatılarak Vilayet-i Sitte (Altı Vilayet) 'yi 'Büyük Ermenistan' ve 'Bağımsız Kürdistan' projelerinden korması için görevlendirildi. 19 Mayıs 1919'da Refet Bey (Bele) , Kâzım Bey (Dirik) , 'Ayıcı' Mehmet Arif Bey, Hüsrev Bey (Gerede) lerle beraber Samsun'a çıktı.


    22 Haziran 1919'da Rauf Bey (Orbay) , Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bey (Bele) ve Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ile birlikte Amasya'da yayımladığı genelgeyle 'Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını' ilan etti. Kâzım Karabekir Paşa tarafından Erzurum'da toplanan Doğu İlleri Müdafaa-i Hukuk Kongresine (Erzurum Kongresi) katıldı. Kongre üyelerinin ısrarıyla Osmanlı ordusundan istifa etti ve Kongre başkanlığına seçildi[kaynak belirtilmeli]. 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında Sivas Kongresi'ni toplayarak ulusal direnişi yönetecek olan siyasi yapılaşmayı kurdu. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. Osmanlı Meclis-i Mebusan'ın Mart 1920'de işgal güçlerince basılması ve önde gelen vatanperverane mebusların tutuklanması üzerine 23 Nisan 1920'de Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasını sağladı. Erzurum mebusu sıfatıyla Meclis ve Hükûmet Başkanlığına seçildi. T.B.M.M., bir kurucu meclis gibi çalışarak Milli Mücadele'yi yürütecek olan Anadolu hükûmetinin altyapısını kurdu.


    Hâkimiyetin sağlanması, Mart 1920 - Mart 1922

    24 Mart 1923 tarihli Time dergisinin kapağı
    Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Kocatepe'de.(26 Ağustos 1922) Merkezi denetimden uzak bulunan Kuva-yı Milliye örgütleri dağıtılarak düzenli bir ordu oluşturuldu. Milli Mücadele'nin en kanlı çatışmaları, düzenli orduya katılmayı kabul etmeyen Kuva-yı Milliye gruplarına karşı verildi. (Bak. Çerkez Ethem Bey) .

    Ulusal direnişin yayılması ve Sevr Antlaşması'nın direnişle karşılaşması üzerine İtilaf Devletleri, Yunan ordusunu Anadolu'nun içlerine sürdü.[kaynak belirtilmeli] Yunan ordusu İsmet Bey kumandasındaki düzenli birliklerce I.İnönü (6-10 Ocak 1921) ve II. İnönü (23 Mart-1 Nisan 1921) Muharebelerinde geri çevrildi. Ancak Yunanlılarının Karahisar istikametinden büyük hücumunun yapılacağını tahmin edemeyerek Kütahya-Eskişehir (10-24 Temmuz) Muharebelerinde 4. Fırka Kumandanı Yarbay Mehmet Nâzım Bey'in şehit düşmesi gibi ağır şekilde mağlubiyete uğradı ve Sakarya nehrinin doğusuna çekilmek zorunda kaldı.

    Kütahya-Eskişehir Muharebeleri sonrasında Büyük Millet Meclisi içinde iktidara yani Mustafa Kemal Paşa'ya karşı tepkiler artmaya başladı. Bu muhalefeti yöneltenler ordunun başına geçmesi için Mustafa Kemal Paşa'ya baskı yapmaya başladılar. Gerçek niyetleri ise O'nu Ankara'dan uzaklaştırmak ve Enver Paşa'nın iktidarını sağlamaktı.Mustafa Kemal Paşa,4 Ağustos 1921 günü Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmayla başkumandan olmayı kabul ettiğini ancak başkumandanlığının faydalı olabilmesi için Meclis'in ordu ile ilgili yetkilerini üç ay süreyle kendisinde toplayacak bir kanun çıkartılması gerektiğini açıkladı.Paşa'nın başkumandanlığını isteyenlerin bu şekilde hayalleri suya düşürülmüş oldu.5 Ağustos 1921 günü oybirliği ile çıkartılan yasa ile Mustafa Kemal Paşa,TBMM Orduları Başkumandanlığı'na getirildi.[16]

    Mustafa Kemal Paşa,Başkumandanlığa geçmesinin hemen ardından yayınladığı Tekalif-i Milliye Emirleri ile halkı ordunun donatılması için seferberliğe çağırdı.12 Ağustos'ta Polatlı'da teftiş yaparken attan düştü ve kaburga kemiği kırıldı. 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi'nde Yunan Ordusu'nun hücum gücü tükendi. Bu zaferden sonra 19 Eylül 1921'de Büyük Millet Meclisi Başkumandan Mustafa Kemal Paşa'ya Müşir rütbesi ve Gazi unvanı verdi.

    Sakarya Zaferi'nden bir yıl sonra,26 Ağustos 1921 sabaha karşı saat 5.30'da Afyon'un güneyinden başlayan topçu ateşiyle Büyük Millet Meclisi Orduları,Yunan kuvvetlerine karşı Büyük Taarruz'u başlattı. Yunan Cephesi bu taarruz ile yarıldı ve Dumlupınar Ovası'na atılan düşman kuvvetleri 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar Meydan Muharebesi sonucunda imha edildi. Bu muharebede Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ordunun başında bizzat savaşa katıldığı için Dumlupınar Meydan Muharebesi,Başkumandanlık Meydan Savaşı olarak da anılmaktadır. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşu ve Yunan Ordusu'nun imha edilmesiyle 'Büyük Zafer' kazanılmış oldu.


    Barışın sağlanması
    Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te İsviçre'nin Lausanne (Lozan) kentinde imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Bu antlaşma ile Sevr Antlaşması yürürlükten kalkmış, Türkiye Cumhuriyeti Lozan Antlaşması temelleri üzerine kurulmuştur.


    Saltanatın Kaldırılması
    Milli Mücadele sonrasında Türkiye'de iki başlı bir yönetim ortaya çıkmıştı.[kaynak belirtilmeli]. TBMM 1 Kasım 1922'de Osmanlı saltanatını lağvedip Vahdettin'i tahttan indirerek İstanbul hükümetinin hukuki varlığına son verdi. 16 Ocak 1923'te İzmit Hünkâr Kasrı'nda İstanbul'dan gelen gazetecilerle mülakat yapıldığında Vakit başyazarı Ahmet Emin Bey (Yalman) 'in Kürt meselesi hakkında sorusuna karşı 'Başlı başına bir Kürtlük tasavvur etmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler teşekkül edecektir' diyerek Kürtlere özel statü tanımamak için ihtiyatlı davrandı[17].


    Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı, 29 Ekim 1923
    8 Nisan 1923'te yayımlanan Dokuz Umde ile Gazi Mustafa Kemal yeni rejimin temelini oluşturacak olan Halk Fırkası'nın temellerini attı. Nisan ayında yapılan İkinci Meclis seçimlerine sadece Halk Fırkası'nın katılmasına izin verildi. Mebus adayları fırkanın genel başkanı sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal tarafından belirlendi.

    25 Ekim 1923 günü aynı anda hem Başbakanlık hem de İçişleri Bakanlığı görevlerini yürüten Fethi Bey,İçişleri Bakanlığını bıraktığını açıkladı. Aynı gün Meclis İkinci Başkanlığı görevini yapan Ali Fuat Paşa'da ordu müfettişliğine atandığı için görevinden ayrıldı. Bu iki boş koltuk için yapılan seçimleri Gazi Mustafa Kemal'e muhalif olan milletvekilleri kazandı. Meclis İkinci Başkanlığına Rauf Bey,İçişleri Bakanlığına Sabit Bey seçildiler. Bu durumdan hoşnut olmayan Gazi Mustafa Kemal,26 Ekim 1923'te Başbakan Fethi Bey'den 'Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili' Fevzi Paşa'nın dışında hükümetin istifa etmesini ve istifa edenlerin yeniden seçilirlerse görevi kabul etmemesini istedi. Böylece bir hükümet krizi yaratılmış oldu. Yeni bakanlar kurulu üyelerinin 29 Ekim günü seçileceği duyuruldu.

    Bu gelişmeler üzerine 'Cumhuriyet İlanı' ile işi kökünden çözmeye karar veren Gazi Mustafa Kemal 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya'da İsmet Paşa ve bazı kimseleri toplantıya çağırdı ve 'Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz.' diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal'den düşüncelerini açıklaması istendi. Gazi Mustafa Kemal, bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı. Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Tasarının parti grubunda kabulünden sonra aynı akşam saat 18.00'de TBMM Genel kurul toplantısı başladı. Anayasa Komisyonu'nun değişiklik ile ilgili rapor ve önergesi genel kurulun onayına sunuldu ve 29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30'da milletvekillerinin alkışları ve 'Yaşasın Cumhuriyet' sadâları ile Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Hemen ardından geçilen cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile Ankara milletvekili Gazi Mustafa Kemal,Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.[18]


    Cumhurbaşkanlığı Dönemi, 1923-1938

    Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk,TBMM'den çıkarken (29 Ekim 19301924 Anayasası gereğince [19] TBMM 29 Ekim 1923'teki cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra üç defa daha (1927, 1931, 1935 yıllarında) Gazi Mustafa Kemal'i tekrar cumhurbaşkanlığına seçti. 1927'de kabul edilen CHF Tüzüğü ile Gazi Mustafa Kemal partinin 'değişmez genel başkanı' ilan edildi ve milletvekili adaylarını seçme yetkisi, kaydı, hayatı boyunca kendisine tanındı.

    Gazi Mustafa Kemal sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. Ancak 1918 yılından sonra hiçbir resmi veya özel ziyaret için yurt dışına çıkmadı.

    15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan CHF ikinci kurultayında Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan Nutuk'u (Söylev) okudu.[20] Kurtuluş Savaşı'nın Gazi'nin bakış açısıyla anlatımını içeren Nutuk, Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Mücadeleye ilişkin resmi görüşünün esasını oluşturur ve Milli Mücadeleyi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte başlatan ve yürüten askerî ve siyasi şeflere karşı (Rauf, Karabekir, Refet Bele, Mersinli Cemal Paşa, Cafer Tayyar Eğilmez, 'Sakallı' Nurettin Paşa, Celalettin Arif Bey vb.) bir polemik niteliği de taşır.[21]

    29 Ekim 1933'te Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal,Türkiye Cumhuriyeti'nin onuncu kuruluş yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmada ülkenin kuruluş temelini ve gelecek vizyonunu yalın bir dille tüm dünyaya ve Türk Milleti'ne anlatmıştır..[22]


    Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde kurulan hükümetler
    Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde (1923-1938) üç kişi başbakanlık yapmıştır. Bu isimler İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celal Bayar'dır. Bu dönem içersinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükümet kuran isim (tam yedi hükümet kurmuştur) İsmet İnönü'dür. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresince kurulan hükümetler şöyledir:


    Atatürk, İsmet İnönü ile birlikte
    Cumhurbaşkanı Atatürk Başbakan Celal Bayar ile birlikteI. İnönü hükûmeti (30.10.1923 - 06.03.1924)
    II. İnönü hükûmeti (06.03.1924 - 22.11.1924)
    Fethi Okyar hükûmeti (22.11.1924 - 03.03.1925)
    III. İnönü hükûmeti (03.03.1925 - 01.11.1927)
    IV. İnönü hükûmeti (01.11.1927 - 27.09.1930)
    V. İnönü hükûmeti (27.09.1930 - 04.05.1931)
    VI. İnönü hükûmeti (04.05.1931 - 01.03.1935)
    VII. İnönü hükûmeti (01.03.1935 - 01.11.1937)
    I. Celal Bayar hükûmeti (01.11.1937 - 11.11.1938)

    Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde dış politika
    1930'lu yıllarda Balkan ülkelerinde yaygınlaşan revizyonist siyasi görüşlere karşı Atatürk 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesiyle karşı çıkarak, Birinci Dünya Savaşı ertesinde Neuilly ve Lozan antlaşmalarıyla kurulan uluslararası statükoyu savundu.[kaynak belirtilmeli]. 1930 yılında Yunan başbakanı Elefterios Venizelos'u Türkiye'ye davet ederek Milli Mücadele'nin düşmanı Yunanistan'la barışın temellerini attı. 1934'de Venizelos tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterildi (Ancak Nobel Ödül Komitesi değerlendirmeye almadı) .

    Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika konularını şu şekilde sıralayabiliriz:

    Irak sınırı ve Musul sorunu
    Nüfus mübadelesi
    Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi (18 Temmuz 1932)
    Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
    Montrö Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
    Sadabat Paktı (8 Temmuz 1937)
    Hatay Sorunu

    Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı döneminde inkılaplar ve iç politika
    Daha çok bilgi için: Atatürk İnkılapları

    Atatürk,CHP IV.Kurultayı'nda,(Mayıs 1935) Gazi Mustafa Kemal, kendi deyişiyle Türkiye'yi 'muasır medeniyet seviyesine çıkarmak' amacıyla bir dizi radikal dönüşüme imza attı. Söz konusu düzenlemeler başlangıçta Osmanlıca 'reform' veya 'dönüşüm' anlamına gelen 'inkılap' adıyla anıldılar. 1960'lı yıllarda, inkılap karşılığı olarak Öztürkçe 'devrim' kelimesi kullanıldı. Ancak 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, 'devrim', kanlı bir düzen değişikliğini (Fransızca: révolution) ve sol dünya görüşünü çağrıştırdığı gerekçesiyle resmi kullanımda yeniden 'inkılap' sözcüğü benimsendi.[kaynak belirtilmeli].


    Siyasal alanda inkılaplar
    Halifelik ve saltanatın birbirinden ayrılması,Osmanlı saltanatının kaldırılması ve Osmanlı Devleti'nin hukuki varlığının sona ermesi (1 Kasım 1922) .
    Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) .
    Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt dışına çıkarılması (3 Mart 1924) .
    Devletin dinine ilişkin maddenin anayasadan çıkartılması ve Laiklik ilkesinin anayasaya eklenmesi (1928)
    Atatürk İlkeleri'nin tamamının anayasaya girmesi (5 Şubat 1937)

    Toplumsal alanda inkılaplar

    Gazi Mustafa Kemal'in Atatürk soyadını aldıktan sonraki imzasıŞapka Kanunu (25 Kasım 1925)
    Tekkelerin, zaviyelerin ve türbelerin kapatılması (30 Kasım 1925)
    Kadınlara belediye seçimlerinde (1930) ve genel seçimlerde (1935) seçme ve seçilme hakkı tanınması
    Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
    Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve unvanlarin kullanımının yasaklanması (26 Kasım 1934)
    Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerinin kabulü (1925-1931)

    Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Latin alfabesini tanıtıyor, Sivas, 20 Eylül 1928
    Hukuk alanında inkılaplar
    İslam vakıflarının devlet idaresine alınması (1924)
    İsviçre Medeni Kodundan çevrilerek hazırlanan Medeni Kanun'un kabulü (1926) .
    İtalyan Ceza Kanunu'ndan çevrilerek hazırlanan Türk Ceza Kanunu'nun kabulü (1927) .

    Eğitim ve kültür alanında inkılaplar
    Öğretimin Birleştirilmesi Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ile devlete bağlı olmayan ilköğretim kurumlarının kapatılması (3 Mart 1924)
    Yeni Türk harflerinin kabulü ve arap alfabesiyle her türlü yayın ve eğitimin yasaklanması (1 Kasım 1928)
    Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması (1932)
    Dil Devrimi ve Güneş Dil Teorisinin benimsenmesi (1932-1938)
    Darülfünun'un kapatılıp İstanbul Üniversitesi adıyla yeniden kurulması (31 Mayıs 1933)

    Çok partili demokrasi denemeleri

    Atatürk, bir vatandaşın derdini dinlerken
    Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 1925
    Daha çok bilgi için: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
    Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Mücadeleyi başlatan beş kişilik kadronun Mustafa Kemal dışındaki dört üyesi (Rauf Bey, Karabekir Paşa, Refet Paşa ve Ali Fuat Paşa) muhalefete geçerek Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular. 1925 Martı'nda çıkan Genç Hâdisesi (Şeyh Sait İsyanı, Doğu İsyanı) üzerine sıkıyönetim ilan edilerek TpCF kapatıldı. Partinin lider kadrosu tutuklanarak önde gelenleri idam edildi.


    Serbest Cumhuriyet Fırkası, 1930
    Daha çok bilgi için: Serbest Cumhuriyet Fırkası
    12 Ağustos 1930'da İsmet Paşa'nın hükûmetine alternatifleri sunmak amacıyla çok partili demokratik hayata kavuşmak için Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın yakın arkadaşı Fethi Bey (Okyar) 'e Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdurarak kız kardeşi Makbule Hanım (Boysan, Atadan) , çocukluk ve okul arkadaşı Nuri Bey (Conker) 'leri de üye yaptırdı. Ancak 17 Kasım 1930'da rakibi istemeyen İsmet Paşa'nın baskısı ve İslâmcıların aleti olma endişesinden dolayı partiyi fesh etti.

    Bu demokrasi denemesinin biraz önce, ordu'nun siyasete müdahale etmesinin demokrasiye zarar verebileceğini düşünerek Askerî Ceza Kanunu (22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 Sayılı Kanun) 'nu meclisten geçirdi. Bu kanunun 148. maddesine Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinatta bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.


    Atatürk'ün son günleri ve ölümü
    Daha çok bilgi için: Atatürk'ün son günleri ve ölümü
    Atatürk'ün sağlık durumu 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu.Avrupa'dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi.Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk,10 Kasım 1938 perşembe sabahı saat 9,05'te İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara'ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara'da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan onbeş yıl sonra da 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan Anıtkabir'deki ebedi istirahatgahında toprağa verildi.


    Özel Hayatı

    Mustafa Kemal Paşa ve Fikriye HanımKitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi, uçuş seyretmeyi ve yüzmeyi severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan keyif alırdı. Sakarya adlı atına ve köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri Çankaya Köşkü'nde sık rastlanan bir durumdu. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş yolunda yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.

    İzmir'de Yunanlıları bozguna uğrattıktan sonra İzmir'e girerken Yunan komutanının Türk bayrağını çiğnemesine ithafen basması için önüne serilen Yunan bayrağını yerden alması bilinen bir olaydır.


    Aşklar ve Evlilik

    Mustafa Kemal ve eşi Latife HanımMakbule Atadan ve Salih Bozok'a göre, küçük Mustafa 12 yaşındayken Binbaşı Rüknettin'in 8 yaşındaki kızı Müjgân'a âşık olmuştur. Makbule Atadan'a göre ikinci aşkı Hatice olmuş ve Hatice'nin annesi müdahale ederek ilişkisini kesmiştir. Ardından Selanik Askeri komutanı Şevki Paşa'nın 12 yaşındaki kızı Emine (Emine Arık) 'ye matematik dersini verirken âşık olmuştur. Bunun dışında Selanik'teyken Rum asıllı tüccar Eftim Karinte'nin kızı Eleni Kriyas'a âşık olduğu söylendiyse de kanıtlanmamıştır.

    Milli Mücadele döneminde Ankara İstasyon Binasında ve eski Çankaya köşkünde Fikriye Hanım ile birlikte yaşıyordu.[23] Fikriye hanımı Almanya'ya gönderdikten sonra 29 Ocak 1923'te İzmir'in sayılı zenginlerinden Uşakizade Muammer Bey'in kızı Latife Hanım'la evlendi. 1924'de yapılan Sonbahar Seyahati sırasında çift kavga etti ve Mustafa Kemal Paşa Erzurum'dan İsmet Paşa'ya telgraf çekerek boşanacağını bildirdi. Ancak az sonra yaverleri Salih Bey (Bozok) ve Kılıç Ali Bey'in aracılığıyla boşanmasından vazgeçti.[24][25] Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü.[26] 1922-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal'e Soyadı Kanunu ile birlikte TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarihli ve 2587 sayılı kanun ile [27] ile kendisine 'Türklerin Atası' anlamına gelen Atatürk ismi verilmiştir.



    Çocukları

    Atatürk ve manevi çocuklarından Sabiha GökçenÇocuğu olmayan Atatürk, savaş yıllarından başlayarak birçok çocuğun hamiliğini üstlenmiş, birçoğunu da evlat edinmişti. Atatürk'ün manevi evlatları,

    Abdurrahim Tuncak, Zühre, Afife, İhsan, Ömer, Afet İnan (İsmail Hakkı Uzmay'ın kızı) , Nebile Hanım (1 Ocak 1929'da Viyana Büyükelçiliği Kâtibi Raşit Bey ile evlendi) , Rukiye Erkin (1935'te Hüsnü Erkin ile evlendi.) , Zehra Aylin (ya da Zehra Mehmet; Amasyalı Mehmet'in kızı, 1936'de Londra'dan ekspres treniyle Paris'e giderken Amiens civarında trenden düşerek öldü) , Sığırtmaç Mustafa, Sabiha Gökçen, Ülkü Adatepe (Zübeyde Hanım'ın evlatı Vasfiye Hanım ile Mehmet Tahsin Çukurluoğlu'nun kızı; Üsteğmen Fethi Doğançay ile evlendi) 'dir.

    1916 yılında Bitlis Rus işgalinden kurtarıldığı yıllarda 16 Kolordu Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa Kemal Paşa, savaşta bütün aile fertlerini kaybeden ve kimsesi kalmayan Abdurrahim'i evlatlık edindi. Abdürrahim bakılması için İstanbul'a annesi Zübeyde hanım ve kız kardeşi Makbule'nin yanına gönderildi.


    Yapıtları
    Tâbiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Sureti Tahririne Dair Nesayih
    Takımın Muharebe Talimi (Almanca'dan çeviri - 1908)
    Cumalı Ordugâhı - Süvari: Bölük, Alay, Liva Talim ve Manevraları (1909)
    Tâbiye ve Tatbikat Seyahati (1911)
    Bölüğün Muharebe Talimi (Almanca'dan çeviri - 1912)
    Zabit ve Kumandan ile Hasbihal (1918)
    Nutuk (1927)
    Vatandaş İçin Medeni Bilgiler (Manevi kızı Afet İnan adıyla yayımlandı) (1930)
    Geometri (isimsiz yayımlandı) (1937)
    Atatürk'ün ayrıca, 1915-1918 yılları arasında Anafartalar, Doğu Cephesi ve Karlsbad'daki hatıralarını yazdığı günlükleri de bulunmaktadır. Bunlardan Anafartalar Muharebatı'na Ait Tarihçe, Türk Tarih Kurumu tarafından kitap olarak yayımlanmıştır. 1908-1938 yılları arasında Mustafa Kemal'in imza attığı, yazdığı, söylediği kişisel notları dahil her şeyin toplandığı Atatürk'ün Bütün Eserleri adlı bir ansiklopedi de Kaynak Yayınları tarafından hazırlanmaktadır.





    Atatürk'ün Türk tanımı
    Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard'ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği 'Türk Milleti’nin Özellikleri' konusunda Atatürk'ten yardım istedi. Atatürk; Afet İnan'ın önce kendi görüşlerini yazmasını ve fikirlerini daha sonra belirteceğini söyledi. Afet İnan'ın uzun çalışmasına karşılık, Atatürk kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine kendi tanımını yaptı.[28]

    “ Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahna 7 bin senelik (en aşağı) , bir Türk Beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.

  • Adil Serdar SAÇAN18.07.2008 - 15:06

    Onlar, vatanı parselleyip satmaya devam etmek isteyecekler,

    Biz,aldığımız bedeli önce onlardan tahsil edeceğiz.

    Onlar, F Tipi kulların sayısını arttırmaya çalışacaklar,

    Biz,çocuklarımızı onlardan geri alacağız.

    Onlar,devleti işgale devam etmek isteyecekler,

    Biz, her sathı savunmayı sürdüreceğiz.

    Onlar,çoğunluk olduklarını iddia etmeye devam edecekler,

    Biz,bir Türk'ün onların kaçına bedel olduğunu öğreteceğiz.

    Onlar İslamı ılımlılaştıracaklar,

    Biz,olduğu gibi muhafaza edeceğiz.

    Onlar,bölücü hainlere Sayın diyecekler,

    Biz, kellelerini alacağız.

    Onlar,gavura yaslanıp,Türkiyeliyiz diyecekler,

    Biz,Ne Mutlu Türküm Diyene diyeceğiz.

    Onlar, milleti aşağılamaya devam edecekler,

    Biz,milyonlar olup Çağlayacağız.

    Onlar döndürülmüş kıtalar olarak saldıracaklar,

    Biz, Bin Dirilmiş kıta olarak haklarından geleceğiz.

    Onlar,Çankaya'yı işgale yine yeltenecekler,

    Biz,sandığı başlarına geçireceğiz.

    Onlar,geriye geriye koşmaya devam edecekler,

    Biz, medeniyeti başta onlara öğreteceğiz.

    Asıl Bizim Çok İşimiz Var Çooook..........



    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=370

    Not: Bu yazıya aynen imzamı koyuyorum (Oğuz KAYI)




    Emniyetteki örgütün adı: F (Fethullah) tipi Yöneten: Ramazan Akyürek

    Adil Serdar Saçan

    Aydınlık, 28 Mayıs 2006
    Röportaj







    Danıştaya yapılan saldırı sonrası yaşanan ‘kamuoyunu yönlendirme’ faaliyetini emniyet içindeki Fethullahçı yapılanma örgütledi. Bu örgütlenmenin başında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek bulunuyor.

    İstihbarat Dairesi, Terör Dairesi, Kaçakçılık Dairesi ve Eğitim Dairesi’nde örgütlenmiş durumdalar ve illerin istihbarat teşkilatları bunların elinde. Teknik dinleme yapan polis birimleri tamamen bunların elinde. Dinlemeyi polis mi yapıyor, yoksa polis üniforması giymiş F tipi adam mı yapıyor? Bunu merak eden savcı varsa ben onları isim isim veririm.

    Şemdinli’de savcı iddianameyi yazmadan önce, Meclis Araştırma Komisyonu’na İstihbarat Dairesi’nin Başkanı geliyor. Diyor ki, “hırsız içeride dışarıda aramaya gerek yok.” Onu alıyorlar onun yerine sicilinde “Fethullahçı” yazan birini atıyorlar. Adamlarda hiçbir değişiklik yok. Şemdinli iddianamesi, F Tipi örgütünün araştırmalarına göre yazıldı.

    Devletin belirli kademeleri ele geçirilmiş. Bu örgütün başı, bir başka ülkenin istihbarat servisi ne derse onu yapıyor. O ülke, o örgüt vasıtasıyla bizim ülkemize operasyon yapıyor. Burada hem hükümete operasyon yapılıyor, hem de bize yani ulusalcı güçlere…


    Aydınlık, 28 Mayıs 2006

    Türkiye’de ilk Kaçakçılık ve Organize Suçlar Müdürlüğü 1998 yılında kuruldu. Müdürlüğün İstanbul’daki şubesinin kurucusu Adil Serdar Saçan. Saçan, 5 yıllık görev süresince Ömer Lütfi Topal cinayeti, Malki cinayeti, Korkmaz Yiğit, Albayraklar Holding, İGDAŞ, Akbil ve İSTAÇ gibi operasyonlarını yürüttü. AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte görevden alındı. Nedeni, Emniyetteki irticai kadrolaşmaya karşı olması.

    Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Emcet Olcaytu, Dr. Adil Serdar Saçan’la İstanbul’da bürosunda konuştu.


    AYDINLIK:

    Telefon görüşmemizde “Danıştay saldırısı sonrası yaşanan gelişmeleri Emniyet içindeki Fethullahçı yuvalanmanın organize ettiğini” söylediniz. Bu örgütlenmeyi ve bu olay içindeki rolünü anlatır mısınız?

    A. SERDAR SAÇAN:

    Polis Koleji’ne 1978 yılında girdim. Birden Işık Evleri’ni buldum karşımda. Bu yıllar Polis Koleji’nin bu örgüt tarafından ele geçirilme dönemidir. Polis Akademisi’nden o dönem mezun ilk komiser yardımcıları -seçilmiş bir grup Polis Koleji’ne gelmişti. Şimdi kolejdeki örgütlenmeyi yapan bu kişilerin hepsi şu anda emniyet müdürü. Bunlardan birisi de şu anki İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek.

    İKİ YIL İÇİNDE İL EMNİYET MÜDÜRÜ OLACAKLAR


    Komiserler, Kolej’deki öğrencileri Işık Evleri’ne götürmeye başladılar. Bizim dönemimizden Işık Evi eğitimi almış birçok kişi var. Önümüzdeki 2 yıl içinde onlar il emniyet müdürü seviyesine çıkacaklar. Şu anda müdür yardımcısı durumundalar. O tarihten sonra Polis Koleji ve Polis Akademisi, daha sonra Polis Okulları bu F Tipi örgütlenmenin (Fethullah Gülen örgütlenmesi – Aydınlık’ın notu) eline geçti. Ve emniyet örgütünün yönetici kesiminin büyük bir bölümü, bunlardan oldu.

    ÖZAL DÖNEMİNDE ÇIKAN ÖZEL YASA


    1985 yılında, “Özel Sınıf” adı altında polis koleji değil, üniversiteyi bitirmiş olan kişileri de aldılar. Bir sene eğitip, 1986 yılında amir yaptılar. Atatürk, Polis Koleji’ni, Cumhuriyet’e bağlı bir polis teşkilatı yetişsin diye kurmuştu. Ama 1985 yılında. Özal döneminde bir yasa çıkarıldı. Böylece; örneğin İlahiyatı bitirmiş adam Polis Koleji’ne girmeden, sınavla Polis Akademisi’ne girdi. 8 ay eğitim görüp, Kolej ve Akademi mezunları gibi yetki sahibi oldular. Bunların büyük bir bölümü “F tipi”dir (Fethullah Tipi) . Bunlar şu anda il emniyet müdür yardımcısı düzeyindeler. Önümüzdeki sene itibariyle birinci sınıf emniyet müdürü olacaklar. Emniyet örgütlenmesi içindeki üst yapılanmanın büyük bir bölümü şu anda ne yazık ki, örgütün kontrolüne geçti. Dolayısıyla emniyet birimleri de F tipi örgütlenmenin kontrolüne geçti.
    Işık Evleri eğitiminden geçmiş emniyet müdürleri, imam emniyet müdürleri... Üzerlerinde resmi üniforma var ama üniformanın arkasında çok ciddi bir örgütlenmeye bağlı emniyet mensupları var.

    “SAVCILARA İSİM VERİRİM”


    AYDINLIK:

    Emniyet Genel Müdürü, Danıştay’a saldırı olayının arkasında, adı belli olmayan bir örgütün varlığından bahsediyor?
    SAÇAN:

    Ben F Tipi örgütten bahsediyorum. İstihbarat Dairesi, Terör Dairesi, Kaçakçılık Dairesi ve Eğitim Dairesi’nde örgütlenmiş durumdalar ve illerin istihbarat teşkilatları bunların elinde. Teknik dinleme yapan polis birimleri tamamen bunların elinde. Dinlemeyi polis mi yapıyor, yoksa polis üniforması giymiş F tipi adam mı yapıyor? Bunu merak eden savcı varsa ben onları isim isim veririm.

    F TİPİ ÖRGÜT SOKAKLARI İZLİYOR


    Dinleme kapsamında MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) diye bir sistem kurdular. Bu sistem bütün sokakları izliyor. Yasal alt yapısı yok. Her yere bir kamera koydular ama her sokağa kamera koyan devlet Danıştay’a kamera koymayı unutmuş. MOBESE’yi kuran firma, bu sistemi kuran örgüt, biraz önce bahsetmiş olduğum grubun kontrolünde.

    DANIŞTAY SALDIRISI VE ÖNCESİ


    Son olayda Cumhuriyet’e doğrudan sıkılmış bir kurşun var. Atatürkçü olduğu, Cumhuriyetçi olduğu, laik olduğu kesin olan bir üst yargıya Cumhuriyet tarihinde ilk defa sıkılmış bir kurşun. Danıştay’a yapılan saldırı sonrası yaşanan “kamuoyunu yönlendirme” faaliyetini Emniyet içindeki Fethullahçı yapılanma örgütledi. Bu örgütlenmenin başında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek bulunuyor.


    Ancak son olaylar yaşanmadan önce Türkiye’de bir takım olaylar oldu. Bunlardan bazı örnekler vereceğim.


    Bir terörle mücadele komiseri, 2001 veya 2002 senesinde Çağdaş Eğitim Vakfı’nda bir kaset buluyor. Önce sızıyor oraya güya komiser. Ve sonra arama yapılıyor vakıfta ve orada kaset bulunuyor. Kaseti bir dinliyorlar. Fethullan Gülen’le ilgili soruşturma yapmakta olan Nuh Mete Yüksel’in seks kaseti. Tesadüfe bakın şimdi. Kim yapıyor operasyonu? Devlet yapıyor ama; devlete sızma, üniforma giyme budur yani. Peşinden Nuh Mete Yüksel görevden alınıyor, sürülüyor.

    YÜKSEK YARGIYA SALDIRININ MERKEZİ DE AYNI


    Peşinden tekniğe dayalı bir istihbarat operasyonu daha. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya olayı. Yöntemi bildiğim için söylüyorum. Özkaya laiklikle ilgili bir konuşma yapıyor, laikliği başka tarif eden grup bunu beğenmiyor. Ve Eraslan Özkaya birden bire Alaaddin Çakıcı ile ilişkilendiriliveriyor. Soruşturma yapılınca adamın suçsuzluğu ortaya çıkıyor ama daha evraklar adliyeye gitmeden basında çarşaf çarşaf yazıyor. Burada da operasyonu yapan istihbarat ve kaçakçılık daireleri.


    Danıştaya silahlı saldırı yapıldı. Fakat yüksek yargıya yapılan silahsız saldırılar daha önemli. Yüksey yargıya Yargıtay Başkanı’nın şahsında saldırı yapıldı.


    Hemen devamında AKP’nin bir milletvekili (TBMM Dokunulmazlıkları Araştırma Komisyonu Başkanı Hüsrev Kutlu – Aydınlık’ın notu) diyor ki “yargıya güvenmiyoruz”. Akabinde Kaçakçılık, İstihbarat Daire Başkanlıkları “Neşter” diye bir operasyon başlatıyorlar. Yargıtay’a otomatik tüfekle saldırı gibi bir olay. “Yargıtay’ın yargıçları, rüşvet aldı” diye telefon görüşmeleri yayınlanıyor. Yüksek yargıçlar karalanıyor. Yargıtay Genel Sekreterliği topa tutuluyor. Sonuçta hepsi beraat ediyor.

    BDDK OPERASYONU
    Bunun peşenden BDDK Başkanı Engin Akçakoca ele alındı. Adamın evinin yanında bir depo bulunuyor. Evraklar bulunuyor ihbar gelmiş falan filan. Adam “lanet olsun” dedi gitti. Hedef gösteriliyor. Polis hazır. Polis dediğim, bizim Türkiye Cumhuriyeti polisi değil.

    FERHAT SARIKAYA IŞIK EVLERİNE GİTMİŞ Mİ? ARAŞTIRILSIN
    Devam ediyorum... Van 100. Yıl Üniversitesi meselesi. Orada hedef kim? Üniversiteler. Neden Çete’ye sokuldu orada rektör. Çünkü o tarihteki mevzuata göre telefonları dinlemek için çete mensubu olması lazım. Hemen İstihbarat Dairesi ve malum örgüt faaliyete başladı. Daha enteresan bir şey. Rektör Aşkın’ın avukatı (TBB eski başkanı Teoman Evren-Aydınlık’ın notu) Ankara’da, şimdiki Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok’la birlikte aynı büroyu kullanıyor. Bu büroya giriliyor, talan ediliyor. Bu da yüksek teknik kullanabilecek kişiler tarafından yapılabilecek bir arama. Ondan sonra da Şemdinli olayı meydana geliyor. Burada da askere kurşun sıkılıyor. Herkes bu savcı yetkisini aştı falan filan dedi. Peki bu savcı kim? Son olayda Muzaffer Tekin’in dedesine kadar araştırıyorsun. Bu savcıyı araştırdılar mı? Bu savcı ışık evlerine hiç gitmiş mi acaba? Şemdinli’de bir güç gösterisi var. TSK’nın en üst düzeydeki paşası çetecilikle suçlanıyor. Bu güce kim sahip Türkiye’de.
    Dikkat edin. Şemdinli’de savcı iddianameyi yazmadan önce, Meclis Araştırma Komisyonu’na İstihbarat Dairesi’nin Başkanı geliyor. Diyor ki, “hırsız içeride dışarıda aramaya gerek yok” Onu alıyorlar onun yerine sicilinde “Fethullahçı” yazan birini atıyorlar. Adamlarda hiçbir değişiklik yok. Şemdinli iddianamesi, F Tipi örgütünün araştırmalarına göre yazıldı.

    SAVCI İSTANBUL POLİSİ HAKKINDA SORUŞTURMA AÇMALI


    AYDINLIK: Son soruşturmada da Bakan Mehmet Ali Şahin, “Süprizlere hazır olun” dedi.


    SAÇAN: Somut olay şu. Cumhuriyet Gazetesi üç defa bombalandı. Birinci bombalamada, tamam, polis olarak bu eylemi yersiniz. İkinciyi yemezsin, gazetenin önünde tedbirini alırsın. Bu olay örneğin Zaman Gazetesi’ne olsaydı, ikinci eylem yapılabilir miydi? İddia ediyorum yapılamazdı. Neden oraya bir izleme aracı atmıyorsunuz. Üçüncüyü de attılar. Ekipler orada duruyor, adamlar yürüyüp gitti. Aynı adamlar Danıştay’da Cumhuriyet’in hâkimini katletti. Ondan sonra polis çıkıp “biz başarılıyız” diyor. Aynı yerde üç olay oluyorsa bir kere bu görevlilerin yakasından tutacaksın. Hiç soruşturma açıldı mı bunlar hakkında? Aksine ödüller veriliyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu konuda soruşturma açması lazım. En azından “görevi ihmal” var burada. Ondan sonra Ankara adamı yakalayınca İstanbul polisi, “Ben bu adamları vermem, bu adamlar Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba attı” diyor. Ankara’daki eylem olmasaydı sen yakalayamıyordun ki bunu. Bence o adam oraya yakalanmak için gitti zaten. Bu ya görevi ihmaldir, ya da acemilik sebebiyle ölüme sebebiyettir. Bir komplo varsa komplo buradan başlıyor.

    İSTİHBARAT DAİRESİ’NİN OLANAKLARINI KULLANIYORLAR


    AYDINLIK: Komplo, Fethullahçı yuvalanmadan sağlanan imkânlarla mı yapılıyor?


    SAÇAN: Tabii tabii. İstihbarat dairesi, kaçakçılık dairesi. Dikkat edin hepsi tekniğe dayalı. Telefon görüşmeleri... Eraslan Özkaya telefonla görüşmüş, bir avukatın bürosunda Nuh Mete Yüksel’le ilgili kaset çekiliyor. Planlı...
    Danıştay saldırısı öncesi de Başbakan, “Danıştay 2. Daire’nin kararı şöyle böyle” dedi saldırı oldu. Polis Yargıtay’a operasyon yaptı.

    BASIN İŞİN PSİKOLOJİK HAREKATINI YAPIYOR


    AYDINLIK: Basın, polisten gelen bilgileri sorgulamadan bunun peşinde koşturup gidiyor. Muzaffer Tekin bağlantısı diye bir şey ortaya atıldı. Basının bilgi yetersizliğinden mi?


    SAÇAN: Basın ne veriliyorsa onu yazıyor. O merkez aynı zamanda bu işin psikolojik harekâtını da yapıyor. Onlar ne verirse basın da onu yazıyor.


    AYDINLIK: Tüm bunları kim planlıyor?


    SAÇAN: Şemdinli olayıyla bu iki olaya baktığınızda bu olaydan zarar görenlerden biri kabul etsek de etmesek de hükümet. İkincisi, ulusalcı olan bir yargıç öldü, ulusalcı olan bir grup zarar gördü. Bir de askere bağladılar işi. Bu iki gücü “İstediğim an kafa kafaya tokuştururum” diyen üçüncü bir güç çıkıyor ortaya. Bu üçüncü gücü destekleyen yer neresi? Biraz evvel bahsettiğim devlete sızmış olan, “biz X imamına bağlıyız” diyen grup. Bunlar taşeron. Planlayan kim peki? İran meselesinde hem hükümet hem ordu bir merkezin verdiği işi yapmadılar veya geciktiriyorlar. Devletin belirli kademeleri ele geçirilmiş. Bu örgütün başı, bir başka ülkenin istihbarat servisi ne derse onu yapıyor. O ülke, o örgüt vasıtasıyla bizim ülkemize operasyon yapıyor. Burada hem hükümete operasyon yapılıyor, hem de bize yani ulusalcı güçlere…


    O güç diyor ki, “siz biz ne dersek yapmak zorundasınız. Yapmadığınız zaman biz artık sizin ülkenizde Danıştay’ı basacak güçteyiz. Yarın kafamızı bozarsanız Milli Güvenlik Kurulunu da basarız” diyor adam yani.




    http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp? goster=haberdetay&idhaber=149






    .ERMENİ TOHUMLARI



    Dr.A.Serdar Saçan

    [email protected]




    Dün; kendi deyimi ile; 'bir Ermeni Türkiyeli' vurularak öldürüldü.Tarz Türke yakışır değil.Silahsıza silah çekmek bizim töremize uymaz.Ama üzüldün mü diye soranlara baştan söyliyeyim.İki gün önce toprağa verilen,babası, ben Muş Terörle Mücadele Müdürü iken yanımda çalışmış, namuslu,şerefli,haysiyetli bir Polis Memurunun çocuğu olan Astsubay AYDIN'ın şehadetine,PKK lılar,Dink Kafalı Ermeniler ne kadar üzüldüyse o kadar üzüldüm.

    Dink,davasına inanmış bir Ermeni'dir ve bir çok Ermeni'nin aksine, Ermeni asıllı Türküm yerine Ermeni Türkiyeliyim demiştir.Yani,Küresel emperyalisttir.Hal böyle olunca,midesi küresel azgın emperyalistlere bağlı tüm Türk ve Müslüman bozuntuları birden bire Dink leş tiler.Dün müthiş hızlı bir organizasyonla, 'Hepimiz Ermeniyiz', 'Hepimiz Dinkiz' pankartları ile Şişli ile Taksim arasını saatlerce trafiğe kapattılar.Bizim Polis neredeyse mum yakıp protestolara destek olacak bir tavır içerisindeydi.(Fındık üreticisini yol kapatıyor diye Polise zorla dövdürenler,dün nedense bu yol kapatmalara destek oluyorlardı)

    Yukarıdaki pankartları taşıyan,Müslüman ve Türk ana babadan olanlara sözüm şu; 'Siz Ermeni Tohumu olabilirsiniz, ben değilim.Siz Türklüğe hakaretten mahkum olmuş Dink olabilirsiniz,ben değilim.'

    Bundan on yıl önce Azeri kardeşlerimizi,çocukları, kadın kızlarımızı kalleşçe öldüren Ermeniler,onları öldürünce; 'Biz Türküz,yaşasın halkların kardeşliği dediler mi? '

    Yuh size,yazık size,ayıp size Ermeni tohumları.

    Müslümanların oylarını almak için neler yaptıkları malum olan TRE'nin danışmanı Ö.Ç. öneriyor; 'yakın dostum Dink'i Türk Bayrağına sarıp gömelim'.Yuh sana,yazık sana,ayıp sana.Herkes dostuyla haşrolunur elbet.O bizi ilgilendirmez de milletin karşısına çıkıp müslümanlık naraları atmayın.

    İTO Başkanı Danıştay saldırısından sonra; 'fazla büyütmeyin piyasalar tedirgin olur' diyordu.Dink olayında piyasalar tedirgin olmuyor mu, neden büyütüyorsunuz kardeşim?

    İstanbul'da başta Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere tüm AKP Belediye Başkanları ve il Örgütü Ermeni gazetesinde taziyede.Şehit cenazelerine de böyle tam kadro bekleriz müslüman kardeşler!

    Danıştay saldırısında iki bakanı acilen görevlendirmeyenler, Hablemitoğlu cinayetini unutanlar,yuh size,yazık size,ayıp size.

    Bakalım daha neler göreceğiz.Papaz cübbesi giymiş müslümanların cenazelerini Kiliseden kaldırmak bu milletin şanındandır.

    Saygılarımla.




    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=252

    Not: Bu yazıya aynen imzamı koyuyorum (Oğuz KAYI)




    DİNK CİNAYETİNİ KAPATTILAR



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]




    Bu yazıya 'Farkedilmişler İşbaşında' başlığını atsam belki daha iyi olurdu. Ama, bugün daha önce değindiğim bir örgütü deşifreye devam edeceğim için bu başlığı attım.

    Akp iktidara geldikten bu yana ülkede bir takım garip olaylar oluyor,failler çoğunlukla yakalanıyor,ama örgüt bulunamıyor.Örgüt bulunamayınca,olaylar devam ediyor.Örgütü,bir örgütlü suçlar uzmanı olarak anlatıyoruz, yetkililer anlamıyor.Bir kez daha yazalım dedik.Bakalım ne olacak?

    Danıştay saldırısının hemen ardından Aydınlık Dergisi ile yaptığım söyleşide; 'ABD desteğinde birilerinin,ülkemizde ortaya çıkıp, güç olduklarını kanıtlamak için eylemler yaptıklarını,bu eylemleri ulusalcılara mal ettiklerini söylemiş ve durdurulmaları için MGK'yı basmalarının mı gerektiğini'sormuştum.

    Sular duruldu,farkedilmişler toparlandı. DİNK cinayeti ile yeniden işbaşında geçtiler.

    Şimdi bazı olayları alt alta yazalım;

    -Önce,Hablemitoğlu cinayeti.Merhum Hablemitoğlu,F tipinin, özellikle Emniyet içerisindeki örgütlenmesini deşifre etti, vuruldu.İddia ettik, kitabımızda yazdık,tık yok.

    -Sonra,Şemdinli iddianamesi; iddia ettik, Savcı F tipi dedik,yazdık,çizdik,kimse önemsemedi.

    -Sonra,Rahip cinayeti; söyledik, anlattık, Trabzon Emniyetine dikkat çektik,failin F tipi bağlantılarına hiç bakılmadı.

    -Sonra,Cumhuriyet Gazetesine saldırılar; söyledik,yazdık,Cumhuriyet 'in F tipileri deşifre için yazdıklarından ötürü saldırıya uğradığını iddia ettik,yine çıt yok.

    -Sonra,Danıştay saldırısı; olay F tipilerin işi dedik,iddia ettik, konuştuk, F’nin öz yeğeni azmettirici olarak tutuklandı.Kimsenin umurunda değil.

    -Sonra Atabeyler operasyonu,iddia ettik,yazdık,anlattık.Tüm tutuklular serbest bırakıldı,basına dosya veren şahıs hala ortada yok.

    -Sonra,Dink cinayeti ve “Hepimiz Ermeniyiz” sloganları,yine yazıyoruz, çiziyoruz, biliyoruz, nafile!

    Şimdi de bu olaylardan bazıları ile ilginç rastlantılara (ya da bağlantı) bir göz atalım;

    -Trabzonda’ki rahip cinayetinde İl Emniyet Müdürü,F tipi olduğu sicili ile kanıtlı R.A.

    -Trabzon’da milli futbolcuların tehdit edilmesi,işyerleri ve otolarını kurşunlanması olaylarında İl Emniyet Müdürü, yine R.A..Yardımcısı F tipi İ.A’ nın eşi ile Trabzon’un ünlü bir mafya liderinin eşi koruma şirketi kurmuşlar.Olaylarda bu çerçevede cereyan ediyor.Hakkında açılan soruşturmalar hemen kapanan İ.A. şimdi Mayıs ayında büyük bir ile Emniyet Müdürü olmayı bekliyor.

    -R.A. Trabzon’daki müthiş başarıları! Nedeni ile ödüllendirilip Ankara’da ki Emniyet İstihbarat Dairesinin en tepesine oturtuluyor ve bir ay sonra Danıştay saldırısı Ankara’da gerçekleşiyor.Saldırıdan 1 saat sonra,İstihbarat Dairesi çalışmaya başlıyor ve basına yapılan servislerle,emekli askerler vasıtası ile olay ulusalcılara bağlanıyor.

    -Aynı R.A.’nın Dairesi Atabeyler operasyonunu yapıyor ve operasyondan 1 saat sonra Genelkurmay Başkanlığı’nın önünde bir şahıs gazetecilere tüm Emniyet dosyasını veriyor.Şahısta yok,Emniyetten ceza alan da.

    -Dink cinayetinden 1 saat sonra, “Hepimiz Ermeniyiz” bez pankartları açılıyor.Dink cinayeti zanlıları da Trabzon’dan çıkıyor.İki gündür basında yer aldığı üzere,azmettirici R.A.’nın Trabzon’dan elemanı.Olayı R.A. Trabzon’ da iken haber verdiğini iddia ediyor.O tarihte İstanbul Emniyetine de haber veriliyor.İstanbul Emniyetinde o sıralarda ki İstihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı,şimdi büyük bir ile Emniyet Müdürü yapılan F tipi Ş.D..Olayı ciddiye almıyor.Hrant Dink İstanbul’da öldürülüyor...

    -Veeeee Trabzon Emniyet Müdürü Reşat ALTAY ile Vali görevden alınıyor.Hem de ALTAY, Ankara’da toplantıda iken.Trabzon’a bile dönmesi istenmiyor.Aynen, zanlının Trabzon’a gelmeden yakalanması gibi.

    -Veeee Reşat ALTAY ile ilgili internet ortamında müthiş bir karalama kampanyası başlatılıyor.

    -Reşat ALTAY,meslekte hiç birlikte çalışmadığımız,ama tanıdığım, Cumhuriyetçi,Atatürkçü ve iyi bir Terörle Mücadele Polisidir.Eğer Trabzon’da kalsaydı,kendisine ve Trabzon’a yapılan haksız saldırıların gerçek sebeplerini ve Dink cinayetinin F tipi bağlantısını ortaya çıkartabilecek bir kapasiteye sahipti.ALTAY’ı aldılar,diğerleri yerlerinde,Dink olayı kapanmıştır.Geçmiş olsun.Bu büyük Örgütün liderinin ismi de eski bir sanığım olan Ö.D.’dir.Ö.D. kim? Hadi bilin bakalım.

    Not: Artvin'e dikkat

    Saygılarımla



    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=269&PHPSESSID=73ddd4f0cdd99




    DİNK CİNAYETİ,MİT'TEKİ GARİP GELİŞMELER



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]








    Son günlerde MİT cephesinde garip olaylar cereyan ediyor. MİT Müsteşarı TANER, Akp tarafından atandığı halde, Akp aleyhine konuşuyor izlenimi vererek şu açıklamaları yapıyor;

    -“Başroldekiler ve figüranlar değişiyor. Bazı ulus devletler tarih maratonunu kaybedecekler ve ulusal egemenliklerini yitirecekler
    - Türkiye, rol savaşlarının tam ortasında. 21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemini olmadığı kadar artırmıştır
    - Bekle gör ve tutum al politikası gibi bir lüksümüz yok. Yalnız savunmada kalamayız. Elimizdeki tüm kartları iyi kullanmalıyız - Yeni dönemin gereklerine yanıt verebilmek için MİT'i ihtiyaçlara cevap verecek şekilde reorganize etme çalışmalarımız hızla sürüyor
    - MIT olarak vizyonumuz, ülkemizi tehlikeli dönemden başarıyla çıkarmak ve çocuklarımıza gurur duyacağımız bir gelecek bırakmaktır.”

    Sayın Müsteşar bununla da yetinmiyor ve 13/12/2006 da basında şöyle yankı bulan açıklamalar da yapıyor;

    “MİT Müsteşarı Emre Taner, devletin geçmişte Hizbullah’ı kullandığını itiraf etti ve ardından da şu ilginç uyarıyı yaptı: 'Şimdi onu yeniden harekete geçirmek isteyenler var. İzliyoruz.'Taner, Hizbullah’ı kimin harekete geçireceğini açıklamadı.”

    MİT’in yasalara aykırı bu kabullenme ile yasal olmayan kullanımlarının soruşturulması gerekmektedir.

    Akp’nin atadığı Müsteşar,Akp’ye kafa tutabilir mi? Zor...

    Son günlerde, MiT’in adam öldürüp öldüremeyeceği de tartışma konusu yapılmaya başlandı.

    Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat ÖNEŞ’in yaptığı açıklamalarda cabası.

    Tüm bu olanlar, MİT’teki ulusalcılar tasfiye mi edilecek? sorusunu ciddi olarak sorduruyor? Dink cinayeti bu tasfiye için kullanılırsa şaşırmamak gerekir. Öngörümüzün doğru çıkmaması dileği ile,




    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=251




    ŞEMDİNLİ DAVASININ AMACI



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]







    Sevgili Ulusdaşlarım,


    Şanlı Türk Ordusunu sırtından hançerleyen Arap-Kürt kırması hainlerin amaçlarının ne olduğunu anlamak, ülkemiz üzerinde oynanan, kalleş ve hayâsızca oyunun bozulmasında önemli rol oynayacaktır.


    Bilindiği üzere 6 ayı aşkın bir süredir Şemdinli İddianamesi olayı, özellikle malum basının desteğinde kamuoyunu meşgul etmektedir. Olay, Şemdinli’de patlayan bombaların failleri olarak iki silahlı kuvvetler mensubunun sözüm ona halk tarafından yakalanıp yerel mahkemece cezaya çarptırılmasından ibaret değildir elbette. ABD ye bütün varlığını tereddütsüz emanet etmiş, kendisini bu ülkenin istihbarat servisine memnuniyetle kullandıran ABD’de ki ilkokulu bile bitirememiş bir cahil imamın Türkiye’de ki öğrencileri; Savcı, Polis, gazeteci, Avukat, Yargıç vs. cübbeleri ile Türk’ün şanlı ordusuna tuzak düzenlemişlerdir. CIA ve F tipi imamların Ankara’da elele hazırladıkları metni iddianame olarak mahkemeye sunanlar, TSK’ nın zincirleme tüm komutanlarını çetecilikle suçlamışlardır. Peki neden? Aşağıdaki olasılık insanın kanını dondursa da gerçeğe yakın bir senaryodur.


    Türkiye, şu günlerde Uluslar arası Adalet Divanı ve Savaş Suçları Mahkemeleri’nin yargılama yetkilerini kabul etmek üzeredir. İktidarın Aksakallı teorisyenleri bu sözleşmeleri belki de sessiz sedasız imzaladılar bile.


    Bundan sonra Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgemizde hazır bekleyen bilinen Belediye Başkanları Savaş Suçları Mahkemesine başvurarak “Kürtleri TSK’ nın katlettiğini, bunun sorumlusunun en üstten alta zincirleme TSK’ nın komutanları olduğunu ve yargılanmaları gerektiği” ni talep edeceklerdir. Bu başvuru üzerine bu mahkemede Türk Ordusu Yargılanacak ve mahkemeye sunulan en önemli kanıt F tipi imamlarca hazırlanan İddianame olacaktır. Türkiye Cumhuriyet’i sözüm ona bir Cumhuriyet Savcısı’nın imzaladığı bir iddianame ile savunmasız bırakılacak ve mahkûm ettirilecektir. Bu mahkûmiyetle; “ Doğu ve Güneydoğu bölgemizde, Türk ulusundan ayrı bir ulus olduğu ve bunların Türk Devleti tarafından yok edilmek istendikleri” uluslar arası arenada hukuken kabul edilecek ve Kürtlere self-determinasyon hakkı tanınarak, önce otonomileri sonra bağımsızlıkları tanınacaktır. Amaç, tamı tamamına budur ve ABD’nin son Kürt haritasına uygunluk göstermektedir.


    Tüm ulusdaşlarımızın bu ortamda, ulusun temel kurumlarına ve değerlerine eskisinden çok daha aktif ve fazla sahip çıkmaları gerekmektedir.



    Saygılarımla
    Dr.Adil Serdar SAÇAN




    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=79




    FARK EDİLMEDİKLERİNİ SANAN FARKEDİLMİŞLER!



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]







    Ankara’da ki müthiş! Çete baskınını görünce, aklıma kendim geldim. Yani, başıma 2003 yılında gelenleri hatırladım;
    AKP ’li Başbakan ve bazı Bakanlarla, 21 AKP ’li milletvekili ile Başbakanlığın Müsteşarı ve Örtülü ödeneğin başı da dâhil, birçok, bugünün ulema, şeyh-ül İslam, halife kılıklı tiplerinin hakkında, yolsuzluk ve hırsızlık kökenli görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, çete kurma vs. birçok suçla ilgili olarak yaptığımız operasyonların, Emniyet İçerisinde ki ve Türkiye’de ki Fetullahçılarla ilgili olarak 2001 yılında başlattığımız proje çalışmalarının, intikamını alma faaliyetleri kapsamında, başımıza çok iş geleceğini tahmin edebiliyordum. Bu işlerin, Emniyet Örgütü içerisindeki F Tipi, resmi üniforma giymiş İMAMLARCA planlandığından da doğrusu haberim vardı. Ama bu kadar acemice işler yapılacağını hiç aklıma getirmemiştim.
    Adamlarda her şey var; güç, teknik, imam, mürit, mürşit, para, bir de ACEMİ olmasalar vallahi yanmıştık. Tabii, hayat görüşleri iki imamın kafasına sıkıştırılmış tipler, Avukat, savcı, polis te olsalar acemilikten kurtulamıyorlar. Bir türlü müritlikten ileri gidemiyorlar. Nasıl gitsinler, adamların kapasitesi ancak mürit olmak için planlanmış.
    12/12/2003 tarihinde, arkadaşım Ş.D. beni telefonla arayarak, “Torna fabrikası olan işyerine Terörle Mücadele Polislerinin geldiğini, İşyerinin, ‘El Kaide Örgütünün bomba imalathanesi’ olduğuna dair bir ihbar üzerine arama yaptıklarını ve benim, işyerine bıraktığım Doktora tez kitaplarıma dikkatle bakarak, kendisine; ‘abi bunlar adil beyin herhalde, biz ihbara baktık bir şey yok ama bir daha gelebilirler’ diyerek gittiklerini” söyledi.
    Bende doğal olarak, “benim orada suç teşkil eden bi şeyim yok, zaten aramışlar, bir daha gelseler de fark etmez” diyerek teli kapattım.
    13/12/2003 günü aynı yer, aynı şube tarafından yeniden basıldı, basılma ki ne basılma, bir gün önce hiçbir suç unsuru bulunmayan yerde, ertesi gün, Daha önce müdürlüğünü yaptığım Organize Suçlar Şubesinin tüm arşivi neredeyse burada bulunuverdi. Tabii, ekleri de vardı,5–10 luk sahte ABD Dolarları, ruhsatsız mermiler, telsizler. Arama,65 yaşındaki bir bekçinin nezaretinde yapılmış, iş yeri sahibi ile benim haberim dahi olmamıştı. Aramadan çıktığı iddia edilen doküman ise Organize Suçlar Şubesi Binasında tutanaklara geçmişti. El Kaide Örgütü’nün bomba imalathanesi olarak arama kararı alınan yerde hata! İle iki arama yapılmış ve tesadüfen! Bana ait olduğu iddia edilen bir kamyon evrak bulunmuştu.
    Doğal olarak olay, Yeni Şafak ve Zaman’da müthiş manşetlerle yer alıyordu; “Eski Polis Müdürünün arşivi yakalandı.” Hâlbuki ben bu suçlamalara, bu baskın ve haberlerden tam 4 ay sonra muhatap oluyordum. Demek ki birileri yine sahiplerinin adamlarına kuşu uçurmuştu.
    Daha sonra gözaltına alınan Ş.D. ye Polis şöyle diyordu; “O gün Adil Serdar SAÇAN’ı neden aradın? Bir daha geleceğimizi söyleyen ekibe kaç lira verdin? Bu evrakları Adil Serdar SAÇAN getirdi de sen işine bak. Bizim işimiz Adil’le...”Bu olay hala adli yargıda olduğundan fazla detay vermek istemiyorum. Bazıları yakında mahkûm olduğunda bir daha yazmak isterim doğrusu. Bu müthiş baskın sonucunda, bendeniz hemen meslekten atıldım ve adli yargıya verildim bu hususlardaki davalar devam etmektedir.
    Şimdi şu tesadüflere bakın; Ankara’da da benim işte olduğu gibi bir ihbar geliyor, bu ihbar üzerine İstihbarat Dairesi destekli Terörle mücadele Şubesi, arama kararı alıyor,-her ihbara arama kararı alırlar ya! -belirtilen yerde arama yapıyor veeee orada müthiş cephaneler bulunuyor. Dahası, arama hemen servise veriliyor. Gazeteler manşetten çeteyi yapıştırıyor. Ama iki gün önce Başbakan’ın çetelere çektiği dikkatte gözlerden kaçmıyor. Sanki operasyon tıpatıp Başbakan’ı doğruluyor. Askeri bir çete. Bu çete Müslümanlara hain saldırılar düzenleme hazırlığında. Bendenizde -hırsız- Müslümanlara operasyon yapmakla suçlanmıştım.
    Belki şu soruyu sorabilirsiniz, “neden ihbar edip sonra operasyon yapıyorlar? ” Doğrudan operasyon yapamazlar mı? Eğer operasyonlar gerçekten operasyon olsa yaparlar tabii. Ama ulama, bulama, ekleme faaliyetlerini, planlı çalışmayı gizlemek için böyle davranıyorlar. Yasadışı dinledikleri telefonları, ihbarlarla yasal operasyon haline dönüştürüyorlar. Adamlar, devlet olanakları ile yasadışı dinleme yapıyorlar. Bu bir ihbardır. Bu bir ihbardır. Bu bir ihbardır. Daha önce Savcılığa da yaptığımız bu ihbarlara kimse kulak asmamaktadır.
    Arif olan anladı herhalde bu makaleyi. Sonuç olarak, yöntemleriniz bayatladı, deşifre oldu. Hala anlamıyorsanız anlaşıldığınızı ACEMİSİNİZ KARDEŞİM ACEMİ.

    Saygılarımla.
    NOT; Eleştirileri bekliyorum, bizde her şey kanıtlı. Hem de telefon dinlemesiyle değil, belgelerle.

    Dr.Adil Serdar SAÇAN

  • Adil Serdar SAÇAN18.07.2008 - 15:05

    Onlar, vatanı parselleyip satmaya devam etmek isteyecekler,

    Biz,aldığımız bedeli önce onlardan tahsil edeceğiz.

    Onlar, F Tipi kulların sayısını arttırmaya çalışacaklar,

    Biz,çocuklarımızı onlardan geri alacağız.

    Onlar,devleti işgale devam etmek isteyecekler,

    Biz, her sathı savunmayı sürdüreceğiz.

    Onlar,çoğunluk olduklarını iddia etmeye devam edecekler,

    Biz,bir Türk'ün onların kaçına bedel olduğunu öğreteceğiz.

    Onlar İslamı ılımlılaştıracaklar,

    Biz,olduğu gibi muhafaza edeceğiz.

    Onlar,bölücü hainlere Sayın diyecekler,

    Biz, kellelerini alacağız.

    Onlar,gavura yaslanıp,Türkiyeliyiz diyecekler,

    Biz,Ne Mutlu Türküm Diyene diyeceğiz.

    Onlar, milleti aşağılamaya devam edecekler,

    Biz,milyonlar olup Çağlayacağız.

    Onlar döndürülmüş kıtalar olarak saldıracaklar,

    Biz, Bin Dirilmiş kıta olarak haklarından geleceğiz.

    Onlar,Çankaya'yı işgale yine yeltenecekler,

    Biz,sandığı başlarına geçireceğiz.

    Onlar,geriye geriye koşmaya devam edecekler,

    Biz, medeniyeti başta onlara öğreteceğiz.

    Asıl Bizim Çok İşimiz Var Çooook..........



    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=370

    Not: Bu yazıya aynen imzamı koyuyorum (Oğuz KAYI)




    Emniyetteki örgütün adı: F (Fethullah) tipi Yöneten: Ramazan Akyürek

    Adil Serdar Saçan

    Aydınlık, 28 Mayıs 2006
    Röportaj







    Danıştaya yapılan saldırı sonrası yaşanan ‘kamuoyunu yönlendirme’ faaliyetini emniyet içindeki Fethullahçı yapılanma örgütledi. Bu örgütlenmenin başında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek bulunuyor.

    İstihbarat Dairesi, Terör Dairesi, Kaçakçılık Dairesi ve Eğitim Dairesi’nde örgütlenmiş durumdalar ve illerin istihbarat teşkilatları bunların elinde. Teknik dinleme yapan polis birimleri tamamen bunların elinde. Dinlemeyi polis mi yapıyor, yoksa polis üniforması giymiş F tipi adam mı yapıyor? Bunu merak eden savcı varsa ben onları isim isim veririm.

    Şemdinli’de savcı iddianameyi yazmadan önce, Meclis Araştırma Komisyonu’na İstihbarat Dairesi’nin Başkanı geliyor. Diyor ki, “hırsız içeride dışarıda aramaya gerek yok.” Onu alıyorlar onun yerine sicilinde “Fethullahçı” yazan birini atıyorlar. Adamlarda hiçbir değişiklik yok. Şemdinli iddianamesi, F Tipi örgütünün araştırmalarına göre yazıldı.

    Devletin belirli kademeleri ele geçirilmiş. Bu örgütün başı, bir başka ülkenin istihbarat servisi ne derse onu yapıyor. O ülke, o örgüt vasıtasıyla bizim ülkemize operasyon yapıyor. Burada hem hükümete operasyon yapılıyor, hem de bize yani ulusalcı güçlere…


    Aydınlık, 28 Mayıs 2006

    Türkiye’de ilk Kaçakçılık ve Organize Suçlar Müdürlüğü 1998 yılında kuruldu. Müdürlüğün İstanbul’daki şubesinin kurucusu Adil Serdar Saçan. Saçan, 5 yıllık görev süresince Ömer Lütfi Topal cinayeti, Malki cinayeti, Korkmaz Yiğit, Albayraklar Holding, İGDAŞ, Akbil ve İSTAÇ gibi operasyonlarını yürüttü. AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte görevden alındı. Nedeni, Emniyetteki irticai kadrolaşmaya karşı olması.

    Aydınlık Genel Yayın Yönetmeni Emcet Olcaytu, Dr. Adil Serdar Saçan’la İstanbul’da bürosunda konuştu.


    AYDINLIK:

    Telefon görüşmemizde “Danıştay saldırısı sonrası yaşanan gelişmeleri Emniyet içindeki Fethullahçı yuvalanmanın organize ettiğini” söylediniz. Bu örgütlenmeyi ve bu olay içindeki rolünü anlatır mısınız?

    A. SERDAR SAÇAN:

    Polis Koleji’ne 1978 yılında girdim. Birden Işık Evleri’ni buldum karşımda. Bu yıllar Polis Koleji’nin bu örgüt tarafından ele geçirilme dönemidir. Polis Akademisi’nden o dönem mezun ilk komiser yardımcıları -seçilmiş bir grup Polis Koleji’ne gelmişti. Şimdi kolejdeki örgütlenmeyi yapan bu kişilerin hepsi şu anda emniyet müdürü. Bunlardan birisi de şu anki İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek.

    İKİ YIL İÇİNDE İL EMNİYET MÜDÜRÜ OLACAKLAR


    Komiserler, Kolej’deki öğrencileri Işık Evleri’ne götürmeye başladılar. Bizim dönemimizden Işık Evi eğitimi almış birçok kişi var. Önümüzdeki 2 yıl içinde onlar il emniyet müdürü seviyesine çıkacaklar. Şu anda müdür yardımcısı durumundalar. O tarihten sonra Polis Koleji ve Polis Akademisi, daha sonra Polis Okulları bu F Tipi örgütlenmenin (Fethullah Gülen örgütlenmesi – Aydınlık’ın notu) eline geçti. Ve emniyet örgütünün yönetici kesiminin büyük bir bölümü, bunlardan oldu.

    ÖZAL DÖNEMİNDE ÇIKAN ÖZEL YASA


    1985 yılında, “Özel Sınıf” adı altında polis koleji değil, üniversiteyi bitirmiş olan kişileri de aldılar. Bir sene eğitip, 1986 yılında amir yaptılar. Atatürk, Polis Koleji’ni, Cumhuriyet’e bağlı bir polis teşkilatı yetişsin diye kurmuştu. Ama 1985 yılında. Özal döneminde bir yasa çıkarıldı. Böylece; örneğin İlahiyatı bitirmiş adam Polis Koleji’ne girmeden, sınavla Polis Akademisi’ne girdi. 8 ay eğitim görüp, Kolej ve Akademi mezunları gibi yetki sahibi oldular. Bunların büyük bir bölümü “F tipi”dir (Fethullah Tipi) . Bunlar şu anda il emniyet müdür yardımcısı düzeyindeler. Önümüzdeki sene itibariyle birinci sınıf emniyet müdürü olacaklar. Emniyet örgütlenmesi içindeki üst yapılanmanın büyük bir bölümü şu anda ne yazık ki, örgütün kontrolüne geçti. Dolayısıyla emniyet birimleri de F tipi örgütlenmenin kontrolüne geçti.
    Işık Evleri eğitiminden geçmiş emniyet müdürleri, imam emniyet müdürleri... Üzerlerinde resmi üniforma var ama üniformanın arkasında çok ciddi bir örgütlenmeye bağlı emniyet mensupları var.

    “SAVCILARA İSİM VERİRİM”


    AYDINLIK:

    Emniyet Genel Müdürü, Danıştay’a saldırı olayının arkasında, adı belli olmayan bir örgütün varlığından bahsediyor?
    SAÇAN:

    Ben F Tipi örgütten bahsediyorum. İstihbarat Dairesi, Terör Dairesi, Kaçakçılık Dairesi ve Eğitim Dairesi’nde örgütlenmiş durumdalar ve illerin istihbarat teşkilatları bunların elinde. Teknik dinleme yapan polis birimleri tamamen bunların elinde. Dinlemeyi polis mi yapıyor, yoksa polis üniforması giymiş F tipi adam mı yapıyor? Bunu merak eden savcı varsa ben onları isim isim veririm.

    F TİPİ ÖRGÜT SOKAKLARI İZLİYOR


    Dinleme kapsamında MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) diye bir sistem kurdular. Bu sistem bütün sokakları izliyor. Yasal alt yapısı yok. Her yere bir kamera koydular ama her sokağa kamera koyan devlet Danıştay’a kamera koymayı unutmuş. MOBESE’yi kuran firma, bu sistemi kuran örgüt, biraz önce bahsetmiş olduğum grubun kontrolünde.

    DANIŞTAY SALDIRISI VE ÖNCESİ


    Son olayda Cumhuriyet’e doğrudan sıkılmış bir kurşun var. Atatürkçü olduğu, Cumhuriyetçi olduğu, laik olduğu kesin olan bir üst yargıya Cumhuriyet tarihinde ilk defa sıkılmış bir kurşun. Danıştay’a yapılan saldırı sonrası yaşanan “kamuoyunu yönlendirme” faaliyetini Emniyet içindeki Fethullahçı yapılanma örgütledi. Bu örgütlenmenin başında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek bulunuyor.


    Ancak son olaylar yaşanmadan önce Türkiye’de bir takım olaylar oldu. Bunlardan bazı örnekler vereceğim.


    Bir terörle mücadele komiseri, 2001 veya 2002 senesinde Çağdaş Eğitim Vakfı’nda bir kaset buluyor. Önce sızıyor oraya güya komiser. Ve sonra arama yapılıyor vakıfta ve orada kaset bulunuyor. Kaseti bir dinliyorlar. Fethullan Gülen’le ilgili soruşturma yapmakta olan Nuh Mete Yüksel’in seks kaseti. Tesadüfe bakın şimdi. Kim yapıyor operasyonu? Devlet yapıyor ama; devlete sızma, üniforma giyme budur yani. Peşinden Nuh Mete Yüksel görevden alınıyor, sürülüyor.

    YÜKSEK YARGIYA SALDIRININ MERKEZİ DE AYNI


    Peşinden tekniğe dayalı bir istihbarat operasyonu daha. Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya olayı. Yöntemi bildiğim için söylüyorum. Özkaya laiklikle ilgili bir konuşma yapıyor, laikliği başka tarif eden grup bunu beğenmiyor. Ve Eraslan Özkaya birden bire Alaaddin Çakıcı ile ilişkilendiriliveriyor. Soruşturma yapılınca adamın suçsuzluğu ortaya çıkıyor ama daha evraklar adliyeye gitmeden basında çarşaf çarşaf yazıyor. Burada da operasyonu yapan istihbarat ve kaçakçılık daireleri.


    Danıştaya silahlı saldırı yapıldı. Fakat yüksek yargıya yapılan silahsız saldırılar daha önemli. Yüksey yargıya Yargıtay Başkanı’nın şahsında saldırı yapıldı.


    Hemen devamında AKP’nin bir milletvekili (TBMM Dokunulmazlıkları Araştırma Komisyonu Başkanı Hüsrev Kutlu – Aydınlık’ın notu) diyor ki “yargıya güvenmiyoruz”. Akabinde Kaçakçılık, İstihbarat Daire Başkanlıkları “Neşter” diye bir operasyon başlatıyorlar. Yargıtay’a otomatik tüfekle saldırı gibi bir olay. “Yargıtay’ın yargıçları, rüşvet aldı” diye telefon görüşmeleri yayınlanıyor. Yüksek yargıçlar karalanıyor. Yargıtay Genel Sekreterliği topa tutuluyor. Sonuçta hepsi beraat ediyor.

    BDDK OPERASYONU
    Bunun peşenden BDDK Başkanı Engin Akçakoca ele alındı. Adamın evinin yanında bir depo bulunuyor. Evraklar bulunuyor ihbar gelmiş falan filan. Adam “lanet olsun” dedi gitti. Hedef gösteriliyor. Polis hazır. Polis dediğim, bizim Türkiye Cumhuriyeti polisi değil.

    FERHAT SARIKAYA IŞIK EVLERİNE GİTMİŞ Mİ? ARAŞTIRILSIN
    Devam ediyorum... Van 100. Yıl Üniversitesi meselesi. Orada hedef kim? Üniversiteler. Neden Çete’ye sokuldu orada rektör. Çünkü o tarihteki mevzuata göre telefonları dinlemek için çete mensubu olması lazım. Hemen İstihbarat Dairesi ve malum örgüt faaliyete başladı. Daha enteresan bir şey. Rektör Aşkın’ın avukatı (TBB eski başkanı Teoman Evren-Aydınlık’ın notu) Ankara’da, şimdiki Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok’la birlikte aynı büroyu kullanıyor. Bu büroya giriliyor, talan ediliyor. Bu da yüksek teknik kullanabilecek kişiler tarafından yapılabilecek bir arama. Ondan sonra da Şemdinli olayı meydana geliyor. Burada da askere kurşun sıkılıyor. Herkes bu savcı yetkisini aştı falan filan dedi. Peki bu savcı kim? Son olayda Muzaffer Tekin’in dedesine kadar araştırıyorsun. Bu savcıyı araştırdılar mı? Bu savcı ışık evlerine hiç gitmiş mi acaba? Şemdinli’de bir güç gösterisi var. TSK’nın en üst düzeydeki paşası çetecilikle suçlanıyor. Bu güce kim sahip Türkiye’de.
    Dikkat edin. Şemdinli’de savcı iddianameyi yazmadan önce, Meclis Araştırma Komisyonu’na İstihbarat Dairesi’nin Başkanı geliyor. Diyor ki, “hırsız içeride dışarıda aramaya gerek yok” Onu alıyorlar onun yerine sicilinde “Fethullahçı” yazan birini atıyorlar. Adamlarda hiçbir değişiklik yok. Şemdinli iddianamesi, F Tipi örgütünün araştırmalarına göre yazıldı.

    SAVCI İSTANBUL POLİSİ HAKKINDA SORUŞTURMA AÇMALI


    AYDINLIK: Son soruşturmada da Bakan Mehmet Ali Şahin, “Süprizlere hazır olun” dedi.


    SAÇAN: Somut olay şu. Cumhuriyet Gazetesi üç defa bombalandı. Birinci bombalamada, tamam, polis olarak bu eylemi yersiniz. İkinciyi yemezsin, gazetenin önünde tedbirini alırsın. Bu olay örneğin Zaman Gazetesi’ne olsaydı, ikinci eylem yapılabilir miydi? İddia ediyorum yapılamazdı. Neden oraya bir izleme aracı atmıyorsunuz. Üçüncüyü de attılar. Ekipler orada duruyor, adamlar yürüyüp gitti. Aynı adamlar Danıştay’da Cumhuriyet’in hâkimini katletti. Ondan sonra polis çıkıp “biz başarılıyız” diyor. Aynı yerde üç olay oluyorsa bir kere bu görevlilerin yakasından tutacaksın. Hiç soruşturma açıldı mı bunlar hakkında? Aksine ödüller veriliyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın bu konuda soruşturma açması lazım. En azından “görevi ihmal” var burada. Ondan sonra Ankara adamı yakalayınca İstanbul polisi, “Ben bu adamları vermem, bu adamlar Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba attı” diyor. Ankara’daki eylem olmasaydı sen yakalayamıyordun ki bunu. Bence o adam oraya yakalanmak için gitti zaten. Bu ya görevi ihmaldir, ya da acemilik sebebiyle ölüme sebebiyettir. Bir komplo varsa komplo buradan başlıyor.

    İSTİHBARAT DAİRESİ’NİN OLANAKLARINI KULLANIYORLAR


    AYDINLIK: Komplo, Fethullahçı yuvalanmadan sağlanan imkânlarla mı yapılıyor?


    SAÇAN: Tabii tabii. İstihbarat dairesi, kaçakçılık dairesi. Dikkat edin hepsi tekniğe dayalı. Telefon görüşmeleri... Eraslan Özkaya telefonla görüşmüş, bir avukatın bürosunda Nuh Mete Yüksel’le ilgili kaset çekiliyor. Planlı...
    Danıştay saldırısı öncesi de Başbakan, “Danıştay 2. Daire’nin kararı şöyle böyle” dedi saldırı oldu. Polis Yargıtay’a operasyon yaptı.

    BASIN İŞİN PSİKOLOJİK HAREKATINI YAPIYOR


    AYDINLIK: Basın, polisten gelen bilgileri sorgulamadan bunun peşinde koşturup gidiyor. Muzaffer Tekin bağlantısı diye bir şey ortaya atıldı. Basının bilgi yetersizliğinden mi?


    SAÇAN: Basın ne veriliyorsa onu yazıyor. O merkez aynı zamanda bu işin psikolojik harekâtını da yapıyor. Onlar ne verirse basın da onu yazıyor.


    AYDINLIK: Tüm bunları kim planlıyor?


    SAÇAN: Şemdinli olayıyla bu iki olaya baktığınızda bu olaydan zarar görenlerden biri kabul etsek de etmesek de hükümet. İkincisi, ulusalcı olan bir yargıç öldü, ulusalcı olan bir grup zarar gördü. Bir de askere bağladılar işi. Bu iki gücü “İstediğim an kafa kafaya tokuştururum” diyen üçüncü bir güç çıkıyor ortaya. Bu üçüncü gücü destekleyen yer neresi? Biraz evvel bahsettiğim devlete sızmış olan, “biz X imamına bağlıyız” diyen grup. Bunlar taşeron. Planlayan kim peki? İran meselesinde hem hükümet hem ordu bir merkezin verdiği işi yapmadılar veya geciktiriyorlar. Devletin belirli kademeleri ele geçirilmiş. Bu örgütün başı, bir başka ülkenin istihbarat servisi ne derse onu yapıyor. O ülke, o örgüt vasıtasıyla bizim ülkemize operasyon yapıyor. Burada hem hükümete operasyon yapılıyor, hem de bize yani ulusalcı güçlere…


    O güç diyor ki, “siz biz ne dersek yapmak zorundasınız. Yapmadığınız zaman biz artık sizin ülkenizde Danıştay’ı basacak güçteyiz. Yarın kafamızı bozarsanız Milli Güvenlik Kurulunu da basarız” diyor adam yani.




    http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.asp? goster=haberdetay&idhaber=149






    .ERMENİ TOHUMLARI



    Dr.A.Serdar Saçan

    [email protected]




    Dün; kendi deyimi ile; 'bir Ermeni Türkiyeli' vurularak öldürüldü.Tarz Türke yakışır değil.Silahsıza silah çekmek bizim töremize uymaz.Ama üzüldün mü diye soranlara baştan söyliyeyim.İki gün önce toprağa verilen,babası, ben Muş Terörle Mücadele Müdürü iken yanımda çalışmış, namuslu,şerefli,haysiyetli bir Polis Memurunun çocuğu olan Astsubay AYDIN'ın şehadetine,PKK lılar,Dink Kafalı Ermeniler ne kadar üzüldüyse o kadar üzüldüm.

    Dink,davasına inanmış bir Ermeni'dir ve bir çok Ermeni'nin aksine, Ermeni asıllı Türküm yerine Ermeni Türkiyeliyim demiştir.Yani,Küresel emperyalisttir.Hal böyle olunca,midesi küresel azgın emperyalistlere bağlı tüm Türk ve Müslüman bozuntuları birden bire Dink leş tiler.Dün müthiş hızlı bir organizasyonla, 'Hepimiz Ermeniyiz', 'Hepimiz Dinkiz' pankartları ile Şişli ile Taksim arasını saatlerce trafiğe kapattılar.Bizim Polis neredeyse mum yakıp protestolara destek olacak bir tavır içerisindeydi.(Fındık üreticisini yol kapatıyor diye Polise zorla dövdürenler,dün nedense bu yol kapatmalara destek oluyorlardı)

    Yukarıdaki pankartları taşıyan,Müslüman ve Türk ana babadan olanlara sözüm şu; 'Siz Ermeni Tohumu olabilirsiniz, ben değilim.Siz Türklüğe hakaretten mahkum olmuş Dink olabilirsiniz,ben değilim.'

    Bundan on yıl önce Azeri kardeşlerimizi,çocukları, kadın kızlarımızı kalleşçe öldüren Ermeniler,onları öldürünce; 'Biz Türküz,yaşasın halkların kardeşliği dediler mi? '

    Yuh size,yazık size,ayıp size Ermeni tohumları.

    Müslümanların oylarını almak için neler yaptıkları malum olan TRE'nin danışmanı Ö.Ç. öneriyor; 'yakın dostum Dink'i Türk Bayrağına sarıp gömelim'.Yuh sana,yazık sana,ayıp sana.Herkes dostuyla haşrolunur elbet.O bizi ilgilendirmez de milletin karşısına çıkıp müslümanlık naraları atmayın.

    İTO Başkanı Danıştay saldırısından sonra; 'fazla büyütmeyin piyasalar tedirgin olur' diyordu.Dink olayında piyasalar tedirgin olmuyor mu, neden büyütüyorsunuz kardeşim?

    İstanbul'da başta Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere tüm AKP Belediye Başkanları ve il Örgütü Ermeni gazetesinde taziyede.Şehit cenazelerine de böyle tam kadro bekleriz müslüman kardeşler!

    Danıştay saldırısında iki bakanı acilen görevlendirmeyenler, Hablemitoğlu cinayetini unutanlar,yuh size,yazık size,ayıp size.

    Bakalım daha neler göreceğiz.Papaz cübbesi giymiş müslümanların cenazelerini Kiliseden kaldırmak bu milletin şanındandır.

    Saygılarımla.




    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=252

    Not: Bu yazıya aynen imzamı koyuyorum (Oğuz KAYI)




    DİNK CİNAYETİNİ KAPATTILAR



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]




    Bu yazıya 'Farkedilmişler İşbaşında' başlığını atsam belki daha iyi olurdu. Ama, bugün daha önce değindiğim bir örgütü deşifreye devam edeceğim için bu başlığı attım.

    Akp iktidara geldikten bu yana ülkede bir takım garip olaylar oluyor,failler çoğunlukla yakalanıyor,ama örgüt bulunamıyor.Örgüt bulunamayınca,olaylar devam ediyor.Örgütü,bir örgütlü suçlar uzmanı olarak anlatıyoruz, yetkililer anlamıyor.Bir kez daha yazalım dedik.Bakalım ne olacak?

    Danıştay saldırısının hemen ardından Aydınlık Dergisi ile yaptığım söyleşide; 'ABD desteğinde birilerinin,ülkemizde ortaya çıkıp, güç olduklarını kanıtlamak için eylemler yaptıklarını,bu eylemleri ulusalcılara mal ettiklerini söylemiş ve durdurulmaları için MGK'yı basmalarının mı gerektiğini'sormuştum.

    Sular duruldu,farkedilmişler toparlandı. DİNK cinayeti ile yeniden işbaşında geçtiler.

    Şimdi bazı olayları alt alta yazalım;

    -Önce,Hablemitoğlu cinayeti.Merhum Hablemitoğlu,F tipinin, özellikle Emniyet içerisindeki örgütlenmesini deşifre etti, vuruldu.İddia ettik, kitabımızda yazdık,tık yok.

    -Sonra,Şemdinli iddianamesi; iddia ettik, Savcı F tipi dedik,yazdık,çizdik,kimse önemsemedi.

    -Sonra,Rahip cinayeti; söyledik, anlattık, Trabzon Emniyetine dikkat çektik,failin F tipi bağlantılarına hiç bakılmadı.

    -Sonra,Cumhuriyet Gazetesine saldırılar; söyledik,yazdık,Cumhuriyet 'in F tipileri deşifre için yazdıklarından ötürü saldırıya uğradığını iddia ettik,yine çıt yok.

    -Sonra,Danıştay saldırısı; olay F tipilerin işi dedik,iddia ettik, konuştuk, F’nin öz yeğeni azmettirici olarak tutuklandı.Kimsenin umurunda değil.

    -Sonra Atabeyler operasyonu,iddia ettik,yazdık,anlattık.Tüm tutuklular serbest bırakıldı,basına dosya veren şahıs hala ortada yok.

    -Sonra,Dink cinayeti ve “Hepimiz Ermeniyiz” sloganları,yine yazıyoruz, çiziyoruz, biliyoruz, nafile!

    Şimdi de bu olaylardan bazıları ile ilginç rastlantılara (ya da bağlantı) bir göz atalım;

    -Trabzonda’ki rahip cinayetinde İl Emniyet Müdürü,F tipi olduğu sicili ile kanıtlı R.A.

    -Trabzon’da milli futbolcuların tehdit edilmesi,işyerleri ve otolarını kurşunlanması olaylarında İl Emniyet Müdürü, yine R.A..Yardımcısı F tipi İ.A’ nın eşi ile Trabzon’un ünlü bir mafya liderinin eşi koruma şirketi kurmuşlar.Olaylarda bu çerçevede cereyan ediyor.Hakkında açılan soruşturmalar hemen kapanan İ.A. şimdi Mayıs ayında büyük bir ile Emniyet Müdürü olmayı bekliyor.

    -R.A. Trabzon’daki müthiş başarıları! Nedeni ile ödüllendirilip Ankara’da ki Emniyet İstihbarat Dairesinin en tepesine oturtuluyor ve bir ay sonra Danıştay saldırısı Ankara’da gerçekleşiyor.Saldırıdan 1 saat sonra,İstihbarat Dairesi çalışmaya başlıyor ve basına yapılan servislerle,emekli askerler vasıtası ile olay ulusalcılara bağlanıyor.

    -Aynı R.A.’nın Dairesi Atabeyler operasyonunu yapıyor ve operasyondan 1 saat sonra Genelkurmay Başkanlığı’nın önünde bir şahıs gazetecilere tüm Emniyet dosyasını veriyor.Şahısta yok,Emniyetten ceza alan da.

    -Dink cinayetinden 1 saat sonra, “Hepimiz Ermeniyiz” bez pankartları açılıyor.Dink cinayeti zanlıları da Trabzon’dan çıkıyor.İki gündür basında yer aldığı üzere,azmettirici R.A.’nın Trabzon’dan elemanı.Olayı R.A. Trabzon’ da iken haber verdiğini iddia ediyor.O tarihte İstanbul Emniyetine de haber veriliyor.İstanbul Emniyetinde o sıralarda ki İstihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı,şimdi büyük bir ile Emniyet Müdürü yapılan F tipi Ş.D..Olayı ciddiye almıyor.Hrant Dink İstanbul’da öldürülüyor...

    -Veeeee Trabzon Emniyet Müdürü Reşat ALTAY ile Vali görevden alınıyor.Hem de ALTAY, Ankara’da toplantıda iken.Trabzon’a bile dönmesi istenmiyor.Aynen, zanlının Trabzon’a gelmeden yakalanması gibi.

    -Veeee Reşat ALTAY ile ilgili internet ortamında müthiş bir karalama kampanyası başlatılıyor.

    -Reşat ALTAY,meslekte hiç birlikte çalışmadığımız,ama tanıdığım, Cumhuriyetçi,Atatürkçü ve iyi bir Terörle Mücadele Polisidir.Eğer Trabzon’da kalsaydı,kendisine ve Trabzon’a yapılan haksız saldırıların gerçek sebeplerini ve Dink cinayetinin F tipi bağlantısını ortaya çıkartabilecek bir kapasiteye sahipti.ALTAY’ı aldılar,diğerleri yerlerinde,Dink olayı kapanmıştır.Geçmiş olsun.Bu büyük Örgütün liderinin ismi de eski bir sanığım olan Ö.D.’dir.Ö.D. kim? Hadi bilin bakalım.

    Not: Artvin'e dikkat

    Saygılarımla



    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=269&PHPSESSID=73ddd4f0cdd99




    DİNK CİNAYETİ,MİT'TEKİ GARİP GELİŞMELER



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]








    Son günlerde MİT cephesinde garip olaylar cereyan ediyor. MİT Müsteşarı TANER, Akp tarafından atandığı halde, Akp aleyhine konuşuyor izlenimi vererek şu açıklamaları yapıyor;

    -“Başroldekiler ve figüranlar değişiyor. Bazı ulus devletler tarih maratonunu kaybedecekler ve ulusal egemenliklerini yitirecekler
    - Türkiye, rol savaşlarının tam ortasında. 21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemini olmadığı kadar artırmıştır
    - Bekle gör ve tutum al politikası gibi bir lüksümüz yok. Yalnız savunmada kalamayız. Elimizdeki tüm kartları iyi kullanmalıyız - Yeni dönemin gereklerine yanıt verebilmek için MİT'i ihtiyaçlara cevap verecek şekilde reorganize etme çalışmalarımız hızla sürüyor
    - MIT olarak vizyonumuz, ülkemizi tehlikeli dönemden başarıyla çıkarmak ve çocuklarımıza gurur duyacağımız bir gelecek bırakmaktır.”

    Sayın Müsteşar bununla da yetinmiyor ve 13/12/2006 da basında şöyle yankı bulan açıklamalar da yapıyor;

    “MİT Müsteşarı Emre Taner, devletin geçmişte Hizbullah’ı kullandığını itiraf etti ve ardından da şu ilginç uyarıyı yaptı: 'Şimdi onu yeniden harekete geçirmek isteyenler var. İzliyoruz.'Taner, Hizbullah’ı kimin harekete geçireceğini açıklamadı.”

    MİT’in yasalara aykırı bu kabullenme ile yasal olmayan kullanımlarının soruşturulması gerekmektedir.

    Akp’nin atadığı Müsteşar,Akp’ye kafa tutabilir mi? Zor...

    Son günlerde, MiT’in adam öldürüp öldüremeyeceği de tartışma konusu yapılmaya başlandı.

    Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat ÖNEŞ’in yaptığı açıklamalarda cabası.

    Tüm bu olanlar, MİT’teki ulusalcılar tasfiye mi edilecek? sorusunu ciddi olarak sorduruyor? Dink cinayeti bu tasfiye için kullanılırsa şaşırmamak gerekir. Öngörümüzün doğru çıkmaması dileği ile,




    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=251




    ŞEMDİNLİ DAVASININ AMACI



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]







    Sevgili Ulusdaşlarım,


    Şanlı Türk Ordusunu sırtından hançerleyen Arap-Kürt kırması hainlerin amaçlarının ne olduğunu anlamak, ülkemiz üzerinde oynanan, kalleş ve hayâsızca oyunun bozulmasında önemli rol oynayacaktır.


    Bilindiği üzere 6 ayı aşkın bir süredir Şemdinli İddianamesi olayı, özellikle malum basının desteğinde kamuoyunu meşgul etmektedir. Olay, Şemdinli’de patlayan bombaların failleri olarak iki silahlı kuvvetler mensubunun sözüm ona halk tarafından yakalanıp yerel mahkemece cezaya çarptırılmasından ibaret değildir elbette. ABD ye bütün varlığını tereddütsüz emanet etmiş, kendisini bu ülkenin istihbarat servisine memnuniyetle kullandıran ABD’de ki ilkokulu bile bitirememiş bir cahil imamın Türkiye’de ki öğrencileri; Savcı, Polis, gazeteci, Avukat, Yargıç vs. cübbeleri ile Türk’ün şanlı ordusuna tuzak düzenlemişlerdir. CIA ve F tipi imamların Ankara’da elele hazırladıkları metni iddianame olarak mahkemeye sunanlar, TSK’ nın zincirleme tüm komutanlarını çetecilikle suçlamışlardır. Peki neden? Aşağıdaki olasılık insanın kanını dondursa da gerçeğe yakın bir senaryodur.


    Türkiye, şu günlerde Uluslar arası Adalet Divanı ve Savaş Suçları Mahkemeleri’nin yargılama yetkilerini kabul etmek üzeredir. İktidarın Aksakallı teorisyenleri bu sözleşmeleri belki de sessiz sedasız imzaladılar bile.


    Bundan sonra Doğu ve Güney Doğu Anadolu Bölgemizde hazır bekleyen bilinen Belediye Başkanları Savaş Suçları Mahkemesine başvurarak “Kürtleri TSK’ nın katlettiğini, bunun sorumlusunun en üstten alta zincirleme TSK’ nın komutanları olduğunu ve yargılanmaları gerektiği” ni talep edeceklerdir. Bu başvuru üzerine bu mahkemede Türk Ordusu Yargılanacak ve mahkemeye sunulan en önemli kanıt F tipi imamlarca hazırlanan İddianame olacaktır. Türkiye Cumhuriyet’i sözüm ona bir Cumhuriyet Savcısı’nın imzaladığı bir iddianame ile savunmasız bırakılacak ve mahkûm ettirilecektir. Bu mahkûmiyetle; “ Doğu ve Güneydoğu bölgemizde, Türk ulusundan ayrı bir ulus olduğu ve bunların Türk Devleti tarafından yok edilmek istendikleri” uluslar arası arenada hukuken kabul edilecek ve Kürtlere self-determinasyon hakkı tanınarak, önce otonomileri sonra bağımsızlıkları tanınacaktır. Amaç, tamı tamamına budur ve ABD’nin son Kürt haritasına uygunluk göstermektedir.


    Tüm ulusdaşlarımızın bu ortamda, ulusun temel kurumlarına ve değerlerine eskisinden çok daha aktif ve fazla sahip çıkmaları gerekmektedir.



    Saygılarımla
    Dr.Adil Serdar SAÇAN




    http://www.kuvvaimilliye.net/author_article_detail.php? id=79




    FARK EDİLMEDİKLERİNİ SANAN FARKEDİLMİŞLER!



    Dr.A.Serdar Saçan
    [email protected]







    Ankara’da ki müthiş! Çete baskınını görünce, aklıma kendim geldim. Yani, başıma 2003 yılında gelenleri hatırladım;
    AKP ’li Başbakan ve bazı Bakanlarla, 21 AKP ’li milletvekili ile Başbakanlığın Müsteşarı ve Örtülü ödeneğin başı da dâhil, birçok, bugünün ulema, şeyh-ül İslam, halife kılıklı tiplerinin hakkında, yolsuzluk ve hırsızlık kökenli görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma, çete kurma vs. birçok suçla ilgili olarak yaptığımız operasyonların, Emniyet İçerisinde ki ve Türkiye’de ki Fetullahçılarla ilgili olarak 2001 yılında başlattığımız proje çalışmalarının, intikamını alma faaliyetleri kapsamında, başımıza çok iş geleceğini tahmin edebiliyordum. Bu işlerin, Emniyet Örgütü içerisindeki F Tipi, resmi üniforma giymiş İMAMLARCA planlandığından da doğrusu haberim vardı. Ama bu kadar acemice işler yapılacağını hiç aklıma getirmemiştim.
    Adamlarda her şey var; güç, teknik, imam, mürit, mürşit, para, bir de ACEMİ olmasalar vallahi yanmıştık. Tabii, hayat görüşleri iki imamın kafasına sıkıştırılmış tipler, Avukat, savcı, polis te olsalar acemilikten kurtulamıyorlar. Bir türlü müritlikten ileri gidemiyorlar. Nasıl gitsinler, adamların kapasitesi ancak mürit olmak için planlanmış.
    12/12/2003 tarihinde, arkadaşım Ş.D. beni telefonla arayarak, “Torna fabrikası olan işyerine Terörle Mücadele Polislerinin geldiğini, İşyerinin, ‘El Kaide Örgütünün bomba imalathanesi’ olduğuna dair bir ihbar üzerine arama yaptıklarını ve benim, işyerine bıraktığım Doktora tez kitaplarıma dikkatle bakarak, kendisine; ‘abi bunlar adil beyin herhalde, biz ihbara baktık bir şey yok ama bir daha gelebilirler’ diyerek gittiklerini” söyledi.
    Bende doğal olarak, “benim orada suç teşkil eden bi şeyim yok, zaten aramışlar, bir daha gelseler de fark etmez” diyerek teli kapattım.
    13/12/2003 günü aynı yer, aynı şube tarafından yeniden basıldı, basılma ki ne basılma, bir gün önce hiçbir suç unsuru bulunmayan yerde, ertesi gün, Daha önce müdürlüğünü yaptığım Organize Suçlar Şubesinin tüm arşivi neredeyse burada bulunuverdi. Tabii, ekleri de vardı,5–10 luk sahte ABD Dolarları, ruhsatsız mermiler, telsizler. Arama,65 yaşındaki bir bekçinin nezaretinde yapılmış, iş yeri sahibi ile benim haberim dahi olmamıştı. Aramadan çıktığı iddia edilen doküman ise Organize Suçlar Şubesi Binasında tutanaklara geçmişti. El Kaide Örgütü’nün bomba imalathanesi olarak arama kararı alınan yerde hata! İle iki arama yapılmış ve tesadüfen! Bana ait olduğu iddia edilen bir kamyon evrak bulunmuştu.
    Doğal olarak olay, Yeni Şafak ve Zaman’da müthiş manşetlerle yer alıyordu; “Eski Polis Müdürünün arşivi yakalandı.” Hâlbuki ben bu suçlamalara, bu baskın ve haberlerden tam 4 ay sonra muhatap oluyordum. Demek ki birileri yine sahiplerinin adamlarına kuşu uçurmuştu.
    Daha sonra gözaltına alınan Ş.D. ye Polis şöyle diyordu; “O gün Adil Serdar SAÇAN’ı neden aradın? Bir daha geleceğimizi söyleyen ekibe kaç lira verdin? Bu evrakları Adil Serdar SAÇAN getirdi de sen işine bak. Bizim işimiz Adil’le...”Bu olay hala adli yargıda olduğundan fazla detay vermek istemiyorum. Bazıları yakında mahkûm olduğunda bir daha yazmak isterim doğrusu. Bu müthiş baskın sonucunda, bendeniz hemen meslekten atıldım ve adli yargıya verildim bu hususlardaki davalar devam etmektedir.
    Şimdi şu tesadüflere bakın; Ankara’da da benim işte olduğu gibi bir ihbar geliyor, bu ihbar üzerine İstihbarat Dairesi destekli Terörle mücadele Şubesi, arama kararı alıyor,-her ihbara arama kararı alırlar ya! -belirtilen yerde arama yapıyor veeee orada müthiş cephaneler bulunuyor. Dahası, arama hemen servise veriliyor. Gazeteler manşetten çeteyi yapıştırıyor. Ama iki gün önce Başbakan’ın çetelere çektiği dikkatte gözlerden kaçmıyor. Sanki operasyon tıpatıp Başbakan’ı doğruluyor. Askeri bir çete. Bu çete Müslümanlara hain saldırılar düzenleme hazırlığında. Bendenizde -hırsız- Müslümanlara operasyon yapmakla suçlanmıştım.
    Belki şu soruyu sorabilirsiniz, “neden ihbar edip sonra operasyon yapıyorlar? ” Doğrudan operasyon yapamazlar mı? Eğer operasyonlar gerçekten operasyon olsa yaparlar tabii. Ama ulama, bulama, ekleme faaliyetlerini, planlı çalışmayı gizlemek için böyle davranıyorlar. Yasadışı dinledikleri telefonları, ihbarlarla yasal operasyon haline dönüştürüyorlar. Adamlar, devlet olanakları ile yasadışı dinleme yapıyorlar. Bu bir ihbardır. Bu bir ihbardır. Bu bir ihbardır. Daha önce Savcılığa da yaptığımız bu ihbarlara kimse kulak asmamaktadır.
    Arif olan anladı herhalde bu makaleyi. Sonuç olarak, yöntemleriniz bayatladı, deşifre oldu. Hala anlamıyorsanız anlaşıldığınızı ACEMİSİNİZ KARDEŞİM ACEMİ.

    Saygılarımla.
    NOT; Eleştirileri bekliyorum, bizde her şey kanıtlı. Hem de telefon dinlemesiyle değil, belgelerle.

    Dr.Adil Serdar SAÇAN