Ne kadar küçük şeyler için ağlardık... Bir tutam saç,bir oyuncak araba,bir bebek... Şimdi büyüdük... Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri... Ölümler,iflaslar savaşlar... Şimdi daha mı güçlüyüz Yoksa daha mı alışkın? Hayatı öğrenmek Alışmak mı acaba?
Ya gel Ya gözlerini gönder Martıların uçuştuğu Bir tutam mavi gönder Zümrütlerin oynaştığı Bir yudum yeşil gönder Ya da yokluğuna denk Gri gönder,kurşini gönder Dedim ya Ya gel Ya gözlerini gönder
Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız, yani, beyaz masadan, bir daha kalkmamak ihtimali de var. Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına, hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden, yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için, diyelim ki, cephedeyiz. Daha orda ilk hücumda, daha o gün yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün. Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu, fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın, daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının. Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız, insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak, yıldızların arasında bir yıldız, hem de en ufacıklarından, mavi kadifede bir yaldız zerresi yani, yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun, duyulacak mahzunluğu şimdiden. Böylesine sevilecek bu dünya 'Yaşadım' diyebilmen için...
Yine akşam oldu..
Ama bu defa başka…
Zaman haşmetli,
Zaman sessiz ve temkinli..
Bakmayıp kendi çaresizliğine,
Seni düşünüyorsa,
Ellerinden tutmak,
Sana uzanmak istiyorsa,
Şanslısın dostum;
O da senin dostun.
-Özcan Günergök-
Bir demet çiçekti aşk,
Rengarenkti,
Uzattı adam kadına
Al tüm çiçeklerimi dedi.
Sardı odayı kokusu aşkın
Buram buram çiçek koktu bedenler
Kadın bir çiçek verdi adama
Adam mutlu mesut kucakladı
Sevdi, öptü, kokladı.
Kadın hep kendi çiçeğini sevdi
Adamın verdiklerini unuttu.
Ve o çiçekleri kuruttu
Sonra böceklendi çiçekler
Kadın kaldırdı ortalıktan
Ve çiçekler esir edildiler.
Adam umutsuzca aradı onları
Sönmüş, solgun ve tutsak
Baktı ki kendi tutsak.
Silkindi mahkumiyeti reddederek
Koştu tükeninceye dek nefesi.
Sonra bir bahçe buldu.
Adı özgürlük bahçesi
Ve hep kır çiçekli.
Adam sevdi kırları
Umarsız kucakladı onları.
Açıyordu bahçesinde bin çiçek
Sevgiyle gülümseyerek
Nergisler,Güller, Çiğdemler
Merhaba diyorlardı severek.
Doldu dünyası özgürlük kokusuyla
Yarı sarhoş yudum yudum içti sevdayı
O günden beri adamın
Çiçekler ruhunda açar
Vermez hiç kimseye
Bir demet papatya bile
Esir olmasınlar diye.
Dalında seyreder aşkı
Kırlarında gezinerek.
Ne kadar küçük şeyler için ağlardık...
Bir tutam saç,bir oyuncak araba,bir bebek...
Şimdi büyüdük...
Çok büyük olaylar bile ağlatamıyor bizleri...
Ölümler,iflaslar savaşlar...
Şimdi daha mı güçlüyüz
Yoksa daha mı alışkın?
Hayatı öğrenmek
Alışmak mı acaba?
SEVGI
ciceklerin buyumesini izlemektir
mektup yazmaktir
hep O'nu dusunmektir
birlikte vakit gecirmektir
dalgalarin sesidir SEVGI
kuslarin kirintilari yiyisini izlemektir
birlikte AYNI yone bakmaktir
esit olmaktir
vahsi dalgalara yelken acmaktir
yagmura aldirmadan yurumektir
ucurmaktir sevdigini
piknik yapmaktir
yanagini oksamaktir
ve kucuk bir busedir SEVGI...
Ya gel
Ya gözlerini gönder
Martıların uçuştuğu
Bir tutam mavi gönder
Zümrütlerin oynaştığı
Bir yudum yeşil gönder
Ya da yokluğuna denk
Gri gönder,kurşini gönder
Dedim ya
Ya gel
Ya gözlerini gönder
YAŞAMAYA DAİR (1-2-3)
1
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
1947
2
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
1948
3
Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...
1948
NAZIM HİKMET
Sevgili! ..
Kapına geldik; aşkı öğret bize; ve aşkını ver yüreklerimize...
'Bu şehr-i Sitanbul ki bi misl-ü behâdır.
Bir sengine yek pâre Acem mülkü fedâdır'
-Nedim-
“Hayat bir bisiklete binmek gibidir.
Pedalı çevirmeye devam ettiğiniz sürece düşmezsiniz.”
Claude Peppeer