Genel bir kanaatdir ki, yargıya intikal etmiş konularda yorum yapılmazmış, öyle ya biz mahkemeden daha mı iyi bileceğiz! Tabii bu makam ve mevki sahibi kişilerden beklenen bir tavırdır. Biz ise yetkisiz ve sorumsuz olduğumuz için her konuda yazarız, konuşuruz. Bazen de adab-ı muaşeret’i ihlal ederek...
Öncelikle şu biline ki, bendeniz ne hükümetin, ne de soruşdurmayı yürüten adliyenin sevdalısıyım. Soruşdurmayı tahkirane tanımlamanız, size mahsus bir şeydir de, medyaya, işadamlarına öfkelenmeniz de bir ölçüde normal görülebilir. Kendinizde devletin savcılarına ve polis teşkilatına hakaret etme hakkını nasıl görürsünüz?
Soruşdurma “deli saçması” ve silahlar “uydurma”? Kabul azizim. Eğer sadece gecekondularda, bağ evlerinde ve mesire alanlarında, otoyol kenarlarında bulunsa ben de diyecekdim ki “bu silah bulmalar hükümetin mizanseni”. Yalnız son günlerde paçaları tutuşan bir çok çete mensubu elindeki silahı saklamaya / gömmeye bile cesaret edemedi ve uluorta şehiriçi yerlere bırakmaya mecbur oldu. Acaba yoldan geçen sigara tiryakileri ateşsiz kalmasınlar diye mi?
Belki diyeceksiniz, “hiç kimseden korkum yok, ben bildiğimi söylerim” diye. Peki yukarıda “satılmış” diye nitelendirdiğiniz kamu görevlileri içine subayları, dolayısıyla genelkurmayı niye katmadınız, merak ediyorum. Hani “laik cumhuriyetin yılmaz savunucusu bizim silahlı kuvvetlerimizdi, şimdi silahsız bir savcı geliyor ve askerî lojmanlardan “paşa”ları alıp götürüyor. Desenize ki, “ey Türk silahlı kuvvetleri; yılışık medya yıllardır Türkiye’de en güvenilir kurum olarak sizi lanse etti, biz de alkışladık, yazık olsun size, gerici hükümete karşı eylem planına giren onlarca laikci mücahid subayı fethullahcı polisler götürüyor da, kılınız kıpırdamıyor. Eğer vazifenizi yapamayacaksanız istifa edin! ” (1)
Yoksa siz de Deniz Baykal gibi mi düşünüyorsunuz? Malum, kaşıntısı tutan profesörler, eski cumbşk. Sezer’in himayesindeki sahtekâr bürokratlar hükümete çatınca, Başbakan Erdoğan polemikden kaçmasına rağmen, Baykal “sen devletin her kurumuyla kavgalısın, ayağını denk al! ” diyerek tehdid ediyordu. Yani ona göre “CHP’nin çıkarlarına hizmet eden bürokratlar “saygın devlet adamları, saygın ilim adamları” idi ve siyaset yapmaları “yasal hakları” idi. Ama bu fakir, bir zamanlar İstanbul emniyet müdürü Necdet Menzir’in bir şehid polis cenazesinde katil komünistleri telin ettiği için Baykal tarafından istifaya çağrıldığını da unutmadı, Baykal o zaman “sen memursun, fikir beyan edemezsin” diyordu. Tabii peşinden de klasik bir CHP tutarsızlığı geldi, bu olaydan 2 yıl sonra 28 Şubat yaşandı ve “laik cumhuriyeti korumak adına” kurulan ve Menzir’in de ulaştırma bakanı olduğu Yılmaz hükümetine Baykal dışarıdan destek verdi. Ne mutlu Türk’üm diyene! ..
Bilmem anlatabildim mi?
(1) Bu yazı hayal gücüne dayanarak, sn. Göçmen’in efkârından mürekkebdir, bu Aciz’in, Türk Ordusu hakkında hiç bir ard niyeti olmadığı gibi, ordumuza itimadı da tamdır. Ordumuzun bu soruşdurma sürecindeki duruşu da, kendinden beklenen asalete mahsusdur. Devlet kurumlarını birbirine rakib göstermek gibi bir düşüncem de yokdur, zira bu işler delikanlıyı bozar.
Yargıtay emekli Başsavcısı Sabih Kanadoğlu için birileri bir ünvan bulmuş: Onursal başsavcı!
Onursal, yani fahrî makamların ben derneklerde ve vakıflarda olabileceğini sanıyordum, meğer kamu kurumlarında da oluyormuş. Bundan sonra demek ki, Sezer'e onursal başhakim, Demirel'e DSİ'nin onursal mühendisi, Kemal Derviş'e onursal müfettiş, Baykal'a onursal laikcbaşı diyebileceğiz.
Ah cumhuriyetim ah, sen bu hallere düşecek rejim miydin?
aktuel yorumunuz için sizi kutluyor ve müsaadenizle bazı eklemeler yapmak istiyorum.
Malumdur ki, Emniyet teşkilatı İçişleri Bakanlığı'na dolayısıyla hükümete bağlıdır. Hükümetin polislerimizi baskı altına aldığı da iddia edilebilir, ancak polis 'anında müdahale hariç' hiç bir zaman kendi iradesiyle arama, sorgulama, gözaltı yapmaz. Ancak savcının emriyle hareket eder.
Bu, Ergenekon(1) denen melun örgütlenmeye karşı ilk operasyonlar yapıldığında da, halk düşmanı, Türk düşmanı bir takım zevat, hükümeti ve polisi suçlamışdı. Ortada şu gerçek vardı ki, bunu benden iyi bilmelerine rağmen gizlemeye çalıştılar. Biraz evvel dediğim gibi; polis savcının emriyle çalışır, tutuklama yetkisi ise savcıda da yokdur. Ancak hakimin elindedir. Polis ifadesini aldığı mücrim(ler) i savcıya, savcı da mahkemeye sevk etti ve tutuklama kararları çıkdı.
Diyelim ki, hükümet savcıyı yönlendiriyor, ya tutuklama kararı veren hakimler, tek hakim olsa belki iddia edilebilir, ancak bu kararlar en az 10 hakimin elinden geçiyor. Eğer hükümet tüm hakimleri baskı altına alabilse, zaten hükümetlikden iktidara terfi ederdi. Mızrağın çuvala sığmadığı diğer bir enstantane de, bu tutukluluk hallerine yapılan itirazların sağlık sebeblerinin haricindekilerinin kahir ekseriyetinin redd edilmiş olmasıdır. Bu hakimlerin yanlış bir karar alma ihtimalleri ise sıfır hipotezdir, çünkü mücrimlerin bir çoğu zaten meslekden hukukcu veya en şanlı şöhretli avukatlar tarafından savunuluyor ve bir çoğu da askeriye mensubu. Yani bu emekli veya muvazzaf subaylara haksızlık yapılsa, Genelkurmay seyirci kalır mıydı?
Bu muhakemenin vatanımız için bir vaka-yı hayriye olduğuna inancımı yazdıkdan sonra, bir endişemi de dile getirmek istiyorum: bu davanın sonucunu görmek benim yaşımda biri için zor görünüyor. Zira Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan silahlar, daha sonra diğer cephane şubelerinde bulunanlar, atatürkcü düşünce, vatansever güç, kuvva-yı milliye gibi derneklerde, Türk kilisesinde yapılan kan ve intikam yeminleri, önce olmasına rağmen ardından gelen Danıştay suikasti, Garih ve Dink cinayetleri, her hafta bir pisliğin bu örgütlenmeden mütevelli olduğu ortaya çıkıyor ve muhakematın kapsamı genişledikce, sürec uzayacak da uzayacakdır. Allah bize sabr versin.
1978’de terör olaylarını önleme vaadiyle başbakan olan Ecevit’in bir stratejisi vardı: her olaya bir ülkücü fail bulunsun, suçu işleyip işlememiş olması mühim değil! diye...
Artık herkes biliyor ki, Türk milleti üzerine çok oyunlar oynanmışdır ve Ergenekon mensublarının da buralarda aktiv rol oynamış olmaları mümkün görünüyor. Yakında Abdi İpekci cinayetinin ve 1 Mayıs 1977 katliamının, Maraş ve Çorum olaylarının arkasından da bu örgüt çıkarsa şaşırmayacağım.
(1) Sebebsiz yere Ermenilerden özür dilemedim ama, Türk tarihinin şanlı bir dönemeci olan Ergenekon’un adı böyle bir yapılanmaya verildiği için ecdadımdan özür diliyorum, cürmü ben işlememiş olsam da...
İbrahim Tatlıses yeni yeni tanındığında güzel bir türküsü vardı: İPİN UCU BENDEDİR!
Şimdi bu Ergenekon İpi'nin ucu nerede, bir de bunu öğrensek.
Bu soruşdurmayı 'aman devlet zarar görür' teranesiyle engellemeye çalışanlar, her halde ipin iyice inceldiğini gördüler. Ya koparsa?
Ben gayet rahatım, faili meçhullere karışmadım, Danıştay'a salırmadım, başbakan ve genelkurmay başkanına suikast planlamadım, Türk Ortodoks kilisesinde cinayet yeminleri etmedim. Yarası olan gocunsun.
Umarım ki, yukarıda zikr ettiğim fiilleri Deniz Baykal da işlememiş olsun.
Bu sözler Ergenekon sanığı Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun ağzından çıkdı. Silivri’deki tesise giriş çıkışında yaşadığı zorlukları böyle izah etti.
Şimdi adama sormazlar mı; bre yobaz, sen rektör iken öğrencilere az mı Çin işkencesi yapdın, “hukuk bir gün size de lazım olur” dendiğinde kulaklarını niye tıkadın?
Son olarak da şu sorulmaz mıydı; sana Çin işkencesi yapmakla itham ettiğin hakimleri, savcıları, yetersiz bulduğun o tesisi tasarlayan mimarları senin üniversiten yetiştirmedi mi?
sempatık bır adamdı, meslekındeki başarısı da takdire şayandı. Allah rahmet etsin. Yalnız milletvekili olmasını istemedim. Çünkü siyaset ayrı bir ustalık isterdi, başbakan Erdoğan ona yer açmak için çok değerli milletvekillerini sildi!
Yaklaşık 11 yıl önce Susurluk'da Türkiye'yi sarsan bir trafik kazası oldu. Dönemin hükümeti bu olayı savsaklamakla suçlandı. Oysa Başbakan Erbakan, savcılığın soruşturmasını yeterli görmediğinden en az 10 koldan araştırma ekipleri görevlendirdi. Ancak bu görevlendirdiği kurumlar sözde, başbakana bağlı idarî birimlerdi. Türkiye'de şerr üçgeni bürokraside o kadar mühim köşeleri tutmuşdu ki, her araştırma bir noktada tıkanmaya mahkûm oldu.
O zaman, 'aslan' sosyal demokratlarımız, Susurluk diye feryad üstüne feryad çıkarıyorlardı. Bugün ise, Susurluk'dan daha tehlikeli bir örgütlenmeyle karşıyız, bu kez 'aslanlarımız' devletin savcısına ve hakimine 'sen bizim evin önünden geçersin' diyor!
Bugün Atatürkcü Düşünce Derneği Kadıköy'de Ergenekon Soruşturması'nı protesto ediyordu. Nasıl bir memlekette yaşıyoruz? Yargı bağımsızlığından dem vuruyoruz fakat yargının rahat çalışmasını engellemeye çalışıyoruz. Bu amaçda bir yürüyüşe hangi mülkî amir izin veriyor?
Hırant Dink(1) , Orhan Pamuk, Elif Şafak davalarında şu an Ergenekon'dan tutuklu olan avukat Kerinçsiz, şürekasını toplayıp adliye önünde gösteri yapıyordu. Ne milliyetciyiz ama, önce 301'e sahip çıkıyorduk, ardında da Dink öldürülünce hep bir ağızdan 'hepimiz Hırant'ız, hepimiz Ermeni'yiz' diyorduk. Belki Kerinçsiz'in önderliğinde bu gösteriye katılanlar 'biz Ermeniyiz' demedi ama, Ergenekon'un başarısı; hem ultra milliyetcileri, hem de Ermeni hayranlarını bir araya getirmek oldu. Belki de yakalanmasalardı Hizbullah'la, Çağdaş Yaşamcıları, El Kaide ile Cumhuriyeci Kadınlar Derneği'ni de bir araya getirecekti. Ne de olsa, AKP adında bir ortak düşmanımız var!
(1) Burada kast ettiğim dava, Hrant Dink cinayeti değil, Dink'in öldürülmeden önce yargılandığı davadır(301, Türklüğe hakaret) . Ben bu şahsın bu davada masum olduğuna inanmıyor(d) um, ama öldürülmesini de lanetliyorum!
Danıştay'a ve Cumhuriyet gazetesine saldırı yapıldığında ana muhalefet partisi, aslanlar gibi kükremiş ve 'olayın bir an önce açığa çıkarılması'nı taleb etmişdir. Danıştay faili bir iki dinî slogan atınca da 'hukukcu' Baykal'a göre mesele bitmişdir, İstanbul Savcılığı'nın bu iki saldırıyı yeniden irdelemesi yanlışdır!
Bu Ergenekon ağı genişledikce genişliyor. Acaba bu saygın 'lider'in 'ucu bize de dokunabilir' korkusu mu var?
Serdal Göçmen Beyefendi’nin dikkatine!
Genel bir kanaatdir ki, yargıya intikal etmiş konularda yorum yapılmazmış, öyle ya biz mahkemeden daha mı iyi bileceğiz! Tabii bu makam ve mevki sahibi kişilerden beklenen bir tavırdır. Biz ise yetkisiz ve sorumsuz olduğumuz için her konuda yazarız, konuşuruz. Bazen de adab-ı muaşeret’i ihlal ederek...
Öncelikle şu biline ki, bendeniz ne hükümetin, ne de soruşdurmayı yürüten adliyenin sevdalısıyım. Soruşdurmayı tahkirane tanımlamanız, size mahsus bir şeydir de, medyaya, işadamlarına öfkelenmeniz de bir ölçüde normal görülebilir. Kendinizde devletin savcılarına ve polis teşkilatına hakaret etme hakkını nasıl görürsünüz?
Soruşdurma “deli saçması” ve silahlar “uydurma”? Kabul azizim. Eğer sadece gecekondularda, bağ evlerinde ve mesire alanlarında, otoyol kenarlarında bulunsa ben de diyecekdim ki “bu silah bulmalar hükümetin mizanseni”. Yalnız son günlerde paçaları tutuşan bir çok çete mensubu elindeki silahı saklamaya / gömmeye bile cesaret edemedi ve uluorta şehiriçi yerlere bırakmaya mecbur oldu. Acaba yoldan geçen sigara tiryakileri ateşsiz kalmasınlar diye mi?
Belki diyeceksiniz, “hiç kimseden korkum yok, ben bildiğimi söylerim” diye. Peki yukarıda “satılmış” diye nitelendirdiğiniz kamu görevlileri içine subayları, dolayısıyla genelkurmayı niye katmadınız, merak ediyorum. Hani “laik cumhuriyetin yılmaz savunucusu bizim silahlı kuvvetlerimizdi, şimdi silahsız bir savcı geliyor ve askerî lojmanlardan “paşa”ları alıp götürüyor. Desenize ki, “ey Türk silahlı kuvvetleri; yılışık medya yıllardır Türkiye’de en güvenilir kurum olarak sizi lanse etti, biz de alkışladık, yazık olsun size, gerici hükümete karşı eylem planına giren onlarca laikci mücahid subayı fethullahcı polisler götürüyor da, kılınız kıpırdamıyor. Eğer vazifenizi yapamayacaksanız istifa edin! ” (1)
Yoksa siz de Deniz Baykal gibi mi düşünüyorsunuz? Malum, kaşıntısı tutan profesörler, eski cumbşk. Sezer’in himayesindeki sahtekâr bürokratlar hükümete çatınca, Başbakan Erdoğan polemikden kaçmasına rağmen, Baykal “sen devletin her kurumuyla kavgalısın, ayağını denk al! ” diyerek tehdid ediyordu. Yani ona göre “CHP’nin çıkarlarına hizmet eden bürokratlar “saygın devlet adamları, saygın ilim adamları” idi ve siyaset yapmaları “yasal hakları” idi. Ama bu fakir, bir zamanlar İstanbul emniyet müdürü Necdet Menzir’in bir şehid polis cenazesinde katil komünistleri telin ettiği için Baykal tarafından istifaya çağrıldığını da unutmadı, Baykal o zaman “sen memursun, fikir beyan edemezsin” diyordu. Tabii peşinden de klasik bir CHP tutarsızlığı geldi, bu olaydan 2 yıl sonra 28 Şubat yaşandı ve “laik cumhuriyeti korumak adına” kurulan ve Menzir’in de ulaştırma bakanı olduğu Yılmaz hükümetine Baykal dışarıdan destek verdi. Ne mutlu Türk’üm diyene! ..
Bilmem anlatabildim mi?
(1) Bu yazı hayal gücüne dayanarak, sn. Göçmen’in efkârından mürekkebdir, bu Aciz’in, Türk Ordusu hakkında hiç bir ard niyeti olmadığı gibi, ordumuza itimadı da tamdır. Ordumuzun bu soruşdurma sürecindeki duruşu da, kendinden beklenen asalete mahsusdur. Devlet kurumlarını birbirine rakib göstermek gibi bir düşüncem de yokdur, zira bu işler delikanlıyı bozar.
Selam ve muhabbetle...
Yargıtay emekli Başsavcısı Sabih Kanadoğlu için birileri bir ünvan bulmuş: Onursal başsavcı!
Onursal, yani fahrî makamların ben derneklerde ve vakıflarda olabileceğini sanıyordum, meğer kamu kurumlarında da oluyormuş. Bundan sonra demek ki, Sezer'e onursal başhakim, Demirel'e DSİ'nin onursal mühendisi, Kemal Derviş'e onursal müfettiş, Baykal'a onursal laikcbaşı diyebileceğiz.
Ah cumhuriyetim ah, sen bu hallere düşecek rejim miydin?
Saygıdeğer Fikret Oğuz beyefendi,
aktuel yorumunuz için sizi kutluyor ve müsaadenizle bazı eklemeler yapmak istiyorum.
Malumdur ki, Emniyet teşkilatı İçişleri Bakanlığı'na dolayısıyla hükümete bağlıdır. Hükümetin polislerimizi baskı altına aldığı da iddia edilebilir, ancak polis 'anında müdahale hariç' hiç bir zaman kendi iradesiyle arama, sorgulama, gözaltı yapmaz. Ancak savcının emriyle hareket eder.
Bu, Ergenekon(1) denen melun örgütlenmeye karşı ilk operasyonlar yapıldığında da, halk düşmanı, Türk düşmanı bir takım zevat, hükümeti ve polisi suçlamışdı. Ortada şu gerçek vardı ki, bunu benden iyi bilmelerine rağmen gizlemeye çalıştılar. Biraz evvel dediğim gibi; polis savcının emriyle çalışır, tutuklama yetkisi ise savcıda da yokdur. Ancak hakimin elindedir. Polis ifadesini aldığı mücrim(ler) i savcıya, savcı da mahkemeye sevk etti ve tutuklama kararları çıkdı.
Diyelim ki, hükümet savcıyı yönlendiriyor, ya tutuklama kararı veren hakimler, tek hakim olsa belki iddia edilebilir, ancak bu kararlar en az 10 hakimin elinden geçiyor. Eğer hükümet tüm hakimleri baskı altına alabilse, zaten hükümetlikden iktidara terfi ederdi. Mızrağın çuvala sığmadığı diğer bir enstantane de, bu tutukluluk hallerine yapılan itirazların sağlık sebeblerinin haricindekilerinin kahir ekseriyetinin redd edilmiş olmasıdır. Bu hakimlerin yanlış bir karar alma ihtimalleri ise sıfır hipotezdir, çünkü mücrimlerin bir çoğu zaten meslekden hukukcu veya en şanlı şöhretli avukatlar tarafından savunuluyor ve bir çoğu da askeriye mensubu. Yani bu emekli veya muvazzaf subaylara haksızlık yapılsa, Genelkurmay seyirci kalır mıydı?
Bu muhakemenin vatanımız için bir vaka-yı hayriye olduğuna inancımı yazdıkdan sonra, bir endişemi de dile getirmek istiyorum: bu davanın sonucunu görmek benim yaşımda biri için zor görünüyor. Zira Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan silahlar, daha sonra diğer cephane şubelerinde bulunanlar, atatürkcü düşünce, vatansever güç, kuvva-yı milliye gibi derneklerde, Türk kilisesinde yapılan kan ve intikam yeminleri, önce olmasına rağmen ardından gelen Danıştay suikasti, Garih ve Dink cinayetleri, her hafta bir pisliğin bu örgütlenmeden mütevelli olduğu ortaya çıkıyor ve muhakematın kapsamı genişledikce, sürec uzayacak da uzayacakdır. Allah bize sabr versin.
1978’de terör olaylarını önleme vaadiyle başbakan olan Ecevit’in bir stratejisi vardı: her olaya bir ülkücü fail bulunsun, suçu işleyip işlememiş olması mühim değil! diye...
Artık herkes biliyor ki, Türk milleti üzerine çok oyunlar oynanmışdır ve Ergenekon mensublarının da buralarda aktiv rol oynamış olmaları mümkün görünüyor. Yakında Abdi İpekci cinayetinin ve 1 Mayıs 1977 katliamının, Maraş ve Çorum olaylarının arkasından da bu örgüt çıkarsa şaşırmayacağım.
(1) Sebebsiz yere Ermenilerden özür dilemedim ama, Türk tarihinin şanlı bir dönemeci olan Ergenekon’un adı böyle bir yapılanmaya verildiği için ecdadımdan özür diliyorum, cürmü ben işlememiş olsam da...
İbrahim Tatlıses yeni yeni tanındığında güzel bir türküsü vardı: İPİN UCU BENDEDİR!
Şimdi bu Ergenekon İpi'nin ucu nerede, bir de bunu öğrensek.
Bu soruşdurmayı 'aman devlet zarar görür' teranesiyle engellemeye çalışanlar, her halde ipin iyice inceldiğini gördüler. Ya koparsa?
Ben gayet rahatım, faili meçhullere karışmadım, Danıştay'a salırmadım, başbakan ve genelkurmay başkanına suikast planlamadım, Türk Ortodoks kilisesinde cinayet yeminleri etmedim. Yarası olan gocunsun.
Umarım ki, yukarıda zikr ettiğim fiilleri Deniz Baykal da işlememiş olsun.
Çin İşkencesi
Bu sözler Ergenekon sanığı Prof. Kemal Alemdaroğlu’nun ağzından çıkdı. Silivri’deki tesise giriş çıkışında yaşadığı zorlukları böyle izah etti.
Şimdi adama sormazlar mı; bre yobaz, sen rektör iken öğrencilere az mı Çin işkencesi yapdın, “hukuk bir gün size de lazım olur” dendiğinde kulaklarını niye tıkadın?
Son olarak da şu sorulmaz mıydı; sana Çin işkencesi yapmakla itham ettiğin hakimleri, savcıları, yetersiz bulduğun o tesisi tasarlayan mimarları senin üniversiten yetiştirmedi mi?
sempatık bır adamdı, meslekındeki başarısı da takdire şayandı. Allah rahmet etsin. Yalnız milletvekili olmasını istemedim. Çünkü siyaset ayrı bir ustalık isterdi, başbakan Erdoğan ona yer açmak için çok değerli milletvekillerini sildi!
Yaklaşık 11 yıl önce Susurluk'da Türkiye'yi sarsan bir trafik kazası oldu. Dönemin hükümeti bu olayı savsaklamakla suçlandı. Oysa Başbakan Erbakan, savcılığın soruşturmasını yeterli görmediğinden en az 10 koldan araştırma ekipleri görevlendirdi. Ancak bu görevlendirdiği kurumlar sözde, başbakana bağlı idarî birimlerdi. Türkiye'de şerr üçgeni bürokraside o kadar mühim köşeleri tutmuşdu ki, her araştırma bir noktada tıkanmaya mahkûm oldu.
O zaman, 'aslan' sosyal demokratlarımız, Susurluk diye feryad üstüne feryad çıkarıyorlardı. Bugün ise, Susurluk'dan daha tehlikeli bir örgütlenmeyle karşıyız, bu kez 'aslanlarımız' devletin savcısına ve hakimine 'sen bizim evin önünden geçersin' diyor!
Bugün Atatürkcü Düşünce Derneği Kadıköy'de Ergenekon Soruşturması'nı protesto ediyordu. Nasıl bir memlekette yaşıyoruz? Yargı bağımsızlığından dem vuruyoruz fakat yargının rahat çalışmasını engellemeye çalışıyoruz. Bu amaçda bir yürüyüşe hangi mülkî amir izin veriyor?
Hırant Dink(1) , Orhan Pamuk, Elif Şafak davalarında şu an Ergenekon'dan tutuklu olan avukat Kerinçsiz, şürekasını toplayıp adliye önünde gösteri yapıyordu. Ne milliyetciyiz ama, önce 301'e sahip çıkıyorduk, ardında da Dink öldürülünce hep bir ağızdan 'hepimiz Hırant'ız, hepimiz Ermeni'yiz' diyorduk. Belki Kerinçsiz'in önderliğinde bu gösteriye katılanlar 'biz Ermeniyiz' demedi ama, Ergenekon'un başarısı; hem ultra milliyetcileri, hem de Ermeni hayranlarını bir araya getirmek oldu. Belki de yakalanmasalardı Hizbullah'la, Çağdaş Yaşamcıları, El Kaide ile Cumhuriyeci Kadınlar Derneği'ni de bir araya getirecekti. Ne de olsa, AKP adında bir ortak düşmanımız var!
(1) Burada kast ettiğim dava, Hrant Dink cinayeti değil, Dink'in öldürülmeden önce yargılandığı davadır(301, Türklüğe hakaret) . Ben bu şahsın bu davada masum olduğuna inanmıyor(d) um, ama öldürülmesini de lanetliyorum!
Acaba bu Ergenekon dosyasına Hrant Dink cinayeti, Trabzon'da papaz cinayeti, Malatya'da yayınevi baskını da girecek mi?
CHP'nin diğer bir riyasını da yazmam gerekiyor.
Danıştay'a ve Cumhuriyet gazetesine saldırı yapıldığında ana muhalefet partisi, aslanlar gibi kükremiş ve 'olayın bir an önce açığa çıkarılması'nı taleb etmişdir. Danıştay faili bir iki dinî slogan atınca da 'hukukcu' Baykal'a göre mesele bitmişdir, İstanbul Savcılığı'nın bu iki saldırıyı yeniden irdelemesi yanlışdır!
Bu Ergenekon ağı genişledikce genişliyor. Acaba bu saygın 'lider'in 'ucu bize de dokunabilir' korkusu mu var?