ecdadına nefretle,kinle bakan ecdadına tarafsız nasıl bakabilir ki? ama sen ecdadına nefretle bakadur yabancı yazarlar osmanlı imparatorluğundan hiç de nefretle bahsetmiyorlar! ....
acaba onlar mı kandırılmış yoksa ecdadına nefretle bakanlar mı? yabancı bir millet için,ecdadının kurmadığı bir imparatorluk için bir batılı yazar neden 'UFUKLARIN EFENDİSİ OSMANLI' isimli bir kitap yazıyor? hiç düşündünüz mü?
derin dünya devletiyle yakından ilişkisi var. şeytanın hegemonyasında bir dünya devleti,bir küresel imparatorluk kurmak isteyen dünyanın en önde gelen kişileri...
tabi deccali ve sağ kolunu da unutmamak lazım.her ne kadar kendilerine inanılmasa da...
geniş bilgi sahibi olmak isteyenler amerikalı yazar taxe marrs'ın illuminati adlı kitabı okusunlar.kitap timaş yayınlarından... ayrıca atilla akar'ın derin dünya devleti adlı kitabını okusunlar...
illuminati şu an dünyayı malesef ele geçirmiş durumdadır.
ayrıca bakınız:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/illuminati.htm
Derya Ali Baba, Anadolu'da yaşamış olan pekçok velîden sadece birisidir. Hayatı hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. On beşinci yüzyılda İstanbul'da, insanların dünya ve cennet saadetine ermelerine vesile olmuştur. İsmi Ali'dir. Ancak Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi için hazırladığı ordunun, sakabaşısı (sucubaşı) olarak görev yaptığı için Saka Ali Baba ya da Derya Ali Baba olarak tanınmıştır. Canını, malını Allahû Tealâ'nın yüce ve tek dîni olan İslâmiyeti yaymak için feda etmeye hazırdır. Derya Ali Baba, evliyalarla dolu olan fetih ordusunun, Allahû Tealâ tarafından zafer müjdesi verilmiş olmasının güveni ve îmân gücüyle bizzat cephede savaşmış ve fethe büyük emeği geçmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmek üzere kuşatmıştı. Fetih ordusu İstanbul Surları'na dayanmış, Fatih Sultan Mehmet sabırsızlıkla fethin gerçekleşmesini bekliyordu.
Evliyalar fetih için dua ediyorlardı. Kır atının üzerinde heybetle duran genç hükümdar, orduyu şevke getirici konuşmalar yapıyordu. Ordu surları aşmak üzere canla başla çarpışıyordu. İstanbul düşmek üzereydi. İşte tam bu sırada askerler arasında, 'ordu susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor' şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı.
Bu kötü haber, kısa zamanda her tarafa yayıldı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılan bu söylenti nihayet padişahın kulağına kadar geldi. Fatih Sultan Mehmet: 'Tez gidin, sakabaşını getirin! ' dedi. Görevliler hemen gidip sakabaşı Ali Baba'yı padişahın huzuruna getirdiler. Yüzünden nur akan, hafif beli bükük Ali Baba, sırtında kırba (su taşınan kösele kap) padişahın huzuruna girdi. Genç padişah, ne kadar telâşlı ve üzüntülüyse Saka Ali Baba o kadar soğukkanlı ve sakin duruyordu. Yüzünde en ufak bir endişe izi yoktu. Her zamanki gibi tebessüm eder bir halde padişahın yüzüne bakıyordu. Padişah, onun böyle kritik bir anda gayet sakin ve aldırmaz bir durumda olmasına bir anlam veremedi ve şöyle seslendi: -Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun sakabaşı! ... Ordu susuz kalmış, asker susuzluktan kırılıyor. Neden gerekli tedbiri almazsın da bizi müşkül hale düşürürsün? Şimdi ne olacak? Bu hale nasıl çare bulacağız? Sakabaşı Ali Baba gayet sakin, tebessüm ederek: -Devletli Padişahım! Merak etmeyiniz, su çok... diye cevap verdi. Onun bu sakin hali karşısında daha da şaşıran genç padişah: -Su çok mu dersin? Bu ne iştir sakabaşı? diye sorunca Ali Baba arkasını padişaha dönüp sırtındaki su kırbasını Fatih Sultan Mehmet'e çevirdi ve: -Ben yalan söylemem Sultanım. Bakın isterseniz, ne kadar çok suyumuz var. Sakabaşı Ali Baba'nın bu sözünden bir şey anlamayan padişah, Ali Baba'nın sırtındaki kırbanın içine baktı ve anında büyük bir şaşkınlığa düştü. Kırbanın içinde bir derya, bir okyanus görünmekteydi. Göz alabildiğince uzanan su, bir değil binlerce orduyu doyuracak kadar çoktu. Gözlerine inanamayan genç padişah yanındakilere kırbanın içine bakmalarını emretti. Sırasıyla kırbanın içine eğilip bakan vezirler, kumandanlar da aynı manzarayı hayretler içinde seyrettiler. Bunun Allahû Tealâ'nın velî kullarına ihsan ettiği bir keramet olduğunu anlayan Fatih Sultan Mehmet, bu defa da su olmasına rağmen askerin susuz bırakılmasının maksadını anlamamıştı. Saka Ali Baba'ya dönerek: -Su bulunmasına rağmen nedir senin bu yaptığın? diye, seslendi. Saka Ali Baba: -Ey cihan padişahı! İstediğiniz kadar su burada ancak askere suyu doyumluk veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanıp yatacaklar. Sonra da zaferimiz tehlikeye düşecek düşüncesiyle böyle yapıyorum. Sakabaşı Ali Baba'nın sözleri ve kerameti karşısında söyleyecek söz bulamayan Fatih Sultan Mehmet, saygı ve muhabbetle ona bakmaya başladı. Keramet göstermekten kaçındığı halde kerametinin ortaya çıktığını gören sakabaşı Ali Baba sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı. Başta padişah olmak üzere bütün vezirlerin hayret dolu bakışları içinde kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı. Şırıl şırıl akan bu pınardan ordunun su ihtiyacı giderildi. Olanlardan son derece mutlu olan Fatih Sultan Mehmet, yüksek dereceli bir velî olduğunu anladığı Saka Ali Baba'ya Derya Ali Baba ismini verdi ve: -Ne murad edersin ey Allah'ın sevgili kulu? dedi. Derya Ali Baba, canını malını Allah yoluna vakfetmişti. Zamanını Allah'ın zikriyle geçiriyor, Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yanıp tutuşuyordu. O görünen deryalarda değil, ilâhi aşkın deryasındaydı. Gösterdiği keramet de Allahû Tealâ'nın bir ikramıydı. Sevgili okuyucular, Allah dilediği kulunu herhangibir konuda keramet sahibi yapar. Birçok evliyanın keramet gösterdiği bilinmektedir. Hepimiz fizik bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya bizim fizik vücudumuzun yaşadığı bir âlemdir. Bu âlemin zıddı olan nefsimizin âlemi, berzah âlemidir. Fizik vücudumuz da ruha ve nefse bir mekândır. Bu dünyada şartlar fizik standartlardadır. Fizik vücudumuz bu dünyada Allah'ın kanunlarından biri olan yerçekiminin tesiri altındadır. Ruh ve nefs için yerçekimi söz konusu değildir.
Fizik kanunların geçerli olmadığı bir olayı nebîler (peygamberler) ve resûllere Allahû Tealâ yaşatırsa bunun adı MUCİZEDİR. Hz. İsa konuşulanı bilir, hastalıkları Allah'ın izniyle iyileştirirdi. Görülen her mucizenin ardından 'Bu emri Allah verdi ben vasıtayım' derdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in ayı ikiye bölmesi de Allahû Tealâ'nın izniyle gerçekleşmişti.
Eğer fizik ötesi olayı, velîlere Allahû Tealâ yaşatıyorsa bunun adı KERAMETTİR. Derya Ali Baba'nın sırtındaki kırbayla bütün orduya su taşıyabilmesi de Allah'ın emriyleydi. Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra Derya Ali Baba'yı unutmadı. Ona büyük bir arazi tesis etti. Uzun yıllar burada kurduğu dergâhta nice Allah dostları yetiştiren Derya Ali Baba, vefatından sonra da aynı yerde defnedildi. Sevenleri ve Allah dostları tarafından hâlâ türbesi ziyaret edilmektedir.
nefret sevmemek demek.insan bir şeyi sever,az sever veya çok sever. nefret ise hiç sevmemektir. nefret sahibi insan mutsuzdur.seven insan ise mutludur. sevginin sıfırlandığı nokta da nefret başlar. mutluluğun sıfırlandığı nokta da mutsuzluk başlar. apsis ve ordinat düzleminde + alan yani pozitif alan sevip te mutlu olanların buluduğu alanı ifade eder.- alan yani negatif alan ise nefret edip te mutsuz olanların bulunduğu alanı ifade eder.
Allah (cc) nin bizden istediği pozitif alanda bulunmamızdır,sevip te mutlu olmamızdır.yani herkesi sevmektir.düşmanımızı bile...
şeytanın bizden istediği,beklediği negatif alanda bulunmamızdır.nefret edip te mutsuz olmamızdır.yani herkesten nefret etmektir.
sevipte mutlu olmak varken,nefret edip de mutsuz olmanın ne anlamı var ki?
Allah-u taala'nın emrini yerine getirmek varken şeytanın isteğini yerine getirmenin ne anlamı var ki?
nefs tayyi mekan nefsin fizik vücudu terketmesi ve kendi alemi olan berzah alemine gitmesidir.bu olay 3 şekilde gerçekleşir.uyku halinde,bayılma halinde ve ölüm halinde nefs bedeni terkedebilir.demekki herkes nefs tayyi mekanı yaşayabiliyor.herkes uykuda iken nefs tayyi mekanı yapmış oluyor.rüyada nefs vücudumuzu görürüz.rüyada nefsimizin baş gözleriyle görürüz.nefs kendi aleminde madde olabilir sadece.
okkültist insan ve cin şeytanlara hizmet eden,o alanda çalışan kimselere denir.mesela büyü yapan kişi şeytanla kesin bir ilişki içindedir.o zaman büyü yapan kişi de okkültist oluyor. okkultizm ise şeytanın kültürüdür.
insan ve cin şeytanlarla ilişki kuranlara,gizli güçlerle inanan demek kavramın asıl manasını gizlemek gibi oluyor.
Dünyada yaşayan insanların yarıdan fazlasının kadın olması nedeniyle kadınlar, gerek sayıları itibariyle ve gerekse cemiyet içerisinde aldıkları rol itibariyle toplumda önemli yer işgal etmektedirler.
Kadınlar, doğurganlıkları ve üretkenlikleri ile de toplum içinde önemli bir yer almaktadırlar. Allahû Tealâ kadına vermiş olduğu önemi, adına indirmiş olduğu Nisa Suresi ile ifade etmiştir.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de 54 âyette, kadın anlamına gelen nisa, 51 âyette eş anlamına gelen ezvaç, 27 âyette anne anlamında um, 25 âyette ima’e, 25 âyette dişi anlamında unde, 17 âyette ebeveyn anlamında valide, 15 âyette kız çocuğu anlamında bind, 15 âyette eş anlamında zevce, 4 âyette erkeğin eşi anlamında sahibe’den bahsetmektedir.
Allahû Tealâ İsra Suresinin 70. âyet-i kerimesinde, insanoğlunu diğer mahlûkattan üstün kıldığını belirtmektedir.
Ayrıca Tevbe Suresinin 71. âyet-i kerimesinde mü’min kadınlarla, mü’min erkekleri birbirlerinin velîsi (dostu) kıldığını belirtmektedir. Yani Allahû Tealâ yolunda beraberce hizmet vererek, irfanı emredip münkerden nehyetmelerini emretmektedir. Bu suretle Allahû Tealâ’nın dîninde hizmet vermek açısından birinin diğerinden üstünlüğünün söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Bundan 14 asır önce, Arap bedevileri arasında cahiliye dönemi yaşanmakta idi. Bu dönemin cahiliyet dönemi olduğunu anlamak için o dönemde yaşayan erkeklerin kadınlara karşı olan davranışlarını dile getirmek kanımca, yeter ve artar bile. Emaniyyenin ve buna dayalı yaşanan cehaletin hüküm sürdüğü her noktada kadınlara karşı müthiş bir zulmün sergilendiğini görmekteyiz. Allahû Tealâ’nın kadına vermiş olduğu hakların, kendisinden zorla alınıp böylece kadının ezilmesine ve horlanmasına sebebiyet verildiğini görüyoruz.
Söz konusu dönemde kadınlar aşağılanıyor ve kız çocukları diri diri gömülüyordu. Arap bedevileri arasında durum böyle iken, yahudilerde ise kız çocuğu olarak dünyaya gelmek bir utanç vesilesi idi. Bu nedenle yahudiler tarafından Havva Annemiz’e dahi dil uzatılarak, Âdem Babamız’ın cennetten çıkmasına sebep olduğu düşüncesi ile lanetlemeye varan ithamlarda bulunmuşlar ve bu nedenle Havva Annemiz’in fitnenin başı olduğu kabul edilerek, kıyâmete kadar gelecek olan kadınlara da bu fitnenin sirayet edeceği düşüncesi hakim kılınmıştır.
Aynı görüşü paylaşan bir kısım hristiyanlar da kadının kötü ruhlu bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı. Hatta bir kısım hristiyan grubunun biraraya gelerek kadınların durumunu yorumlarken, kadının bir çeşit hayvan mı, bir şeytan mı, yoksa kötü ruhlu bir insan mı? diye tartıştıkları olmuştur. Bu tartışma neticesinde bir canlı hayvan olduğu ve erkeğe hizmet için yaratılan bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır.
O tarihlerde Hindistan’da hüküm süren hinduizmde kadın adeta bir köle muamelesi görmekteydi ve bir kadının bekârken babasının, evlenince eşinin ve dul iken de çocuklarının buyruğu altında olması düşüncesi hakimdi. Budist hindularda ise bir kişinin ahirette cennete gidebilmesi için pislik ve mikrop sayılan kadından dünya hayatını yaşarken uzak durması ve evlenmemesi tavsiye edilirdi.
Buna rağmen bir kişi bir kadınla evlenir ise, o kişinin ölümü halinde kadının erkeğine bağlılık işareti olarak erkeği ile beraber diri diri yakılması mecburiyeti vardı.
Hindistan’da bu durum 16. yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmelerine kadar devam etmiştir.
Hindistan’da kadınların durumu böyle iken, medenî bir ülke olarak bilinen İngiltere’de ise bir erkeğe eşini satma yetkisi kanunen verilmekteydi.
İşte dünyada kadınlara karşı olan davranışlar bu minval üzere iken, İslâm’ın temsilcisi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V) , kadınlar erkeklerin dengi ve eşitidir, diyerek kadınlara farklı muamele edilmesine son vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V):
İçinizde en hayırlı olanınız, eşine en iyi davrananınızdır. Ben ise içinizde eşlerine en iyi davrananınızım, demiştir.
Şimdi cahiliye döneminde İslâm’ın kadınlara getirdiği hakları beraberce görelim.
Ne zaman kadınlar bir toplum tarafından ezilmişse, o toplumun Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamadığını görüyoruz. Bugün de İslâm’ın 5 şartına dayalı İslâm’ı yaşayan insanların da kadına bakış açıları pek de farklı değildir.
Allahû Tealâ Ahzab Suresinin 35. âyet-i kerimesinde dînî yönden kadın ve erkek arasında farklılık olmadığını şöyle beyan etmektedir:
Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Allah’a itaat eden erkekler ve Allah’a itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû sahibi erkekler, huşû sahibi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
Mü’min Suresinde, mü’min olup salih amel işleyen kadın ve erkeklerin cennete girip orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklarını, yani aynı vasfı taşıyan kadın ve erkek arasında cennete girme bakımından bir farklılığın olmadığını görüyoruz.
“Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ve ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fîhâ bigayri hisâb.” 40/Mü’min-40
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Allahû Tealâ Tevbe Suresi 72. âyet-i kerimesinde mü’min kadın ve mü’min erkeklere beraberce en büyük kurtuluş olan adn cennetlerini müjdelemektedir:
“Ve’adallahülmü’minîne velmü’minati cennâtin tecrî min tahtihel’enharü hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn, ve rıdvânün minallahi ekber, zâlike hüvelfevzül’azîm.” 9/Tevbe-72
Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara ebediyyen kalacakları altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde temiz meskenler vaadetti. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte en büyük mükâfat budur.
Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesini Yüce Rabbimiz üzerimize farz kılmış ve bu hususta da kadın ve erkek arasında bir fark gözetmediğini Kasas Suresinde açıklamıştır:
“İnnellezî farada aleykelkur’âne lerâddüke ilâ ma’âd, kul rabbî a’lemü men câe bilhüdâ ve men hüve fî dalâlin mübîn.” 28/Kasas-85 Şüphesiz, sana Kur’ân’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki; “Rabbim, hidayetle geleni de, apaçık bir dalâlet içinde olanı da bilir.”
Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şeriflerinde, ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz kılındığını beyan etmiştir. Bu sebeple serbest irade sahibi olan kadınların da mürşidlerine tâbî olmak suretiyle Kur’ân-ı Kerim’i öğrenebilecekleri sahâbe için Bakara Suresi-151. âyet-i kerimesinde, sair zamanda yaşayanlar için ise Cuma Suresi 2. âyet-i kerimesinde açıklanmaktadır.
şu an ırak'ta iş başında....
türkiye sevdalısı,bir türk...
dilin inkar etse de kalbin inkar edemez ki...
mevlana celaleddin rumi
ecdadına nefretle,kinle bakan ecdadına tarafsız nasıl bakabilir ki?
ama sen ecdadına nefretle bakadur yabancı yazarlar osmanlı imparatorluğundan hiç de nefretle bahsetmiyorlar! ....
acaba onlar mı kandırılmış yoksa ecdadına nefretle bakanlar mı?
yabancı bir millet için,ecdadının kurmadığı bir imparatorluk için bir batılı yazar neden 'UFUKLARIN EFENDİSİ OSMANLI' isimli bir kitap yazıyor?
hiç düşündünüz mü?
derin dünya devletiyle yakından ilişkisi var.
şeytanın hegemonyasında bir dünya devleti,bir küresel imparatorluk kurmak isteyen dünyanın en önde gelen kişileri...
tabi deccali ve sağ kolunu da unutmamak lazım.her ne kadar kendilerine inanılmasa da...
bankerler,multi milyarderler,siyasetçiler,bankacılar,......
geniş bilgi sahibi olmak isteyenler amerikalı yazar taxe marrs'ın illuminati adlı kitabı okusunlar.kitap timaş yayınlarından...
ayrıca atilla akar'ın derin dünya devleti adlı kitabını okusunlar...
illuminati şu an dünyayı malesef ele geçirmiş durumdadır.
ayrıca bakınız:http://64.185.226.168/webs/mutlulugunsirri/illuminati.htm
Derya Ali Baba, Anadolu'da yaşamış olan pekçok velîden sadece birisidir. Hayatı hakkında pek fazla bir bilgi yoktur. On beşinci yüzyılda İstanbul'da, insanların dünya ve cennet saadetine ermelerine vesile olmuştur. İsmi Ali'dir. Ancak Fatih Sultan Mehmet Han'ın İstanbul'un fethi için hazırladığı ordunun, sakabaşısı (sucubaşı) olarak görev yaptığı için Saka Ali Baba ya da Derya Ali Baba olarak tanınmıştır.
Canını, malını Allahû Tealâ'nın yüce ve tek dîni olan İslâmiyeti yaymak için feda etmeye hazırdır. Derya Ali Baba, evliyalarla dolu olan fetih ordusunun, Allahû Tealâ tarafından zafer müjdesi verilmiş olmasının güveni ve îmân gücüyle bizzat cephede savaşmış ve fethe büyük emeği geçmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmek üzere kuşatmıştı. Fetih ordusu İstanbul Surları'na dayanmış, Fatih Sultan Mehmet sabırsızlıkla fethin gerçekleşmesini bekliyordu.
Evliyalar fetih için dua ediyorlardı. Kır atının üzerinde heybetle duran genç hükümdar, orduyu şevke getirici konuşmalar yapıyordu.
Ordu surları aşmak üzere canla başla çarpışıyordu. İstanbul düşmek üzereydi. İşte tam bu sırada askerler arasında, 'ordu susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya, kuyular boş, çeşmeler akmıyor' şeklinde bir söylenti yayılmaya başladı.
Bu kötü haber, kısa zamanda her tarafa yayıldı. Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılan bu söylenti nihayet padişahın kulağına kadar geldi. Fatih Sultan Mehmet: 'Tez gidin, sakabaşını getirin! ' dedi.
Görevliler hemen gidip sakabaşı Ali Baba'yı padişahın huzuruna getirdiler. Yüzünden nur akan, hafif beli bükük Ali Baba, sırtında kırba (su taşınan kösele kap) padişahın huzuruna girdi. Genç padişah, ne kadar telâşlı ve üzüntülüyse Saka Ali Baba o kadar soğukkanlı ve sakin duruyordu. Yüzünde en ufak bir endişe izi yoktu. Her zamanki gibi tebessüm eder bir halde padişahın yüzüne bakıyordu.
Padişah, onun böyle kritik bir anda gayet sakin ve aldırmaz bir durumda olmasına bir anlam veremedi ve şöyle seslendi:
-Olanlardan haberin yokmuş gibi duruyorsun sakabaşı! ... Ordu susuz kalmış, asker susuzluktan kırılıyor. Neden gerekli tedbiri almazsın da bizi müşkül hale düşürürsün? Şimdi ne olacak? Bu hale nasıl çare bulacağız?
Sakabaşı Ali Baba gayet sakin, tebessüm ederek:
-Devletli Padişahım! Merak etmeyiniz, su çok... diye cevap verdi.
Onun bu sakin hali karşısında daha da şaşıran genç padişah:
-Su çok mu dersin? Bu ne iştir sakabaşı? diye sorunca Ali Baba arkasını padişaha dönüp sırtındaki su kırbasını Fatih Sultan Mehmet'e çevirdi ve:
-Ben yalan söylemem Sultanım. Bakın isterseniz, ne kadar çok suyumuz var.
Sakabaşı Ali Baba'nın bu sözünden bir şey anlamayan padişah, Ali Baba'nın sırtındaki kırbanın içine baktı ve anında büyük bir şaşkınlığa düştü. Kırbanın içinde bir derya, bir okyanus görünmekteydi. Göz alabildiğince uzanan su, bir değil binlerce orduyu doyuracak kadar çoktu. Gözlerine inanamayan genç padişah yanındakilere kırbanın içine bakmalarını emretti. Sırasıyla kırbanın içine eğilip bakan vezirler, kumandanlar da aynı manzarayı hayretler içinde seyrettiler.
Bunun Allahû Tealâ'nın velî kullarına ihsan ettiği bir keramet olduğunu anlayan Fatih Sultan Mehmet, bu defa da su olmasına rağmen askerin susuz bırakılmasının maksadını anlamamıştı. Saka Ali Baba'ya dönerek:
-Su bulunmasına rağmen nedir senin bu yaptığın? diye, seslendi.
Saka Ali Baba:
-Ey cihan padişahı! İstediğiniz kadar su burada ancak askere suyu doyumluk veremiyorum. Çünkü onlar kahramanca savaşıyor, yorulup terliyorlar. Eğer istedikleri kadar suyu versem hepsi hastalanıp yatacaklar. Sonra da zaferimiz tehlikeye düşecek düşüncesiyle böyle yapıyorum.
Sakabaşı Ali Baba'nın sözleri ve kerameti karşısında söyleyecek söz bulamayan Fatih Sultan Mehmet, saygı ve muhabbetle ona bakmaya başladı.
Keramet göstermekten kaçındığı halde kerametinin ortaya çıktığını gören sakabaşı Ali Baba sırtındaki kırbayı hızlıca yere bıraktı. Başta padişah olmak üzere bütün vezirlerin hayret dolu bakışları içinde kırbanın düşüp parçalandığı yerde bir su kaynağı ortaya çıktı. Şırıl şırıl akan bu pınardan ordunun su ihtiyacı giderildi.
Olanlardan son derece mutlu olan Fatih Sultan Mehmet, yüksek dereceli bir velî olduğunu anladığı Saka Ali Baba'ya Derya Ali Baba ismini verdi ve:
-Ne murad edersin ey Allah'ın sevgili kulu? dedi.
Derya Ali Baba, canını malını Allah yoluna vakfetmişti. Zamanını Allah'ın zikriyle geçiriyor, Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yanıp tutuşuyordu. O görünen deryalarda değil, ilâhi aşkın deryasındaydı. Gösterdiği keramet de Allahû Tealâ'nın bir ikramıydı.
Sevgili okuyucular, Allah dilediği kulunu herhangibir konuda keramet sahibi yapar. Birçok evliyanın keramet gösterdiği bilinmektedir.
Hepimiz fizik bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya bizim fizik vücudumuzun yaşadığı bir âlemdir. Bu âlemin zıddı olan nefsimizin âlemi, berzah âlemidir. Fizik vücudumuz da ruha ve nefse bir mekândır. Bu dünyada şartlar fizik standartlardadır. Fizik vücudumuz bu dünyada Allah'ın kanunlarından biri olan yerçekiminin tesiri altındadır. Ruh ve nefs için yerçekimi söz konusu değildir.
Fizik kanunların geçerli olmadığı bir olayı nebîler (peygamberler) ve resûllere Allahû Tealâ yaşatırsa bunun adı MUCİZEDİR. Hz. İsa konuşulanı bilir, hastalıkları Allah'ın izniyle iyileştirirdi. Görülen her mucizenin ardından 'Bu emri Allah verdi ben vasıtayım' derdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'in ayı ikiye bölmesi de Allahû Tealâ'nın izniyle gerçekleşmişti.
Eğer fizik ötesi olayı, velîlere Allahû Tealâ yaşatıyorsa bunun adı KERAMETTİR. Derya Ali Baba'nın sırtındaki kırbayla bütün orduya su taşıyabilmesi de Allah'ın emriyleydi.
Fatih Sultan Mehmet Han, fetihten sonra Derya Ali Baba'yı unutmadı. Ona büyük bir arazi tesis etti. Uzun yıllar burada kurduğu dergâhta nice Allah dostları yetiştiren Derya Ali Baba, vefatından sonra da aynı yerde defnedildi.
Sevenleri ve Allah dostları tarafından hâlâ türbesi ziyaret edilmektedir.
kaynak:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2003&a=7&s=7&id=978
nefret sevmemek demek.insan bir şeyi sever,az sever veya çok sever.
nefret ise hiç sevmemektir.
nefret sahibi insan mutsuzdur.seven insan ise mutludur.
sevginin sıfırlandığı nokta da nefret başlar.
mutluluğun sıfırlandığı nokta da mutsuzluk başlar.
apsis ve ordinat düzleminde + alan yani pozitif alan sevip te mutlu olanların buluduğu alanı ifade eder.- alan yani negatif alan ise nefret edip te mutsuz olanların bulunduğu alanı ifade eder.
Allah (cc) nin bizden istediği pozitif alanda bulunmamızdır,sevip te mutlu olmamızdır.yani herkesi sevmektir.düşmanımızı bile...
şeytanın bizden istediği,beklediği negatif alanda bulunmamızdır.nefret edip te mutsuz olmamızdır.yani herkesten nefret etmektir.
sevipte mutlu olmak varken,nefret edip de mutsuz olmanın ne anlamı var ki?
Allah-u taala'nın emrini yerine getirmek varken şeytanın isteğini yerine getirmenin ne anlamı var ki?
tayyı mekan mekandan uçmak demektir.
bu 3 şekilde gerçekleşir.
1-nefs yayyi mekan
2-ruh tayyi mekan
3-beden(fizik vücud) tayyi mekan
nefs tayyi mekan nefsin fizik vücudu terketmesi ve kendi alemi olan berzah alemine gitmesidir.bu olay 3 şekilde gerçekleşir.uyku halinde,bayılma halinde ve ölüm halinde nefs bedeni terkedebilir.demekki herkes nefs tayyi mekanı yaşayabiliyor.herkes uykuda iken nefs tayyi mekanı yapmış oluyor.rüyada nefs vücudumuzu görürüz.rüyada nefsimizin baş gözleriyle görürüz.nefs kendi aleminde madde olabilir sadece.
okkültist insan ve cin şeytanlara hizmet eden,o alanda çalışan kimselere denir.mesela büyü yapan kişi şeytanla kesin bir ilişki içindedir.o zaman büyü yapan kişi de okkültist oluyor.
okkultizm ise şeytanın kültürüdür.
insan ve cin şeytanlarla ilişki kuranlara,gizli güçlerle inanan demek kavramın asıl manasını gizlemek gibi oluyor.
İSLAMDA KADIN HAKLARI 1
Dünyada yaşayan insanların yarıdan fazlasının kadın olması nedeniyle kadınlar, gerek sayıları itibariyle ve gerekse cemiyet içerisinde aldıkları rol itibariyle toplumda önemli yer işgal etmektedirler.
Kadınlar, doğurganlıkları ve üretkenlikleri ile de toplum içinde önemli bir yer almaktadırlar. Allahû Tealâ kadına vermiş olduğu önemi, adına indirmiş olduğu Nisa Suresi ile ifade etmiştir.
Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de 54 âyette, kadın anlamına gelen nisa, 51 âyette eş anlamına gelen ezvaç, 27 âyette anne anlamında um, 25 âyette ima’e, 25 âyette dişi anlamında unde, 17 âyette ebeveyn anlamında valide, 15 âyette kız çocuğu anlamında bind, 15 âyette eş anlamında zevce, 4 âyette erkeğin eşi anlamında sahibe’den bahsetmektedir.
Allahû Tealâ İsra Suresinin 70. âyet-i kerimesinde, insanoğlunu diğer mahlûkattan üstün kıldığını belirtmektedir.
Ayrıca Tevbe Suresinin 71. âyet-i kerimesinde mü’min kadınlarla, mü’min erkekleri birbirlerinin velîsi (dostu) kıldığını belirtmektedir. Yani Allahû Tealâ yolunda beraberce hizmet vererek, irfanı emredip münkerden nehyetmelerini emretmektedir. Bu suretle Allahû Tealâ’nın dîninde hizmet vermek açısından birinin diğerinden üstünlüğünün söz konusu olmadığını belirtmektedir.
Bundan 14 asır önce, Arap bedevileri arasında cahiliye dönemi yaşanmakta idi. Bu dönemin cahiliyet dönemi olduğunu anlamak için o dönemde yaşayan erkeklerin kadınlara karşı olan davranışlarını dile getirmek kanımca, yeter ve artar bile. Emaniyyenin ve buna dayalı yaşanan cehaletin hüküm sürdüğü her noktada kadınlara karşı müthiş bir zulmün sergilendiğini görmekteyiz. Allahû Tealâ’nın kadına vermiş olduğu hakların, kendisinden zorla alınıp böylece kadının ezilmesine ve horlanmasına sebebiyet verildiğini görüyoruz.
Söz konusu dönemde kadınlar aşağılanıyor ve kız çocukları diri diri gömülüyordu. Arap bedevileri arasında durum böyle iken, yahudilerde ise kız çocuğu olarak dünyaya gelmek bir utanç vesilesi idi. Bu nedenle yahudiler tarafından Havva Annemiz’e dahi dil uzatılarak, Âdem Babamız’ın cennetten çıkmasına sebep olduğu düşüncesi ile lanetlemeye varan ithamlarda bulunmuşlar ve bu nedenle Havva Annemiz’in fitnenin başı olduğu kabul edilerek, kıyâmete kadar gelecek olan kadınlara da bu fitnenin sirayet edeceği düşüncesi hakim kılınmıştır.
Aynı görüşü paylaşan bir kısım hristiyanlar da kadının kötü ruhlu bir yaratık olduğunu düşünüyorlardı. Hatta bir kısım hristiyan grubunun biraraya gelerek kadınların durumunu yorumlarken, kadının bir çeşit hayvan mı, bir şeytan mı, yoksa kötü ruhlu bir insan mı? diye tartıştıkları olmuştur. Bu tartışma neticesinde bir canlı hayvan olduğu ve erkeğe hizmet için yaratılan bir varlık olduğu sonucuna varmışlardır.
O tarihlerde Hindistan’da hüküm süren hinduizmde kadın adeta bir köle muamelesi görmekteydi ve bir kadının bekârken babasının, evlenince eşinin ve dul iken de çocuklarının buyruğu altında olması düşüncesi hakimdi. Budist hindularda ise bir kişinin ahirette cennete gidebilmesi için pislik ve mikrop sayılan kadından dünya hayatını yaşarken uzak durması ve evlenmemesi tavsiye edilirdi.
Buna rağmen bir kişi bir kadınla evlenir ise, o kişinin ölümü halinde kadının erkeğine bağlılık işareti olarak erkeği ile beraber diri diri yakılması mecburiyeti vardı.
Hindistan’da bu durum 16. yüzyılda İngilizlerin Hindistan’ı işgal etmelerine kadar devam etmiştir.
Hindistan’da kadınların durumu böyle iken, medenî bir ülke olarak bilinen İngiltere’de ise bir erkeğe eşini satma yetkisi kanunen verilmekteydi.
İşte dünyada kadınlara karşı olan davranışlar bu minval üzere iken, İslâm’ın temsilcisi olan Peygamber Efendimiz (S.A.V) , kadınlar erkeklerin dengi ve eşitidir, diyerek kadınlara farklı muamele edilmesine son vermiştir. Yine Peygamber Efendimiz (S.A.V):
İçinizde en hayırlı olanınız, eşine en iyi davrananınızdır. Ben ise içinizde eşlerine en iyi davrananınızım, demiştir.
Şimdi cahiliye döneminde İslâm’ın kadınlara getirdiği hakları beraberce görelim.
Ne zaman kadınlar bir toplum tarafından ezilmişse, o toplumun Kur’ân’daki İslâm’ı yaşamadığını görüyoruz. Bugün de İslâm’ın 5 şartına dayalı İslâm’ı yaşayan insanların da kadına bakış açıları pek de farklı değildir.
Allahû Tealâ Ahzab Suresinin 35. âyet-i kerimesinde dînî yönden kadın ve erkek arasında farklılık olmadığını şöyle beyan etmektedir:
“İnnelmüslimîne velmüslimâti velmü’minîne velmü’minati velkaânitîne velkaânitâti vessâdikîne vessadikaâti vessâbirîne vessâbirâti velhâşi’îne velhâşi’âti velmütesaddikîne velmütesaddikaâti vessâimîne vessâimâti velhafızîne fürûcehüm velhâfızâti vezzâkirînallahe kesîren vezzâkirâti e’addallahü lehüm mağfireten ve ecren azîmâ.” 33/Ahzab-35
Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, Allah’a itaat eden erkekler ve Allah’a itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşû sahibi erkekler, huşû sahibi kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çok zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.
Mü’min Suresinde, mü’min olup salih amel işleyen kadın ve erkeklerin cennete girip orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklarını, yani aynı vasfı taşıyan kadın ve erkek arasında cennete girme bakımından bir farklılığın olmadığını görüyoruz.
“Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ve ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fîhâ bigayri hisâb.” 40/Mü’min-40
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilüssalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Allahû Tealâ Tevbe Suresi 72. âyet-i kerimesinde mü’min kadın ve mü’min erkeklere beraberce en büyük kurtuluş olan adn cennetlerini müjdelemektedir:
“Ve’adallahülmü’minîne velmü’minati cennâtin tecrî min tahtihel’enharü hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn, ve rıdvânün minallahi ekber, zâlike hüvelfevzül’azîm.” 9/Tevbe-72
Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara ebediyyen kalacakları altından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde temiz meskenler vaadetti. Allah’ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte en büyük mükâfat budur.
Kur’ân-ı Kerim’in öğrenilmesini Yüce Rabbimiz üzerimize farz kılmış ve bu hususta da kadın ve erkek arasında bir fark gözetmediğini Kasas Suresinde açıklamıştır:
“İnnellezî farada aleykelkur’âne lerâddüke ilâ ma’âd, kul rabbî a’lemü men câe bilhüdâ ve men hüve fî dalâlin mübîn.” 28/Kasas-85 Şüphesiz, sana Kur’ân’ı farz kılan, seni dönülecek yere elbette döndürecektir. De ki; “Rabbim, hidayetle geleni de, apaçık bir dalâlet içinde olanı da bilir.”
Aynı zamanda Peygamber Efendimiz (S.A.V) hadîs-i şeriflerinde, ilim öğrenmenin kadın ve erkeğe farz kılındığını beyan etmiştir. Bu sebeple serbest irade sahibi olan kadınların da mürşidlerine tâbî olmak suretiyle Kur’ân-ı Kerim’i öğrenebilecekleri sahâbe için Bakara Suresi-151. âyet-i kerimesinde, sair zamanda yaşayanlar için ise Cuma Suresi 2. âyet-i kerimesinde açıklanmaktadır.
bakınız:http://64.185.226.168/dergi/dergi.asp? y=2001&a=5&s=8&id=398