... “uzam bizim zindanımızdır “ dedim. Uzamın yalnız gözle görebildiğimiz kadarı bize aittir; biz ise tamamen ona aidiz. O bizi yorar, korkutur, çağırır, kovar. Bizi gördüğünü sanırız. O ise bizimle ilgilenmez bile. Ona hükmettiğimizi söyleriz, oysa yalnız bize gösterdiği hoşgörüden faydalanmışızdır Yeryüzünün bize eğilimi yoktur. Şimşekler, dalgalar bizim için değildir, biz onların içindeyiz. Kendi öz yurdu yoktur insanın. O, kör güçlerden aşırır yurdunu. Yeryüzü mutsuzluklardan başka birşey vermeyen acayiplikler konutu olabilir yalnız, kimsenin olmadığı gibi, bizim de değildir. Fethettiğimiz dünya değil, ayağımızı koyacak bir parça yer. Dağ değil, gözümüzdeki resim, deniz değil, oynak sertliği ve üzerindeki yansımasıdır. Bize ait olduğunu sanırız. Sıkıca tutunduğumuz şey yanılsamadır. başka yapılacak bir şey olmadığı için, gerçek barınağımız dünyadır diye kendi kendimizi aldatıyoruz. Anlayışsız ve obur kimseler için iyi bir yerdir dünya. Belki de geri dönmek, sadece göç etmektir insanın çıkış yolu..
Derviş ve Ölüm’den (Mehmet Selimoviç, Türkçesi: Mahmut Kıratlı)
Efendim, sizi sevip saydığımızdan nazımızı, edâmızı hoş karşılayacağınızdan emin olduğumuzdan, zat-ı âlinizi nedir bölümünden rahatsız etme cûretini göstererek gelip şikayetlerde bulunmak suretiyle şımarıklık yapıyoruz…
Şahsınıza karşı beslediğimiz engin muhabbet ve saygılarımızı nakletmeye lüzûm var mı bilmiyorum… siz, büyüğümüz olarak gönlümüzde zaten bir tahta sahipsiniz... zaman zaman sürûrumuzu, neşvemizi, şikâyetlerimizi, üzüntülerimizi gelir ve şahsınıza naklederek paylaşırız hoşgörünüze sığınarak; mazûr görünüz şımarıklıklarımızı…
Efendim, antolojiye ayırdığımız zaman içerisinde arzûmuz; yazarken, okurken, eğlenirken bir nebze tebessüm etmek ve tebessüm ettirebilmek…
Nusret Orhan bey amca, ayrıca şunu belirtmek isterim ki; ezelden Galatasaray’lı oluşumuzdan mütevellit resmen ve bîzatihi duygularınızı sömürerek yine bir şımarıklık yapıyor ve sırf bu sebepten şahsımıza bir iltimas geçmenizi ricâ ediyorum :)
Daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum.
...
Usul usul intizarı çürüten bu hercai diken,bu çılgın arzu sürüklüyor imkansız muştuların eşiğine gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür.
Sürekli kullanılır.. kullanılırda, taşıdığı mânâ, içerdiği mesaj itibâriyle de çıkış noktası muallâktır… sorun olmazken aniden karşılaşılan bir durum veyahût bir söz karşısında kişinin suskunlaşması durumunda söylenen bir deyimdir… lâkin dutun bülbül ile olan ilişkisi ne ola ki? … hem, bülbül dut yer mi ki? ... yiyorsa neden sebep susar bülbülümüz? ..
Beste araştırır :)
muhtelif rivâyetlere göre; dut yiyen bülbülün ishal olması ve ötmemeyi tercih etmesi söylenegelmiştir.. beste pek ilmî bulmaz bu açıklamayı; bu olamaz ;)
diğer bir açıklama ise; dutun ses kısıklığına yol açtığından, dut yiyen bülbülün ötme yeteneğini kaybetmesi… efendim beste yine ikna olmaz, zirâ bu açıklamada hiç ilmî değil ;)
çocukluğumdan bilirim, ikâmet ettiğimiz lojmanın civârında dutluk vardı… oldukça büyük bir dutluktu… haziran ayında talan ederdik o dutluğu ;) lezzet yönünü küçüklüğümden bilirim… vitamin ve enerji kaynağı olan bu meyvenin faydası ise herkesçe malûmdur… ak dutun ve özellikle kara dutun gerek meyvesinin, gerekse yaprakları, kök ve kabukları modern tıpta çeşitli şekilde kullanılmaktadır… bu denli faydalı bir meyve olan dutun bu deyime malzeme oluşuna gönlümüzde, mantığımızda râzı olmadı velhâsılı :)
efendim, ‘dut’ kısmı ile biz ilgilendik… ‘bülbül’ kısmıyla ise bir üniversitenin zooloji anabilim dalı başkanı olan pek değerli profesörümüz ilgilendi :) efendim araştırdık, sorduk, soruşturduk, öğrendik; her şey halka hizmet için; bilelim, öğrenelim; bilgilerinize, ilgilerinize arz ederim, buyurunuz:
'Erkek bülbül mayıs ayında çiftleşmek için eş bulana kadar öter... Bir süre sonra kendine eş bulur ve ötmeyi keser... Tam o sırada da dut ağaçları meyve verir... Halk bülbülün susmasını, duta bağlar ama yanlıştır… İkisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi yoktur… Bülbülün ötmesi ve susması çiftleşmeyle ilgilidir.'
efendim fazla söze ne hacet, beste bu noktada susar ;)
'Kaybolma gecelerin ötesinde bir yere' demiştim...
kaybolunmuş gecenin ötesine...
umutlar karanlıklara gizlenmiş...
emanet sahibine ulaşmamış...
... “uzam bizim zindanımızdır “ dedim. Uzamın yalnız gözle görebildiğimiz kadarı bize aittir; biz ise tamamen ona aidiz. O bizi yorar, korkutur, çağırır, kovar. Bizi gördüğünü sanırız. O ise bizimle ilgilenmez bile. Ona hükmettiğimizi söyleriz, oysa yalnız bize gösterdiği hoşgörüden faydalanmışızdır
Yeryüzünün bize eğilimi yoktur. Şimşekler, dalgalar bizim için değildir, biz onların içindeyiz. Kendi öz yurdu yoktur insanın. O, kör güçlerden aşırır yurdunu. Yeryüzü mutsuzluklardan başka birşey vermeyen acayiplikler konutu olabilir yalnız, kimsenin olmadığı gibi, bizim de değildir.
Fethettiğimiz dünya değil, ayağımızı koyacak bir parça yer. Dağ değil, gözümüzdeki resim, deniz değil, oynak sertliği ve üzerindeki yansımasıdır. Bize ait olduğunu sanırız. Sıkıca tutunduğumuz şey yanılsamadır.
başka yapılacak bir şey olmadığı için, gerçek barınağımız dünyadır diye kendi kendimizi aldatıyoruz. Anlayışsız ve obur kimseler için iyi bir yerdir dünya. Belki de geri dönmek, sadece göç etmektir insanın çıkış yolu..
Derviş ve Ölüm’den (Mehmet Selimoviç, Türkçesi: Mahmut Kıratlı)
hakikaten eklenmiş :)
eklemekle kalınmamış, sayfalarca da oooofffff 'lanılmış :)
stres atma sayfası herhâlde, iyi yanından bakalım olaya değil mi ama...
gelelim hep beraber sayfaya, bir offffffffff çekelim, topluca rehabilite olalım ;)
enteresanız vesselâm...
offff :)
Sevgili Nusret Orhan bey amca;
Efendim, sizi sevip saydığımızdan nazımızı, edâmızı hoş karşılayacağınızdan emin olduğumuzdan, zat-ı âlinizi nedir bölümünden rahatsız etme cûretini göstererek gelip şikayetlerde bulunmak suretiyle şımarıklık yapıyoruz…
Şahsınıza karşı beslediğimiz engin muhabbet ve saygılarımızı nakletmeye lüzûm var mı bilmiyorum… siz, büyüğümüz olarak gönlümüzde zaten bir tahta sahipsiniz... zaman zaman sürûrumuzu, neşvemizi, şikâyetlerimizi, üzüntülerimizi gelir ve şahsınıza naklederek paylaşırız hoşgörünüze sığınarak; mazûr görünüz şımarıklıklarımızı…
Efendim, antolojiye ayırdığımız zaman içerisinde arzûmuz; yazarken, okurken, eğlenirken bir nebze tebessüm etmek ve tebessüm ettirebilmek…
Nusret Orhan bey amca, ayrıca şunu belirtmek isterim ki; ezelden Galatasaray’lı oluşumuzdan mütevellit resmen ve bîzatihi duygularınızı sömürerek yine bir şımarıklık yapıyor ve sırf bu sebepten şahsımıza bir iltimas geçmenizi ricâ ediyorum :)
Sayılarımla…
Bâki selâmlar…
Daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşunun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götür
artık bu yerlere sığamıyorum.
...
Usul usul intizarı çürüten
bu hercai diken,bu çılgın arzu
sürüklüyor imkansız muştuların
eşiğine gönül vadilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefasız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür.
Nurullah Genç
bugün iyiyim, ama yarını bilmiyorum…
bu ‘’amma’ ların arkasında hep bir gizem vardır…
‘’amma’’lar sırdır…
bugün iyiyim, yarın kalbime hüzün değer mi? ...
‘’muamma’’…
‘‘dut yemiş bülbüle dönmek’’
Sürekli kullanılır.. kullanılırda, taşıdığı mânâ, içerdiği mesaj itibâriyle de çıkış noktası muallâktır… sorun olmazken aniden karşılaşılan bir durum veyahût bir söz karşısında kişinin suskunlaşması durumunda söylenen bir deyimdir… lâkin dutun bülbül ile olan ilişkisi ne ola ki? … hem, bülbül dut yer mi ki? ... yiyorsa neden sebep susar bülbülümüz? ..
Beste araştırır :)
muhtelif rivâyetlere göre; dut yiyen bülbülün ishal olması ve ötmemeyi tercih etmesi söylenegelmiştir.. beste pek ilmî bulmaz bu açıklamayı; bu olamaz ;)
diğer bir açıklama ise; dutun ses kısıklığına yol açtığından, dut yiyen bülbülün ötme yeteneğini kaybetmesi… efendim beste yine ikna olmaz, zirâ bu açıklamada hiç ilmî değil ;)
çocukluğumdan bilirim, ikâmet ettiğimiz lojmanın civârında dutluk vardı… oldukça büyük bir dutluktu… haziran ayında talan ederdik o dutluğu ;) lezzet yönünü küçüklüğümden bilirim… vitamin ve enerji kaynağı olan bu meyvenin faydası ise herkesçe malûmdur… ak dutun ve özellikle kara dutun gerek meyvesinin, gerekse yaprakları, kök ve kabukları modern tıpta çeşitli şekilde kullanılmaktadır… bu denli faydalı bir meyve olan dutun bu deyime malzeme oluşuna gönlümüzde, mantığımızda râzı olmadı velhâsılı :)
efendim, ‘dut’ kısmı ile biz ilgilendik… ‘bülbül’ kısmıyla ise bir üniversitenin zooloji anabilim dalı başkanı olan pek değerli profesörümüz ilgilendi :) efendim araştırdık, sorduk, soruşturduk, öğrendik; her şey halka hizmet için; bilelim, öğrenelim; bilgilerinize, ilgilerinize arz ederim, buyurunuz:
'Erkek bülbül mayıs ayında çiftleşmek için eş bulana kadar öter... Bir süre sonra kendine eş bulur ve ötmeyi keser... Tam o sırada da dut ağaçları meyve verir... Halk bülbülün susmasını, duta bağlar ama yanlıştır… İkisi arasında bir neden-sonuç ilişkisi yoktur… Bülbülün ötmesi ve susması çiftleşmeyle ilgilidir.'
efendim fazla söze ne hacet, beste bu noktada susar ;)
efendim, yok böyle muhayyile, yok böyle bir anlatım ustalığı...
Leblerin tek la’l ü lafzın tek dür-i şeh-vâr yoh
La’l ü gevher çok lebin tek la’l-i gevher-bâr yoh
Fuzûlî
“Dudakların gibi yakut, sözün gibi değerli inci yok; gerçi yakut ve mücevher çok ama dudakların gibi mücevher yağdıran yakut yok.”
'kimsesiz hiç kimse yok, herkesin var bir kimsesi, kimsesiz kaldım yetiş ey kimsesizler kimsesi.'...
bkz: aptal