” Şiirde kendimin, hikaye ve romanda mümkün olduğu kadar hayatın ve insanların peşindeyim. Yahut başkalarına ait zamanın peşinde. (...) İşte sanatım hakkında fikirlerimi öğrendiniz ne kazandınız. Orasını bilemem. Kendime gelince.. İnsan o kadar mühim değildir. Ben de herkes gibiyim.”
ey dil sen o dildâra lâyık mı değilsin ya da'va-yı mahabete sâdık mı değilsin ya özrü nedir azrâ'nın vâmık mı değilsin ya bu gâm ne gezer sende âşık mı değilsin ya
âşıkta keder neyler gâm halkı cihânındır koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır
efendim, onlarca yazıma engel koyması münâsebeti ile aramızda gelişen yazışmalardan ötürü benden illâllah çeken ve dahi pek yakın bir zamanda beni tümden pasifleyecek olan kişi idir zât-ı âlileri...
Efendim, evvelki hikâyyelerimde belirtmiş idik; gerek sarayımızda gerekse tâbabet mektebimizde ve dâhi dâr’ül elhân’da çıkan tüm olayların müsebbibi hiç tartışmasız tâbii ki fî-yakalı garibesidir… bıkmış, usanmış vaziyyetteyim... inanmazsınız ama ne vakit tepeme taş düşse sapanı fî-yakalı’nın elinde bulmuşuzdur hep… efendim, sebep malûmdur daha evvelki hikâyelerimde de neşrettiğim üzere; şahsıma yapılan tüm bu sû-i kasd niteliğindeki komplimânlar meydânda iken başka bir müşârik aramaya ne münâsebet bulunur.. etrafımda ne zaman bir hâdise zühûr etse fî-yakalı’nın iştirâk ve medhâli olurdu…pek tâbii efendim, gayet tâbi efendim…
efendim, daha evvel izhâr eylemiştik; ne yâlâna, ne dolâna ne de etrikalara tenezzül etmem :) asla ve de kat’a aksi bir iddiayı kabûl etmem; zirâ, belirtmiş idik, hukûkumuz tegayyür kabûl etmez bir hikmete müstenid’dir, kesinlikle eminlik ilen, şükür ilen; sen derdine yan ve de ağla, hâlâ boş havanda su dövmeye devâm ede dur allah’ın garip fî-yakalısı, allah’ın alelâde tâbibi…. efendim, basid bir zurnacı olduğunu da unutmayınız; hâni, dâr’ül elhân’da musîkî derslerimizde, tâlimler esnâsında enstrümanı olan zurnasından kulaklara ve de akıllara zarar çıkardığı tiz seslerden ötürü ve adab-ı muaşerete aykırılıktan üstâdımızın pek mümtaz okulumuzun tertip ve tasnif heyetine bildirdiği şikâyet üzerine, musîkî müesseseleri müdürlüğü’nce lâyıkı olan sulukule mahallesi yerel çalgı heyetine sürgün edilmişti…. evet, aynen böyle olmuştu… Allah râzı olsun üstâdımızdan…
Efendim, inanın pek sıkılmış durumdayım tüm bu eziyyetlerden ötürü… tüm bu hâdiseler hâk ve hürriyetlerimi kısıtlamaktadır; sağlıklı düşünememekte ve dâhi korkumdan duygularımı bilem kimselere ve dâhi muhatâbına bilem söyleyememekte, izâh-ı merâm edememekteyim… hâlâ nereye gitsem peşimdedir, dilinde hep benim için bestelettirdiği buram buram aşk kokan şarkıları ilen, evet öyle… sankim, evlâtlık olan o değil de benmişim gibi herân peşimde olmasından dolayyı ne sarayımızda ne de mekteblerimde huzur bulamamakta, kıvranmakta, sakınmakta, çekinmekte, kırım kırım kırılmakta ve de tüm bu İstibdâtlardan ötürü içimde bastırdığım, açığa vuramadığım derdimden mütevellit gastritim azmakta artık ve dâhi inceden inceye ince derde düşmekte, erim erim eriyip neredeyse sıfır bedene düşmekteyim, vâh ilen… (sakın cû’ret edip reçete önermeyesin, paşa babama şikâyyet eder fizân’a sürgününü isterim bak)
Efendim, besledik kargayı oydu gözümüzü, merhâmet ettik marâz doğurdu bu meskenetsiz fî-yakalı… Lânet olsun senlen karşılaştığım dakkaya ve dâhi sarayımıza geldiğin güne :)
Efendim, tüm bu ifâdâtımız gereği gibi ma’lûm olduktan sonra cümle-i âleme ilân ederim ki, hiçbir şey gizli kalmayacak ve de elbet bir cezası olacaktır neticede… pek tâbii cezasız kalmayacaktır ki, gördüğüm zulmlerin, hakaretlerin gönlümde zerre kadar te’siri bilem kalmasın… işte, ıhvân-ı antoloji âlemine beyân-ı hakikât içün bu ilân-ı mürüvvet mendâneyi neşr eyledim… ifâdâtımızdan da anlaşıldığı üzere fî-yakalı’da zikr olunan sû-i niyetle antoloji âleminde şahsım hakkında meydân-ı ortaya ifşâ ettiği mesnetsiz iddialarla, hakaretlerle şahsımı vâhim hâllere düşürmesine müseâde etmeyeceğimi, maksatlı komplolara karşı hakkı hukukumu herdem savunacağımı ve ifk-ü iftira nefesleriyle yıkılmayacağımı cümle-i âleme ilân ederim, saygı ilen….
Bundan sonra gelecek olan yâlân şâyialarla bezeli hikâyelere karşın hakîkât-i hâlleri bir bir ortaya dökeceğimi bildirir, bu yazımdan da anlaşılacağı üzere satır aralarına gizlemeden gayet açıkca meydân okuduğumu da elimi belime koyarak hatırlatırım, hodri meydân ilen…
Hiç unutmam sene 1918’de öyle bir hâdise gerçekleşti ki, efendim ne siz sorun ne ben söyleyeyim… ammavelâkin, bu sırları fâş edeceğim bir sonraki hikâyemde; fî-yakalı tarafından canı yanan, hayatından bezen, artık illâllah deyip yaka silken tüm düşmanlara duyurulur… efendim, bekleyiniz sabır ilen, merâk ilen; az kaldı, sürdüreceğim kendisini bu âlemden….
Yarınların fayda getirmez 'âh u vâh' etme hâlleri….
Pişmanlık, hicrân…
Her insanın hayatının her döneminde oldukça sık kullandığı ve fakat tüm keşkelere ve belkilere rağmen içimizdeki umudu besleyen kaynakları kurutamayan; kimi zaman bizi âh-u efgânları telâfi edebilme yolunda koşmaya yönlendiren iki hâin kelime; günler, aylar, yıllar geçse de, saçlarımıza aklar düşse de, yaşanmışlıklar alnımızda çizgiler bıraksa da yüreklerimizin derinliklerinde belkilere, keşkelere rağmen ilâhi bir inatla hep bir ateş yanacak ve tüm pişmanlıklara rağmen sönmesi de mümkün olmayacaktır… aksi olsa ilk gözyaşlarımız diner miydi, ilk âh-u vahımız havaya savrulur muydu, ilk aşklar kül olur muydu? ...
bir 'Okan Uysaler' klasiği... erken yaşta hayata vedâ ederek, türk sinemasını yeni bir soluktan mahrûm bırakmıştır... sessiz çığlıkları, söylenemeyen duyguları kameraya en iyi yansıtanlardandı... insanın aynası olan bir sinema anlayışı diyebiliriz... gecenin öteki yüzü isimli dizide zuhâl olcay'ın sergilediği o unutulmaz, başarılı oyunculuğundan da bunu anlayabiliriz...
alıntılayarak hatırlayalım o unutulmaz sanheyi;
Gece.. Kadın yaşlı gözlerle deniz kenarına yaklaşır. Bankta sessizce oturan adam kadına doğru yürür ve omzuna dokunur. Kadın korkar ve geri çekilir. MK: Ateşin var mı? [Kadın başını 'hayır' anlamında sallar.] MK: Sigara içmez misin? [Adam kadından aynı tepkiyi alınca arkasını dönüp uzaklaşmaya başlar fakat bir iki adım adıp durur, tekrar kadına döner.] MK: Allah bilir rakı da içmezsin.. [Tekrar kadının yanına yürür.] MK: Konuşmasını da bilmezsin değil mi? Sen kuşları da sevmezsin, çiçekleri de. Söyle, öyle değil mi? Çocukları? Canın çekmez mi hiç keyfetmeyi? [Adam bir yandan da elini şıklatmaktadır] Parayı sever misin, parayı? [Kadın hala cevap vermemektedir.] MK: Onu da mı? Erkeklerden nefret ediyorsun ha? Ee sana da bu yakışır. At kendini denize! Ne duruyorsun? Boşuna bu dünya de be! Benim yarı yaşım kadar bile yoksun. Güzelmişsin de.. Derdin mi çok? Hı? Benden de mi çok? At kendini şuradan denize.. Seni o paklar. [Bu zamana kadar adamın söylediklerini aynı yüz ifadesiyle tepkisizce dinleyen kadın, gülümser ve adamın ağzındaki sigarayı yakmak için çakmağını çıkarıp yakar ve uzatır. Adam sigarasını yakar.] MK: Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta? Hadi koş, hayata..[Gülümser ve oradan uzaklaşır. Uzaklaşırken de kendi kendine konuşur] MK: Hey bre Karacaahmet, kara mezarlık. Sana gelmiyorum işte. Var mı bir diyeceğin? Yorgo'nun meyhanesine gidiyorum, daha çoook beklersin..
ilhan irem - ben değilim
....
İçimden geliyor, her şeyi yakıp yıkmak
Ne bir mektup, ne bir resim, hiçbir şey bırakmamak
Bu akşam sana ait, ne varsa yakacağım
Anılarla beraber, ben de yok olacağım
....
ısrar..
inat...
ya sabır...
el insâf..
* bu bir deneme yazısıdır...
Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selam sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.
Necip Fazıl
döneminin önde gelen edebiyat tarihçisi...
ve der ki:
” Şiirde kendimin, hikaye ve romanda mümkün olduğu kadar hayatın ve insanların peşindeyim. Yahut başkalarına ait zamanın peşinde. (...) İşte sanatım hakkında fikirlerimi öğrendiniz ne kazandınız. Orasını bilemem. Kendime gelince.. İnsan o kadar mühim değildir. Ben de herkes gibiyim.”
ah mine'l-aşk ve hâlâtihî
ahraka kalbî bi harârâtihî
ey dil sen o dildâra lâyık mı değilsin ya
da'va-yı mahabete sâdık mı değilsin ya
özrü nedir azrâ'nın vâmık mı değilsin ya
bu gâm ne gezer sende âşık mı değilsin ya
âşıkta keder neyler gâm halkı cihânındır
koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır
şeyh gâlip
efendim, onlarca yazıma engel koyması münâsebeti ile aramızda gelişen yazışmalardan ötürü benden illâllah çeken ve dahi pek yakın bir zamanda beni tümden pasifleyecek olan kişi idir zât-ı âlileri...
canı sağolsundur...
***
Efendim, bıkkınlık ilen el-aman ilen gene huzurunuzdayım...
Efendim, evvelki hikâyyelerimde belirtmiş idik; gerek sarayımızda gerekse tâbabet mektebimizde ve dâhi dâr’ül elhân’da çıkan tüm olayların müsebbibi hiç tartışmasız tâbii ki fî-yakalı garibesidir… bıkmış, usanmış vaziyyetteyim... inanmazsınız ama ne vakit tepeme taş düşse sapanı fî-yakalı’nın elinde bulmuşuzdur hep… efendim, sebep malûmdur daha evvelki hikâyelerimde de neşrettiğim üzere; şahsıma yapılan tüm bu sû-i kasd niteliğindeki komplimânlar meydânda iken başka bir müşârik aramaya ne münâsebet bulunur.. etrafımda ne zaman bir hâdise zühûr etse fî-yakalı’nın iştirâk ve medhâli olurdu…pek tâbii efendim, gayet tâbi efendim…
efendim, daha evvel izhâr eylemiştik; ne yâlâna, ne dolâna ne de etrikalara tenezzül etmem :) asla ve de kat’a aksi bir iddiayı kabûl etmem; zirâ, belirtmiş idik, hukûkumuz tegayyür kabûl etmez bir hikmete müstenid’dir, kesinlikle eminlik ilen, şükür ilen; sen derdine yan ve de ağla, hâlâ boş havanda su dövmeye devâm ede dur allah’ın garip fî-yakalısı, allah’ın alelâde tâbibi…. efendim, basid bir zurnacı olduğunu da unutmayınız; hâni, dâr’ül elhân’da musîkî derslerimizde, tâlimler esnâsında enstrümanı olan zurnasından kulaklara ve de akıllara zarar çıkardığı tiz seslerden ötürü ve adab-ı muaşerete aykırılıktan üstâdımızın pek mümtaz okulumuzun tertip ve tasnif heyetine bildirdiği şikâyet üzerine, musîkî müesseseleri müdürlüğü’nce lâyıkı olan sulukule mahallesi yerel çalgı heyetine sürgün edilmişti…. evet, aynen böyle olmuştu… Allah râzı olsun üstâdımızdan…
Efendim, inanın pek sıkılmış durumdayım tüm bu eziyyetlerden ötürü… tüm bu hâdiseler hâk ve hürriyetlerimi kısıtlamaktadır; sağlıklı düşünememekte ve dâhi korkumdan duygularımı bilem kimselere ve dâhi muhatâbına bilem söyleyememekte, izâh-ı merâm edememekteyim… hâlâ nereye gitsem peşimdedir, dilinde hep benim için bestelettirdiği buram buram aşk kokan şarkıları ilen, evet öyle… sankim, evlâtlık olan o değil de benmişim gibi herân peşimde olmasından dolayyı ne sarayımızda ne de mekteblerimde huzur bulamamakta, kıvranmakta, sakınmakta, çekinmekte, kırım kırım kırılmakta ve de tüm bu İstibdâtlardan ötürü içimde bastırdığım, açığa vuramadığım derdimden mütevellit gastritim azmakta artık ve dâhi inceden inceye ince derde düşmekte, erim erim eriyip neredeyse sıfır bedene düşmekteyim, vâh ilen… (sakın cû’ret edip reçete önermeyesin, paşa babama şikâyyet eder fizân’a sürgününü isterim bak)
Efendim, besledik kargayı oydu gözümüzü, merhâmet ettik marâz doğurdu bu meskenetsiz fî-yakalı… Lânet olsun senlen karşılaştığım dakkaya ve dâhi sarayımıza geldiğin güne :)
Efendim, tüm bu ifâdâtımız gereği gibi ma’lûm olduktan sonra cümle-i âleme ilân ederim ki, hiçbir şey gizli kalmayacak ve de elbet bir cezası olacaktır neticede… pek tâbii cezasız kalmayacaktır ki, gördüğüm zulmlerin, hakaretlerin gönlümde zerre kadar te’siri bilem kalmasın… işte, ıhvân-ı antoloji âlemine beyân-ı hakikât içün bu ilân-ı mürüvvet mendâneyi neşr eyledim… ifâdâtımızdan da anlaşıldığı üzere fî-yakalı’da zikr olunan sû-i niyetle antoloji âleminde şahsım hakkında meydân-ı ortaya ifşâ ettiği mesnetsiz iddialarla, hakaretlerle şahsımı vâhim hâllere düşürmesine müseâde etmeyeceğimi, maksatlı komplolara karşı hakkı hukukumu herdem savunacağımı ve ifk-ü iftira nefesleriyle yıkılmayacağımı cümle-i âleme ilân ederim, saygı ilen….
Bundan sonra gelecek olan yâlân şâyialarla bezeli hikâyelere karşın hakîkât-i hâlleri bir bir ortaya dökeceğimi bildirir, bu yazımdan da anlaşılacağı üzere satır aralarına gizlemeden gayet açıkca meydân okuduğumu da elimi belime koyarak hatırlatırım, hodri meydân ilen…
Hiç unutmam sene 1918’de öyle bir hâdise gerçekleşti ki, efendim ne siz sorun ne ben söyleyeyim… ammavelâkin, bu sırları fâş edeceğim bir sonraki hikâyemde; fî-yakalı tarafından canı yanan, hayatından bezen, artık illâllah deyip yaka silken tüm düşmanlara duyurulur… efendim, bekleyiniz sabır ilen, merâk ilen; az kaldı, sürdüreceğim kendisini bu âlemden….
Tehdit ilen,
Zûlm ilen,
İllâllah ilen..
Yâlân ve de dolân ilen…
Sevgilerim ilen ;)
Belkiler, keşkeler….
Yarınların fayda getirmez 'âh u vâh' etme hâlleri….
Pişmanlık, hicrân…
Her insanın hayatının her döneminde oldukça sık kullandığı ve fakat tüm keşkelere ve belkilere rağmen içimizdeki umudu besleyen kaynakları kurutamayan; kimi zaman bizi âh-u efgânları telâfi edebilme yolunda koşmaya yönlendiren iki hâin kelime; günler, aylar, yıllar geçse de, saçlarımıza aklar düşse de, yaşanmışlıklar alnımızda çizgiler bıraksa da yüreklerimizin derinliklerinde belkilere, keşkelere rağmen ilâhi bir inatla hep bir ateş yanacak ve tüm pişmanlıklara rağmen sönmesi de mümkün olmayacaktır… aksi olsa ilk gözyaşlarımız diner miydi, ilk âh-u vahımız havaya savrulur muydu, ilk aşklar kül olur muydu? ...
Sor ki, âh şu mahzun yüzün neyi hatırlıyor….
bir 'Okan Uysaler' klasiği... erken yaşta hayata vedâ ederek, türk sinemasını yeni bir soluktan mahrûm bırakmıştır... sessiz çığlıkları, söylenemeyen duyguları kameraya en iyi yansıtanlardandı... insanın aynası olan bir sinema anlayışı diyebiliriz... gecenin öteki yüzü isimli dizide zuhâl olcay'ın sergilediği o unutulmaz, başarılı oyunculuğundan da bunu anlayabiliriz...
alıntılayarak hatırlayalım o unutulmaz sanheyi;
Gece.. Kadın yaşlı gözlerle deniz kenarına yaklaşır. Bankta sessizce oturan adam kadına doğru yürür ve omzuna dokunur. Kadın korkar ve geri çekilir. MK: Ateşin var mı? [Kadın başını 'hayır' anlamında sallar.] MK: Sigara içmez misin? [Adam kadından aynı tepkiyi alınca arkasını dönüp uzaklaşmaya başlar fakat bir iki adım adıp durur, tekrar kadına döner.] MK: Allah bilir rakı da içmezsin.. [Tekrar kadının yanına yürür.] MK: Konuşmasını da bilmezsin değil mi? Sen kuşları da sevmezsin, çiçekleri de. Söyle, öyle değil mi? Çocukları? Canın çekmez mi hiç keyfetmeyi? [Adam bir yandan da elini şıklatmaktadır] Parayı sever misin, parayı? [Kadın hala cevap vermemektedir.] MK: Onu da mı? Erkeklerden nefret ediyorsun ha? Ee sana da bu yakışır. At kendini denize! Ne duruyorsun? Boşuna bu dünya de be! Benim yarı yaşım kadar bile yoksun. Güzelmişsin de.. Derdin mi çok? Hı? Benden de mi çok? At kendini şuradan denize.. Seni o paklar. [Bu zamana kadar adamın söylediklerini aynı yüz ifadesiyle tepkisizce dinleyen kadın, gülümser ve adamın ağzındaki sigarayı yakmak için çakmağını çıkarıp yakar ve uzatır. Adam sigarasını yakar.] MK: Madem ateşin var, ne duruyorsun karanlıkta? Hadi koş, hayata..[Gülümser ve oradan uzaklaşır. Uzaklaşırken de kendi kendine konuşur] MK: Hey bre Karacaahmet, kara mezarlık. Sana gelmiyorum işte. Var mı bir diyeceğin? Yorgo'nun meyhanesine gidiyorum, daha çoook beklersin..
rahmet o'na...