Efendim, itiraf ediyorum ki; ilime, bilime, sanata saygı duyan arkadaşlarımızca ışıldatılan yıldızlarımın, aydınlanmaya karşı olan bazıları tarafından alınmaya başlandığını fark ettiğimden bu yana kendi yıldızlarımı kendim ışıldatıyorum 5 yıldız gücünde… lâkin, birileri de geliyor (çekemiyorlar, kıskanıyorlar) bir yıldız vererek cânım yıldızlarımın bak yeşil yeşil, ışıl ışıl ışıldatılmasını çekemeyip ortalamayı düşürerek aydınlanmanın ve aydınlatmamın önüne geçtiklerini düşünerek söndürüveriyorlar yeşil yeşil parlayan yıldızlarımı… varsın söndürsünler efendim, biz aydınlatmaya ve de ışıl ışıl dolaşmaya devam ederiz tüm ihtişamımızla… evet aynen böyle...
Bende, pek değer verdiğim bazı yazıların ve rumuzların yıldızlarını 5 yıldız gücünde ışıldatmaya ve bir yandan da test işaretler gibi terimleri iki kelimelik yazılar ile işaretleyip çıkarak heder ve ziyân eden, kendi yıldızlarını bizzat kendilerinin ışıldattığı yıldızları da söndürmeye devam edeceğim… hodri meydân ;)
Hikayemizin kahramanı yıllardır hep aynı miktarda maaş almasına rağmen bir gün olsun amirlerine sitem etmezdi… Ağzı var dili yok, elinden kalem düşmeyen başını yazdığı evraktan kaldırmayan, sadık bir devlet memuruydu… Arkadaşlarının alaylı sözlerine kızmaz, onlarla ağız dalaşına girmezdi… Kısa boylu, yüzü çiçek bozukluklarıyla çopurlaşmış, alnına doğru iyice seyrekleşen kızıl saçlarıyla tombul bir adam… Gözlerinin biraz bozuk olduğunu yüzünün iki yanına inen derin çukurlardan anlayamadım… Ayrıca hemoroit denen memur hastalığına yakalanmıştı…
Gogol, Palto öyküsündeki Akaki Akakiyeviç’i böyle tanımlıyordu… Herif ömür boyu çalışsın, emekliliğine yakın tüm servetiyle kendisine bir palto diktirsin terzi Petroviç’e ama gel gör ki St. Petersburg köprüsünden geçtiği ân birkaç yüzü maskeli adam tarafından gasp edilsin paltosu… Paltosunun gasp edildiğini başkomisere şikâyete giden bay Akaki Akakiyevic, başkomiserden aynen böyle bir azar işitir;
- Gecenin o saatinde ıssız yollarda ne işiniz var? .. Hımm, demek çay partisinden çıkmışsınız, çay partisi dediğiniz içki partisi olmasın? .. Tamam, paltonuzu arayacağız ve size resmi yazıyla bildireceğiz…
Derken Akaki akakiyevic, üst düzeyde bir bürokrata derdini anlatmaya gider ve bürokrat da memur akaki’ye edep ve usul dersi verir… En son memur Akaki, intikamını öldüğünde alır, paltosunu kaybettiği yolda hayaletiyle dolaşarak paltosunu arar ve ömrü boyunca bir baltaya sap olmayan memur, ölümünden sonra konuşulmaya başlar…
Şimdi sorun şu: bu baş komiser aşağıdakilerden hangisini çağrıştırıyor? ..
a. İstanbul valisi Muammer güler b. içişleri bakanı c. İstanbul emniyet müdürü d. ilgili hükümet sözcüsü cemil çiçek
Bu soruyu yanıtlasak bile aşağıdaki olaylardan hangisi yukarıdaki palto öyküsüyle ilişkilidir? ..
a. Münnevver Karabulut adlı genç kızın feci şekilde öldürülmesi olayı b. 1 Mayıs’ta joplanan Nermin olayı c. Çocukları pis bir savaşta öldürülen kürt ve türk aileler d. Deniz Feneri olayı e. Vs vs...
Münevver karabulut, belki bir palto kadar bile değerin yoktu valilerin, bakanların, zenginlerin nezdinde ama bizim, bunları yazacak kadar yüreğimiz var…
Ortaokul yıllarından sonra duru sesi ve müziğe olan yatkınlığı fark edilir… Ardından Seyyan Hanım için İstanbul konservatuarı yılları başlar…
Okul yıllarında Fransızca ve İtalyanca şarkılar okuyan Seyyan Hanım, ilk konserini henüz 16 yaşındayken Kadıköy’de, Cinema Operatta’da verir … Sesinin berraklığı seyirciyi adeta zevkin doruğuna çıkarır… Ustası, Kaptanzâde Ali Rıza Bey’in, opera izleri taşıyan; “Akşam Garipliği”, “Zavallı Aşk”, “Çoban Yıldızı”, “Efem” gibi şarkılarını okur… Bu şarkılar Columbia plakçılık tarafından kaydedilir…
1930-1931 yılları arasında Maulin Rouge’da (Mulen Ruj) sahne alır…
1932 yılında da ilk Türk Tangosu olan Mazi’yi okur…
30’lu yıllardan başlayarak romantizm, onun duru sesi ve yorumladığı tangolarla bütünleşir…
Mehtaplı gecelerde söylenen şarkılar, yılların süzgecinden geçerek aynı duyarlıkta yansır bu büyük yorumcunun yüzüne…
“şimdiye kadar tüm dünyayı yönetmek konusunda Roma İmparatorluğunun bir benzeri olmadı ve hiçbir imparatorluk, uygarlığını Roma kadar yaymadı.” diyerek, Roma İmparatorluğu’nun Alman ırkının öncü atalarını arayan adam… Yaratacağı toplumda herkes sarışın, mavi gözlü, sağlıklı ve sportif görünecekti güya… Hitler’in dünyasında “ötekilere” yer yoktu… (ein volk, ein reich, ein führer) politikalarını hayata geçirmek için dünyayı cehenneme çeviren malum kişi…
Amerika’nın Michigan silah fabrikasına tank siparişi verdiğinde, “Almanya’ya yollamanıza gerek yoktur, Detroit’e giderken ben alırım.” diyecek kadar da gözü kara bir psikopat…
Almanya’da ve işgâl ettiği ülkelerde Rahmaninov, Çaykovski ve Borodin gibi müzisyenleri yasaklamasına karşın, kendisi en çok bunları dinlemiştir…
Zerdüştün soyunu temsil eden kızıl sarı renkli metal… ‘‘Altın yıldız’’ da simgelenen soydan gelen ve kurtarıcı olarak algılanan zerdüştün alnında yer alan, onun ahuramazdanın sözcüsü olduğunu kanıtlayan sarı renkli işaret…
Ahuramazda: Bilgelik tanrısı, Zerdüşt dininin yüce tanrısı... Kimine göre zerdüştün de babası…
Efendim, itiraf ediyorum ki; ilime, bilime, sanata saygı duyan arkadaşlarımızca ışıldatılan yıldızlarımın, aydınlanmaya karşı olan bazıları tarafından alınmaya başlandığını fark ettiğimden bu yana kendi yıldızlarımı kendim ışıldatıyorum 5 yıldız gücünde… lâkin, birileri de geliyor (çekemiyorlar, kıskanıyorlar) bir yıldız vererek cânım yıldızlarımın bak yeşil yeşil, ışıl ışıl ışıldatılmasını çekemeyip ortalamayı düşürerek aydınlanmanın ve aydınlatmamın önüne geçtiklerini düşünerek söndürüveriyorlar yeşil yeşil parlayan yıldızlarımı… varsın söndürsünler efendim, biz aydınlatmaya ve de ışıl ışıl dolaşmaya devam ederiz tüm ihtişamımızla… evet aynen böyle...
Bende, pek değer verdiğim bazı yazıların ve rumuzların yıldızlarını 5 yıldız gücünde ışıldatmaya ve bir yandan da test işaretler gibi terimleri iki kelimelik yazılar ile işaretleyip çıkarak heder ve ziyân eden, kendi yıldızlarını bizzat kendilerinin ışıldattığı yıldızları da söndürmeye devam edeceğim… hodri meydân ;)
Hikayemizin kahramanı yıllardır hep aynı miktarda maaş almasına rağmen bir gün olsun amirlerine sitem etmezdi… Ağzı var dili yok, elinden kalem düşmeyen başını yazdığı evraktan kaldırmayan, sadık bir devlet memuruydu… Arkadaşlarının alaylı sözlerine kızmaz, onlarla ağız dalaşına girmezdi… Kısa boylu, yüzü çiçek bozukluklarıyla çopurlaşmış, alnına doğru iyice seyrekleşen kızıl saçlarıyla tombul bir adam… Gözlerinin biraz bozuk olduğunu yüzünün iki yanına inen derin çukurlardan anlayamadım… Ayrıca hemoroit denen memur hastalığına yakalanmıştı…
Gogol, Palto öyküsündeki Akaki Akakiyeviç’i böyle tanımlıyordu… Herif ömür boyu çalışsın, emekliliğine yakın tüm servetiyle kendisine bir palto diktirsin terzi Petroviç’e ama gel gör ki St. Petersburg köprüsünden geçtiği ân birkaç yüzü maskeli adam tarafından gasp edilsin paltosu… Paltosunun gasp edildiğini başkomisere şikâyete giden bay Akaki Akakiyevic, başkomiserden aynen böyle bir azar işitir;
- Gecenin o saatinde ıssız yollarda ne işiniz var? .. Hımm, demek çay partisinden çıkmışsınız, çay partisi dediğiniz içki partisi olmasın? .. Tamam, paltonuzu arayacağız ve size resmi yazıyla bildireceğiz…
Derken Akaki akakiyevic, üst düzeyde bir bürokrata derdini anlatmaya gider ve bürokrat da memur akaki’ye edep ve usul dersi verir… En son memur Akaki, intikamını öldüğünde alır, paltosunu kaybettiği yolda hayaletiyle dolaşarak paltosunu arar ve ömrü boyunca bir baltaya sap olmayan memur, ölümünden sonra konuşulmaya başlar…
Şimdi sorun şu: bu baş komiser aşağıdakilerden hangisini çağrıştırıyor? ..
a. İstanbul valisi Muammer güler
b. içişleri bakanı
c. İstanbul emniyet müdürü
d. ilgili hükümet sözcüsü cemil çiçek
Bu soruyu yanıtlasak bile aşağıdaki olaylardan hangisi yukarıdaki palto öyküsüyle ilişkilidir? ..
a. Münnevver Karabulut adlı genç kızın feci şekilde öldürülmesi olayı
b. 1 Mayıs’ta joplanan Nermin olayı
c. Çocukları pis bir savaşta öldürülen kürt ve türk aileler
d. Deniz Feneri olayı
e. Vs vs...
Münevver karabulut, belki bir palto kadar bile değerin yoktu valilerin, bakanların, zenginlerin nezdinde ama bizim, bunları yazacak kadar yüreğimiz var…
Saygıyla…
SEYYAN OSKAY
1913’te İstanbul’da doğar Seyyan Hanım…
Ortaokul yıllarından sonra duru sesi ve müziğe olan yatkınlığı fark edilir… Ardından Seyyan Hanım için İstanbul konservatuarı yılları başlar…
Okul yıllarında Fransızca ve İtalyanca şarkılar okuyan Seyyan Hanım, ilk konserini henüz 16 yaşındayken Kadıköy’de, Cinema Operatta’da verir … Sesinin berraklığı seyirciyi adeta zevkin doruğuna çıkarır… Ustası, Kaptanzâde Ali Rıza Bey’in, opera izleri taşıyan; “Akşam Garipliği”, “Zavallı Aşk”, “Çoban Yıldızı”, “Efem” gibi şarkılarını okur… Bu şarkılar Columbia plakçılık tarafından kaydedilir…
1930-1931 yılları arasında Maulin Rouge’da (Mulen Ruj) sahne alır…
1932 yılında da ilk Türk Tangosu olan Mazi’yi okur…
30’lu yıllardan başlayarak romantizm, onun duru sesi ve yorumladığı tangolarla bütünleşir…
Mehtaplı gecelerde söylenen şarkılar, yılların süzgecinden geçerek aynı duyarlıkta yansır bu büyük yorumcunun yüzüne…
Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zeki olup olmadığını nasıl anlarsınız?
- konuşmasından…
- Ya hiç konuşmaz ise!
Bilge:
- O kadar akıllı insan yoktur…
Uzundur hicrində qara gecə lə r
Bimirə m mə n gedim hara gecə lə r
Vurubdur qə lbimə yara gecə lə r
Vurubdur qə lbimə yara gecə lə r
Ayrılıq Ayrılıq aman Ayrılıq
Hə r bir də rddə n olar yaman ayrılıq
Ayrılıq Ayrılıq aman Ayrılıq
Hə r bir də rddə n olar yaman ayrılıq
müebbeden ayrılık, avdet ihtimali olmayan.…
“şimdiye kadar tüm dünyayı yönetmek konusunda Roma İmparatorluğunun bir benzeri olmadı ve hiçbir imparatorluk, uygarlığını Roma kadar yaymadı.” diyerek, Roma İmparatorluğu’nun Alman ırkının öncü atalarını arayan adam… Yaratacağı toplumda herkes sarışın, mavi gözlü, sağlıklı ve sportif görünecekti güya… Hitler’in dünyasında “ötekilere” yer yoktu… (ein volk, ein reich, ein führer) politikalarını hayata geçirmek için dünyayı cehenneme çeviren malum kişi…
Amerika’nın Michigan silah fabrikasına tank siparişi verdiğinde, “Almanya’ya yollamanıza gerek yoktur, Detroit’e giderken ben alırım.” diyecek kadar da gözü kara bir psikopat…
Almanya’da ve işgâl ettiği ülkelerde Rahmaninov, Çaykovski ve Borodin gibi müzisyenleri yasaklamasına karşın, kendisi en çok bunları dinlemiştir…
‘‘Oliver Cromwell’’, kral dediğimiz böyle olur ;)
Kırk iki yaşına kadar hiçbir askeri deneyimi olmamasına rağmen kısa zamanda İngiliz orduları başkomutanı olan şahıs…
İngiltere’nin yönetim biçimini krallıktan Cumhuriyete çevirmesine rağmen kralı da aşan yetkileriyle Lord Prector ünvanı aldı…
kendi kurduğu parlamentoyu kendi dağıttırdı…
İnanç özgürlüğünü savunurken dine hakaret edenlere olmadık işkenceler yaptırdı…
Hâlâ ingiltere’de kahraman mı yoksa zalim bir diktatör mü konusunda yoğun tartışmalar yapılmaktadır…
evet öyle...
“Ama” sözcüğü; düşünceleri ya da duyguları arasında aykırılık bulunan cümleleri birbirine bağlar…
Örnek: ‘‘fî-yakalı çok çalıştı ama başaramadı.’’
Hatırlatma ya da karşı koyma amacıyla bir cümleyi önceki cümleye bağlar…
Örnek: “ birlikte yola çıkmışlar ama sadece biri kasabaya ulaşmış.”
Sebep sonuç ilişkisi bildirir… - buna da örneği siz verin.- (fî-yakalı senden alabiliriz meselâ, başarabilirsin :)
Zerdüştün soyunu temsil eden kızıl sarı renkli metal… ‘‘Altın yıldız’’ da simgelenen soydan gelen ve kurtarıcı olarak algılanan zerdüştün alnında yer alan, onun ahuramazdanın sözcüsü olduğunu kanıtlayan sarı renkli işaret…
Ahuramazda: Bilgelik tanrısı, Zerdüşt dininin yüce tanrısı... Kimine göre zerdüştün de babası…