Hayri Baba Hz leri Malatya'nın eşrafından Seyyid Battal Gazi ocağından, maruf ve meşhur Koca Vaiz Hz.lerinin sevgili torunlarındandır.
Hayri Baba Hz.leri o zaman, yani babasının öldürüldüğü vakit, annesinin üzerinde altı, yedi aylıkmış ve daha dünyaya şeref vermemişler. Üç ay sonra (1895 M. - 1311 H.) pazartesi günü dünyaya gelmişler. Dikkat edilirse Hayri Baba Hz.lerinin dünyaya gelişi ve mematı aynen Hz. Muhammed'in (S.A.V.) dünyaya şeref vermesine benzer. Babasının ölümünden iki üç ay sonra dünyaya gelmesi, altı veya yedi yaşlarında annesini kaybetmesi, Bibisi tarafından büyütülmesi, yine pazartesi günü dünyadan ayrılması, çarşamba günü ikindi namazından sonra kabri saadetlerine indirilmesi aynıdır.
Hayri Baba Hz.leri altı veya yedi yaşlarına kadar annesi Zehra Hanımefen-di'nin himaye ve terbiyesinde kalır bu çocuk yaşında iken mübarek annelerini de kaybederler ve genç yaşlarında bu acıyı da tadarlar. Hayri Baba Hz.lerinin bir de Fahriye diye kız kardeşi varmış o da küçük yaşta Osmaniye'de hasta¬lanmış ve orada toprağa verilmiş. Hayri Baba Hz.leri o zamanın tahsili olan rüştiyeyi bitirmiş. Biraz askerliğe heveslenmiş ve bilahare kendilerinden işittiğimize göre, altı ay talimgâha çıksa zabit (subay) olacakmış. Hayri Baba Hz.lerinin bir binbaşı akrabası 'Hayri Bey biz askeriz, işte halimiz meydanda, subay olup ta ne yapacaksın' diye Hayri Baba'yı bu hevesinden vazgeçirmiş.
Hayri Baba Hz.leri Kadiri Tarikatına intisabını şöyle anlatırdı: Bir gece rüyamda kendimi büyük bir dağın üzerinde gördüm. Bakıyorum paşa rütbesinde bir zât var, halk başına toplanmış. O topluluğun içinde bu zâtı tasdik edenler de var kendisine muhalefet edenler de. Ve o cemaatin içinde bir de mülâzım var. Ben de müsellâh yani silahlı bir askerim. Kendisini seyrediyorum. Sabah kalktım, bu rüyamdan çok etkilendim. Bizim Malatya'da herkesin saygı gösterdiği sevilen ve sayılan falanca zâta gittim. Ona rüyamı anlattım. O da 'Hayri Bey o gördüğün paşa rütbesinde büyük bir evliya' dedi. Ben elbisesini, sarığını hatta omzundaki o zamanın tabiri ile apoletlerini anlatınca 'O gördüğün siyahlıkta teze işaret, tez zamanda o zât ile karşıla¬şacaksın ve ondan himmet alacaksın' dedi.
Aradan sekiz, on gün kadar bir vakit geçti. Bir de baktım bizim Mala-tya'nın Söğütlü Câmisinde imamın arkasında benim rüyamda gördüğüm zât namaz kılıyor! Ben de aynı cemaatteyim. O zâta bakıp süzüyorum. Rüyamda gördüklerimin hepsi tamam, sadece omzunda paşa apoletleri yok. Namaz bitince bizim Malatya'nın hacca giden hacıları hemen o zâtın etrafını çevirdiler, birbirine 'Hacı Muhammed Baba Hz.leri gelmiş, Hacı Muhammed Baba Hz.leri gelmiş, hoş geldin' diye etrafını sardılar. Ben de geriden bakıyorum, hoş beş hal hatır sorma devam ediyordu. Ben de yaklaştım. Sanki benim ile uzun za¬mandır tanışıyor gibi ruhi bir yakınlık ve tebessüm ile bir birimizi süzüyorduk, kendisini çok sevdim. 'Efendim, bu akşam çorbasını bizde içebilir misiniz? ' diye bir teklifte bulundum o da bana 'Evladım biz zuhurata tabiiyiz, yalnız falanca hacının misafiriyim, ondan müsaade alırsan olur' dedi. Genç yaşta ibadet yoluna düştüğüm için Malatyalılar beni severler. 'Peki' deyip o hacıya gittim ve durumu anlattım. O da 'Hayri Bey, başkası olsa olmaz ama sana peki' dedi.
'Eve akşam misafirimiz var' diye bir pusula gönderdim. Akşam oldu. Mala¬tya'nın şeyhleri, dervişleri Hacı Muhammed Baba Hz.lerini tanıyan hacılar geldiler. Tanışıp konuşup sohbet ettikten sonra, muazzam bir Hatmi Kadirî yapıldı. Gelen Malatyalı misafirler hoşnut ve neşeli olarak dağıldılar. Evde kıymetli misafirim Hacı Muhammed Baba Hz.leri ile ben yalnız kaldım. Konuşmamız esnasında sözü dolaştırıp kendisine intisab etmeme getiriyordu. Ben de 'Efendim benim intisabım var. Bana himmet, duâ buyurun' diyordum. O yine sohbeti konuşmayı kendinden inâbe almama getiriyor, ben de intisabım olduğunu ve kendisinden inâbe etmemekliğimde direniyordum.
Derken vakit çok geçti, ara sıra gözümü yumup dalıyorum. Her dalışımda bakıyorum ki bu zâtın kalbinden bir yol açılıyor, o yol uzana uzana Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin Ravza-i Mutahharalarına varıyor ve Ravza-i Mutahharadan Resulullah Efendimizden bir asker elinde bir parça evrakla bu zâta geliyor, bu zâttan da bir şeyler alıp Resulullah Efendimize götürüyor. Her ikisinin arasında bir posta veya manevi bir evrak memuru gibi bir askerin gidip geldiğ¬ini her dalışımda görüyorum. Gözümü açıyorum bir şey yok, gözümü yumup kalbime baktığım zaman yukarıda izah ettiğim o yüksek manevî hali görüyordum. Bana 'Haydi vakit geçti, gece namazı kılalım' dedi. Namaza kalktık. Birinci rekâtta bana öyle bir manevî çarpma oldu ki az kalsın yıkılacaktım. Kendimi topar¬ladım. İkinci rekâtta yine aynı hal yani bana ruhen dokunma oldu. Fakat birin¬ci rekâttaki gibi pek şiddetli olmadı. Onu çabuk geçirdim. Namazı tamamlayınca bana 'Geç karşıma sana tesbih tarifinde bulunacağım' dedi. Bu teklif karşısın¬da kendimi müdafaadan aciz kaldım. Elinden kurtulmak mümkün değil. Bana 'On iki tarikattan mezuniyetim var, hangi tarikattan istersen ondan tarif edebilirim' dedi. Ben de 'Efendim ta çocukluğumdan beri Abdulkadir Geylani Hz.lerini çok severim, ona karşı çok saygım var, bari onun tarikatından tarif buyurun' dedim. O da bana Kadirî Tarikatını tarif etti. Tarif etme işini bitirince bana demez mi ki 'Ben zaten Medine-i Münevvereden Abdulkadir Geylani Hz.lerinin emri şerifi üzerine geldim' dedi.
Sohbet esnasında 'Efendim, ben sizin Medine-i Münevvere'de mücavir kaldığınız sırada oraya gelmiştim. Niçin o zaman bana tanışıklık vermediniz' dedim. Bana 'Oğlum, o zaman vakti gelmemişti. Sen İstanbul'dan Enveriye diye tanıtılan kayık şeklindeki şapkayı başına giyip, Medine-i Münevvere'ye hareket edip Sevgili Peygamberimizi ziyaret edeceğin gerçekleşince, Medine'de bulunan Malatyalı evliyalar yani hemşerilerim 'Bu hem Koca Vaizin torunu olsun hem de bu kıyafetle Resulullahı ziyarete gelsin, bu olmaz' diyerek, senin önündeki geçireceğin kazâları da biiznillah bildikleri için, 'Sahip çıkmayalım, ölsün gitsin' dediler. Ben de bunların bu almış oldukları karara karşı çıktım. Hayır! olmaz, zaman gelecek o benim müridim olacak, halifem olacak ve ümmeti Muhammed ondan çok faydalanacak, dedim' diye söyledi. Ben de 'Efendim siz beni nereden tanıyorsunuz' dedim. Bana 'Evladım ben seni, annenin karnına düşmeden tanıyorum' dedi. Ve ilave etti. 'Hacı Ömer Hüdai Baba Hz.lerine hizmetim esnasında onu atına bindiriyordum. Üzengisinden yapışıp kendisine yardım ve hizmet ediyordum. Hacı Ömer Hüdai Baba Hz.lerinden o anda bir nazar oldu. Birçok ruh gelip bana biat etti, senin ruhun da geldi, bana bu da 'Vaiz oğlu Hayri'nin ruhudur' dediler. İçlerinde ancak senin ruhun hakikate ulaştı, hatta beni de üç gömlek ileri geçtin. Fakat bana da çok zahmet verdin' dedi. Beni trendeki geçirdiğim kazâda, Arabın cenbiye ile karnımı bir an vurup deşmesi mesele bile değilken, onun benimle ruhen ilgilenip cenbiyeyi benim karnıma vurup deşmemesi için havada kaldı ve benim de gayri ihtiyari silahı elimden düşürmem, Arapların esir alıp götürmeleri esnasında yine ilgilenip onların tahakkümünden kurtulmam, yine yolda havadan bombardımana tutulduğumda salimen onu da atlatmama manen duâ ve yardımda bulunduklarını imâ ile ifadede bulundular.Kaynak:Halisa ve Seçkinleri (Hacı Mehmet ALBAYRAK)
Lütfu İlâhî Kadem basar bin üç yüz on bir de Hidâyet güneşiydi hep ümmeti Muhammed'e (S.A.V.) Makamı Kurubiyette kalmışlardı elli küsür sene İsteyen rabıta yapıp sorabilir Resullah Efendimize Bin üç yüz doksan beş ufkundan zâhiren inse de, Batınan tasarrufu kalacak İnşaallah böyle Mehmet ALBAYRAK
1212 H., 1797 M. tarihinde Irak'a bağlı Kerkük yakınında dünyaya şeref vermişlerdir. Şeyh Abdurrahman'ın dedesi Molla Mahmut esasen Kakosuri zürriyetinden olup Zengine aşiret reislerinden Yusuf Ağa'nın oğluydu. Karadağ Kasabasında doğdu. Bir müddet Zengine bölgesinde Tekye Köyünde yaşadı. Bir aralık da Kerkük'e bağlı Talabani köyünde bulundu. Bu yüzden Talabani lakabıy¬la şöhret buldu. Ve bu adı kendisinden sonra gelen nesli soyadı olarak kul¬landı.
* * *
Molla Mahmut, tahsil yapmış bir insan olması dolayısıyla vaktini her zaman bulunduğu yerlerde talebelere ders vermekle geçirirdi. Bu arada Irak'a gelmiş bulunan Hindistanlı Sofi Şeyh Ahmet Hindi ve iki arkadaşı ile birlikte önce Bağdat'a sonra da Tekye köyüne geldi. Molla Mahmut'a misafir oldu. Ara¬larında geçen tartışmalar sonunda Molla Mahmut Şeyh Ahmed'in bilgi seviyesini üstün görerek onu takdir etti. Bir kaç gün evinde ağırladı. Molla Mahmut bu durumu fırsat bilerek ondan yeni bilgiler öğrenmeye çalıştı. Bir ara kendisin¬den mesleki icazetname aldı, tarikatına girdi.
* * *
Şeyh Ahmed Hindi Lahuri, tarikatını başka ülkelere yaymak üzere Süleymaniye Sancağına bağlı Surdaş Kasabası'na gitti. Orada bilinmeyen bir sebep yüzünden arkadaşları tarafından öldürüldü. Bu haberi duyan Molla Mahmut, doğru Surdaş'a vardı. Orada mürşidi Ahmed Hindi Lahuri'nin türbesini yaptırdı. Molla Mahmut, bir müddet o dolaylarda kalarak halkın sevgi ve saygısını kazandı. Nihayet seksenbeş yaşında olduğu halde vefat etti. Kendi vasiyeti üzerine Tekye mezarlığına gömüldü.
* * *
Bundan sonra makamına Şeyh Ahmet geçti. Bu zât vaktinin tahsilini yaparak tedris ile meşgul oldu. Hayatının bir kısmını Kerkük'te geçirdi. Aynı şehirde yaşayan Davuda aşireti reislerinden Hasan Bey'in kız kardeşi Şahnaz Hanım'la evlendi. Kendi hemşiresi Altun Hanımı da Mahmut Bey oğlu Hasan Bey'e vererek bu aşiretle yakın münasebet kurdu.
Şeyh Ahmed onbir tane erkek çocuk yetiştirdi. Bunlar Abdulkerim, Abdul¬fettah, Muhyiddin, Abdulgaffar, Muhammed Salih, Muhammed Arif, Abdulaziz, Hüseyin, Abdulkadir, Abdurrahman (Halis) ve adını bilmediğimiz başka bir oğlu.
Abdurrahman Halis Talabani, Şeyh Ahmet Talabani'nin oğluydu ve ilk tah¬silini Kerkük'te yaptıktan sonra Süleymaniyeli meşhur Kara Ahmed Şeyh ile birlikte medrese tahsiline başladı. Daha sonra Bağdat'a giderek tanınmış bilgin Ruji Babani yanında tahsilini bitirerek ilmî icazet aldı. Kerkük'e döndü. Babasının hizmetinde ibadetle meşgul oldu. Abdurrahman, henüz genç yaşında olgun bir tahsil gördü. Ondokuz yaşlarında iken Arapça bir eseri mükemmel olarak Türkçeye çevirdi. Şiirlerinde Halis mahlasını kullandığı halde lâkabı Mefuzubillah'dı. Hanefi mezhebine salik olan Halis, ayrıca Kadiri tarikatına mensup Talab¬ani Aşiretinin de bir ferdi olarak bu ünvan ile de tanındı. Öte yandan iki meşihat makamına oturmakla da 'zülcenahin' ünvanını aldı.
* * *
Babasının samimi dostu olan Şeyh Maruf Köse Hz.leri bir defa 'Ya Şeyh, Allah (C.C.) bizi bu dünyada evlattan mahrum bıraktığı halde sizlere onbir tane erkek evlat ihsan buyurmuş, zekât şer'an lâzım gelmez mi? ' dedi. Şeyh Ahmed bu zâtın ne demek istediğini anladı. Oğlu Abdurrahman'ı onun hizmetine verdi. Şeyh Maruf Köse, vefatının yaklaşması üzerine Şeyhlik hırkasını Şeyh Abdurrahman'a giydirerek postinişinliği kendisine devretti. Bunun üzerine Halis, yeniden babasının yanına döndü. Babasının vefatından sonra babasının da görevini yüklendi. Ve onun makamına oturduğu için zülcenahin ünvanı aldı. Bundan sonra bütün ömrünü Kerkük'te geçirdi.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani, mensubu bulunduğu Kadiri Tarikatının önderliğini yapmış, temiz kalpli, ince görüşlü muhterem bir zâttı. Şeyhliğin mansıbını derinden kavrayarak, dervişliğin fenâ yoldan sakınmak ve doğru yolu tutmak, olduğunu bildirmekle Müslümanlığın gerçek vasıflarını belirtmiş yüksek bir makamın değerli bir mürşidi sayıldı. O halkın tekkeye bağışladığı nesnel¬eri memleket yoksulları arasında pay etti. Devlet tarafından tahsis edilen parayla da aç ve perişan kimseleri bütün gün doyurdu. Kendisinin tam bir kanaat içinde yaşadığı herkesçe bilinmekteydi. Bu sebepten dolayı halkın tekkeye olan bağlılığı sağlam ve kuvvetli idi. Memleketin ileri gelenleri, bu arada büyük idare adamları ve askeri emirler tekkeye devamlı olarak uğrar-lardı.
* * *
Şeyh Halis'in taşıdığı üstün vasıflardan biri de meclisine gelen kimsel-erin zenginini yoksulunu bir nazarda görmesidir. Onun müntesipleri meczup insanlar, veliler, paşalar arasında pek çoktu. Sultan Abdulmecit’in haremi Sulta¬na Hatun, gördüğü rüyaların tesiri ile Şeyh Abdurrahman'ın müridesi oldu. Ona karşı sevgi ve hürmeti pek büyüktü. Hatta İstanbul müzelerinde saklı bulunan Buhari Şerif kitabına kendi mühürünü basıp başka bazı hediyelerle birlikte Kerkük'e gönderdi. Ayrıca, irade-i seniye ile büyük Şeyh'e yüz kuruş da aylık bağlattı.
* * *
Tekkede sabah akşam din farkı gözetilmeden birçok muhtaç kimse bulunur¬du.
Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri Kelime-i Tevhid ile İsmi Celâli kasr etmek suretiyle Kadiri Tarikatında bir yenilik vaaz ettiğinden ismine izafeten (Halisiye) şubesini kurmuştur.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerinden Sivas halkı kendilerini ikaz ve irşad maksadıyla yetişmiş bir talebesini göndermesini talep etmişlerdir. Bu talep üzerine Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri yetişkin müritlerinden Mor Ali Baba Hz.lerini göndermiştir. Mor Ali Baba Hz.leri Sivas'a gelip bir hamam külhanesine yerleşip ibadetle vaktini geçirmeye başlar. Aradan epey zaman geçtiğinden Sivaslılar Hz. Şeyh'e 'Efendim lütfen bir talebenizi gönderin.' diye taleplerini yeniden yaparlar. Bunun üzerine Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri 'Ben adamımı gönderdim, arayıp bulsunlar.' diye cevap verir.
Sivaslılar bunun üzerine araştırmaya başlarlar, Mor Ali Baba Hz.lerini külhanede tek başına ibadet yaparken bulurlar. Kendisine 'Efendim gafletimizi bağışlayın' diyerek özür dilerler. Oradan alıp kendisine tahsis edilen bir yere yerleştirirler. Sivas halkı bu zâttan çok faydalanırlar ve kendisini çok severler. 'Efendim sizin isminiz Mor Ali değil de Nur Ali olsun, Baba olsun' derler.
Nur Ali Baba Hz.leri yaz gelince Sivaslılar hâsılat için tarlaya ve bahçeye dağılınca, O da şehrin bir kenarına çadır kurup ibadetle vaktini geçirir. Kış gelince de Sivaslıları ve o yöredeki halkı toplayıp ikaz ve irşad görevini sürdürmüştür.
Sivas Vakıflar Şube Müdürlüğünden Mor Ali Baba Hz.leri hakkında az da olsa alınan malumatı aşağıya yazıyoruz:
Halk arasında Mor Ali Baba namıyla maruf olan Mor Ali Baba'nın asıl adı Mehmed b. Ahmed'dir. Aslen Kerkük Türkmenlerinden olan ve Kerkük'e yakın bir kasabada M. 1804 yılında dünyaya gelen bu âlim, şair ve fazıl sahibi insanın la¬kabının başındaki 'Mor' kelimesi Farsçada karınca anlamına gelmektedir. Her halde karınca gibi çalışkanlığına delaleten böyle bir lakapla anılmıştır
Kuvvetli bir mutasavvıf olan Mor Ali Baba Kadiriye Tarikatına mensup olup Kadiriliğin Sivas'taki bânisidir. Mürşidi yine büyük bir mutasavvıf olan Kerküklü 'Şeyh Halis'tir.
Şeyhinin emri ve verdiği görev üzerine Sivas'a gelmiş, önceleri 'Şemsi Aziz' dergâhına misafir olmuş, tâkiben Kızılırmak Mahallesinde bu gün kendisi¬nin de avlusunda medfun olduğu yerde dergahını Sivas Eşrafından Hammadzade'nin maddi ve manevi desteğiyle kurar. Takiben Hammadzade'nin küçük kızı Minte¬ha Hatun ile nikâhlanarak müekked Sivaslı olur.
Sıradan bir kadiri şeyhi olmayan Mor Ali Baba kendisini tamamen tasavvufa ve ilme vermiş bir âlimdir.
Tembih-üs-Sâlikiyn adlı basılmamış el yazması bir eseri bulunmaktadır. Bunda şeyh tasavvufun ve kadiriyye tarikatının esaslarını anlatmaktadır. Bundan başka muhtelif Farsça ve Türkçe şiirleri vardır.
Şiirlerinden örnek:
Sürur-u behçetim gelmez beyana Yeniden gelmişim gûya cihana Bunun şükründen aczim gerçi zâhir, İşim ancak hulûs üzre duadır.
Ziya Paşa merhum ve zamanın valisi Halil Rıfat Paşa ile de yakın dost¬luğu ve ünsiyeti olan, Mur Ali Baba, (devletin zamanki büyük maddi sıkıntısına rağmen) Sivas, Kayseri, Tokat, Malatya, Gürün, Divrik ve Zara'ya bağlayan yolların yapılmasından önce 'Kepçeli' muhitinde halka çok güzel ve tesirli bir konuşma yapıyor, ilk kazmayı da kendi vurunca halk meccanen parasız pulsuz, ancak şevkle bu bayındırlık hizmetinde çalışmaya başlıyor. Halil Rıfat Pa¬şa'nın bu mühim ümran hizmeti de merhum Mur Ali Baba'nın delaletiyle böylece başlamış oluyor.
Şahsiyetiyle Sivas'ın ruhaniyetine ve beşeri hayatına tesir eden bu büyük insan H. 1301 tarihinde bir Cuma günü vefat etmiş ve halen Mor Ali Baba Câmi ve Kuran Kursunun bulunduğu mahalde defnolunmuştur.
Mur Ali Baba Hz.lerinin türbei saadetlerinin resimleri kitabın sonunda bulunmaktadır.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri her yıl mutatıvechiyle hacca giderken Bağdat'a gidip Abdulkadir Geylani Hz.lerinin Türbe-i Saadetini ziyaret eder. Büyük bir kalabalıkla Kadiri usulü zikrullah icra eder. Bağdat’ta bulunan o zamanın bazı alimleri toplanıp bu kalabalığın cehri zikrullah sohbetinin şer-i şerife uygun olmadığı ve yüce evliya Abdulkadir Geylani Hz.lerinin Türbe-i Saadetlerinde bu yapılan zikrul¬lahın O'nun ruhu mübarekesini rahatsız ettiği gerekçesiyle, Gavsul Azam Abdul¬kadir Geylani Hz.lerinin temiz soyundan gelen ve sevgili torunlarından ve aynı zamanda postnişini bulunan Aliyyül Bağdadi Hz.lerine gelerek Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerini kasdederek 'Bu adam buraya geliyor, büyük bir kalabalıkla cehri (yüksek sesle) zikrullah yaparak mübarek ceddinin ulvi ruhunu rahatsız ediyor. Buna söyle bir daha böyle bir işe teşebbüs etmesin' derler. Aliyyül Bağdadi Hz.leri onlara hitaben 'Bu gece bana müsade edin, gereken cevabı yarın vereyim' der. Onlar da 'Peki' deyip giderler. Ertesi gün aynı topluluk Aliyyül Bağdadi Hz.lerine gelerek meseleleri hakkında cevap isterler. Aliyyül Bağdadi Hz.leri o gelen alim topluluğuna cevaben 'Ben padişahla vezir arasına giremem' der. O zaman o gelen alimler topluluğu anlarlar ki bu yapılan cehri zikrullah¬tan ve sohbetten Gavsül Azam Abdulkadir Geylani Hz.leri memnun ve Abdulkadir Geylani Hz.leri maneviyatın padişahı, Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri de onun veziri imiş.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerinin bir de 'Halisiye Divanı' diye kıymetli bir eseri bulunmaktadır. Bu eserden sadece Sevgili Peygamberimiz üzerine söylenmiş kasidesi ve bir de Gavsul Azam Abdulkadir Geylani üzerine söylediği iki kasidesi mevcut olup aşağıya yazıyoruz.
Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerini vesile ederek Cenabı Hak (C.C) Hz.lerine yapılan duanın Cenabı Hak (C.C.) Hz.leri tarafından kabul olunacağı ve geri çevrilmeyeceği herkesçe bilinip söylenmektedir.
Dünyadan (1275 H) 1858 M. tarihinde ayrılmıştır. Türbe-i Saadetleri Kerkük'ün Tekke Önü mahallesinde Talabani Külliyesinde bulunmaktadır. 1977 senesinde sevgili Şeyhimiz Hayri Baba Hz.leriyle mübarek Türbe-i Saadetlerini ziyaret etmek nasip oldu. Temiz soyundan gelen Aliyül Talabani isminde bir zât bizi karşılayıp bu yüksek evliya ve gönüller Sultanı Ziyaeddin Abdurrahman Halis Talabani hakkında izahatta bulundu. Hayri Baba Hz.leri bu zâta 'Sizde seyyitlik var mı? ' diye sordu. O da 'Evet' diye cevap verdi.
Cenabı Hak bu kol pirimiz olan Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerinin indi ilahiyesinde olan makamını her an yüceltip himmet dua ve teveccühlerini bizimle kılsın, amin, amin. Bi Hakkı ve bi hürmeti Ta Ha ve Yasin.
Nigara milki cismim kenzi aşkın için harap ettim Anı canım yerine kalpden naip menabettim Deruni sinemi pak eyledim ağyarın nakşinden Gönül kaşanesin aşkı ruhun için mestetabettim
Beyabani talepte pertevi hüsnün şuaından Tenim baştan başa Cevvaleyi mevci serabettim Beni ol zümreyi mestanede mecbur tut zahit Ki ben meyhanede piri mugane intisabettim
Cihanın gülşenine gelmemiş hüsnün gibi bir gül Anın için alem içre aşkı hüsnün intihabettim. Cenabı sekfi gerdune erişse himmetim nola Ki ömrüm Sarfı rahi bir şehi Ali cenabettim
Medaris içre Halis görmedim ben aşkı sevdasın Anın için ilmimi meyhane rehni şerabettim.
Hayri Baba Hz leri Malatya'nın eşrafından Seyyid Battal Gazi ocağından, maruf ve meşhur Koca Vaiz Hz.lerinin sevgili torunlarındandır.
Hayri Baba Hz.leri o zaman, yani babasının öldürüldüğü vakit, annesinin üzerinde altı, yedi aylıkmış ve daha dünyaya şeref vermemişler. Üç ay sonra (1895 M. - 1311 H.) pazartesi günü dünyaya gelmişler. Dikkat edilirse Hayri Baba Hz.lerinin dünyaya gelişi ve mematı aynen Hz. Muhammed'in (S.A.V.) dünyaya şeref vermesine benzer. Babasının ölümünden iki üç ay sonra dünyaya gelmesi, altı veya yedi yaşlarında annesini kaybetmesi, Bibisi tarafından büyütülmesi, yine pazartesi günü dünyadan ayrılması, çarşamba günü ikindi namazından sonra kabri saadetlerine indirilmesi aynıdır.
Hayri Baba Hz.leri altı veya yedi yaşlarına kadar annesi Zehra Hanımefen-di'nin himaye ve terbiyesinde kalır bu çocuk yaşında iken mübarek annelerini de kaybederler ve genç yaşlarında bu acıyı da tadarlar. Hayri Baba Hz.lerinin bir de Fahriye diye kız kardeşi varmış o da küçük yaşta Osmaniye'de hasta¬lanmış ve orada toprağa verilmiş.
Hayri Baba Hz.leri o zamanın tahsili olan rüştiyeyi bitirmiş. Biraz askerliğe heveslenmiş ve bilahare kendilerinden işittiğimize göre, altı ay talimgâha çıksa zabit (subay) olacakmış. Hayri Baba Hz.lerinin bir binbaşı akrabası 'Hayri Bey biz askeriz, işte halimiz meydanda, subay olup ta ne yapacaksın' diye Hayri Baba'yı bu hevesinden vazgeçirmiş.
Hayri Baba Hz.leri Kadiri Tarikatına intisabını şöyle anlatırdı: Bir gece rüyamda kendimi büyük bir dağın üzerinde gördüm. Bakıyorum paşa rütbesinde bir zât var, halk başına toplanmış. O topluluğun içinde bu zâtı tasdik edenler de var kendisine muhalefet edenler de. Ve o cemaatin içinde bir de mülâzım var. Ben de müsellâh yani silahlı bir askerim. Kendisini seyrediyorum. Sabah kalktım, bu rüyamdan çok etkilendim. Bizim Malatya'da herkesin saygı gösterdiği sevilen ve sayılan falanca zâta gittim. Ona rüyamı anlattım. O da 'Hayri Bey o gördüğün paşa rütbesinde büyük bir evliya' dedi. Ben elbisesini, sarığını hatta omzundaki o zamanın tabiri ile apoletlerini anlatınca 'O gördüğün siyahlıkta teze işaret, tez zamanda o zât ile karşıla¬şacaksın ve ondan himmet alacaksın' dedi.
Aradan sekiz, on gün kadar bir vakit geçti. Bir de baktım bizim Mala-tya'nın Söğütlü Câmisinde imamın arkasında benim rüyamda gördüğüm zât namaz kılıyor! Ben de aynı cemaatteyim. O zâta bakıp süzüyorum. Rüyamda gördüklerimin hepsi tamam, sadece omzunda paşa apoletleri yok. Namaz bitince bizim Malatya'nın hacca giden hacıları hemen o zâtın etrafını çevirdiler, birbirine 'Hacı Muhammed Baba Hz.leri gelmiş, Hacı Muhammed Baba Hz.leri gelmiş, hoş geldin' diye etrafını sardılar. Ben de geriden bakıyorum, hoş beş hal hatır sorma devam ediyordu. Ben de yaklaştım. Sanki benim ile uzun za¬mandır tanışıyor gibi ruhi bir yakınlık ve tebessüm ile bir birimizi süzüyorduk, kendisini çok sevdim. 'Efendim, bu akşam çorbasını bizde içebilir misiniz? ' diye bir teklifte bulundum o da bana 'Evladım biz zuhurata tabiiyiz, yalnız falanca hacının misafiriyim, ondan müsaade alırsan olur' dedi. Genç yaşta ibadet yoluna düştüğüm için Malatyalılar beni severler. 'Peki' deyip o hacıya gittim ve durumu anlattım. O da 'Hayri Bey, başkası olsa olmaz ama sana peki' dedi.
'Eve akşam misafirimiz var' diye bir pusula gönderdim. Akşam oldu. Mala¬tya'nın şeyhleri, dervişleri Hacı Muhammed Baba Hz.lerini tanıyan hacılar geldiler. Tanışıp konuşup sohbet ettikten sonra, muazzam bir Hatmi Kadirî yapıldı. Gelen Malatyalı misafirler hoşnut ve neşeli olarak dağıldılar. Evde kıymetli misafirim Hacı Muhammed Baba Hz.leri ile ben yalnız kaldım. Konuşmamız esnasında sözü dolaştırıp kendisine intisab etmeme getiriyordu. Ben de 'Efendim benim intisabım var. Bana himmet, duâ buyurun' diyordum. O yine sohbeti konuşmayı kendinden inâbe almama getiriyor, ben de intisabım olduğunu ve kendisinden inâbe etmemekliğimde direniyordum.
Derken vakit çok geçti, ara sıra gözümü yumup dalıyorum. Her dalışımda bakıyorum ki bu zâtın kalbinden bir yol açılıyor, o yol uzana uzana Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimizin Ravza-i Mutahharalarına varıyor ve Ravza-i Mutahharadan Resulullah Efendimizden bir asker elinde bir parça evrakla bu zâta geliyor, bu zâttan da bir şeyler alıp Resulullah Efendimize götürüyor. Her ikisinin arasında bir posta veya manevi bir evrak memuru gibi bir askerin gidip geldiğ¬ini her dalışımda görüyorum. Gözümü açıyorum bir şey yok, gözümü yumup kalbime baktığım zaman yukarıda izah ettiğim o yüksek manevî hali görüyordum. Bana 'Haydi vakit geçti, gece namazı kılalım' dedi. Namaza kalktık. Birinci rekâtta bana öyle bir manevî çarpma oldu ki az kalsın yıkılacaktım. Kendimi topar¬ladım. İkinci rekâtta yine aynı hal yani bana ruhen dokunma oldu. Fakat birin¬ci rekâttaki gibi pek şiddetli olmadı. Onu çabuk geçirdim. Namazı tamamlayınca bana 'Geç karşıma sana tesbih tarifinde bulunacağım' dedi. Bu teklif karşısın¬da kendimi müdafaadan aciz kaldım. Elinden kurtulmak mümkün değil. Bana 'On iki tarikattan mezuniyetim var, hangi tarikattan istersen ondan tarif edebilirim' dedi. Ben de 'Efendim ta çocukluğumdan beri Abdulkadir Geylani Hz.lerini çok severim, ona karşı çok saygım var, bari onun tarikatından tarif buyurun' dedim. O da bana Kadirî Tarikatını tarif etti. Tarif etme işini bitirince bana demez mi ki 'Ben zaten Medine-i Münevvereden Abdulkadir Geylani Hz.lerinin emri şerifi üzerine geldim' dedi.
Sohbet esnasında 'Efendim, ben sizin Medine-i Münevvere'de mücavir kaldığınız sırada oraya gelmiştim. Niçin o zaman bana tanışıklık vermediniz' dedim. Bana 'Oğlum, o zaman vakti gelmemişti. Sen İstanbul'dan Enveriye diye tanıtılan kayık şeklindeki şapkayı başına giyip, Medine-i Münevvere'ye hareket edip Sevgili Peygamberimizi ziyaret edeceğin gerçekleşince, Medine'de bulunan Malatyalı evliyalar yani hemşerilerim 'Bu hem Koca Vaizin torunu olsun hem de bu kıyafetle Resulullahı ziyarete gelsin, bu olmaz' diyerek, senin önündeki geçireceğin kazâları da biiznillah bildikleri için, 'Sahip çıkmayalım, ölsün gitsin' dediler. Ben de bunların bu almış oldukları karara karşı çıktım. Hayır! olmaz, zaman gelecek o benim müridim olacak, halifem olacak ve ümmeti Muhammed ondan çok faydalanacak, dedim' diye söyledi. Ben de 'Efendim siz beni nereden tanıyorsunuz' dedim. Bana 'Evladım ben seni, annenin karnına düşmeden tanıyorum' dedi. Ve ilave etti. 'Hacı Ömer Hüdai Baba Hz.lerine hizmetim esnasında onu atına bindiriyordum. Üzengisinden yapışıp kendisine yardım ve hizmet ediyordum. Hacı Ömer Hüdai Baba Hz.lerinden o anda bir nazar oldu. Birçok ruh gelip bana biat etti, senin ruhun da geldi, bana bu da 'Vaiz oğlu Hayri'nin ruhudur' dediler. İçlerinde ancak senin ruhun hakikate ulaştı, hatta beni de üç gömlek ileri geçtin. Fakat bana da çok zahmet verdin' dedi. Beni trendeki geçirdiğim kazâda, Arabın cenbiye ile karnımı bir an vurup deşmesi mesele bile değilken, onun benimle ruhen ilgilenip cenbiyeyi benim karnıma vurup deşmemesi için havada kaldı ve benim de gayri ihtiyari silahı elimden düşürmem, Arapların esir alıp götürmeleri esnasında yine ilgilenip onların tahakkümünden kurtulmam, yine yolda havadan bombardımana tutulduğumda salimen onu da atlatmama manen duâ ve yardımda bulunduklarını imâ ile ifadede bulundular.Kaynak:Halisa ve Seçkinleri (Hacı Mehmet ALBAYRAK)
Lütfu İlâhî Kadem basar bin üç yüz on bir de
Hidâyet güneşiydi hep ümmeti Muhammed'e (S.A.V.)
Makamı Kurubiyette kalmışlardı elli küsür sene
İsteyen rabıta yapıp sorabilir Resullah Efendimize
Bin üç yüz doksan beş ufkundan zâhiren inse de,
Batınan tasarrufu kalacak İnşaallah böyle
Mehmet ALBAYRAK
EŞŞEYH ESSEYYİD ABDURRAHMAN HALİS TALABANİ HAZRETLERİ
1212 H., 1797 M. tarihinde Irak'a bağlı Kerkük yakınında dünyaya şeref vermişlerdir. Şeyh Abdurrahman'ın dedesi Molla Mahmut esasen Kakosuri zürriyetinden olup Zengine aşiret reislerinden Yusuf Ağa'nın oğluydu. Karadağ Kasabasında doğdu. Bir müddet Zengine bölgesinde Tekye Köyünde yaşadı. Bir aralık da Kerkük'e bağlı Talabani köyünde bulundu. Bu yüzden Talabani lakabıy¬la şöhret buldu. Ve bu adı kendisinden sonra gelen nesli soyadı olarak kul¬landı.
* * *
Molla Mahmut, tahsil yapmış bir insan olması dolayısıyla vaktini her zaman bulunduğu yerlerde talebelere ders vermekle geçirirdi. Bu arada Irak'a gelmiş bulunan Hindistanlı Sofi Şeyh Ahmet Hindi ve iki arkadaşı ile birlikte önce Bağdat'a sonra da Tekye köyüne geldi. Molla Mahmut'a misafir oldu. Ara¬larında geçen tartışmalar sonunda Molla Mahmut Şeyh Ahmed'in bilgi seviyesini üstün görerek onu takdir etti. Bir kaç gün evinde ağırladı. Molla Mahmut bu durumu fırsat bilerek ondan yeni bilgiler öğrenmeye çalıştı. Bir ara kendisin¬den mesleki icazetname aldı, tarikatına girdi.
* * *
Şeyh Ahmed Hindi Lahuri, tarikatını başka ülkelere yaymak üzere Süleymaniye Sancağına bağlı Surdaş Kasabası'na gitti. Orada bilinmeyen bir sebep yüzünden arkadaşları tarafından öldürüldü. Bu haberi duyan Molla Mahmut, doğru Surdaş'a vardı. Orada mürşidi Ahmed Hindi Lahuri'nin türbesini yaptırdı.
Molla Mahmut, bir müddet o dolaylarda kalarak halkın sevgi ve saygısını kazandı. Nihayet seksenbeş yaşında olduğu halde vefat etti. Kendi vasiyeti üzerine Tekye mezarlığına gömüldü.
* * *
Bundan sonra makamına Şeyh Ahmet geçti. Bu zât vaktinin tahsilini yaparak tedris ile meşgul oldu. Hayatının bir kısmını Kerkük'te geçirdi. Aynı şehirde yaşayan Davuda aşireti reislerinden Hasan Bey'in kız kardeşi Şahnaz Hanım'la evlendi. Kendi hemşiresi Altun Hanımı da Mahmut Bey oğlu Hasan Bey'e vererek bu aşiretle yakın münasebet kurdu.
Şeyh Ahmed onbir tane erkek çocuk yetiştirdi. Bunlar Abdulkerim, Abdul¬fettah, Muhyiddin, Abdulgaffar, Muhammed Salih, Muhammed Arif, Abdulaziz, Hüseyin, Abdulkadir, Abdurrahman (Halis) ve adını bilmediğimiz başka bir oğlu.
Abdurrahman Halis Talabani, Şeyh Ahmet Talabani'nin oğluydu ve ilk tah¬silini Kerkük'te yaptıktan sonra Süleymaniyeli meşhur Kara Ahmed Şeyh ile birlikte medrese tahsiline başladı. Daha sonra Bağdat'a giderek tanınmış bilgin Ruji Babani yanında tahsilini bitirerek ilmî icazet aldı. Kerkük'e döndü. Babasının hizmetinde ibadetle meşgul oldu. Abdurrahman, henüz genç yaşında olgun bir tahsil gördü. Ondokuz yaşlarında iken Arapça bir eseri mükemmel olarak Türkçeye çevirdi. Şiirlerinde Halis mahlasını kullandığı halde lâkabı Mefuzubillah'dı.
Hanefi mezhebine salik olan Halis, ayrıca Kadiri tarikatına mensup Talab¬ani Aşiretinin de bir ferdi olarak bu ünvan ile de tanındı. Öte yandan iki meşihat makamına oturmakla da 'zülcenahin' ünvanını aldı.
* * *
Babasının samimi dostu olan Şeyh Maruf Köse Hz.leri bir defa 'Ya Şeyh, Allah (C.C.) bizi bu dünyada evlattan mahrum bıraktığı halde sizlere onbir tane erkek evlat ihsan buyurmuş, zekât şer'an lâzım gelmez mi? ' dedi. Şeyh Ahmed bu zâtın ne demek istediğini anladı. Oğlu Abdurrahman'ı onun hizmetine verdi. Şeyh Maruf Köse, vefatının yaklaşması üzerine Şeyhlik hırkasını Şeyh Abdurrahman'a giydirerek postinişinliği kendisine devretti. Bunun üzerine Halis, yeniden babasının yanına döndü. Babasının vefatından sonra babasının da görevini yüklendi. Ve onun makamına oturduğu için zülcenahin ünvanı aldı. Bundan sonra bütün ömrünü Kerkük'te geçirdi.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani, mensubu bulunduğu Kadiri Tarikatının önderliğini yapmış, temiz kalpli, ince görüşlü muhterem bir zâttı. Şeyhliğin mansıbını derinden kavrayarak, dervişliğin fenâ yoldan sakınmak ve doğru yolu tutmak, olduğunu bildirmekle Müslümanlığın gerçek vasıflarını belirtmiş yüksek bir makamın değerli bir mürşidi sayıldı. O halkın tekkeye bağışladığı nesnel¬eri memleket yoksulları arasında pay etti. Devlet tarafından tahsis edilen parayla da aç ve perişan kimseleri bütün gün doyurdu. Kendisinin tam bir kanaat içinde yaşadığı herkesçe bilinmekteydi. Bu sebepten dolayı halkın tekkeye olan bağlılığı sağlam ve kuvvetli idi. Memleketin ileri gelenleri, bu arada büyük idare adamları ve askeri emirler tekkeye devamlı olarak uğrar-lardı.
* * *
Şeyh Halis'in taşıdığı üstün vasıflardan biri de meclisine gelen kimsel-erin zenginini yoksulunu bir nazarda görmesidir. Onun müntesipleri meczup insanlar, veliler, paşalar arasında pek çoktu. Sultan Abdulmecit’in haremi Sulta¬na Hatun, gördüğü rüyaların tesiri ile Şeyh Abdurrahman'ın müridesi oldu. Ona karşı sevgi ve hürmeti pek büyüktü. Hatta İstanbul müzelerinde saklı bulunan Buhari Şerif kitabına kendi mühürünü basıp başka bazı hediyelerle birlikte Kerkük'e gönderdi. Ayrıca, irade-i seniye ile büyük Şeyh'e yüz kuruş da aylık bağlattı.
* * *
Tekkede sabah akşam din farkı gözetilmeden birçok muhtaç kimse bulunur¬du.
Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri Kelime-i Tevhid ile İsmi Celâli kasr etmek suretiyle Kadiri Tarikatında bir yenilik vaaz ettiğinden ismine izafeten (Halisiye) şubesini kurmuştur.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerinden Sivas halkı kendilerini ikaz ve irşad maksadıyla yetişmiş bir talebesini göndermesini talep etmişlerdir. Bu talep üzerine Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri yetişkin müritlerinden Mor Ali Baba Hz.lerini göndermiştir. Mor Ali Baba Hz.leri Sivas'a gelip bir hamam külhanesine yerleşip ibadetle vaktini geçirmeye başlar. Aradan epey zaman geçtiğinden Sivaslılar Hz. Şeyh'e 'Efendim lütfen bir talebenizi gönderin.' diye taleplerini yeniden yaparlar. Bunun üzerine Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri 'Ben adamımı gönderdim, arayıp bulsunlar.' diye cevap verir.
Sivaslılar bunun üzerine araştırmaya başlarlar, Mor Ali Baba Hz.lerini külhanede tek başına ibadet yaparken bulurlar. Kendisine 'Efendim gafletimizi bağışlayın' diyerek özür dilerler. Oradan alıp kendisine tahsis edilen bir yere yerleştirirler. Sivas halkı bu zâttan çok faydalanırlar ve kendisini çok severler. 'Efendim sizin isminiz Mor Ali değil de Nur Ali olsun, Baba olsun' derler.
Nur Ali Baba Hz.leri yaz gelince Sivaslılar hâsılat için tarlaya ve bahçeye dağılınca, O da şehrin bir kenarına çadır kurup ibadetle vaktini geçirir. Kış gelince de Sivaslıları ve o yöredeki halkı toplayıp ikaz ve irşad görevini sürdürmüştür.
Sivas Vakıflar Şube Müdürlüğünden Mor Ali Baba Hz.leri hakkında az da olsa alınan malumatı aşağıya yazıyoruz:
Halk arasında Mor Ali Baba namıyla maruf olan Mor Ali Baba'nın asıl adı Mehmed b. Ahmed'dir. Aslen Kerkük Türkmenlerinden olan ve Kerkük'e yakın bir kasabada M. 1804 yılında dünyaya gelen bu âlim, şair ve fazıl sahibi insanın la¬kabının başındaki 'Mor' kelimesi Farsçada karınca anlamına gelmektedir. Her halde karınca gibi çalışkanlığına delaleten böyle bir lakapla anılmıştır
Kuvvetli bir mutasavvıf olan Mor Ali Baba Kadiriye Tarikatına mensup olup Kadiriliğin Sivas'taki bânisidir. Mürşidi yine büyük bir mutasavvıf olan Kerküklü 'Şeyh Halis'tir.
Şeyhinin emri ve verdiği görev üzerine Sivas'a gelmiş, önceleri 'Şemsi Aziz' dergâhına misafir olmuş, tâkiben Kızılırmak Mahallesinde bu gün kendisi¬nin de avlusunda medfun olduğu yerde dergahını Sivas Eşrafından Hammadzade'nin maddi ve manevi desteğiyle kurar. Takiben Hammadzade'nin küçük kızı Minte¬ha Hatun ile nikâhlanarak müekked Sivaslı olur.
Sıradan bir kadiri şeyhi olmayan Mor Ali Baba kendisini tamamen tasavvufa ve ilme vermiş bir âlimdir.
Tembih-üs-Sâlikiyn adlı basılmamış el yazması bir eseri bulunmaktadır. Bunda şeyh tasavvufun ve kadiriyye tarikatının esaslarını anlatmaktadır. Bundan başka muhtelif Farsça ve Türkçe şiirleri vardır.
Şiirlerinden örnek:
Sürur-u behçetim gelmez beyana
Yeniden gelmişim gûya cihana
Bunun şükründen aczim gerçi zâhir,
İşim ancak hulûs üzre duadır.
Ziya Paşa merhum ve zamanın valisi Halil Rıfat Paşa ile de yakın dost¬luğu ve ünsiyeti olan, Mur Ali Baba, (devletin zamanki büyük maddi sıkıntısına rağmen) Sivas, Kayseri, Tokat, Malatya, Gürün, Divrik ve Zara'ya bağlayan yolların yapılmasından önce 'Kepçeli' muhitinde halka çok güzel ve tesirli bir konuşma yapıyor, ilk kazmayı da kendi vurunca halk meccanen parasız pulsuz, ancak şevkle bu bayındırlık hizmetinde çalışmaya başlıyor. Halil Rıfat Pa¬şa'nın bu mühim ümran hizmeti de merhum Mur Ali Baba'nın delaletiyle böylece başlamış oluyor.
Şahsiyetiyle Sivas'ın ruhaniyetine ve beşeri hayatına tesir eden bu büyük insan H. 1301 tarihinde bir Cuma günü vefat etmiş ve halen Mor Ali Baba Câmi ve Kuran Kursunun bulunduğu mahalde defnolunmuştur.
Mur Ali Baba Hz.lerinin türbei saadetlerinin resimleri kitabın sonunda bulunmaktadır.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri her yıl mutatıvechiyle hacca giderken Bağdat'a gidip Abdulkadir Geylani Hz.lerinin Türbe-i Saadetini ziyaret eder. Büyük bir kalabalıkla Kadiri usulü zikrullah icra eder. Bağdat’ta bulunan o zamanın bazı alimleri toplanıp bu kalabalığın cehri zikrullah sohbetinin şer-i şerife uygun olmadığı ve yüce evliya Abdulkadir Geylani Hz.lerinin Türbe-i Saadetlerinde bu yapılan zikrul¬lahın O'nun ruhu mübarekesini rahatsız ettiği gerekçesiyle, Gavsul Azam Abdul¬kadir Geylani Hz.lerinin temiz soyundan gelen ve sevgili torunlarından ve aynı zamanda postnişini bulunan Aliyyül Bağdadi Hz.lerine gelerek Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerini kasdederek 'Bu adam buraya geliyor, büyük bir kalabalıkla cehri (yüksek sesle) zikrullah yaparak mübarek ceddinin ulvi ruhunu rahatsız ediyor. Buna söyle bir daha böyle bir işe teşebbüs etmesin' derler. Aliyyül Bağdadi Hz.leri onlara hitaben 'Bu gece bana müsade edin, gereken cevabı yarın vereyim' der. Onlar da 'Peki' deyip giderler. Ertesi gün aynı topluluk Aliyyül Bağdadi Hz.lerine gelerek meseleleri hakkında cevap isterler. Aliyyül Bağdadi Hz.leri o gelen alim topluluğuna cevaben 'Ben padişahla vezir arasına giremem' der. O zaman o gelen alimler topluluğu anlarlar ki bu yapılan cehri zikrullah¬tan ve sohbetten Gavsül Azam Abdulkadir Geylani Hz.leri memnun ve Abdulkadir Geylani Hz.leri maneviyatın padişahı, Abdurrahman Halis Talabani Hz.leri de onun veziri imiş.
* * *
Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerinin bir de 'Halisiye Divanı' diye kıymetli bir eseri bulunmaktadır. Bu eserden sadece Sevgili Peygamberimiz üzerine söylenmiş kasidesi ve bir de Gavsul Azam Abdulkadir Geylani üzerine söylediği iki kasidesi mevcut olup aşağıya yazıyoruz.
Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerini vesile ederek Cenabı Hak (C.C) Hz.lerine yapılan duanın Cenabı Hak (C.C.) Hz.leri tarafından kabul olunacağı ve geri çevrilmeyeceği herkesçe bilinip söylenmektedir.
Dünyadan (1275 H) 1858 M. tarihinde ayrılmıştır. Türbe-i Saadetleri Kerkük'ün Tekke Önü mahallesinde Talabani Külliyesinde bulunmaktadır. 1977 senesinde sevgili Şeyhimiz Hayri Baba Hz.leriyle mübarek Türbe-i Saadetlerini ziyaret etmek nasip oldu. Temiz soyundan gelen Aliyül Talabani isminde bir zât bizi karşılayıp bu yüksek evliya ve gönüller Sultanı Ziyaeddin Abdurrahman Halis Talabani hakkında izahatta bulundu. Hayri Baba Hz.leri bu zâta 'Sizde seyyitlik var mı? ' diye sordu. O da 'Evet' diye cevap verdi.
Cenabı Hak bu kol pirimiz olan Abdurrahman Halis Talabani Hz.lerinin indi ilahiyesinde olan makamını her an yüceltip himmet dua ve teveccühlerini bizimle kılsın, amin, amin. Bi Hakkı ve bi hürmeti Ta Ha ve Yasin.
Nigara milki cismim kenzi aşkın için harap ettim
Anı canım yerine kalpden naip menabettim
Deruni sinemi pak eyledim ağyarın nakşinden
Gönül kaşanesin aşkı ruhun için mestetabettim
Beyabani talepte pertevi hüsnün şuaından
Tenim baştan başa Cevvaleyi mevci serabettim
Beni ol zümreyi mestanede mecbur tut zahit
Ki ben meyhanede piri mugane intisabettim
Cihanın gülşenine gelmemiş hüsnün gibi bir gül
Anın için alem içre aşkı hüsnün intihabettim.
Cenabı sekfi gerdune erişse himmetim nola
Ki ömrüm Sarfı rahi bir şehi Ali cenabettim
Medaris içre Halis görmedim ben aşkı sevdasın
Anın için ilmimi meyhane rehni şerabettim.
('Mugane'den kasıt Pirimiz Gavsul Azam Abdulkadir Geylani Hz.leridir.)
* * *
Şahi iklimi velayettir guruhu kadiri
Rahi aşka Zülkeramettir guruhu kadiri
Cümle erbabı tarikatı bülbülü şuradedir
Anlara bağı letafettir guruhu kadiri
Damenin tutmuş bunlar Sultan Abdulkadirin
Mazhari Lütfi Hidayettir guruhu kadiri
Gavsi Muhyiddin ihya eylemiş dini Nebi
Revne-i Dini risalettir guruhu kadiri
Küntü Kenzim kapısını menarif miftahiyle
Fetheden Şahi Vilayettir guruhu kadiri
Dahil ol varol guruha bitemmül Halisa
Sahibi emrü ve emanettir guruhu kadiri
Kaynak: Halisa ve Seçkinleri
Yazarı : Mehmet ALBAYRAK