Kierkegaard.de'deki bibliyografyasindan anlayabildigim kadariyle: 1813 Söre Aabye Kirkegaard,5 mayis'ta yedi kardesin en kücügü olarak Kopenhag icinde Am Nytorf 2 numarali evde (bugün 29 numara imis) dünyaya geldi. Babasi Michael Pedersen Kierkegaard (1756-1838) , refah icinde yasayan bir yünlü mamüller tüccariydi. Annesi Anne Sörensdatter Lund (1768-1834) , babasinin ikinci karisiydi. Sören dogdugunda babasi 57 annesi 45 yasindaydi. Haziran 1813'de Heilig-Geistkirche'de (Mukaddes ruh kilisesi) vaftiz edildi. 1830 yilinda Kopenhag üniversitesinde Teologi (daha sonra estetik ve filozofi) dalinda üniversiteye basladi. Sonradan Soren arada bir üniversiteeye ugrayan tip üniversiteli görünüm arz etmeye basladi, sehrin tiyatro ve salonlarinda dolanan bohem hayati yasayan bir genc idi ve üniversitesi asagi yukari 22 sömestre boyunca devam etti. 1834 annesi vefat etti 1837 8 ve 12 mayis tarihleri arasinda 15 yasindaki regine olsen (1823-1904) adli kizla tanisti. Unterprima der Bürgertugend-Schule adli okulda latince dersleri verdi. 1838 8 agustosta babasi öldü. Babasindan yüklü bir miras elde etti. Bu yildan itibaren üniversiteyi bitirebilmek icin tekrar üniversiteye asilmaya basladi. Danimarkalilarin en meshurlarindan olan Masal sairi Hans Christian Andersen'in eserlerine karsi sedid bir polemige giristi. 1840 3 temmuzda üniversitedeki teologi egitimini tamamladi. Regine Olsen ile nisanlandi 1841 Regine Olsen ile nisanliligi devam ederken Holmens'deki kilisede deneme vaazlarina basladi. 11 agustosta sebeblerine dair spekülasyonalr yapilan bir kararla nisanlisina nisan yüzügünü geri gönderdi. Nisan olayindaki skandaldan sonra kopenhag'i terk etti ve Berlin'e yerlesti. Filozof Schelling'e takildi bir süre. 1842 6 Martta Kopenhag'a geri döndü ve ilk yazi denemelerini Pseudonym Johannes Climaticus adi altinda yayinlamaya basladi. 1843 Hayatini publizist olarak sürdürmeye basladi.12 yil sürecek Pseudonym serisine devam etti. kendi ismiyle de yazilar yaziyordu, kavga ve vaaz yazilari yaziyordu. 2. defa berline seyahat etti. 1844 'Philosophische Brocken oder ein Bröckchen Philosophie' adli eserini (Johannes Climaticus) adiyla und 'Der Begriff Angst' adli eserini de (Vigilius Haufniensis) adi ile yayinladi... 1847 ayrildigi nisanlisi regine'in bir memurla mutlu sürecek evliligi basladi. Kirkegaard'in ilk maddi problemleri basgösterdi ve baba evini satmak zorunda kaldi. 1848 erken ölümüne yol acacak sihhi problemleri basgösterdi Kilisede tartismalara girdi. 1855 2 ekimde kalp krizi gecirdi ve yol ortasina yigildi kaldi. Kaldirildigi hastanede,11 Kasimda iken 42 yasinda oldugu halde öldü. 18 Kasimda Assistens- Kirkegard mezarligina gömüldü. mezar tasinda su siir var imis:
şehbenderzade filibeli Ahmed Hilmi efendinin yazdigi tasavvufi kitab... Bir zamanlar tercümanin yayinladigi 1001 temel eser dizisinde yayinlanmisti türkcesi.. simdi ise internet sitelerinden anlasildigi kadariyle, Akcag, Timas, Kaknüs yayinevlerince yeni baskilari yapilmakta..
bestseller ve diger romanlar dalinda cok satilir ve itibar edilir romanlar yazma öncülügünü amerikayaa kaptiran avrupanin, cümle amerikalilara bedel olan alternatifi...
dünyada bir cok yerleri deniz seviyesinde bir bakis acisiyla gezmis, görmüs, gecirmis, okumus; olusan birikimiyle de ikinip sikinmadan, kendini zorlamadan kitablar yazmis bir irfan adami...
..... ve afrika yerlilerine mecburi kizilhac hizmetine gitmis ingiliz doktor havasinda, tüm hastaliklilarin arasinda forum möderatörlügü icra etmeye tenezzülen devam eden sagliklilar...
mehmet niyazinin zamandaki kösesinde bugün yazdigi yazinin konusu mustafa kutlu, buraya alintilayalim dedik:
Günümüzde yaşayan, gelecekte ise kendisinden söz ettirecek olan birkaç kalem erbabımızdan birisi kesinlikle Mustafa Kutlu’dur. Her şeyden önce Kutlu bu milletin, bu toprağın çocuğu olduğunun şuurundadır. İnsanın olduğu yerde mutlaka dert vardır; dertsiz sadece bazı delilerdir. Anlayabildiğim kadarıyla Kutlu’nun telakkisine göre dışardan reçeteler almamıza gerek yoktur. İnsanımıza sorumluluğunu duyurur, onu vicdanının sesini dinler hale getirir, sağlam bir ahlak sahibi yapar, bir de onu çağın idrakiyle buluşturursak, o insan bütün dertlerini çözebilir. Dertler bizden kaynaklandığından, merhemi de bizde mevcuttur. Yıllarca önce yayınladığı “Ya Tahammül, Ya Sefer”, “Yoksulluk İçimizde”, “Yokuşa Akan Sular” ve diğer kitaplarında insanımızı bu anlayışla ele alıyor. Kutlu, bu kitaplarında ne bir vaizdir, ne de toplum mühendisidir. Sadece bir sanatkar kaygısıyla bize sahip olduğumuz hazineleri duyuruyor.
“Bu Böyledir”, “Uzun Hikaye”, “Beyhude Ömrüm”, “Mavi Kuş” eserlerinden sonra yakın bir geçmişte “Tufandan Önce”yi yayınladı. “Uzun Hikaye” kitabını elime alıp, yaslanmış, bitirince kalkmıştım. Diğer bütün kitaplarını da severek, hayatın nabzını duyarak okudum. Eserlerindeki lezzet sadece hikaye tekniğini çok iyi bilmesinden gelmiyor; çünkü bu tekniği her kusursuz kullananda aynı lezzeti bulamıyoruz. Kutlu, ayrıca doğunun çizgilerini, sembollerini ustaca kullanıyor; bize hasretini duyduğumuz atmosferi teneffüs ettiriyor. O, insanı yalnızca bir biyolojik varlık sığlığında ele almıyor; ruh dünyasını, metafizik derinliğini ihmal etmiyor. Onun için kahramanları kuklaları andırmıyor; canlı, ruhlu insanlar olarak karşımıza çıkıyor.
“Tufandan Önce” kitabıyla demokrasinin hayatımıza getirdiği eğlenceli durumu keskin zekası, bugüne kadar pek göstermediği hiciv yeteneğiyle ele almış. Hayattan kopuk, geniş kitlelerin cahilliğini istismar ederek kara mizah yapmıyor. Politikacılarımızı, bürokratlarımızı, hatta halkımızı dikkat çekici bir şekilde önümüze seriyor. Kurulacak bir tesisin etrafında ne fırıldaklar dönüyor; onu herkes kendisine mal etmeye çalışıyor; millet ekmek, politikacılar ve bürokratlar hesap peşindeler. Anlatımı duru ve sade; ama kesinlikle basit, alelade değil; şiirle iç içe girerek kıvamını bulmuş. Bu eserinde edebiyat kaygısını aştığını da görüyoruz. Yer yer hikayeciliğin kuralına bilerek uymuyor; hikaye sanatına yenilik, çeşitlilik, zenginlik getiriyor. Sanatın bu dalına adeta damgasını basarken, idraki olana “Ben de varım” diyor.
muhalif dil uzmani
ama ona strateji uzmani muamelesi de cekiyorlar..
Kierkegaard.de'deki bibliyografyasindan anlayabildigim kadariyle:
1813
Söre Aabye Kirkegaard,5 mayis'ta yedi kardesin en kücügü olarak Kopenhag icinde Am Nytorf 2 numarali evde (bugün 29 numara imis) dünyaya geldi. Babasi Michael Pedersen Kierkegaard (1756-1838) , refah icinde yasayan bir yünlü mamüller tüccariydi. Annesi Anne Sörensdatter Lund (1768-1834) , babasinin ikinci karisiydi.
Sören dogdugunda babasi 57 annesi 45 yasindaydi. Haziran 1813'de Heilig-Geistkirche'de (Mukaddes ruh kilisesi) vaftiz edildi.
1830
yilinda Kopenhag üniversitesinde Teologi (daha sonra estetik ve filozofi) dalinda üniversiteye basladi.
Sonradan Soren arada bir üniversiteeye ugrayan tip üniversiteli görünüm arz etmeye basladi, sehrin tiyatro ve salonlarinda dolanan bohem hayati yasayan bir genc idi ve üniversitesi asagi yukari 22 sömestre boyunca devam etti.
1834
annesi vefat etti
1837
8 ve 12 mayis tarihleri arasinda 15 yasindaki regine olsen (1823-1904) adli kizla tanisti.
Unterprima der Bürgertugend-Schule adli okulda latince dersleri verdi.
1838
8 agustosta babasi öldü. Babasindan yüklü bir miras elde etti. Bu yildan itibaren üniversiteyi bitirebilmek icin tekrar üniversiteye asilmaya basladi.
Danimarkalilarin en meshurlarindan olan Masal sairi Hans Christian Andersen'in eserlerine karsi sedid bir polemige giristi.
1840
3 temmuzda üniversitedeki teologi egitimini tamamladi. Regine Olsen ile nisanlandi
1841
Regine Olsen ile nisanliligi devam ederken Holmens'deki kilisede deneme vaazlarina basladi.
11 agustosta sebeblerine dair spekülasyonalr yapilan bir kararla nisanlisina nisan yüzügünü geri gönderdi.
Nisan olayindaki skandaldan sonra kopenhag'i terk etti ve Berlin'e yerlesti. Filozof Schelling'e takildi bir süre.
1842
6 Martta Kopenhag'a geri döndü ve ilk yazi denemelerini Pseudonym Johannes Climaticus adi altinda yayinlamaya basladi.
1843
Hayatini publizist olarak sürdürmeye basladi.12 yil sürecek Pseudonym serisine devam etti. kendi ismiyle de yazilar yaziyordu, kavga ve vaaz yazilari yaziyordu.
2. defa berline seyahat etti.
1844
'Philosophische Brocken oder ein Bröckchen Philosophie' adli eserini (Johannes Climaticus) adiyla und 'Der Begriff Angst' adli eserini de (Vigilius Haufniensis) adi ile yayinladi...
1847
ayrildigi nisanlisi regine'in bir memurla mutlu sürecek evliligi basladi.
Kirkegaard'in ilk maddi problemleri basgösterdi ve baba evini satmak zorunda kaldi.
1848
erken ölümüne yol acacak sihhi problemleri basgösterdi
Kilisede tartismalara girdi.
1855
2 ekimde kalp krizi gecirdi ve yol ortasina yigildi kaldi. Kaldirildigi hastanede,11 Kasimda iken 42 yasinda oldugu halde öldü.
18 Kasimda Assistens- Kirkegard mezarligina gömüldü.
mezar tasinda su siir var imis:
'Det er en Liden Tid
Saa har jeg vundet
Saa er den ganske Strid
Med eet forsvundet...'
(Burasi danimarkali turistler icindi)
KIERKEGAARD
Søren
(5.5.1813 - 11.11.1855)
şehbenderzade filibeli Ahmed Hilmi efendinin yazdigi tasavvufi kitab...
Bir zamanlar tercümanin yayinladigi 1001 temel eser dizisinde yayinlanmisti türkcesi..
simdi ise internet sitelerinden anlasildigi kadariyle, Akcag, Timas, Kaknüs yayinevlerince yeni baskilari yapilmakta..
bestseller ve diger romanlar dalinda cok satilir ve itibar edilir romanlar yazma öncülügünü amerikayaa kaptiran avrupanin, cümle amerikalilara bedel olan alternatifi...
Zarar verici...
Özellikle kamu ahlakina, ailevi degerlere zarar verici yayinlar icin muzir yayin ibaresi kullanilir...
dünyada bir cok yerleri deniz seviyesinde bir bakis acisiyla gezmis, görmüs, gecirmis, okumus; olusan birikimiyle de ikinip sikinmadan, kendini zorlamadan kitablar yazmis bir irfan adami...
hitabet, politikada nükte...
..... ve afrika yerlilerine mecburi kizilhac hizmetine gitmis ingiliz doktor havasinda, tüm hastaliklilarin arasinda forum möderatörlügü icra etmeye tenezzülen devam eden sagliklilar...
mehmet niyazinin zamandaki kösesinde bugün yazdigi yazinin konusu mustafa kutlu,
buraya alintilayalim dedik:
Günümüzde yaşayan, gelecekte ise kendisinden söz ettirecek olan birkaç kalem erbabımızdan birisi kesinlikle Mustafa Kutlu’dur. Her şeyden önce Kutlu bu milletin, bu toprağın çocuğu olduğunun şuurundadır. İnsanın olduğu yerde mutlaka dert vardır; dertsiz sadece bazı delilerdir. Anlayabildiğim kadarıyla Kutlu’nun telakkisine göre dışardan reçeteler almamıza gerek yoktur. İnsanımıza sorumluluğunu duyurur, onu vicdanının sesini dinler hale getirir, sağlam bir ahlak sahibi yapar, bir de onu çağın idrakiyle buluşturursak, o insan bütün dertlerini çözebilir. Dertler bizden kaynaklandığından, merhemi de bizde mevcuttur. Yıllarca önce yayınladığı “Ya Tahammül, Ya Sefer”, “Yoksulluk İçimizde”, “Yokuşa Akan Sular” ve diğer kitaplarında insanımızı bu anlayışla ele alıyor. Kutlu, bu kitaplarında ne bir vaizdir, ne de toplum mühendisidir. Sadece bir sanatkar kaygısıyla bize sahip olduğumuz hazineleri duyuruyor.
“Bu Böyledir”, “Uzun Hikaye”, “Beyhude Ömrüm”, “Mavi Kuş” eserlerinden sonra yakın bir geçmişte “Tufandan Önce”yi yayınladı. “Uzun Hikaye” kitabını elime alıp, yaslanmış, bitirince kalkmıştım. Diğer bütün kitaplarını da severek, hayatın nabzını duyarak okudum. Eserlerindeki lezzet sadece hikaye tekniğini çok iyi bilmesinden gelmiyor; çünkü bu tekniği her kusursuz kullananda aynı lezzeti bulamıyoruz. Kutlu, ayrıca doğunun çizgilerini, sembollerini ustaca kullanıyor; bize hasretini duyduğumuz atmosferi teneffüs ettiriyor. O, insanı yalnızca bir biyolojik varlık sığlığında ele almıyor; ruh dünyasını, metafizik derinliğini ihmal etmiyor. Onun için kahramanları kuklaları andırmıyor; canlı, ruhlu insanlar olarak karşımıza çıkıyor.
“Tufandan Önce” kitabıyla demokrasinin hayatımıza getirdiği eğlenceli durumu keskin zekası, bugüne kadar pek göstermediği hiciv yeteneğiyle ele almış. Hayattan kopuk, geniş kitlelerin cahilliğini istismar ederek kara mizah yapmıyor. Politikacılarımızı, bürokratlarımızı, hatta halkımızı dikkat çekici bir şekilde önümüze seriyor. Kurulacak bir tesisin etrafında ne fırıldaklar dönüyor; onu herkes kendisine mal etmeye çalışıyor; millet ekmek, politikacılar ve bürokratlar hesap peşindeler. Anlatımı duru ve sade; ama kesinlikle basit, alelade değil; şiirle iç içe girerek kıvamını bulmuş. Bu eserinde edebiyat kaygısını aştığını da görüyoruz. Yer yer hikayeciliğin kuralına bilerek uymuyor; hikaye sanatına yenilik, çeşitlilik, zenginlik getiriyor. Sanatın bu dalına adeta damgasını basarken, idraki olana “Ben de varım” diyor.