beni koyup gitme ne olursun durduğun yerde dur kendini martılarla bir tutma senin kanatların yok düşersin yorulursun beni koyup gitme ne olursun
bir deniz kıyısında otur gemiler sensiz gitsin bırak herkes gibi yaşasana sen işine gücüne baksana ewlenirsin çocuğun olur beni koyup gitme ne olursun sonun kötüye varacak beni koyup gitme ne olursun
elimi tutuyorlar ayağımı yetişemiyorum ardından hewesim olsa param olmuyor param olsa hewesim yaptıklarını affettim beni koyup gitme ne olursun seninle gelmeyeceğim yine de beni koyup gitme ne olursun
içerik we konu açısından kendini aşmış olan bir film...
bir şekilde bir şeyler hayatımızın geri kalan kısmına etki ediyor, değiştiriyor yaşantımızı. bizler de bir şekilde birilerinin hayatını değiştiriyoruz...
kısır döngüyü we kaos teorisini düşünmek gerek...
aslında bu film hakkında yazacak çok şey war ama ah bir de, bende yazacak kafa olsa...
'sewdiğim we güzel bir film, siz de izleyin' diyeyim we geçeyim...
ah ah ben yazmayayım da bu terime kimler yazsın... empyrium u tanıdığım we benim en çok sewdiğim, hatta şu an dinlemekte olduğum, beni ağlatma yetisine sahip bir empyrium albümü... bu albüm benim için çok özeldir, önemlidir... bu benim kıymetlimdir ya...
albüm dokuz şarkıdan oluşur...
where at night the wood grouse plays... şarkı rüzgar esintileriyle başlar we sonrasında akustik gitar we sonrasında harkulade bir flüt sesi eşlik eder şarkıya... close your eyes and listen...
when through the starry night the mists of autumn glide the air is filled with tragedies of olden times
where with a dreadful tone a nightbird plays its song in forest dark at moors they come to life
sen ne güzel şarkısındır böyle ya...
dying brokenhearted... bu şarkı adamı ağlatır... akustik gitarın o insanın içini ezici sesi... arkadan gelen o fısıltılı ses... bu nasıl bir şarkıdır böyle ya... cry, cry and cry... bu şarkı adamın içini kıyar, ezer... adamın bünyesini yerle bir eder...
the shepherd and the maiden ghost... the shepherd çok güzel 'alone' der... the shepherd in konuşmasında ki o ses tonu beni büyüler hani... ya the maiden in sesine ne demeli... o kısık sesle konuşması... bu sese aşık olursunuz ya... we tabi ki yine o gitar sesi...
the sad song of the wind... güzel şarkı... we yine o gitarın sesi... sessiz sakin, hoş bir şarkı...
wehmut... we işte benim şarkım... ben bu şarkıda ağlarım ya... wehmut almanca da hüzün, melonkoli anlamına gelir. tam da bu şarkının adı hani... bu şarkı benim ömrümden ömür alır... bir flüt sesi bu kadar mı güzel olur ya... akustik gitardan sonra flüt sesi dewreye girdiği an ben zaten farklı bir boyutta yer alırım... close your eyes, listen and cry... yoktur bunun ifadesi, tanımı... özlemektir, sewmektir, ağlamaktır, isyan etmektir, karşı konulmaz bir yok olma isteğidir, gözyaşlarınızın gözlerinizden süzülüp yanağınızda yol alışıdır, buğulu bakışlardır, nemli gözlerdir, tırnaklarınızı etinize geçirmek gibidir, dipsiz bir kuyuda yol almak gibidir, boğulmaktır...
a pastoral theme... bu şarkının da çok farklı bir hawası war... elbette bu şarkı da oldukça güzel... we we we yine o gitarın yoğun sesi...
abendrot... albümdeki diğer şarkılara oranla öyle fazla da güzel olmayan bir empyrium şarkısı... güzel ama diğerleri kadar güzel değil...
many moons ago... tanıştırayım efendim, kendileri gitar we flüt sesiyle harmanlanmış, leziz bir empyrium şarkısı olur... dinlemek gerek işte... çok güzel ya...
when shadows grow longer... bu da güzel bir şarkı ama diğerleri kadar güzel değil... ama güzel...
we ben yine yeni bir geceyi empyrium ile karşılıyorum. tanıdık bir sahne...
saygısız...
beni koyup gitme ne olursun
durduğun yerde dur
kendini martılarla bir tutma
senin kanatların yok
düşersin yorulursun
beni koyup gitme ne olursun
bir deniz kıyısında otur
gemiler sensiz gitsin bırak
herkes gibi yaşasana sen
işine gücüne baksana
ewlenirsin çocuğun olur
beni koyup gitme ne olursun
sonun kötüye varacak
beni koyup gitme ne olursun
elimi tutuyorlar ayağımı
yetişemiyorum ardından
hewesim olsa param olmuyor
param olsa hewesim
yaptıklarını affettim
beni koyup gitme ne olursun
seninle gelmeyeceğim yine de
beni koyup gitme ne olursun
la isla bonita...
where a girl loves a boy, and a boy loves a girl...
içerik we konu açısından kendini aşmış olan bir film...
bir şekilde bir şeyler hayatımızın geri kalan kısmına etki ediyor, değiştiriyor yaşantımızı. bizler de bir şekilde birilerinin hayatını değiştiriyoruz...
kısır döngüyü we kaos teorisini düşünmek gerek...
aslında bu film hakkında yazacak çok şey war ama ah bir de, bende yazacak kafa olsa...
'sewdiğim we güzel bir film, siz de izleyin' diyeyim we geçeyim...
konuştuk we sen her şeyi bir anda unuttun...
loreena mckenNitt...
bu gece de...
seninleyim...
benimlensin...
beraberiz...
sen de anlamazsın...
ah ah ben yazmayayım da bu terime kimler yazsın... empyrium u tanıdığım we benim en çok sewdiğim, hatta şu an dinlemekte olduğum, beni ağlatma yetisine sahip bir empyrium albümü... bu albüm benim için çok özeldir, önemlidir... bu benim kıymetlimdir ya...
albüm dokuz şarkıdan oluşur...
where at night the wood grouse plays... şarkı rüzgar esintileriyle başlar we sonrasında akustik gitar we sonrasında harkulade bir flüt sesi eşlik eder şarkıya... close your eyes and listen...
when through the starry night
the mists of autumn glide
the air is filled with tragedies of olden times
where with a dreadful tone
a nightbird plays its song
in forest dark at moors they come to life
sen ne güzel şarkısındır böyle ya...
dying brokenhearted... bu şarkı adamı ağlatır... akustik gitarın o insanın içini ezici sesi... arkadan gelen o fısıltılı ses... bu nasıl bir şarkıdır böyle ya... cry, cry and cry... bu şarkı adamın içini kıyar, ezer... adamın bünyesini yerle bir eder...
the shepherd and the maiden ghost... the shepherd çok güzel 'alone' der... the shepherd in konuşmasında ki o ses tonu beni büyüler hani... ya the maiden in sesine ne demeli... o kısık sesle konuşması... bu sese aşık olursunuz ya... we tabi ki yine o gitar sesi...
the sad song of the wind... güzel şarkı... we yine o gitarın sesi... sessiz sakin, hoş bir şarkı...
wehmut... we işte benim şarkım... ben bu şarkıda ağlarım ya... wehmut almanca da hüzün, melonkoli anlamına gelir. tam da bu şarkının adı hani... bu şarkı benim ömrümden ömür alır... bir flüt sesi bu kadar mı güzel olur ya... akustik gitardan sonra flüt sesi dewreye girdiği an ben zaten farklı bir boyutta yer alırım... close your eyes, listen and cry... yoktur bunun ifadesi, tanımı... özlemektir, sewmektir, ağlamaktır, isyan etmektir, karşı konulmaz bir yok olma isteğidir, gözyaşlarınızın gözlerinizden süzülüp yanağınızda yol alışıdır, buğulu bakışlardır, nemli gözlerdir, tırnaklarınızı etinize geçirmek gibidir, dipsiz bir kuyuda yol almak gibidir, boğulmaktır...
a pastoral theme... bu şarkının da çok farklı bir hawası war... elbette bu şarkı da oldukça güzel... we we we yine o gitarın yoğun sesi...
abendrot... albümdeki diğer şarkılara oranla öyle fazla da güzel olmayan bir empyrium şarkısı... güzel ama diğerleri kadar güzel değil...
many moons ago... tanıştırayım efendim, kendileri gitar we flüt sesiyle harmanlanmış, leziz bir empyrium şarkısı olur... dinlemek gerek işte... çok güzel ya...
when shadows grow longer... bu da güzel bir şarkı ama diğerleri kadar güzel değil... ama güzel...
we ben yine yeni bir geceyi empyrium ile karşılıyorum. tanıdık bir sahne...
çok güzel yaparım...