Bosna Mucizesi Konuşmalar Ali İzzetbegoviç YÖNELİŞ YAYINLARI 'Asırlardır büyük sınırda, Batı ile Doğu dünyalarının kesişme noktasında yaşayan, her ikisine de aidiyet hisseden' bir toplumun ferdi olarak Aliya İzzetbegoviç, Bosna Mucizesi'nde, Bosna savaşının en hareketli ve Müslümanlar için son derece sıkıntılı günlerine ışık tutacak değerlendirmelerde bulunuyor. Aliya, Bosna Mucizesi'ni 'Her şeyden önce', insanların 'doğru bir şey için, özgürlükleri için ve her şeyden daha fazla kendi kurtuluşları için savaştıklarının bilincinde' olmalarına bağlamaktadır. Çünkü ona göre bu savaş, sıradan bir savaş değil. Müslümanlara yapılmak istenen sıradan bir işgal değildi. 'Bu, bir ülkeyi ve bir halkı bir daha asla var olmamak üzere ortadan kaldırma girişimiydi.' 'Bosna'yı ahlaki bir mesele olarak' ortaya koyan Aliya İzzetbegoviç, Müslümanların bu zor koşullar altında yine de Müslümanlıklarına yakışır onurlu bir mücadele vermeleri gerektiğinin altını ısrarla çizmektedir. Müslümanların yaşadıkları onca zulme ve katliama rağmen, düşmanlarının vahşetine ortak olmamalarından, benzer katliamlar yapmamalarından, her zaman için dürüstlüğü tercih etmelerinden, hiçbir kutsal ya da anıtsal eseri tahrip etmemelerinden onur duymaktadır. Bu yönüyle, konuşmalar, aynı zamanda dünya kamuoyunun zihnindeki genel geçer imajları da yerle bir etmektedir.
Doğamayan bir bebek nasıl annesini tekmeleyip durursa, Türk modernistlerinin solcusu da sağcısı da yıllardır annelerini tekmeleyip duruyorlar.
Her çocuk annesinin gölgesinden kurtulmak ister, her çocuk anne karnında geçirdiği günleri 'karanlık günler' olarak görür. Bebek anne karnındayken dikkati çeken, otobüslerde yer verilen hamile kadındır, çocuk değildir. Türkiye varolduğunu bütün dünyaya göstermek istiyor, annesiyle (İslâm'la) anılmak istemiyor,1923'ten beri bunun için çırpınıp duruyor. Kesintisiz devam eden ama özellikle son yıllarda yeniden şiddetlenen, hurafelere karşı verilen savaşı, İslam'ın tekliflerinin hurafe denilerek 'tekmelenmesini' ben hep bu çocuksu refleksle izah ediyorum.
Özellikle yeni bir refleks, nerede olursak olalım, ne konuşursak konuşalım sözümüzü kesmeye başladı: 'Bu Kur'an'da var mı? Kur'an'da geçiyor mu bu söylediğin? ' Şayet söylediklerinizi bir ayet ile destekleyemezseniz, söylediklerinize hemen hurafe deniliyor ve dudak bükülüyor. Yürütülen mantık çok basit: 'Söyledikleriniz Kur'an'da yoksa, hurafedir! ' deniliyor.
Aynı mantıkla düşünmeye devam ederseniz bakın ne gibi ilginç sonuçlarla karşılaşabiliyoruz:
-'Kur'an'da Yaşar Nuri var mı? Yok! '
-'Kur'an'da Galatasaray var mı? Yok! '
-'Kur'an'da flört var mı? Yok! '
-'Kur'an'da cep telefonu var mı? Yok! '
Martin Lings'in deyişiyle bunlar da modern hurafelerimiz. Nasıl Kur'an'da yer almadığı için türbe ziyaretlerine hurafe deniliyorsa, yukarıdakilere de hurafe dememiz gerekmiyor mu?
Bu örneklere hakim olan şaşı mantıktan da anlaşılabileceği gibi ister solcu ister sağcı olsun Türk modernistlerinin seviyesi düşüktür. Buna da pek şaşmamak lazım. Çünkü Türk modernleşmesinin kendisi bir 'düşük'tür. Bunun içindir ki yıllardır olağanüstü bir ilgiyle yoğun bakımda yaşatılmaya çalışılmaktadır. Ayakları üzerinde duramamakta, sürekli korunmaktadır.
Bütünü göremeyen kişi için o bütünün küçük bir parçası; önemsizdir, değersizdir, hurafedir. Küçük bir vidanın, contanın ya da çipin büyük bir makinenin parçası olduğunu bilmeyen onu değersiz (hurafe) görüp nasıl çöpe atmaya kalkarsa, Müslümanca dünyaya bakamayan ve göremeyen kişiler için de İslâm'ın teklifleri küçük ve işe yaramaz şeylerdir. Çöpe atılması gerekmektedir; tıpkı bir küçük vida gibi, bir küçük conta gibi, bir küçük çip gibi. Bilmeyenler için conta; değersiz küçük bir plastik parçasıdır. Kimileri için başörtüsünün küçük bir bez parçası olduğu gibi.
Hurafe denilince bu ülkede hemen akla türbeler gelir ya da doktora gitmeyip koca karı ilaçlarıyla şifa bulmaya çalışanlar. Hurafeler bunlarla mı sınırlıdır bu ülkede? Taşlaşmış bir saygı anlayışı; taş gibi katı ve soğuk olan, hissetmekten uzak gerçekleştirilen saygı törenleri niçin hurafe olarak adlandırılmaz? Çok mu insanidir bunlar? 'Romantik isyankar' Can Dündar'ın 'Sarı Zeybek' adlı kitabında Türk modernleşmesinin mimarının doktorların telkinlerini dinlemediğini, doktorlara 'bunak' deyip ciddiye almadığını (s.18) , ağrılarını kesmesi için doktorların verdiği ilaçları değil de yaşlı bir kadının gönderdiği 'ev ilacı'nı (gül sirkesi) kullandığını (s.76) yazmamış mıdır? 'Ev ilacı' denilen şey kocakarı ilacı değil midir? Başka bir şey midir?
Fikirlerin olmadığı yerde hurafeler savaşır. Bunun içindir ki diyeceğimiz fazla bir şey yok aslında: sizin hurafeniz size, bizim hurafemiz bize!
Sözü anneler ile açmıştık, yine anneler ile kapatalım isterseniz. Herman Hesse haklı bir üne sahip olan romanı 'Narziss ve Goldmund'da mealen şöyle söyler:
'Annesiz insan nasıl sevebilir? Nasıl ölebilir? Senin bir annen yok, ömrün boyunca yetim dolaşacaksın.'
NOT: Bu yazı İbrahim Paşalı'ya aittir. Kaynak: MİLLİ GAZETE
Kararsızlık, leke gibidir. İnsanın sevdiklerinden ve sevmediklerinden emin olmadan geçirdiği günler, kirli günlerdir. Neye dokunsa kirletir insan. Şüphe, çoğaldıkça çoğalır, ihtimaller bir bataklık gibi yavaş yavaş yutar insanı. Battığını çoğu kez farkedemez insan.
Yaşadığımız dünya kirli bir masa gibi, ve bu dünyayı temizlemeye çalışan muhalifler var her tarafta. Peki masayı silmeye çalışan, bunun için ter dökenlerin ellerindeki bezler temiz mi? Bir öyküsünde bunu anlatır Tolstoy. Masayı silmeye çalışan bir kadının, silmeye çalıştıkça pisliği nasıl çoğalttığını, masanın belli bir noktasındaki pisliği masanın her tarafına nasıl dağıttığını anlatır. Çünkü kadının elindeki bez kirlidir.
Hümanizm, yüzyıllardır devam eden büyük bir temizlik hareketinin adı. Hayattan Tanrının ve dinin izlerini silip onun yerine merkeze insanı koyan bir hareket bu. İnsancıl olmak, kimseyi yargılamamak, hoş görmek anlamlarında yanlış kullanılıyor genelin dilinde. Ölümden sonra büyük sorgu günü olduğundan emin olmayanlar, bu konuda kararsız olanlar daha çok kullanıyor hümanist kelimesini. İnananlarla inanmayanlara, bilenlerle bilmeyenlere eşit davranılmasını istiyorlar. 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ' şeklindeki Kutsal Kitabın uyarısını ciddiye almayanlar, zanlarını desteklemek için de en çok Yunus Emre ve Mevlana'yı kullanıyorlar. Yunus'un ve Mevlana'nın sözlerini (meyvelerini) ağacından koparıp, kendi çalılarına takıyorlar. Çalının meyve verdiğine inanmamızı bekliyorlar. Kentlerde doğup büyüyenler, hayatında hiç meyve ağacı görmemiş olanlar (Müslümanca düşünemeyenler) kolaylıkla aldanabilirler Mevlana'nın ve Yunus'un da hümanist olduğunu söyleyen yetenekli bu insanlara. Yetenekli olmak, haklı olmaya yetmiyor ne yazık ki.
Yetenekli ama Haksız olanlardan biri de A. Kadir (Abdulkadir Meriçboyu,1917-1985) . Kadir olanın kulu anlamına gelen Abdulkadir ismini, Kudret sahibi olan Allah'tan emin olmadığı için 'A.Kadir' olarak kullanmış olan bu şahıs 'Bugünün Diliyle Mevlana' adlı kitapta Mevlana'nın birçok şiirini Türkçeleştirmiş. İlk baskısı 1955'te yapılan ve bugüne kadar da birçok defa yeni baskısı yapılan bu kitap birçok ünlü solcu hümanist aydından da övgüler almış. Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin ve İlhan Selçuk'un övgüleri kitabın arka kapağında yer alıyor. 'Harikulade güzel, değil mi? Büyük Celaleddin Rumi ilk defa Türkçe konuştu. Hem de nasıl konuştu? ' diye soruyor kitabın arka kapağından Nazım Hikmet. Mevlana Türkçe neler söylüyor? Özellikle yabancı dil bilenler ve semantik ile ilgilenenler bilirler: Orijinal metin ile tercüme metin aynı değildir. Tercüme, bir metnin başka bir dile yorumlanarak aktarılmasıdır. A.Kadir ne kadar meyhane penceresinden bakarak, ahireti unutarak yorumlamışsa da Mevlana'nın şiirlerini, yine de yok edememiş oradaki Kutsal Kitap mürekkebini. Örneğin,75. sayfadaki 'Ey Balçık Dünya' adlı şiirde Mevlana şöyle diyor dünyadan bahsederken:
'İsa'nın yurdu değilsin sen yayıldığı yersin eşeklerin.'
Mesnevisinin birinci cildinde 'Vatan sevgisi imandandır' şeklindeki peygamber sözünü, 'Asıl vatan, ahirettir. Dünya gurbettir.' diyerek açıklayan Mevlana, yukarıdaki satırlarda bir kez daha dünyanın gurbet olduğunu, Hz. İsa aleyhisselamın da vatanı olmadığını söylemiyor mu? Ya ikinci mısraa ne demeli. Ahiretten emin olmayanlara, dünyayı gurbet, ahireti vatan bilmeyenlere 'eşek' demiyor mu burada? Eşek gibi dünyanın yükünü taşıdıklarını, eşekler gibi hayat boyunca sadece insanlara hizmet ettiklerini ve 'sevgili'yi (Allah'ı) unutup, aşkın farzlarını yerine getirmeyip yan gelip yattıklarını söylemiyor mu?
Mevlana'nın bütün yazdıkları özde hep bu hakikati söylemiyor mu zaten? Niçin görünmüyor bunlar? Birileri kirli elleriyle dokunarak bu sayfaları kirletti ve yazıları okunmaz hale mi getirdi?
Bütün peygamberler gibi onları kendine örnek alan Mevlana da bir devrimcidir. Put, abartılan her şeydir. Devrim ise, Nuri Pakdil'in o veciz ifadesiyle söylersek: 'yeryüzüne yalın bir bakış demektir.' Allah'ın mütevazı devrimcileri, bu abartılara aldanmayan, bunları ciddiye almayan ve bunları ayaklar altına alanlardır; bir geminin suyu altına alması gibi. Beyninde, dilinde, kalbinde, hayatında bunlara yer vermeyenlerdir. Hz. İbrahim, abartılan, hak etmediği şekilde ilgi gösterilen ve duyguların boş yere israf edilmesine neden olan her şeye karşı çıkan devrimcilerden biriydi. Baltası vardı. Mevlana'nın baltası neydi peki? -Sözleri.
'Geminin yüzmesi için su lazımdır, ama suyu geminin içine alırsan gemi batar' diyen Mevlana, bütün dünyevi zevkleri, bütün abartılan arzuları, yani somut soyut bütün putları hümanistler gibi hayatının içine değil de, ayaklar altına alan bir devrimci değil midir? Arzular, insanı Allah'a götüren yollardır. Varılacak olan sevgiliyi unutup, sadece yolu önemseyen ve yollarda özgürce avare dolaşan insanlar Mevlana'nın yol arkadaşı olabilir mi hiç? Hayatı devam ettiren arzulardır, ama bu arzuları hayatının merkezine alırsan, batarsın diyen Mevlana, hayatının merkezini 'sevgili'sine (Allah'a) ayırmamış mıdır? 'Sevgili'sinin (Allah'ın) eliyle gönderilen 'kadeh'lerden (peygamberlerden) sürekli 'şarap' içmeye (vahyi anlamaya) çalışmamış mıdır hayatı boyunca? Bunun dışındaki her türlü çabayı boş iş ve ahmaklık olarak adlandırmamış mıdır?
Zihni ve dili temiz olmayanların ne kadar iyi niyetle ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar; bütün eylemleri lekelidir, kirlidir. Bunun içindir ki, insanın önce emin olması (iman) istenir ondan. Sevdiğinizden de sevmediğinizden de emin olun; ve doğduğunuz günkü gibi temiz kalmak ve olmak için elinizden geleni yapın. Balçıktan temizlenmek için her gün 5 kez bezinizi yıkayın, Tanrı buyruğudur. İstenen budur.
NOT: Bu yazı İbrahim Paşalı'ya aittir. Kaynak: MİLLİ GAZETE
henüz üç yaşında bir kardeşim var,
Seni ondan bile kıskanıyorum.
Bu şarkıyı kazara dinledikten sonra hakkı Bulut'un Freudcu olduğunu düşünmüşümdür hep...
Zıkkımın karekökü
Bosna Mucizesi Konuşmalar
Ali İzzetbegoviç
YÖNELİŞ YAYINLARI
'Asırlardır büyük sınırda, Batı ile Doğu dünyalarının kesişme noktasında yaşayan, her ikisine de aidiyet hisseden' bir toplumun ferdi olarak Aliya İzzetbegoviç, Bosna Mucizesi'nde, Bosna savaşının en hareketli ve Müslümanlar için son derece sıkıntılı günlerine ışık tutacak değerlendirmelerde bulunuyor.
Aliya, Bosna Mucizesi'ni 'Her şeyden önce', insanların 'doğru bir şey için, özgürlükleri için ve her şeyden daha fazla kendi kurtuluşları için savaştıklarının bilincinde' olmalarına bağlamaktadır. Çünkü ona göre bu savaş, sıradan bir savaş değil. Müslümanlara yapılmak istenen sıradan bir işgal değildi. 'Bu, bir ülkeyi ve bir halkı bir daha asla var olmamak üzere ortadan kaldırma girişimiydi.'
'Bosna'yı ahlaki bir mesele olarak' ortaya koyan Aliya İzzetbegoviç, Müslümanların bu zor koşullar altında yine de Müslümanlıklarına yakışır onurlu bir mücadele vermeleri gerektiğinin altını ısrarla çizmektedir. Müslümanların yaşadıkları onca zulme ve katliama rağmen, düşmanlarının vahşetine ortak olmamalarından, benzer katliamlar yapmamalarından, her zaman için dürüstlüğü tercih etmelerinden, hiçbir kutsal ya da anıtsal eseri tahrip etmemelerinden onur duymaktadır. Bu yönüyle, konuşmalar, aynı zamanda dünya kamuoyunun zihnindeki genel geçer imajları da yerle bir etmektedir.
Not: Yazı, kitapyurdu.com 'dan alınmıştır.
Yaşar Nuri de bir hurafedir!
Doğamayan bir bebek nasıl annesini tekmeleyip durursa, Türk modernistlerinin solcusu da sağcısı da yıllardır annelerini tekmeleyip duruyorlar.
Her çocuk annesinin gölgesinden kurtulmak ister, her çocuk anne karnında geçirdiği günleri 'karanlık günler' olarak görür. Bebek anne karnındayken dikkati çeken, otobüslerde yer verilen hamile kadındır, çocuk değildir. Türkiye varolduğunu bütün dünyaya göstermek istiyor, annesiyle (İslâm'la) anılmak istemiyor,1923'ten beri bunun için çırpınıp duruyor. Kesintisiz devam eden ama özellikle son yıllarda yeniden şiddetlenen, hurafelere karşı verilen savaşı, İslam'ın tekliflerinin hurafe denilerek 'tekmelenmesini' ben hep bu çocuksu refleksle izah ediyorum.
Özellikle yeni bir refleks, nerede olursak olalım, ne konuşursak konuşalım sözümüzü kesmeye başladı: 'Bu Kur'an'da var mı? Kur'an'da geçiyor mu bu söylediğin? ' Şayet söylediklerinizi bir ayet ile destekleyemezseniz, söylediklerinize hemen hurafe deniliyor ve dudak bükülüyor. Yürütülen mantık çok basit: 'Söyledikleriniz Kur'an'da yoksa, hurafedir! ' deniliyor.
Aynı mantıkla düşünmeye devam ederseniz bakın ne gibi ilginç sonuçlarla karşılaşabiliyoruz:
-'Kur'an'da Yaşar Nuri var mı? Yok! '
-'Kur'an'da Galatasaray var mı? Yok! '
-'Kur'an'da flört var mı? Yok! '
-'Kur'an'da cep telefonu var mı? Yok! '
Martin Lings'in deyişiyle bunlar da modern hurafelerimiz. Nasıl Kur'an'da yer almadığı için türbe ziyaretlerine hurafe deniliyorsa, yukarıdakilere de hurafe dememiz gerekmiyor mu?
Bu örneklere hakim olan şaşı mantıktan da anlaşılabileceği gibi ister solcu ister sağcı olsun Türk modernistlerinin seviyesi düşüktür. Buna da pek şaşmamak lazım. Çünkü Türk modernleşmesinin kendisi bir 'düşük'tür. Bunun içindir ki yıllardır olağanüstü bir ilgiyle yoğun bakımda yaşatılmaya çalışılmaktadır. Ayakları üzerinde duramamakta, sürekli korunmaktadır.
Bütünü göremeyen kişi için o bütünün küçük bir parçası; önemsizdir, değersizdir, hurafedir. Küçük bir vidanın, contanın ya da çipin büyük bir makinenin parçası olduğunu bilmeyen onu değersiz (hurafe) görüp nasıl çöpe atmaya kalkarsa, Müslümanca dünyaya bakamayan ve göremeyen kişiler için de İslâm'ın teklifleri küçük ve işe yaramaz şeylerdir. Çöpe atılması gerekmektedir; tıpkı bir küçük vida gibi, bir küçük conta gibi, bir küçük çip gibi. Bilmeyenler için conta; değersiz küçük bir plastik parçasıdır. Kimileri için başörtüsünün küçük bir bez parçası olduğu gibi.
Hurafe denilince bu ülkede hemen akla türbeler gelir ya da doktora gitmeyip koca karı ilaçlarıyla şifa bulmaya çalışanlar. Hurafeler bunlarla mı sınırlıdır bu ülkede? Taşlaşmış bir saygı anlayışı; taş gibi katı ve soğuk olan, hissetmekten uzak gerçekleştirilen saygı törenleri niçin hurafe olarak adlandırılmaz? Çok mu insanidir bunlar? 'Romantik isyankar' Can Dündar'ın 'Sarı Zeybek' adlı kitabında Türk modernleşmesinin mimarının doktorların telkinlerini dinlemediğini, doktorlara 'bunak' deyip ciddiye almadığını (s.18) , ağrılarını kesmesi için doktorların verdiği ilaçları değil de yaşlı bir kadının gönderdiği 'ev ilacı'nı (gül sirkesi) kullandığını (s.76) yazmamış mıdır? 'Ev ilacı' denilen şey kocakarı ilacı değil midir? Başka bir şey midir?
Fikirlerin olmadığı yerde hurafeler savaşır. Bunun içindir ki diyeceğimiz fazla bir şey yok aslında: sizin hurafeniz size, bizim hurafemiz bize!
Sözü anneler ile açmıştık, yine anneler ile kapatalım isterseniz. Herman Hesse haklı bir üne sahip olan romanı 'Narziss ve Goldmund'da mealen şöyle söyler:
'Annesiz insan nasıl sevebilir? Nasıl ölebilir? Senin bir annen yok, ömrün boyunca yetim dolaşacaksın.'
NOT: Bu yazı İbrahim Paşalı'ya aittir. Kaynak: MİLLİ GAZETE
Devrimci Mevlana ve hümanist 'eşekler'
Kararsızlık, leke gibidir. İnsanın sevdiklerinden ve sevmediklerinden emin olmadan geçirdiği günler, kirli günlerdir. Neye dokunsa kirletir insan. Şüphe, çoğaldıkça çoğalır, ihtimaller bir bataklık gibi yavaş yavaş yutar insanı. Battığını çoğu kez farkedemez insan.
Yaşadığımız dünya kirli bir masa gibi, ve bu dünyayı temizlemeye çalışan muhalifler var her tarafta. Peki masayı silmeye çalışan, bunun için ter dökenlerin ellerindeki bezler temiz mi? Bir öyküsünde bunu anlatır Tolstoy. Masayı silmeye çalışan bir kadının, silmeye çalıştıkça pisliği nasıl çoğalttığını, masanın belli bir noktasındaki pisliği masanın her tarafına nasıl dağıttığını anlatır. Çünkü kadının elindeki bez kirlidir.
Hümanizm, yüzyıllardır devam eden büyük bir temizlik hareketinin adı. Hayattan Tanrının ve dinin izlerini silip onun yerine merkeze insanı koyan bir hareket bu. İnsancıl olmak, kimseyi yargılamamak, hoş görmek anlamlarında yanlış kullanılıyor genelin dilinde. Ölümden sonra büyük sorgu günü olduğundan emin olmayanlar, bu konuda kararsız olanlar daha çok kullanıyor hümanist kelimesini. İnananlarla inanmayanlara, bilenlerle bilmeyenlere eşit davranılmasını istiyorlar. 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ' şeklindeki Kutsal Kitabın uyarısını ciddiye almayanlar, zanlarını desteklemek için de en çok Yunus Emre ve Mevlana'yı kullanıyorlar. Yunus'un ve Mevlana'nın sözlerini (meyvelerini) ağacından koparıp, kendi çalılarına takıyorlar. Çalının meyve verdiğine inanmamızı bekliyorlar. Kentlerde doğup büyüyenler, hayatında hiç meyve ağacı görmemiş olanlar (Müslümanca düşünemeyenler) kolaylıkla aldanabilirler Mevlana'nın ve Yunus'un da hümanist olduğunu söyleyen yetenekli bu insanlara. Yetenekli olmak, haklı olmaya yetmiyor ne yazık ki.
Yetenekli ama Haksız olanlardan biri de A. Kadir (Abdulkadir Meriçboyu,1917-1985) . Kadir olanın kulu anlamına gelen Abdulkadir ismini, Kudret sahibi olan Allah'tan emin olmadığı için 'A.Kadir' olarak kullanmış olan bu şahıs 'Bugünün Diliyle Mevlana' adlı kitapta Mevlana'nın birçok şiirini Türkçeleştirmiş. İlk baskısı 1955'te yapılan ve bugüne kadar da birçok defa yeni baskısı yapılan bu kitap birçok ünlü solcu hümanist aydından da övgüler almış. Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin ve İlhan Selçuk'un övgüleri kitabın arka kapağında yer alıyor. 'Harikulade güzel, değil mi? Büyük Celaleddin Rumi ilk defa Türkçe konuştu. Hem de nasıl konuştu? ' diye soruyor kitabın arka kapağından Nazım Hikmet. Mevlana Türkçe neler söylüyor? Özellikle yabancı dil bilenler ve semantik ile ilgilenenler bilirler: Orijinal metin ile tercüme metin aynı değildir. Tercüme, bir metnin başka bir dile yorumlanarak aktarılmasıdır. A.Kadir ne kadar meyhane penceresinden bakarak, ahireti unutarak yorumlamışsa da Mevlana'nın şiirlerini, yine de yok edememiş oradaki Kutsal Kitap mürekkebini. Örneğin,75. sayfadaki 'Ey Balçık Dünya' adlı şiirde Mevlana şöyle diyor dünyadan bahsederken:
'İsa'nın yurdu değilsin sen
yayıldığı yersin eşeklerin.'
Mesnevisinin birinci cildinde 'Vatan sevgisi imandandır' şeklindeki peygamber sözünü, 'Asıl vatan, ahirettir. Dünya gurbettir.' diyerek açıklayan Mevlana, yukarıdaki satırlarda bir kez daha dünyanın gurbet olduğunu, Hz. İsa aleyhisselamın da vatanı olmadığını söylemiyor mu? Ya ikinci mısraa ne demeli. Ahiretten emin olmayanlara, dünyayı gurbet, ahireti vatan bilmeyenlere 'eşek' demiyor mu burada? Eşek gibi dünyanın yükünü taşıdıklarını, eşekler gibi hayat boyunca sadece insanlara hizmet ettiklerini ve 'sevgili'yi (Allah'ı) unutup, aşkın farzlarını yerine getirmeyip yan gelip yattıklarını söylemiyor mu?
Mevlana'nın bütün yazdıkları özde hep bu hakikati söylemiyor mu zaten? Niçin görünmüyor bunlar? Birileri kirli elleriyle dokunarak bu sayfaları kirletti ve yazıları okunmaz hale mi getirdi?
Bütün peygamberler gibi onları kendine örnek alan Mevlana da bir devrimcidir. Put, abartılan her şeydir. Devrim ise, Nuri Pakdil'in o veciz ifadesiyle söylersek: 'yeryüzüne yalın bir bakış demektir.' Allah'ın mütevazı devrimcileri, bu abartılara aldanmayan, bunları ciddiye almayan ve bunları ayaklar altına alanlardır; bir geminin suyu altına alması gibi. Beyninde, dilinde, kalbinde, hayatında bunlara yer vermeyenlerdir. Hz. İbrahim, abartılan, hak etmediği şekilde ilgi gösterilen ve duyguların boş yere israf edilmesine neden olan her şeye karşı çıkan devrimcilerden biriydi. Baltası vardı. Mevlana'nın baltası neydi peki? -Sözleri.
'Geminin yüzmesi için su lazımdır, ama suyu geminin içine alırsan gemi batar' diyen Mevlana, bütün dünyevi zevkleri, bütün abartılan arzuları, yani somut soyut bütün putları hümanistler gibi hayatının içine değil de, ayaklar altına alan bir devrimci değil midir? Arzular, insanı Allah'a götüren yollardır. Varılacak olan sevgiliyi unutup, sadece yolu önemseyen ve yollarda özgürce avare dolaşan insanlar Mevlana'nın yol arkadaşı olabilir mi hiç? Hayatı devam ettiren arzulardır, ama bu arzuları hayatının merkezine alırsan, batarsın diyen Mevlana, hayatının merkezini 'sevgili'sine (Allah'a) ayırmamış mıdır? 'Sevgili'sinin (Allah'ın) eliyle gönderilen 'kadeh'lerden (peygamberlerden) sürekli 'şarap' içmeye (vahyi anlamaya) çalışmamış mıdır hayatı boyunca? Bunun dışındaki her türlü çabayı boş iş ve ahmaklık olarak adlandırmamış mıdır?
Zihni ve dili temiz olmayanların ne kadar iyi niyetle ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar; bütün eylemleri lekelidir, kirlidir. Bunun içindir ki, insanın önce emin olması (iman) istenir ondan. Sevdiğinizden de sevmediğinizden de emin olun; ve doğduğunuz günkü gibi temiz kalmak ve olmak için elinizden geleni yapın. Balçıktan temizlenmek için her gün 5 kez bezinizi yıkayın, Tanrı buyruğudur. İstenen budur.
NOT: Bu yazı İbrahim Paşalı'ya aittir. Kaynak: MİLLİ GAZETE
İslam Felsefesi...
Kahramanlık...
İnsanlık...