Yaşadığımız dünyanın acı gerçekliği şairleri çocuklar üzerinden daha mutlu bir gelecek kurma düşüne yönlendirmiştir. Açlık, yoksulluk, savaş, ölüm v.b. kapitalist sistemin doğal bir sonucu olan ve tamamıyle sınıfsal bir öze dayanan gerçekleri, her şair kendi sınıfsal/ ideolojik yapısı temelinde hissetmiş ve yansıtmıştır. Bu yansıtış, her ne kadar biçim sorunu ile estetik örgü arasındaki bağın özgünlüğüyle şiir mertebesine erişebilir olsa da, esas olarak şairin sınıfsal/ideolojik yapısının sözcüklerle yeniden kurulmasından başka bir şey değildir. Şöyle de diyebiliriz, şiir; ideolojinin estetize edilmiş biçimidir. Her şiir bir ideolojinin yansımasıdır. İsterse içinde toplumsal hiç bir soruna yer vermesin, bugünden geleceğe bir köprü kurmasın. Örneğin -şiir olabilmenin tüm özelliklerini yerine getirdiğini düşünerek- sadece aşk ve aşkı üzerine duygularını kağıda dökenlerin ideolojisinin olmadığını ileri sürebilir miyiz? Buradaki ideoloji, şairin aşk ve aşkı dışında dünyanın/toplumun geleceğine gözlerini sımsıkı kapadığı bireysellikten başka bir şey değildir. Bireysellik ise belirli bir dünya görüşünün temel özelliklerinden birisidir. (1) II. Şairlerin çocuklar üzerinden daha mutlu bir gelecek kurguladığını belirttik. Daha mutlu bir gelecek kurgusu, bugünün sorunlu olmasının sonucudur. Dolayısıyla şair kendi ideolojisinin amaçladığı toplum yapısını, çocukların devralacağı bir dünya içersinde somutlamaya çalışmakta, ideolojisinin gelecekte hakim olacağını varsaymaktadır. Ne ki bu, aynı zamanda, giden ile gelen arasındaki çelişkinin de dışa vurumudur. Her ne kadar dünyayı yaşlılar yönetiyor olsa da, şiir cumhuriyetinin iktidarı, 'gelecek olan' üzerine kuruludur.
'annelerin ninnilerinden spikerin okuduğu habere kadar yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı anlamak sevgilim; o bir müthiş bahtiyarlık anlamak gitmekte ve gelmekte olanı'
Ninnileri ve haberleri üretenlerin yönetenler olduğu gerçeğinden hareket eden Nazım, üretilmiş yalanın bilim ve pratik ile alt edilebileceğini belirtmektedir. Giden ve gelen arasındaki çelişki salt ölüm ile yaşam arasında değildir. Eskinin içinden doğan yeni, üretim ilişkilerinin gelişimine koşut olarak, eskinin üretim ilişkileri önünde engel teşkil eden özelliklerini ortadan kaldırır. Üretim ilişkileri geliştikçe düşünüş ve yaşayış biçimleri de yavaş yavaş gelişip var olanı değişime zorlar. Değişimin kendini dayatması kaçınılmazdır. Sorun bu değişime adapte olmak veya karşı çıkmaktan öte, değişimin aktif savunucusu, öncü gücü olabilmektir. Bu ise tarihi ve toplumların yapısını yorumlamak ile ilgili bir olgudur. Nazım şöyle belirtir bu durumu: 'Ben ölen babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim, ve adsız bir kavganın neferiyim' Anlaşılacağı gibi bu satırlarda 'ölen baba' var olan sistemi, 'doğacak çocuk' geleceğin toplumunu simgeliyor. Geçmişten geleceğe uzanan köprünün ortasında bugünü simgeleyen şair, tavrını gelecekten yana koyarken edilgin bir bekleyiş içersinde değil, inandığı gelecek için mücadele eden okyanustaki damlalardan biri. Nazım'ın şiirlerinde 'çocuk' maddenin katışıksız hali gibidir. 'Düşmanlar ki kanıma susamış, düşmanlarım ki kanlarına susamışım' dizelerinde olduğu gibi sınıfsal ayrımını net bir şeklinde ifade eden şair, çocuklara ise ait oldukları sınıfsal konum üzerinden bakmaz.
'Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler'
Bugünün yönetenlerinin de zamanında çocuk olduğunu düşündüğümüzde, dünyayı devr alan çocukların şairin ümit ettiği 'ölümsüz ağaçlar'ı dikmediğini anlayabiliriz. Çocuklara bakıştaki bu hümanizmin, doğum yeri ve ailesini seçme şansı olmayan çocukların doğuştan temiz olduğu inancıyla açıklanabilir.(2) Kaldı ki Nazım geleceğin toplumunu çizerken, iktidarı net biçimde işçi sınıfına teslim ederek dünyayı devr alacak çocukların hangi sınıfa bağlı olduğunu da dolaylı olarak belirtmektedir. Hatta bunun için dövüşülmesi gerektiğini ve gerektiğinde ölünebileceğine de kabul etmektedir.
'Yavrum, Kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum Oğlan olursa, boyu posu bana Kız olursa ela ela baksın Oğlan olursa maviş maviş Yavrum, Kız olsun oğlan olsun, Kaç yaşında olursa olsun, Yavrum düşmesin istiyorum hapislere Güzelden, haklıdan, barıştan yana diye. Fakat malum Kızım yahut oğlum Gecikirse suların ışıması Dövüşeceksin Ve hatta... Yani haylice müşkül bir zanaatmış bizde bugün babalık zanaatı da'
Güzel günlerin işçi sınıfı ve çocuklar eliyle geleceği inancı Nazım şiirlerinin karakteristik özellikleri arasındadır. Kimilerine göre bir çelişki olan ve İşçi sınıfı demokrasisi (diktatörlüğü) ile hümanizm arasında gel-git şeklinde eleştirilen bu düşünüş yapısını, sosyalist ögretinin iki aşaması üzerinden ele almak gerekir. Nazım'ın işçi sınıfının politik iktidarını öven şiirlerini devletin sönümlenmediği bir zaman diliminden okumak gerekir. Evrensel bir değer olarak ele alınan çocuklar ile ilgili şiirler ise, devletin sönümlendiği sınıfsız bir dünya düzenine olan özlemi dile getirmektedir ve bu nedenle hümanisttir.
'.... Benim oğlan dünyaya geldiği zaman Çocuklar doğdu Kore'de Sarı ay çiçeğine benziyorlardı Mak Artır kesti onları, Gittiler ana sütüne bile doyamadan. Benim oğlan dünyaya geldiği zaman Çocuklar doğdu Yunan zındanlarında Babaları kurşuna dizilmiş. Bu dünyada görülecek ilk şey diye Demir parmaklığı gördülr. Benim oğlan dünyaya geldiği zaman Çocuklar doğdu Anadolu'da, Mavi gözlü,kara gözlü, ela gözlü bebeklerdi. Bitlendiler doğar doğmaz, Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden. Benim oğlan benim yaşıma bastığı zaman, Ben bu dünyada olmayacağım, Ama harikulade bir beşik olacak dünya Siyah, Beyaz, Sarı, Bütün çocukları sallayan Mavi atlas döşekli bir beşik.'
Nazım gelecek güzel dünyanın şiirlerini yazarken, yaşadığı çağa gözünü kapayan salt hayalci bir şair değildir. Yaşadığımız dünyanın çirkinlikleri her zaman gerçekçi bir şekilde yer alır Nazım'ın şiirlerinde. Elbette bu çirkinlikler kaderci bir anlayışa indirgenmez. Sorunun kendisi insandır ve çözüm de insan tarafından gerçekleştirilecektir.
Dünyayı yöneten yaşlıların çocuklara sunduğu savaş ve açlıktan başka bir şey değildir. Bu nedenle Nazım'ın çoğu şiirinde Hiroşima'lı bir kız çocuğu ağlar.
'Bugüne kadar dolaşıyor dünyayı Övünüyor gibi mi geliyor ne Değil Dolaşan o küçücük Japon kızcağızı da İnsanları atom harbine karşı savaşa çağırıyorsa Çağırabiliyorsa Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartıyorsa O bu kuvvetini Hiroşima'da bir kağıt parçası gibi Yanıp kül olmak pahasına kazandı' (Güneşin Sofrasında Söylenen Türküler, Sanat Emeği y. S.12)
Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının yok ettiği insanlığı 'Bulutlar Adam Öldürmesin' şiiriyle anlatır.
'.... Koşuyor altı yaşında bir oğlan Uçurtması geçiyor ağaçlardan Siz de böyle koşuştunuz bir zaman Çocuklara kıymayın efendiler Bulutlar adam öldürmesin'
'Kız Çocuğu' şiirinde ise Hiroşima'lı kız çocuğunun ağzından yaşanılanları anlatmakta ve insanlığı, savaşa karşı mücadeleye çağırmaktadır.
'Çalıyorum kapınızı Teyze amca bir imza ver Çocuklar öldürülmesin Şeker de yiyebilsinler.'
'Japon Balıkçısı'nda ise atom bombasının insan üzerindeki etkilerini anlattıktan sonra bu vahşete sessiz kalanlara 'insanlar ey nerdesiniz / nerdesiniz' mısrasıyla göndermede bulunur. Uzun soluklu, zorlu mücadele yıllarının getirdiği bütün baskı, zuküm ve özveriyi göze alan Nazım aynı zamanda bir baba olarak da oğlunun özlemini çekmektedir.
'karşı yalı memleket sesleniyorum Varna'dan işitiyormusun memet memet... karadeniz akıyor durmadan durmadan deli hasret deli hasret oğlum, sana sesleniyorum işitiyormusun memet memet...'
Nazım vatan haini olarak ilan edildiği memleketinden uzakta, memleketinin onurlu günleri için mücadele ederken, oğlu Memed fotoğraflarda büyümektedir.
'İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın, gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun, iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.' (Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor)
Oğluna olan hasretini ve onunla zorunlu nedenle ilişki kuramayışını çeşitli şiirlerinde anlatır.
'Eski takvim hesabıyle bu sabah başadı bahar. Geri geldi Memed'ime yolladığım oyuncaklar. Kurulmamış zembereği küskün duruyor kamyonet, yüzdüremedi leğende beyaz kotrasını Memet.' (Karlı Kayın Ormanı)
Çantamda cennet... Bir zarfın üzeri: 'Memet, Nâzım Hikmet'in oğlu, Türkiye' diye yazılı. Moskova'da mektupları birer birer kendim dağıtırım adreslerine. Yalnız Memedin mektubunu götüremem yerine. hattâ yollıyamam. Nâzım'ın oğlu, haramiler kesmiş yolu, mektubunu vermezler. (Postacı)
Onurlu bir kavgası, safında olmakla övündüğü Partisi ve kitaplarından başka mal varlığı olmayan Nazım Hikmet, fotoğraflarda büyüyen oğlunu Türkiye Komünist Partisi'ne emanet eder. Bir anlamda, oğlunun da kendi partisiyle birlikte mücadele içersinde olmasını istemiş, ümit etmiştir diyebiliriz. Ne ki Adam yayınlarının sahibi oğlu Memed Fuat, babasının vasiyetindeki mısraya ('oğlum, seni..... emanet ediyorum') bile sansür uygulamış ve kitaplarının telif hakkını sermayeye satmıştır.
F.İlter ***** (1) Ancak her aşk şiirini bireysellik olarak görmemek lazım. Aşk da insansal bir duygu ve gereksinimdir. Verili koşullar altında, belirli bir yer ve zamanda yaşanır. Bu gerçekliği bütünüyle ele almak ve toplumun kaderinin (kurtuluş veya esaret) kendi yaşam biçimini de (dolayısıyla aşkı da) doğrudan kapsadığının bilincinde olmak, kısacası dizginleri aşka vermemek...bireycilikten sıyrılmış şiiri gösterir bize. (2) Şair Ralph Cheyney 'Haykır Bebek' adlı şiirinde sınıf temeli koymaktadır. '..... Daha hızlı bağır bebek Uzun uzun memeyi em ve büyü Yalnız bir şeyi bil Sen bir amelesin! ..... Ve elleri yumuşak olanlara Hiç bir zaman Sonuna kadar itimat etmemelisin.' (Benerci Kendini Niçin Öldürdü,Adam y. S.144)
ROJ TV demokratik bir ülkede kanalın yayının tatışılması gereksiz... tarıştığımız nokta kanalın varlığıysa bu faşizanlık olur.her insan kendi dilinden duymak ister haberi de flimi de...
Yaşadığımız dünyanın acı gerçekliği şairleri çocuklar üzerinden daha mutlu bir gelecek kurma düşüne yönlendirmiştir. Açlık, yoksulluk, savaş, ölüm v.b. kapitalist sistemin doğal bir sonucu olan ve tamamıyle sınıfsal bir öze dayanan gerçekleri, her şair kendi sınıfsal/ ideolojik yapısı temelinde hissetmiş ve yansıtmıştır. Bu yansıtış, her ne kadar biçim sorunu ile estetik örgü arasındaki bağın özgünlüğüyle şiir mertebesine erişebilir olsa da, esas olarak şairin sınıfsal/ideolojik yapısının sözcüklerle yeniden kurulmasından başka bir şey değildir. Şöyle de diyebiliriz, şiir; ideolojinin estetize edilmiş biçimidir. Her şiir bir ideolojinin yansımasıdır. İsterse içinde toplumsal hiç bir soruna yer vermesin, bugünden geleceğe bir köprü kurmasın. Örneğin -şiir olabilmenin tüm özelliklerini yerine getirdiğini düşünerek- sadece aşk ve aşkı üzerine duygularını kağıda dökenlerin ideolojisinin olmadığını ileri sürebilir miyiz? Buradaki ideoloji, şairin aşk ve aşkı dışında dünyanın/toplumun geleceğine gözlerini sımsıkı kapadığı bireysellikten başka bir şey değildir. Bireysellik ise belirli bir dünya görüşünün temel özelliklerinden birisidir. (1)
II.
Şairlerin çocuklar üzerinden daha mutlu bir gelecek kurguladığını belirttik. Daha mutlu bir gelecek kurgusu, bugünün sorunlu olmasının sonucudur. Dolayısıyla şair kendi ideolojisinin amaçladığı toplum yapısını, çocukların devralacağı bir dünya içersinde somutlamaya çalışmakta, ideolojisinin gelecekte hakim olacağını varsaymaktadır. Ne ki bu, aynı zamanda, giden ile gelen arasındaki çelişkinin de dışa vurumudur. Her ne kadar dünyayı yaşlılar yönetiyor olsa da, şiir cumhuriyetinin iktidarı, 'gelecek olan' üzerine kuruludur.
'annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar
yürekte, kitapta ve sokakta
yenebilmek yalanı
anlamak sevgilim; o bir müthiş bahtiyarlık
anlamak gitmekte ve gelmekte olanı'
Ninnileri ve haberleri üretenlerin yönetenler olduğu gerçeğinden hareket eden Nazım, üretilmiş yalanın bilim ve pratik ile alt edilebileceğini belirtmektedir. Giden ve gelen arasındaki çelişki salt ölüm ile yaşam arasında değildir. Eskinin içinden doğan yeni, üretim ilişkilerinin gelişimine koşut olarak, eskinin üretim ilişkileri önünde engel teşkil eden özelliklerini ortadan kaldırır. Üretim ilişkileri geliştikçe düşünüş ve yaşayış biçimleri de yavaş yavaş gelişip var olanı değişime zorlar. Değişimin kendini dayatması kaçınılmazdır. Sorun bu değişime adapte olmak veya karşı çıkmaktan öte, değişimin aktif savunucusu, öncü gücü olabilmektir. Bu ise tarihi ve toplumların yapısını yorumlamak ile ilgili bir olgudur. Nazım şöyle belirtir bu durumu: 'Ben ölen babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim, ve adsız bir kavganın neferiyim' Anlaşılacağı gibi bu satırlarda 'ölen baba' var olan sistemi, 'doğacak çocuk' geleceğin toplumunu simgeliyor. Geçmişten geleceğe uzanan köprünün ortasında bugünü simgeleyen şair, tavrını gelecekten yana koyarken edilgin bir bekleyiş içersinde değil, inandığı gelecek için mücadele eden okyanustaki damlalardan biri.
Nazım'ın şiirlerinde 'çocuk' maddenin katışıksız hali gibidir. 'Düşmanlar ki kanıma susamış, düşmanlarım ki kanlarına susamışım' dizelerinde olduğu gibi sınıfsal ayrımını net bir şeklinde ifade eden şair, çocuklara ise ait oldukları sınıfsal konum üzerinden bakmaz.
'Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler'
Bugünün yönetenlerinin de zamanında çocuk olduğunu düşündüğümüzde, dünyayı devr alan çocukların şairin ümit ettiği 'ölümsüz ağaçlar'ı dikmediğini anlayabiliriz. Çocuklara bakıştaki bu hümanizmin, doğum yeri ve ailesini seçme şansı olmayan çocukların doğuştan temiz olduğu inancıyla açıklanabilir.(2) Kaldı ki Nazım geleceğin toplumunu çizerken, iktidarı net biçimde işçi sınıfına teslim ederek dünyayı devr alacak çocukların hangi sınıfa bağlı olduğunu da dolaylı olarak belirtmektedir. Hatta bunun için dövüşülmesi gerektiğini ve gerektiğinde ölünebileceğine de kabul etmektedir.
'Yavrum,
Kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum
Oğlan olursa, boyu posu bana
Kız olursa ela ela baksın
Oğlan olursa maviş maviş
Yavrum,
Kız olsun oğlan olsun,
Kaç yaşında olursa olsun,
Yavrum düşmesin istiyorum hapislere
Güzelden, haklıdan, barıştan yana diye.
Fakat malum
Kızım yahut oğlum
Gecikirse suların ışıması
Dövüşeceksin
Ve hatta...
Yani haylice müşkül bir zanaatmış bizde bugün babalık zanaatı da'
Güzel günlerin işçi sınıfı ve çocuklar eliyle geleceği inancı Nazım şiirlerinin karakteristik özellikleri arasındadır. Kimilerine göre bir çelişki olan ve İşçi sınıfı demokrasisi (diktatörlüğü) ile hümanizm arasında gel-git şeklinde eleştirilen bu düşünüş yapısını, sosyalist ögretinin iki aşaması üzerinden ele almak gerekir. Nazım'ın işçi sınıfının politik iktidarını öven şiirlerini devletin sönümlenmediği bir zaman diliminden okumak gerekir. Evrensel bir değer olarak ele alınan çocuklar ile ilgili şiirler ise, devletin sönümlendiği sınıfsız bir dünya düzenine olan özlemi dile getirmektedir ve bu nedenle hümanisttir.
'....
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Kore'de
Sarı ay çiçeğine benziyorlardı
Mak Artır kesti onları,
Gittiler ana sütüne bile doyamadan.
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Yunan zındanlarında
Babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada görülecek ilk şey diye
Demir parmaklığı gördülr.
Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
Çocuklar doğdu Anadolu'da,
Mavi gözlü,kara gözlü, ela gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz,
Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan benim yaşıma bastığı zaman,
Ben bu dünyada olmayacağım,
Ama harikulade bir beşik olacak dünya
Siyah,
Beyaz,
Sarı,
Bütün çocukları sallayan
Mavi atlas döşekli bir beşik.'
Nazım gelecek güzel dünyanın şiirlerini yazarken, yaşadığı çağa gözünü kapayan salt hayalci bir şair değildir. Yaşadığımız dünyanın çirkinlikleri her zaman gerçekçi bir şekilde yer alır Nazım'ın şiirlerinde. Elbette bu çirkinlikler kaderci bir anlayışa indirgenmez. Sorunun kendisi insandır ve çözüm de insan tarafından gerçekleştirilecektir.
Dünyayı yöneten yaşlıların çocuklara sunduğu savaş ve açlıktan başka bir şey değildir. Bu nedenle Nazım'ın çoğu şiirinde Hiroşima'lı bir kız çocuğu ağlar.
'Bugüne kadar dolaşıyor dünyayı
Övünüyor gibi mi geliyor ne
Değil
Dolaşan o küçücük Japon kızcağızı da
İnsanları atom harbine karşı savaşa çağırıyorsa
Çağırabiliyorsa
Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartıyorsa
O bu kuvvetini
Hiroşima'da bir kağıt parçası gibi
Yanıp kül olmak pahasına kazandı'
(Güneşin Sofrasında Söylenen Türküler, Sanat Emeği y. S.12)
Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının yok ettiği insanlığı 'Bulutlar Adam Öldürmesin' şiiriyle anlatır.
'....
Koşuyor altı yaşında bir oğlan
Uçurtması geçiyor ağaçlardan
Siz de böyle koşuştunuz bir zaman
Çocuklara kıymayın efendiler
Bulutlar adam öldürmesin'
'Kız Çocuğu' şiirinde ise Hiroşima'lı kız çocuğunun ağzından yaşanılanları anlatmakta ve insanlığı, savaşa karşı mücadeleye çağırmaktadır.
'Çalıyorum kapınızı
Teyze amca bir imza ver
Çocuklar öldürülmesin
Şeker de yiyebilsinler.'
'Japon Balıkçısı'nda ise atom bombasının insan üzerindeki etkilerini anlattıktan sonra bu vahşete sessiz kalanlara 'insanlar ey nerdesiniz / nerdesiniz' mısrasıyla göndermede bulunur.
Uzun soluklu, zorlu mücadele yıllarının getirdiği bütün baskı, zuküm ve özveriyi göze alan Nazım aynı zamanda bir baba olarak da oğlunun özlemini çekmektedir.
'karşı yalı memleket
sesleniyorum Varna'dan
işitiyormusun memet
memet...
karadeniz akıyor durmadan
durmadan
deli hasret
deli hasret
oğlum, sana sesleniyorum
işitiyormusun memet
memet...'
Nazım vatan haini olarak ilan edildiği memleketinden uzakta, memleketinin onurlu günleri için mücadele ederken, oğlu Memed fotoğraflarda büyümektedir.
'İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.'
(Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor)
Oğluna olan hasretini ve onunla zorunlu nedenle ilişki kuramayışını çeşitli şiirlerinde anlatır.
'Eski takvim hesabıyle
bu sabah başadı bahar.
Geri geldi Memed'ime
yolladığım oyuncaklar.
Kurulmamış zembereği
küskün duruyor kamyonet,
yüzdüremedi leğende
beyaz kotrasını Memet.' (Karlı Kayın Ormanı)
Çantamda cennet...
Bir zarfın üzeri:
'Memet,
Nâzım Hikmet'in oğlu,
Türkiye'
diye yazılı.
Moskova'da mektupları birer birer
kendim dağıtırım adreslerine.
Yalnız Memedin mektubunu götüremem yerine.
hattâ yollıyamam.
Nâzım'ın oğlu,
haramiler kesmiş yolu,
mektubunu vermezler. (Postacı)
Onurlu bir kavgası, safında olmakla övündüğü Partisi ve kitaplarından başka mal varlığı olmayan Nazım Hikmet, fotoğraflarda büyüyen oğlunu Türkiye Komünist Partisi'ne emanet eder. Bir anlamda, oğlunun da kendi partisiyle birlikte mücadele içersinde olmasını istemiş, ümit etmiştir diyebiliriz. Ne ki Adam yayınlarının sahibi oğlu Memed Fuat, babasının vasiyetindeki mısraya ('oğlum, seni..... emanet ediyorum') bile sansür uygulamış ve kitaplarının telif hakkını sermayeye satmıştır.
F.İlter
*****
(1) Ancak her aşk şiirini bireysellik olarak görmemek lazım. Aşk da insansal bir duygu ve gereksinimdir. Verili koşullar altında, belirli bir yer ve zamanda yaşanır. Bu gerçekliği bütünüyle ele almak ve toplumun kaderinin (kurtuluş veya esaret) kendi yaşam biçimini de (dolayısıyla aşkı da) doğrudan kapsadığının bilincinde olmak, kısacası dizginleri aşka vermemek...bireycilikten sıyrılmış şiiri gösterir bize.
(2) Şair Ralph Cheyney 'Haykır Bebek' adlı şiirinde sınıf temeli koymaktadır.
'.....
Daha hızlı bağır bebek
Uzun uzun memeyi em ve büyü
Yalnız bir şeyi bil
Sen bir amelesin!
.....
Ve elleri yumuşak olanlara
Hiç bir zaman
Sonuna kadar itimat etmemelisin.' (Benerci Kendini Niçin Öldürdü,Adam y. S.144)
yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın birşeyi....
ataol behramoğlu
işte geldik gidiyoruz hoşçakal kardeşim DENİZ...
başına bir hal gelirse canım dağlara gel dağlara...
seni saklar vermez ele canım
dağlara gel dağlara..
ROJ TV demokratik bir ülkede kanalın yayının tatışılması gereksiz...
tarıştığımız nokta kanalın varlığıysa bu faşizanlık olur.her insan kendi dilinden duymak ister haberi de flimi de...
Ferman padişahın hey dost!
DAĞLAR BİZİMDİR! ! !
roj tv hala hacklenmemiş, avrupadan yayın yapan bir kanal.
kapitalistler parayı kullanır biz sosyalistler ise parayı fırlatıp atarız
fidel castro
özgürlük mahkumlarını bilirim ben yüreklerinde onurlu kavgalarını taşıyan...
'vatansız bir millet ezilmeye mahkumdur'
M.Kemal Atatürk
bu söz bir gerçek ezilmemek için....