Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Emel Yılmaz
Emel Yılmaz

'YENİDEN DOĞARIM DİYARBAKIR ZİNDANLARINDA BİR KİBRİT ÇAKARIM BİR ÜLKE TUTUŞUR DÖRT ÜLKE YANAR… EN ZİFİRİ KARANLIKLAR MAZLUMLAŞIR, IŞIR…! '

  • nazım hikmet11.11.2007 - 14:47

    Yaşadığımız dünyanın acı gerçekliği şairleri çocuklar üzerinden daha mutlu bir gelecek kurma düşüne yönlendirmiştir. Açlık, yoksulluk, savaş, ölüm v.b. kapitalist sistemin doğal bir sonucu olan ve tamamıyle sınıfsal bir öze dayanan gerçekleri, her şair kendi sınıfsal/ ideolojik yapısı temelinde hissetmiş ve yansıtmıştır. Bu yansıtış, her ne kadar biçim sorunu ile estetik örgü arasındaki bağın özgünlüğüyle şiir mertebesine erişebilir olsa da, esas olarak şairin sınıfsal/ideolojik yapısının sözcüklerle yeniden kurulmasından başka bir şey değildir. Şöyle de diyebiliriz, şiir; ideolojinin estetize edilmiş biçimidir. Her şiir bir ideolojinin yansımasıdır. İsterse içinde toplumsal hiç bir soruna yer vermesin, bugünden geleceğe bir köprü kurmasın. Örneğin -şiir olabilmenin tüm özelliklerini yerine getirdiğini düşünerek- sadece aşk ve aşkı üzerine duygularını kağıda dökenlerin ideolojisinin olmadığını ileri sürebilir miyiz? Buradaki ideoloji, şairin aşk ve aşkı dışında dünyanın/toplumun geleceğine gözlerini sımsıkı kapadığı bireysellikten başka bir şey değildir. Bireysellik ise belirli bir dünya görüşünün temel özelliklerinden birisidir. (1)
    II.
    Şairlerin çocuklar üzerinden daha mutlu bir gelecek kurguladığını belirttik. Daha mutlu bir gelecek kurgusu, bugünün sorunlu olmasının sonucudur. Dolayısıyla şair kendi ideolojisinin amaçladığı toplum yapısını, çocukların devralacağı bir dünya içersinde somutlamaya çalışmakta, ideolojisinin gelecekte hakim olacağını varsaymaktadır. Ne ki bu, aynı zamanda, giden ile gelen arasındaki çelişkinin de dışa vurumudur. Her ne kadar dünyayı yaşlılar yönetiyor olsa da, şiir cumhuriyetinin iktidarı, 'gelecek olan' üzerine kuruludur.

    'annelerin ninnilerinden
    spikerin okuduğu habere kadar
    yürekte, kitapta ve sokakta
    yenebilmek yalanı
    anlamak sevgilim; o bir müthiş bahtiyarlık
    anlamak gitmekte ve gelmekte olanı'

    Ninnileri ve haberleri üretenlerin yönetenler olduğu gerçeğinden hareket eden Nazım, üretilmiş yalanın bilim ve pratik ile alt edilebileceğini belirtmektedir. Giden ve gelen arasındaki çelişki salt ölüm ile yaşam arasında değildir. Eskinin içinden doğan yeni, üretim ilişkilerinin gelişimine koşut olarak, eskinin üretim ilişkileri önünde engel teşkil eden özelliklerini ortadan kaldırır. Üretim ilişkileri geliştikçe düşünüş ve yaşayış biçimleri de yavaş yavaş gelişip var olanı değişime zorlar. Değişimin kendini dayatması kaçınılmazdır. Sorun bu değişime adapte olmak veya karşı çıkmaktan öte, değişimin aktif savunucusu, öncü gücü olabilmektir. Bu ise tarihi ve toplumların yapısını yorumlamak ile ilgili bir olgudur. Nazım şöyle belirtir bu durumu: 'Ben ölen babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim, ve adsız bir kavganın neferiyim' Anlaşılacağı gibi bu satırlarda 'ölen baba' var olan sistemi, 'doğacak çocuk' geleceğin toplumunu simgeliyor. Geçmişten geleceğe uzanan köprünün ortasında bugünü simgeleyen şair, tavrını gelecekten yana koyarken edilgin bir bekleyiş içersinde değil, inandığı gelecek için mücadele eden okyanustaki damlalardan biri.
    Nazım'ın şiirlerinde 'çocuk' maddenin katışıksız hali gibidir. 'Düşmanlar ki kanıma susamış, düşmanlarım ki kanlarına susamışım' dizelerinde olduğu gibi sınıfsal ayrımını net bir şeklinde ifade eden şair, çocuklara ise ait oldukları sınıfsal konum üzerinden bakmaz.

    'Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
    allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
    oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
    dünyayı çocuklara verelim
    kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
    hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
    bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
    çocuklar dünyayı alacak elimizden
    ölümsüz ağaçlar dikecekler'

    Bugünün yönetenlerinin de zamanında çocuk olduğunu düşündüğümüzde, dünyayı devr alan çocukların şairin ümit ettiği 'ölümsüz ağaçlar'ı dikmediğini anlayabiliriz. Çocuklara bakıştaki bu hümanizmin, doğum yeri ve ailesini seçme şansı olmayan çocukların doğuştan temiz olduğu inancıyla açıklanabilir.(2) Kaldı ki Nazım geleceğin toplumunu çizerken, iktidarı net biçimde işçi sınıfına teslim ederek dünyayı devr alacak çocukların hangi sınıfa bağlı olduğunu da dolaylı olarak belirtmektedir. Hatta bunun için dövüşülmesi gerektiğini ve gerektiğinde ölünebileceğine de kabul etmektedir.

    'Yavrum,
    Kız olursa tepeden tırnağa anasına benzesin istiyorum
    Oğlan olursa, boyu posu bana
    Kız olursa ela ela baksın
    Oğlan olursa maviş maviş
    Yavrum,
    Kız olsun oğlan olsun,
    Kaç yaşında olursa olsun,
    Yavrum düşmesin istiyorum hapislere
    Güzelden, haklıdan, barıştan yana diye.
    Fakat malum
    Kızım yahut oğlum
    Gecikirse suların ışıması
    Dövüşeceksin
    Ve hatta...
    Yani haylice müşkül bir zanaatmış bizde bugün babalık zanaatı da'

    Güzel günlerin işçi sınıfı ve çocuklar eliyle geleceği inancı Nazım şiirlerinin karakteristik özellikleri arasındadır. Kimilerine göre bir çelişki olan ve İşçi sınıfı demokrasisi (diktatörlüğü) ile hümanizm arasında gel-git şeklinde eleştirilen bu düşünüş yapısını, sosyalist ögretinin iki aşaması üzerinden ele almak gerekir. Nazım'ın işçi sınıfının politik iktidarını öven şiirlerini devletin sönümlenmediği bir zaman diliminden okumak gerekir. Evrensel bir değer olarak ele alınan çocuklar ile ilgili şiirler ise, devletin sönümlendiği sınıfsız bir dünya düzenine olan özlemi dile getirmektedir ve bu nedenle hümanisttir.

    '....
    Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
    Çocuklar doğdu Kore'de
    Sarı ay çiçeğine benziyorlardı
    Mak Artır kesti onları,
    Gittiler ana sütüne bile doyamadan.
    Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
    Çocuklar doğdu Yunan zındanlarında
    Babaları kurşuna dizilmiş.
    Bu dünyada görülecek ilk şey diye
    Demir parmaklığı gördülr.
    Benim oğlan dünyaya geldiği zaman
    Çocuklar doğdu Anadolu'da,
    Mavi gözlü,kara gözlü, ela gözlü bebeklerdi.
    Bitlendiler doğar doğmaz,
    Kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
    Benim oğlan benim yaşıma bastığı zaman,
    Ben bu dünyada olmayacağım,
    Ama harikulade bir beşik olacak dünya
    Siyah,
    Beyaz,
    Sarı,
    Bütün çocukları sallayan
    Mavi atlas döşekli bir beşik.'

    Nazım gelecek güzel dünyanın şiirlerini yazarken, yaşadığı çağa gözünü kapayan salt hayalci bir şair değildir. Yaşadığımız dünyanın çirkinlikleri her zaman gerçekçi bir şekilde yer alır Nazım'ın şiirlerinde. Elbette bu çirkinlikler kaderci bir anlayışa indirgenmez. Sorunun kendisi insandır ve çözüm de insan tarafından gerçekleştirilecektir.

    Dünyayı yöneten yaşlıların çocuklara sunduğu savaş ve açlıktan başka bir şey değildir. Bu nedenle Nazım'ın çoğu şiirinde Hiroşima'lı bir kız çocuğu ağlar.

    'Bugüne kadar dolaşıyor dünyayı
    Övünüyor gibi mi geliyor ne
    Değil
    Dolaşan o küçücük Japon kızcağızı da
    İnsanları atom harbine karşı savaşa çağırıyorsa
    Çağırabiliyorsa
    Ve insanlar onun incecik sesine kulak kabartıyorsa
    O bu kuvvetini
    Hiroşima'da bir kağıt parçası gibi
    Yanıp kül olmak pahasına kazandı'
    (Güneşin Sofrasında Söylenen Türküler, Sanat Emeği y. S.12)

    Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarının yok ettiği insanlığı 'Bulutlar Adam Öldürmesin' şiiriyle anlatır.

    '....
    Koşuyor altı yaşında bir oğlan
    Uçurtması geçiyor ağaçlardan
    Siz de böyle koşuştunuz bir zaman
    Çocuklara kıymayın efendiler
    Bulutlar adam öldürmesin'

    'Kız Çocuğu' şiirinde ise Hiroşima'lı kız çocuğunun ağzından yaşanılanları anlatmakta ve insanlığı, savaşa karşı mücadeleye çağırmaktadır.

    'Çalıyorum kapınızı
    Teyze amca bir imza ver
    Çocuklar öldürülmesin
    Şeker de yiyebilsinler.'

    'Japon Balıkçısı'nda ise atom bombasının insan üzerindeki etkilerini anlattıktan sonra bu vahşete sessiz kalanlara 'insanlar ey nerdesiniz / nerdesiniz' mısrasıyla göndermede bulunur.
    Uzun soluklu, zorlu mücadele yıllarının getirdiği bütün baskı, zuküm ve özveriyi göze alan Nazım aynı zamanda bir baba olarak da oğlunun özlemini çekmektedir.

    'karşı yalı memleket
    sesleniyorum Varna'dan
    işitiyormusun memet
    memet...
    karadeniz akıyor durmadan
    durmadan
    deli hasret
    deli hasret
    oğlum, sana sesleniyorum
    işitiyormusun memet
    memet...'

    Nazım vatan haini olarak ilan edildiği memleketinden uzakta, memleketinin onurlu günleri için mücadele ederken, oğlu Memed fotoğraflarda büyümektedir.

    'İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
    gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
    iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
    evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.'
    (Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor)

    Oğluna olan hasretini ve onunla zorunlu nedenle ilişki kuramayışını çeşitli şiirlerinde anlatır.

    'Eski takvim hesabıyle
    bu sabah başadı bahar.
    Geri geldi Memed'ime
    yolladığım oyuncaklar.
    Kurulmamış zembereği
    küskün duruyor kamyonet,
    yüzdüremedi leğende
    beyaz kotrasını Memet.' (Karlı Kayın Ormanı)

    Çantamda cennet...
    Bir zarfın üzeri:
    'Memet,
    Nâzım Hikmet'in oğlu,
    Türkiye'
    diye yazılı.
    Moskova'da mektupları birer birer
    kendim dağıtırım adreslerine.
    Yalnız Memedin mektubunu götüremem yerine.
    hattâ yollıyamam.
    Nâzım'ın oğlu,
    haramiler kesmiş yolu,
    mektubunu vermezler. (Postacı)

    Onurlu bir kavgası, safında olmakla övündüğü Partisi ve kitaplarından başka mal varlığı olmayan Nazım Hikmet, fotoğraflarda büyüyen oğlunu Türkiye Komünist Partisi'ne emanet eder. Bir anlamda, oğlunun da kendi partisiyle birlikte mücadele içersinde olmasını istemiş, ümit etmiştir diyebiliriz. Ne ki Adam yayınlarının sahibi oğlu Memed Fuat, babasının vasiyetindeki mısraya ('oğlum, seni..... emanet ediyorum') bile sansür uygulamış ve kitaplarının telif hakkını sermayeye satmıştır.

    F.İlter
    *****
    (1) Ancak her aşk şiirini bireysellik olarak görmemek lazım. Aşk da insansal bir duygu ve gereksinimdir. Verili koşullar altında, belirli bir yer ve zamanda yaşanır. Bu gerçekliği bütünüyle ele almak ve toplumun kaderinin (kurtuluş veya esaret) kendi yaşam biçimini de (dolayısıyla aşkı da) doğrudan kapsadığının bilincinde olmak, kısacası dizginleri aşka vermemek...bireycilikten sıyrılmış şiiri gösterir bize.
    (2) Şair Ralph Cheyney 'Haykır Bebek' adlı şiirinde sınıf temeli koymaktadır.
    '.....
    Daha hızlı bağır bebek
    Uzun uzun memeyi em ve büyü
    Yalnız bir şeyi bil
    Sen bir amelesin!
    .....
    Ve elleri yumuşak olanlara
    Hiç bir zaman
    Sonuna kadar itimat etmemelisin.' (Benerci Kendini Niçin Öldürdü,Adam y. S.144)

  • yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var11.11.2007 - 14:41

    yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın birşeyi....

    ataol behramoğlu

  • hoşçakal kardeşim deniz09.11.2007 - 21:25

    işte geldik gidiyoruz hoşçakal kardeşim DENİZ...

  • dağlar07.11.2007 - 22:08

    başına bir hal gelirse canım dağlara gel dağlara...
    seni saklar vermez ele canım
    dağlara gel dağlara..

  • roj tv03.11.2007 - 15:42

    ROJ TV demokratik bir ülkede kanalın yayının tatışılması gereksiz...
    tarıştığımız nokta kanalın varlığıysa bu faşizanlık olur.her insan kendi dilinden duymak ister haberi de flimi de...

  • dağ02.11.2007 - 16:54

    Ferman padişahın hey dost!
    DAĞLAR BİZİMDİR! ! !

  • roj tv01.11.2007 - 22:57

    roj tv hala hacklenmemiş, avrupadan yayın yapan bir kanal.

  • para29.10.2007 - 20:49

    kapitalistler parayı kullanır biz sosyalistler ise parayı fırlatıp atarız
    fidel castro

  • mahkum29.10.2007 - 20:47

    özgürlük mahkumlarını bilirim ben yüreklerinde onurlu kavgalarını taşıyan...

  • atatürkün sözleri29.10.2007 - 20:42

    'vatansız bir millet ezilmeye mahkumdur'
    M.Kemal Atatürk

    bu söz bir gerçek ezilmemek için....