Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • Jön Dayağı26.07.2005 - 23:51

    Yeşimçam'da hepinizin de senelerce gözlemlediğiniz gibi hep aynı tayfa dayak yer. Filmler değişir, jönler değişir; ama nedense dayak yiyen, niyazi olan adamlar hiç değişmez.
    Bugün Tarık Akan'in bir filmini izledim, aklıma bu terim geldi. Tarık abimiz pata küte dövdü adamları. Tamamdır jöndür, dalyan gibi adamdır, anladık; ama neden be abi şu jönü de dövecek, anasından emdiği sütü burnundan getirecek ya da iki lafiyla jönü alıp bir yerlere sokacak admalar bulunmamış. Ama jönümün karizması çizilmesin, ama jönüm en nadide güzelleri yesin... Ntttt! ! Kötü abilermizin ne günahı vardı kardeşim? Ne yani, adamları sokakta gördüklerinde onlara hiç de iyi şeyler söylemeyen insanlar bile varken, kötü adamlar neden iyi adamlar kadar hak ettiklerini bulamadılar.
    Jön dayağı yemek gibisi yoktur. Jön esas oğlandır, jön sever, sevilir; acı çeker ama bunun mükefatını da görür, annesi vardır, bir ailesi vardı; kötü admalar ise bunların çoğun sahip değildir. Onlar öldürür, dolandırır, keser, sevmez, sevseler bile sevdikleri çoktan jön tarafından kapılmıştır; yani ezik adamlardır, kaybeden adamlar. Bir de uya jön kurşunuyla ölürler filmin sonunda ya da hemen olay yerinde bitiveren(!) Türk polisi olaya mudahil olup, onları alıp götürür.

    Şimdi Türk Sinemasında jön sıkıntısı çekiliyor diyor, eskisi gibi jönler yokmuş. Olmasın kardeşim. Türk sinemasnın hakiki kötü bir adama ihtiyacı vardır. Belki bulurlar beni :)

    Ayhan Işık bu yazı dışında tutulmuştur!

  • geride kalan26.07.2005 - 23:40

    geride kalan sıçan...
    çocukken yapardık; tabii arkada kalan derdik ama geride kalan da aynı şey..
    bir grup çocuk deliler gibi koşmaktadır, bitişi tespit edilen bir yere doğru ve yarış biter, sonuncu sıçan olmuştur

  • deniz kestanesi26.07.2005 - 23:39

    kestane arabasıyla denize uçmuş adamın kestanelerinden her biri

  • orjinallik26.07.2005 - 23:36

    Ortaokulda, bizim yurt senelerimizde beraber kaldıgımız bir çocuk vardı. Aynı sınıftaydık da okulda. Orto 3 de gelmişti bizim yurda. Biz ondan eskiydik. İsmi Adem di. Ben de o zamanlar bir lakap takma tutkusu mu diim; yoksa başka bir şey mi diim; öyle bir şey vardı. Biliyorum lakap takmak dinimizce de pek hoş karşınana bir şey değil; ama çocukluk işte.
    Bu çocuğun saçlarının önü bir garipti; yani ben öyle bir saç görmemiştim daha önce, ona hastı yani.
    Sonra bir gün sabah, adamın üzerine giydiği şeyin göğüs kısmında yazan küçük yazıya takıldı gözüm: orjinal. Sonra suratına baktım, saçına baktım ve eminim bana sonradan çok küfrettiği o ismi buluverdim: orjinal. Eh yurt yeri adamın ismi bir kere çıktı mı gerçek ismini unuturlar. O da orjinal olmuştu :) 'Orjinal'

  • sarmaşık26.07.2005 - 23:33

    Annem çiçeği,ağacı vs çok sever. Annesine çekmiş. Onun evde gözündne sakınıp, besleyip büyüttüğü bir sarmaşık ı vardı. Acayip bir şeydi. Sarmaşık da ben de ergenlik çağındaydık; ama o benden daha hızlı uzuyordu. Peki ne oldu? Hızlı giden atın b.ku seyrek düşer cümlesi gerçekleşti. O öldü ben uzadım :)

  • gereksiz şeyler26.07.2005 - 23:31

    izmarit
    su bidonunun/şişesinin kapağı
    çilek reçelinin yanında vişne reçeli
    ikinci araba
    1.araba
    ...

  • WHİSKEY İN THE JAR26.07.2005 - 23:29

    çok yüksek sesde dinlemişti ve o anda çok sevmiştim. Aslında yüksek sesle dinledim mi müzik olayı farklı oluyor bende ama.
    Metallica nın bu parçasını severler mi bilmiyorum, onun diğer çoğu insan tarafından sevilen parçaları gibi...
    Ama artık açıkça söylemek gerekirse ben de dinlemiyorum bunu...Fakat klibini izleyebilirsiniz. Bir arkadaşımın da söylediği gibi: eğlenceli bir şarkı

  • intihar26.07.2005 - 19:19

    Sessiz, sessiz bir gece... Arabamla yol alıyorum ince ve uzun karanlık bir yolda. Yolun iki tarafında da dağlar var. Anathema'dan 'lost control' çalıyor. yüksek ses... Sadece parçaya odaklanmışım. Şuursuzca sadece sürüyorum; ama sürmek değil benimki alışkanlık. Başka zamanlar kullandığım gibi kullanıyorum arabayı; ama bunu yaparken ne yaptığımdan bihaberim. Çünkü her şeyimle yüksek sesle çalan parçanın içinde erimişim. Ben yokum sanki, hiçbir şey yok. Ayağım gaz pedalında sürekli ileriyi/aşağı gidiyor. Parçanın en sert yeri... Bir anda karşımda bir kamyon beliriyor; ama onu da görmüyorum ben. Bir anlık ve her şey bitiyor. Araba ile kamyonun altına girerken gördüğüm en son şey karşımdaki ışık huzmesi. farların ışığı. Düşündüğüm en son şey... bir film şeridi değil gözlerimin önünden geçen, hiçbir şey... Çarpışma esnanısında yüksek bir ses; ama ben bunu da duymuyorum; çünkü o anda bile her şeyimle müziği dinliyorum. Arabam kamyonun altından savrulup gidiyor. Her şey sessiz, karanlık. O uzun yolda bu iki araçtan başka hiçbir şey yok. Kanım yolu boyamış karanlıkta kırmızı ile ve hala müzik çalıyor, 'i have lost my control...'

  • intihar26.07.2005 - 19:18

    Otobüs yavaş yavaş kıtaları aşmak üzere. Bense tıka basa dolu otobüste, kapalı havada içimi bunaltan karanlığın da yadsınamaz etkisi altında inliyorum. Çöken içimden gelen sesler dindi artık, sadece sessizlik var. Ama bazen de bir şeyler duymuyor değilim! Ölümü koklamak için güzel bir gün; ama kim ölmek ister ki bu kadar insanın gözleri önünde; ama isten biri var!
    Köprüde trafik sıkışık. Her gün köprüyü arşınlamak artık bana yabancı değil. Hatta sevmeye bile başladım. Saatlerimi alıyor ama, bu kadar insanla beraber gitmek...
    Otobüs bir türlü ilerlermiyor. Aklıma o anda biri geldi, birileri geldi. Havaya baktım, ayaktayım, otobüsün içi dolu; karanlık bir hava. Ölümü hatırlatıyor demek istemiyorum, çok bunalım olur. Ama ölmek gibi bir niyetimin olduğu açık. Sadece ne zaman öleceğimi ve nasıl ölmem gerektiğini seçeceğim. Aklıma parmaklıklardan kendini aşağıya bırakanlar geldi. Sonra da otobüsünn kapalı kapısı. İnsanları iterek ilerledim, acil durumlarda kapıyı açmak için kullanılan kolu çevirdim, kapı açıldı. İnsanlar şaşkınlıkla bana bakıyor, şoför ne yaptığımı anlamak için bana bapırıyor. Ben sakin adımlarla indim basamaklardan, çelik telleri bir atlayışta geçtim. Parmaklıklara geldim. Biliyorum ki insanlar hiçbir şey anlamadılar. Ben de bilmiyorum; ama ne yapmam gerektiğini biliyorum.Korku geride, kapının kolunda kaldı. O kolu çeviridiğime artık her şeyi yapabileceğime inanmıştım. Sağ bacağımı parmaklıkların öte tarafına sarkıttım, ellerimin de yardımıyla sol bacağımı da. Arkamdan sesler duyuluyordu. İşin fehiimine varmışlardı; ama inanmıyorlardı. Ben de inanmıyordum. Düşünce... Her an düşünmek gibi bir illet musallat oldu bana. O anda da sadece suya karışacak emekleri düşünüyordum. Ne de olsa kısa bir süre sonra hekes unutacak... Arkamdakilere bir armağanım vardı. YAvaşca arkamı döndüm, boş boş onlara baktım. Korkuyorlardı; benim ölecek olmamdan korkuyorlardı. Biraz önce yanlarında dikilen genç, suya karışacaktı. Normal bir günde işlerine ya da ailelerine giden bu insanlara yapılmaması gerken bir haksızlıktı benim yaptığım. Zaten onlar da bu yüzden korkuyorlardı. Benim ölecek olmam değildi onların göz bebeklerini büyüten. Beni tanımıyorlardı bile. Pencerenin camına yapımış bir kız çocuğunun yüzü ilişti gözüme. Nedense istemeyerek de olsa gülümsedim. Son gördüğüm. Döndüm, ellerimi açtım ve kendimi bıraktım. Düşerken havanın ve insanların çığlıklar...

  • denizatı26.07.2005 - 19:05

    Beyaz Atlı Prens, Kurbağa ve Kız

    Malumdur ki kizlar için söylenen 'beyaz atlı prensini bekliyor' gibi bir cümle vardır. Bu beyaz at, prens bir çok şeyi ifada etmektedir. Prenstir, yani varlıklıdır, ykışıklıdır,tatlıdır,yureklidir,gözünü budaktan sakınmayandır vs Cem Yılmaz bu aralar bizim çocukluğumuzun vazgeçilmezi olan Kara Şİmşek'i kullanıyor; bir bakıma espri yaparken yaptığı eskileri, hayatını kullandığı gibi, bunu da bir şeyler için kullanıyor. Her neyse. Benim söyleyeceğim: Kitt için Kara şimşek neyse, Prens için de beyaz at odur. O yuzden prensimiz pek bir karizmadır.
    Ama olay deniz seviyesinin altına indi mi her şey değişiyor, bir metamorfoz geçiriyor.
    Prensesler deniz kızların dönüşüyor, kötüler köğek balıklarına, dev ahtopatlara dönüşüyor... Bir de Beyaz atlı prensler var; herhalde onların da neye dönüştüğünü kolayca tahimn edebilirsiniz :))
    Tabii ki: Beyaz-açık mavi denizatlarına binmiş kurbağalara :)