Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • karanlık31.07.2005 - 22:48

    parmaklarımın arasından çıkacak kelimelere dikkat kesildim
    tanrinin lanetli çocukları maceralarını anlatırken
    bir kere dha geriye gitmem gerekti
    acıların arasından sıyrılıp, gidenlerin ardında bir su...
    içime doğdu bir şeyler
    her zaman değil hatırımda bunlar
    bir pencere
    bakarken ben daha küçücüktüm
    bir kadın gördüm evde
    köşesinde tek başına ağlayan
    anlamazdım neler oluyor
    bir gece yola çıktım, yola çıktım ben hep
    annemi babamı aradım
    ama ikisi de yoktu
    biri geldi diğeri
    acılar nedir ki diyen yüzler
    bir yerlerde yaşayan insanlar
    alığ gittim sessizce kendimi
    arkamda hafif esen bir rüzgar bıraktım
    herkes gibi ağlamak ne kadar da zor
    hatırladım
    dağların üzerinden ben şimşeklerin düşüşünü izledim
    köpeğim ölüşünü hayal ettim
    uzakta öldü benden
    herkes benden uzakta ve bensiz öldü
    bedeni su aldı
    ruhu boğuldu
    bedeni de onunla birlikte
    çiçekleri gördüm ben tarlalarda dikenleri elime battı onlara dokunduğumda
    bir kadın, acılı gözlerle bana baktı
    hep baktı bana
    sevdim ben o kadını
    hep yanımda oldu
    çok düştüm, hem de çok
    kanayan yerlerin acısına tahammül etmeyi öğrendim
    ama ne çok şey varmış öğrenilecek!
    kalbimde açıldı o yaralar sonra
    insnaları gördüm etrafımda
    insanları gördüm ardımda
    uzak diyarlara gittim
    insanlara baktım
    binalara çıktım
    ama hep aynı yere geldim
    bir ev
    bir bahçe
    bir kadın
    bir çocuk
    bir bebek
    ve
    yaşlı bir kadın daha
    yaşadılar
    ve
    yaşadıkları yere gömüldüler
    bense hala
    ölmedim demek istiyorum
    gömüldüğüm yerden dışarıya çıkmak için geceleri
    ya da gündüzleri
    toprağı eşeliyorum orda
    ama
    ben
    bulamıyorum kendimi
    ...
    gene bir gece yola çıktığımda
    içimde burukluk olacak
    çünkü
    beni bekleyenlerden çok
    kalbim bıraktıklarıma ağlayacak
    ...
    'bu an'

  • türkçe31.07.2005 - 21:07

    ALEV ALATLI/Zaman/Yorum

    Türklerin en büyük icadı ya da Türk dili

    Geçen haftanın dikkatimi çeken iki haberinden birisi “Türk çocuklarının Alman akranlarından yüzde şu kadar daha ahmak oldukları”na ilişkin “bilimsel” saptama; ikincisi, yine aynı Türk çocuklarının anadil öğrenimini iki-üç yaş gibi olmadık bir sürede tamamlıyor olmalarının çeşitli telmihleri.


    Birinci iddianın sahiplerini, ikinci iddianın sahipleriyle bir araya getirip dinlemek lâzım, lâzım olmasına da, Batılılaştırmacı aydınlarımızın ilgisini “Türk dili” gibi milliyetçi ses veren bir konuya çekmenin mümkünmüş gibi durmadığı da muhakkak. Perdeyi biraz aralamaya çalışalım: Psiko-dilbilim, “psikolojinin dilbilimi” anlamında bir akademik uğraş olup, insanoğlunun dil edinme, kullanma ve anlama sürecini oluşturan psikolojik ve nörobiyolojik unsurları araştırır.

    Psiko-dilbilim ve çocuklar...

    Psikolojiyi kabaca bireyin davranışlarını, zihnini ve düşüncelerini; nörobiyolojiyi beynin biyolojik yapısını irdeleyen çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. “Psiko-bilim” denilen akademik uğraş (ki, beynin nasıl işlediğine ilişkin verilerin olmadığı dönemlerde felsefecilerin işiydi) günümüzde psikoloji, biyoloji, nöroloji, iletişim teorisi gibi birden fazla araştırma dalını bütünleştirir; “kelimeleri” ve “gramer kurallarını” bir araya getirerek “anlamlı bir cümle” yapmamızı mümkün kılan “algılama süreçleri”ni araştırır. Bu bağlamda, konuşmaları, yazılı metinleri nasıl anlamlandırabildiğimizi çözümlemeye çalışır. Psiko-dilbilimin başlıca denekleri, çocuklardır. Doğumlarından itibaren dil öğrenmeye başlayan çocukların bu beceriyi nasıl elde ettikleri araştırılır.

    Bu araştırmaların bir yan-ürünü de “konuşulan dil”e ilişkin bilgilerdir. Araştırmalar, çocukların dil öğrenme becerilerini etkileyen önde gelen unsurlardan birisinin anadillerinin yapısı olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu da bizi ‘Türklerin en büyük icadıdır’ dediğim Türk diline getirir. Bu alanda Türkiye’de yapılan ilk kapsamlı araştırmalardan birisi, Prof. Dan I. Slobin yönetiminde gerçekleşmiştir. 1939 doğumlu Prof. Slobin, psikoloji lisansını University of Michigan’da; doktorasını 1964’te Harvard’da yaptı. Türkçe de dahil olmak üzere dokuz civarında dil bilen Slobin, halen UCLA’de hoca. ‘70’li yılların ortalarında Slav dillerine örnek olmak üzere eski Yugoslavya’da, Latin dillerine örnek olmak üzere Roma’da, Anglo-Sakson dillerine örnek olmak üzere ABD’de ve “Türkik dillerine” örnek olmak üzere İstanbul’da eşzamanlı çalışma yürütmüştür.

    Hemen ifade etmeliyim: “Türkik dilleri”ni tırnağa alma nedenim, Türkçenin dünya dilbilim klasmanındaki “siyasi” konumlamasına dikkat çekmek. Şöyle ki, Türkiye Türkçesine “Türki” şeklinde giren “Türkik” kelimesinin mucidi, Çarlık Rusya’sı. Çarlık Rusya’sının Orta Asya halklarına ve dolayısıyla dillerine isim takmak ve siyasi gelişmelere göre bu isimleri değiştirmek gibi bir politikası vardı. Örneğin, “Kara Tatar” olarak bilinen Altay dilini “Oyrot” olarak değiştirmişlerdi ki Oyrot, Moğol oymaklarının birinin adıdır. Oyrot, bir süre sonra “Altay” olarak tekrar değiştirilmiş, “Uygur” yine bir süre için “Tarançi” olmuş, sonra tekrar “Modern Uygur” diye anılmış, Kazak’a “Kırgız” denmiş, vb. vb... Sonra zaman içinde, “Türk” kelimesi Osmanlılarla, “Türkçe” konuşanlar da İmparatorluğun Türk unsurları ile sınırlanıyor. Türkçe, “Türki” dillerin birisi konumuna indirgeniyor; “Altay dil ailesi” grubunun bir alt-başlığı telakki ediliyor. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan o yıllardaki araştırmada 48 çocuk, 2 yaş 8 aydan başlanıp, 4 yaş 2 aylık oluncaya kadar üç ay arayla, her biri asgari altı saat süren incelemeye konu olmuşlardı. Çeşitli oyuncaklar kullanılarak, hangi komutu, ne kadar ve nasıl anladıkları saptanıyor, ayrıca sürekli açık olan kayıt cihazlarıyla kelime dağarcıkları, kendi kendilerine konuşmaları, gramer kurallarını uygulama biçim ve zamanlamaları kaydediliyor; dil öğrenme sürecinin basitten karmaşığa giden dönüm noktaları tesbit ediliyordu. Bu bağlamda, anlaşılması en zor komutlardan birisinin, örneğin, “kediyi besleyen bebeğin saçını okşa” şeklinde bir üçleme olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Profesör Slobin, Türk çocuklarının bu komutu araştırmanın yapıldığı diğer merkezdeki akranlarından çok önce öğrendiklerinin tesbit edildiğini söylemişti.

    Türkçenin üstün nitelikleri

    Nitekim, yabancı dillerle karşı karşıya gelen, yani bozulan Türkçede ilk düşen düzenleme de bu olur, “o bebek ki kediyi besledi, sen okşa saçını” gibi şekiller alırmış. Sonuç olarak, üç-dört yıl kadar süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları, buna karşın, aynı koşullarda incelenen Slav çocuklarının öğrenme süreçlerinin yedi, İtalyan çocuklarının beş-buçuğu bulabildiğinin görüldüğü söylenmişti. Hiçbir araştırma sonucunun nihai ve mutlak olmadığı, benzer araştırmaların tekrarlanagelmesinin tasdikindedir. Buna karşın, süregelen araştırmalarda benzer sonuçlara varıldığı da geçen haftaki haberde de görülen bir gerçek. Türk çocuklarının üstün dil becerisine sahip olmalarının nedenlerine gelince, toplumsal ve dilbilimsel olmak üzere iki unsurdan bahsediliyordu. Toplumsal unsur, Türk çocuklarının büyük ailelerde ve büyüklerle birlikte büyüyor olmaları, kendi başlarına pek bırakılmamaları, hatta, uykusuz kalmaları pahasına da olsa, aile toplantılarının dışına itilmemeleri. Dilbilimsel unsur ise Türkçenin bizzat kendisi. Şöyle ki, Türkçenin her şeyden önce “logo” benzeri yapı taşlarından oluşan bir yapılanması var, yani, hecelerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan “eklemlemeli” bir dil. Bu niteliği ile kelime türetmeye de fevkalâde müsait. Örneğin, “halı” kelimesini hatırlayamayan bir çocuk, “basmak” fiilinden yola çıkarak “bası” diye bir kelime türetebilir ve anlaşılabilir. Ya da, “diken” gibi bir bitkiden yola çıkarak, “dikenlenmek” gibi bir ruh halini ifade edebilir. Türkçenin bu özelliğinin bir telmihi sebep-sonuç ilişkisini tek bir kelimede ifade edebilmek, diğer telmihi de matematik dili olmasıdır. Burada, yıllardır bilgisayar dili ile Türkçe arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan Oktay Sinanoğlu’nu saygıyla anmadan geçemeyeceğim. Türkçenin eklemlemeli bir dil olması kadar önemli bir diğer üstün niteliği de “ses uyumu”dur. Araştırmalar, kelime üretmede olduğu kadar, doğru cümle kuruluşlarında da ses uyumunun olağanüstü bir kolaylaştırıcı olduğunu göstermektedirler. Nitekim, Slobin’in araştırmasında kayıtlar dinlendiğinde Türk çocuklarının ses uyumunda hata yaptıklarına hemen hiç rastlanmamıştı; örneğin, dolaba, ‘dolep’ ya da saksıya ‘saksi’ diyen çocuk görülmediydi. “Türkik diller”e gelince; günümüzde “kabul gören” sınıflandırmalardan birisi de şöyle: (1) Güneybatı Türkik diller üçe ayrılırlar (a) Türkçe, Azerice, Türkmencenin oluşturduğu Oğuz grubu, (b) Kırım ve Kaşkay Türkçesinin oluşturduğu Gagavuz grubu, (c) Selçuk, Horasan grubu. (2) Kuzeybatı ya da Kıpçak grubu denilen Türkik diller dörde ayrılırlar (a) Kazak, Kırgız Türkçesinin oluşturduğu Arola Hazar grubu, (b) Karakalpak, Nogay grubu, (c) Karaçay-Balkar, Kamuk, Karayim Kırım Tatar grubu; sonra Tatar, Başkir Altay, Tuvin, Yakut... Sonra... Dilbilim uzmanlarını daha fazla (ve haklı olarak!) öfkelendirmeden burada bırakmalıyım!

    30.07.2005

  • 10. gezegen31.07.2005 - 21:03

    2003 de bulmuşlar, bugün haber oldu :)

  • şifre hatırlatma sorusu31.07.2005 - 21:02

    dün başıma geldi.. özel soru: adın ne? ama o kadar yazdim ve hiçbirinde olmadı..adımı bile bilmiyorum

  • erkete31.07.2005 - 20:59

    erketeye yatmak, genellikle türk filmlerinde duyulan cinsten argo bir deyimdir

  • TürkZeka31.07.2005 - 20:58

    www.turkzeka.com
    Turkzeka nin 3 etabı dün ilk sorunun sorulmasıyla başladı. Her soru için bi hafta süre verilmekte ve yapılan güne göre verilen ek puan azalmakta. Siteye üye olup siz de yarışmaya katılabilirsiniz. 10 hafta sürecek

  • ANATHEMA31.07.2005 - 03:16

    flying****

  • Lâ edri31.07.2005 - 02:55

    bilemem ben kim olduğumu
    kocaman bir deryada
    hangi kum tanesi ne olduğunu bilebilir ki?
    bazen sıcak üzerime yapışır
    boğazımı sıkar
    kendini bil der, kendini bil!
    ama korkarım ben sadece
    gözlerimi kapatır ve bu sesin kaybolmasını beklerim
    ama çöldeki kavurcu rüzgar gibi şiddetlenir
    kanıma toprak dolar
    yüzüm arkasını çevirmek ister
    o saatlerde korkarım
    çünkü ne olduğunu bilmeyen bir ben değilimdir!

  • yazmak31.07.2005 - 02:31

    pis yazarım
    ben bir yazarım
    ne yazarım
    her şeyi yazarım
    aklımın aldığı her şeyi yzarım
    çünkü ben bir yazarım
    ama tek bir şey
    tek bir şey
    vardır benim yazamadığım
    ...

  • sevmek31.07.2005 - 02:25

    sevmek deki e leri iki tane aynı olan harflerle değiştirellim bakalım ne çıkacak?
    savmak :) bu oldu
    sivmik
    sıvmık
    sovmok
    sövmök
    suvmuk
    süvmük

    Netice: sevmek ve savmak için kurulabilecek cümle: seven savılır :))