Thursday, 10 January 2008 Maoistler Ölen Kadrolarının Ailelerine Tazminat Ödüyor
Ranchi, 9 Ocak, (TOI) - Jharkhand hükümetinin yeni askeri saldırıları karşısında, Maoistler sosyal kurumlarını güçlendiriyor. Yalnızca savaş içinde olan kadrolarının ailelerini değil, ölen kadrolarının ailelerini de “Naksalit sosyal güvenlik” ağının içine alarak, güvenlik güçlerinin operasyonlarında öldürülen kadroların ailelerine tazminat ödüyor.
Edinilen bilgilere göre, tazminat ödemeleri de kendi içinde derecelendiriliyor. Bu bağlamda, en fazla tazminatı, yakınları Latehar ve Chatra bölgelerinde öldürülenler alıyor.
Jhakhand Polis sözcüsü R.K. Mallik, Maoistlerin tazminat temelli bir soysal pratik içinde olduğunu doğruladı. Mallik, çok sayıda kaynaktan kendilerine ulaşan bilgilere göre, Maoistlerin, anti-naksal operasyonlarda yaşamını yitirmiş kadrolarının ailelerine tazminat verdiğinin belli olduğunu vurguladı. Malik, Naksalitlerin bu planlarını naksalitlere karşı operasyon düzenlenen bütün bölgelere yayma niyetinde olduklarını, bu şekilde operasyonların gücün kırmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.
[Kaynak: Times Of India
Çev: Solun Doğusu]
3 Eski “Halk Savaşı Grubu” Üyesine İdam Cezası
Patna, 5 Ocak - Feshedilen [ve birleşme sonucu Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ismini alan – ç.n.] Halk Savaşı Grubu (HSG) örgütünün eski üyeleri hızlı bir yargılama sonucu idam cezasına çarptırıldılar. Eski HSG üyeleri 2004 yılında Patna’da gerçekleştirilen seçimler sırasında “Birleşik Janata Dal Partisi” taraftarı olan bazı seçmenlerin öldürülmesi olayının sanığı olarak yargılanmaktaydılar. İdam cezası verilen üç militanın isimleri ise şöyle: Sujit Kumar, Arvind Singh, and Manoj Singh.
Suriye’deki Iraklı Mülteciler Seks Ticaretine Sürükleniyor
Haber: Alistair Lyon 30 Aralık 2007
ŞAM (Reuters) - Dar ve parıldayan giysileri içindeki yirmi kadar genç Iraklı kadın, yan masalarda oturan Körfez kesimi Araplarının aç bakışları altında gece kulübünün dans pistinde bir o yana bir bu yana geziniyor.
Sahnedeki grup, sabahın ilerleyen saatlerine kadar Irak şarkıları çalıyor, masalarda oturanlar dans eden kızlara katılıyor ya da onları oturmaları için yanlarına çağırıyor. Arabayla Şam’ın yarım saat uzaklığındaki neon ışığıyla aydınlatılmış bu loş ortamda neyin alınıp verildiği pek belli değil
Henüz daha ilk gençlik yıllarını yaşayan dansçıların kimisi konuşmaya yanaşmıyor ancak içlerinden birisi ailelerine bakmak için başka bir yol olmadığını söylüyor. “Babam Irak’ta öldürüldü ve elimizdeki para bitti,” diye konuşuyor siyah ve gümüşi renkte bir elbise giymiş esmer kız.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNCHR) bunu, “hayatta kalma seksi” olarak adlandırıyor: Ülkelerindeki vahşetten kaçmalarının ardından, parasız kalan Iraklı mültecilerin hayatta kalmak için başvurdukları umutsuz bir yol.
Bunun düşüncesi bile Suriye’deki 1,5 milyon Iraklının midesinin bulanmasına yetiyor. Ancak geçim derdi, kimilerini Şam’ın varoşlarındaki küçücük apartmanları başka ailelerle paylaşmaya, kimilerini de çocuklarını işe sokup gencecik kızlarını evlendirmeye zorlamış.
Iraklı Kadınların İradesi Derneği başkanı Hana İbrahim’e göre bazen bu tür evlilikler gencecik gelinlerin pazarlandığı fuhuş ortamını maskelemek için kullanılıyor.
Şii Müslümanlarının Muta evliliği olarak kabul ettiği “geçici evliliğin” seks ticaretinin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir başka yol olduğunu da sözlerine ekliyor. “Muta (geçici) nikâhı sadece Şiiler için geçerli; ancak Sünnilerin de kendilerine ait başka yolları olmadığını kim söyleyebilir? ”
UNCHR temsilcisi Laurens Jolles, “hayatta kalma seksi”nin artışının, ülkeye gelen mültecilerin yoksullaşmasıyla doğru orantılı olduğunu belirtti.
“Gün geçmiyor ki kendi rızasıyla ya da ailece verilen karar doğrultusunda bir başka kadın aile bütçesine destek olup çocuklarına bakmak için gece kulübünde çalışmaya başlamasın.”
Bazıları gözaltına alınıyor. Çıkanların çoğunun kefaletini onları çalıştıranlar ödüyor. Bunun ardından onları yine sokaklar bekliyor.
Yoksulluk, mültecileri ülkelerine geri dönmeye zorlayan en büyük etken. UNCHR’nin verdiği rakamlara göre, her gün gelen 500 kişiye karşılık 1500 kişi Irak’a geri dönüyor.
Kasımda yapılan bir araştırma %46’lık kesimin maddi zorluk, %26’lık kesiminse dolan vize süresi yüzünden döndüğünü gözler önüne serdi. Suriye son dönemde ülkeye giriş ve ikametgâh kurallarını sertleştirdi.
ONUR SAVAŞI
Yoksullukla cebelleşen yüzlerce Iraklı mültecinin arasında, hayatına onurlu bir şekilde devam etmek isteyen aileler var.
34 yaşındaki yeşil başörtülü Rukiye Fadhil “Kendi geleceğimizi düşünmüyoruz, sadece çocuklarımızın geleceği önemli bizim için,” diyor ve etrafını çevreleyen acı gerçeğe rağmen gülümsemeye devam ediyor.
Kocası Fallah Jaheel, Bağdat’ın güneyinde bulunan Babil’de işlettiği cep telefonu dükkânında vurulmuş, belden aşağısı tutmuyor, Rukiye’nin günleri kocasına bakmakla geçiyor.
Çift, Jaheel’in hastanede yattığı yedi ay boyunca çıkan masrafları ödeyebilmek için evini satmış, ardından da 7 ve 11 yaşındaki çocuklarıyla Suriye’ye kaçmış. Iraklı nüfusunun kalabalık olduğu Şam’ın yoksul mahallesi Seyyid Zeyneb’de bir sene yaşadıktan sonra birikimleri erimiş ve yardıma muhtaç hale gelmişler. Yabancı kuruluşlardan destek almaya çalışırlarken, Jaheel’in tedavisinin yapılması için yurt dışına gitmelerini sağlayacak paranın bir gün ellerine geçeceğini de umut eder olmuşlar.
UNCHR ve kardeş dernekler belirleyebildiği her Iraklı mülteci aileye yiyecek ve nakit yardımı yapmakta.
Gelecek iki ay en az 200.000 kişiye yiyecek paketi vermeyi planlıyorlar. Şu anda bu rakam 51.000. Aralık sonunda 7000 aile ayda her ay 100 dolar alıyor olacak.
Soyadını vermek istemeyen 39 yaşındaki Büşra, mülteci olarak yaşamanın getirdiği zorluklar ve yabancı bir ülkede ailesine bakmak için verdiği mücadelenin onu zaman zaman umutsuzluğa sürüklediğini anlatıyor.
Sorunlar, üç erkek kardeşi Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’in emriyle öldürülünce başlamış. Bu olaylar kocasının ondan ayrılmasını ve kardeşlerinin eşlerinin de çocukları terk etmesini tetiklemiş.
Böylece Büşra, sadece bir tanesinin kendisinin olduğu dokuz çocuk ve hasta annesiyle kalakalmış. Çocuklardan biri Irak’taki Şii milislerce öldürülmüş. En büyükleri (21) Sufyan ise işkence gördüğünden ötürü çalışamaz halde, gün boyunca oturup sadece televizyon izliyor.
Aile üyelerinin uyuduğu rutubetli, soğuk odada göz yaşlarını tutamayan Büşra “Allahım, öyle yoruldum ki... Bunun adı hayat mı? Saddam zamanında da hayat değildi bizimkisi, ondan sonrasında da olmadı,” şeklinde konuşuyor.
Başını kara bir eşarpla bağlamış annesi ise Bağdat’ta rahat rahat yaşadıkları günleri hatırlayarak, Şam’da oturdukları dairenin, eskiden oturdukları evin holü kadar olduğunu söylüyor.
“Beni Irak’a götürün n’olur, orada ölmek istiyorum,” diye yalvarıyor.
Irak’ta fotoğrafçılık ve kuaförlük yapan Büşra Şam’da işsiz kalmış. Çünkü Iraklı mültecilerin Şam’da çalışma izinleri yok. Büyük oğlanlardan biri, şantiyelerden birinde günlüğü üç dolara işçilik yapıyormuş.
Büşra bir şekilde aileyi bir arada tutmayı başarmış. Ancak benzer koşullardaki mültecilerin çocuklarını nasıl çalışmaya ya da dilenmeye yolladığını; sosyal ve dini tabuların nasıl bir kenara atıldığını; eşlerin nasıl pavyonlara ve tartışmalı evliliklere itilebildiğini bu şekilde kolaylıkla görebiliyoruz.
Monday, 03 December 2007 Küreselleşen Ekomomi Karşısında Çin Emekçi Sınıfların Durumu
Robert Weil * Giriş
Bu makale esas olarak Alex Day ve Çin’le ilgilenen başka bir öğrenciyle beraber, 2004 yılı yaz aylarında işçiler, köylüler, örgütçüler ve solcu eylemcilerle yapılmış olan bir dizi toplantıya dayandırılmıştır. Oakland Institute tarafından özel bir rapor olarak yayınlanan daha uzun bir makalenin de parçasıdır. Toplantılar esas olarak Pekin kentinin içi ile çevresinde ve kuzeydoğudaki Zhengzhou ve Henan’ın merkezi kenti Kaifeng’de düzenlenmiştir. Bu toplantılarda duyduğumuz keskin konuşmalar, Mao Zedung’un ölümünü izleyen otuz yıl içinde, onun liderliği altında yürütülen devrimci sosyalist politikaların dağıtılması ve emekçi sınıfları giderek artan güvencesiz bir konuma terk eden “kapitalist yola” dönülmesiyle birlikte ortaya çıkan büyük dönüşümlerin yarattığı etkilerle ilgiliydi. En eşitlikçi niteliklere sahip bir toplumda hızla büyüyen kutuplaşma, en tepedeki servetin aşırılıkları ile, gündelik yaşam koşulları git gide kötüleşen ve sayıları gitgide çoğalan en dipteki işçi ve köylü kitleleri arasında cereyan ediyor.
Bu durumun bir örneği olarak, Fortune 2006 küresel milyarderler listesi, Çin anakarasından yedi ve Hong Kong’dan bir milyardere yer veriyor. Bu milyarderlerin servetleri Birleşik Devletler ve diğer ülkelerdekilere kıyasla daha küçük servetler olmakla birlikte, bu milyarderler büyük bir hızla palazlanan Çin kapitalizminin belirginleşmesini temsil ediyorlar. Büyük yolsuzluklar parti ve devlet yetkilileri ile işletme yöneticileri ve yeni özel girişimcileri, emekçi sınıfların yarım yüzyılı aşkın bir süredir görülmemiş ölçülerde sömürüldüğü bir süreç içinde palazlanan kapitalist sınıfı zenginleştiren bir ittifaklar ağı içinde birleştiriyor. Konuştuğumuz işçiler bir zamanlar ekonominin temel direği olan devlete ait işletmelerdeki eski işlerinden, çalışma birimlerinin birer parçası olan barınma, eğitim, sağlık bakımı, emeklilik aylığı ve benzeri tüm sosyal güvenlik ilişkilerinin gerçekten yok edilmesiyle birlikte çıkartılmış olan on milyonlarca işçinin bir bölümünü oluşturuyor. Bu devlete ait işletmeler, ister doğrudan özel yatırımcılara satılmak, isterse işletmecilerle devlet ve parti yetkilileri tarafından yarı yarıya özelleştirilmek suretiyle kâr amaçlı şirketlere dönüştürülürken, yolsuzluklar da yaygınlaşıyor.Görüştüğümüz köylüler kırsal komünlerin zorla dağıtılmasının ve her bir hanenin köy yönetimi ile işleyeceği toprak parçası üzerinden sözleşme yaptığı aile sorumluluğu sisteminin başlatılmasının uzun vadeli etkileriyle başa çıkma mücadelesi veriyorlardı. Ülkenin küresel piyasalara fırlatılıp atılmasıyla, toprakların yerel yöneticiler tarafından köylülere yeterli tazminatlar sağlanmaksızın gelişimcilere satılmasıyla ve kırsal alanlarda yaşanan yaygın çevresel bozulmayla birlikte, bu politikalar, yüz milyonlarca insanı önceden yararlandıkları kolektif sosyal desteklerden yoksun kılarken, onları yaşamlarını kazanabilmek üzere makul bir yol bulma mücadelesine mahkum ediyor. 100 milyondan fazla köylü inşaat, yeni ihracat yönelimli sanayiler ya da en temel haklarının bile çoğundan mahrum oldukları en kirli ve en tehlikeli işlerde çalışma arayışı içinde kentlere yapılan kitlesel göçün bir parçası haline geldi. Göçmenlerin çoğunun yaşam koşulları, kentsel cemaatlerde yarı-kalıcı biçimlerde yerleşiklik kazandıkça; yaşlılık ve sağlık sorunları tırmandıkça giderek daha da kötüleşiyor. Çin emekçi sınıfları yaşam koşullarının bozulması ve sosyalist devrim sırasında on yıllar boyunca mücadele ve fedakarlıklarla kazanmış oldukları hakların ortadan kaldırılması karşısında pasif kalmadılar. Sınıf çatışması ve toplumsal çalkantılar on yıllardır görülmemiş düzeylere tırmandı. Çin’deki işçiler, köylüler ve göçmenler bugün dünya çapındaki gösterilerin en büyüklerine, bazen on binlerce kişinin katıldığı ve yetkililerle yaşanan şiddetli çatışmalarla sonuçlanan gösterilere katılıyorlar. Kamu Güvenliği Bakanı bile “kitlesel olayların ya da gösteri ve isyanların” sadece on yıl önceki 10 bin sayısının 2003’de 58 bine ve 2004’de 74 bine tırmandığını kabul eden veriler yayınladı (New York Times, 24 Ağustos 2005) . Artan sosyal istikrarsızlık tehdidi, üst düzey parti ve devlet liderleri karşısında derinleşen bir meydan okumayı da temsil ediyor ve daha şimdiden daha da büyük çalkantıları tetikleme girişimleri dahilinde bazı politika değişikliklerine neden olmuş durumda. On yıllarca süren ekonomik büyüme içinde serpilen profesyonellerin ve işletmecilerin sözüm ona yeni orta sınıfı ve kolej mezunlarının hızla genişleyen safları bile, katmanlaşmaya uğruyor. Mao yönetimi altında okuldan mezun olana kadar tamamen parasız olan eğitimde giderek artan maliyetler, özellikle emekçi sınıflar açısından engelleyici bir hale geliyor. Yeni mezunlar iş bulmakta gitgide zorlanıyorlar. Piyasa basıncı, durumu daha iyi olanları bile etkiliyor. Ekonomik gelişmenin sağladığı kazanımlar, özellikle de tüketim malları ile gıdaya daha rahat erişilmesi ve artan hareketlilikle iş fırsatları, hep genişleyen sınıf bölünmeleri ve yaygınlaşan güvencesizlikle beraber, milyonlar açısından etkisini yitiriyor. Sonuç olarak, Çin, keskinleşen bir sınıf mücadelesi ve çözümlenmesi kolay olmayan bir politik belirsizlik dönemine giriyor. Emekçi sınıfların önündeki yol çok zorlu olacak ve solun canlanışı, oldukça anlamlı olmakla birlikte, hala çok erken bir evresinde. Bu makale, bu karmaşıklıkları ve olasılıkları incelemektedir. Bireylerin ve örgütlenmelerin isimlerini, onları koruma amacıyla genellikle hariçte bıraktım.
Çelişki ve Birlik
En azından yüzeyde, kentli işçilerin, göçmenlerin ve köylülerin ve hatta yeni orta sınıfın birçok üyesinin, giderek birbirine benzemeye başlayan yaşam koşulları, kapitalist piyasa reformları ve Çin’in küresel ekonomik güçlere açılmasıyla birlikte, onları sömürenlere karşı geniş bir mücadele birliğinin temelini sunacakmış gibi görünebilir. Fakat tıpkı Birleşik Devletler ve dünyanın diğer yerlerindeki benzer koşullar altında da yaşandığı gibi, emekçi sınıfların birleşmesi teoride, pratikte gerçekleştiğinden çok daha kolaylıkla ele alınmaktadır. Eski önyargılar, özellikle de birçok kentli Çinlinin köylülere karşı oldukça düşük bir saygı düzeyine sahip olması, kırsal alanlardan kentlere doğru gerçekleşen kitlesel göçün yarattığı yeni rekabet biçimleriyle ve her bir grubu diğerine karşı bölüp yönetmek üzere, deneme yanılma yöntemleri kullanan iktidardakilerin manipülasyonlarıyla biraraya gelerek, işleri daha da zorlaştırmaktadır.
Örnek olarak, Pekinli işçilere, göçmenlerin kendi işlerini ellerinden aldıklarını düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda, konuştuğumuz eylemcilerden birisi şöyle yanıtladı: “Evet, özellikle de işten atılanlar arasında, bu tür duygular yaygın.” Birçokları göçmen nüfusa tepeden bakıyor. Büyük bir fırtınadan sonra yapılan bir temizlik sırasında, bazı kentli işçiler şöyle hatırlattılar: “Bu iş göçmenlerin yaptığı türden bir iş, evlerinde elleri hiç para görmez”. Bu imajı pekiştirmek üzere, New York Times (3 Nisan 2006) Şhangay çöplüğünde, içlerinden birisinin tek bir kızının 10 bin Yuan (1.250 Dolar) tutarındaki orta okul ücretini ve diğer kızının da 1.000 Yuan (125 Dolar) tutarındaki ilkokul ücretini ödemek üzere çalışan göçmen kağıt toplayıcılarıyla ilgili bir rapor yayınladı. Fakat, duygular karşılıklı. Göçmenler de, sıra onlara geldiğinde, benzer şeyler söylüyorlar, şöyle ki: “O, işten atılmayı hak eden bir işçi.”Irk ve etnisitenin olduğu kadar göçmenlik statüsünün de işin içine girdiği Birleşik Devletler’de son derece alışılmış olan bir görüntü dahilinde, göçmenlerin, kendilerine yapılan destek ödemeleri ile hak ettikleri diğer haklardan yararlanmalarına yardımcı olmayı hedefleyen hükümet girişimleri, bazı işçiler tarafından kayırmacılık olarak görülüyor. Medya bu bölünmelere oynuyor ve göçmenlerin “hiçbir şey” karşılığında çalışmak istediklerini ve işçilerin yerine geçmek için onların işten atılması için çaba göstererek hoşnutsuzluğa neden olduklarını iddia ederken, bir yandan da kentli proletaryanın yabancılarla birlikte çalışmak istediğini söyleyerek, farklı gruplar arasındaki düşmanca ilişkileri körüklüyor. Ancak bu türden manipülasyona esas yakıtı, kentsel ve kırsal gelirler arasında, şimdi 3.3’e 1 olan ve “Birleşik Devletler’deki benzer ölçüleri aşarak dünyanın en yüksek” oranı haline gelen, giderek büyüyen gelir uçurum sağlıyor. (New York Times, 12 Nisan 2006) Bu bölünmelerin ne kadar keskin olduğu 2001 yılında büyük çatışmaların yaşandığı Zhengzhou Elektrikli İletim Aygıtı Fabrikası’nda çalışan işçilerin tecrübeleriyle birlikte açıklık kazandı. İşletmenin satılıp parçalandığı bu bölgede, polis protestocuları gece vakti tutukladı ve makineleri hırsızlar gibi parçalayarak alıp götürdü. Yanlarında malzemeyi taşımak için günde 50 Yuan’a çalışan köylüler de getirmişlerdi. Bu da uzun süreli bir mücadeleye neden oldu. Kent yönetimine karşı, kirli işlerini yaptırmak üzere polisi kullanmalarından doğan tepkilerden kaçınmak üzere köylüleri hırsız gibi kiraladılar: onlar da kasklar giyip, işçileri alt etmek için silah kullandı. Otuz kamyonla beş yüz köylü grev kırıcısı getirilmişti ki, bu da, Zhengzhou’da olup bitenlerin bir örneğidir. Eylemcilerden birisi fabrikadaki işçilerin çan çalmasıyla birlikte “herkesin dışarıya çıktığını” ve 24 Temmuz 2001’de köylülerle dört saatlik bir çatışmanın yaşandığını söylüyor. Diğer fabrikalardan çıkarak yardıma gelen işçilerin de katkısıyla o gün, işçiler galip gelmiş. Sekiz işçinin tutuklanıp mülke zarar vermekle itham edilmesine karşın, hukuksal yardım da almışlar ve kapitalistler yine kaybetmiş. İşçilerden birisinin, reform öncesi dönemdeki haklarına gönderme yaparak söylediği üzere, “yasalarımız, Mao’nun yasaları” uygulanmış; “öylesine çok insan vardı ki hükümet korktu.” Halkın eyleminin boyutları yetkilileri duraksatmış, fakat işçiler, kapitalistlerden gelen basınç altında, bu sefer mahkemeleri de aşabilmek için kamu güvenlik polisi kullanılmak suretiyle yeniden tutuklanmışlar ve köylülerle on gün süren bir kavga yaşanmış. Bu şekilde, işçileri fabrikadan çıkarmak için köylü zorbaları kullanmışlar ve her şeyi satıp savarak 5.600 insanı işten çıkartmışlar. Sonra işçi konutları dâhil tüm binaları yıkmış ve araziyi buraya bir mağaza ve lüks evler inşa eden özel bir gelişimciye vermişler. Şimdi herkes işi ve evi olmadığı için mücadeleye devam etmeye çekiniyormuş. Polis bazen üniformalarını çıkartarak ve kapitalist mülk sahiplerini, bıçak bile kullanarak koruyan çeteler gibi davranarak, işçileri korkutmayı sürdürüyormuş. Bir çömlek tesisinde, çetelerden birisi, bir işçi liderini öldüresiye dövmüş, ama yetkililer buna göz yummuşlar ve daha sonra yapılan şikâyetleri de dikkate almamışlar. Polis ve diğer hükümet organları, bu biçimde, devlete ait işletmelerde çalışanlara doğrudan doğruya saldırıp onları baskıya maruz bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda emekçi sınıfların çeşitli katmanlarını birbirlerine karşı da kışkırtıyor. Bu tür deneyimler, birlik ihtiyacına karşın, zaten varolmakta olan önyargı ve bölünmelerin aşılmasını son derece zorlaştırıyor. Elektrik cihazları şirketinden bir işçi eylemcinin söylediği gibi, “köylüler ve işçiler tek bir aile olmalılar; onlarla savaşmak durumunda kaldık, fakat birlikte çalışmalıyız.” Karşıt taraflarda yer alanlar kısa vadeli çıkarları uğruna hareket ediyorlar. İşletmede, polis şefi bile yaptıklarını aslında hiç de yapmak istemediğini, fakat baskı altında olduğunu söyledi. İşçilerden birisi ona “tıpkı köpek gibi” demiş. Şöyle yanıtlıyor, “Evet, ama bugün ben seni ısırmazsam, onlar benim derimi yüzerler.” Devlete ait işletmelerin özelleştirilmiş gelişim şirketleriyle yer değiştirmesi, bölünmeleri katmerlendiriyor. Bölgede inşa edilen yeni fabrikalar her ne olursa olsun, işçileri çok düşük ücretlerle ve hiçbir barınma ya da yan ödeme sağlamaksızın kırdan istihdam ediyorlar. Üstelik işçilerden birisinin ortaya koyduğu gibi, Birleşik Devletler’den farklı olarak, Çin’deki devlete ait işletmelerden atılanlar, bu işler için, ucuz oldukları ve kolaylıkla kontrol edildikleri için köylülerin kullanılması yüzünden, hizmet sektöründe bile iş bulamıyorlar. Bu durumda, birlikte çalışma arzusuna karşın, bu tür koşullar, emekçi sınıfların çeşitli katmanları arasında kaçınılmaz olarak düşmanlıklara neden oluyor. Bu türden bölünmelere ve çelişkilere karşın, kentli işçilerin geniş katmanları arasında daha yüksek bir birlik düzeyi yaratmaya ve kendileriyle, gerek tarlalarında kalmış, gerekse kentlere göç etmiş olan köylüler arasında daha yakın bağlar inşa etmeye yönelik çabalar yaygınlaşıyor. Zhengzhou Kağıt, Tekstil ve Elektrikli İletim Ekipman Tesisleri’ndeki gösterilerle, bu kentte 1997 yılında 13 bin taksi şoförünün gerçekleştirdiği grev, birçok işletme ve sektörde bulunan on binlerce işçi gibi, cemaat üyelerinin de, özelleştirmelere, iş ya da ödenek kayıplarına ya da yüksek vergilerle cezalara karşı çıkanlara destek verdiğini gösteriyor. Yine de, Çin genelinde daha yaygın olan görüntü, tek tek fabrikalarda çalışanların işverenleri ve onlarla bağlantılı hükümet yetkilileriyle kendi başlarına karşı karşıya gelmeleri biçiminde. Demiryolu raylarına yatmak ve otoyolları kesmek ya da büroları kuşatmak ve işgal etmek ve diğer hallerde kentin alışık olduğu ticareti durdurmak gibi eylemleri kapsayabilen bu çatışmalar, genellikle, durumdan etkilenmiş olan işçilere bir defalık küçük bir ödeme yapılmasıyla sonuçlanıyor ki, bu da onlara hiçbir biçimde uzun vadeli destek sağlamıyor fakat acil taleplerinin bir parça yardım karşılığında pasifize edilmesi için yeterli oluyor. Zhengzhou’daki farklı işletmelerde bulunan işçiler, çoğu örnekte özelleştirme, işsizlik ve hizmetlerle güvencelerin yitiminden oluşan toplam süreci durdurmakta yetersiz kalan bu göreceli olarak yalıtılmış mücadele biçimini aşma girişiminin bir parçası olarak, birbirleriyle bağlar kurmaya başlıyorlar. Devlete ait çoğu işletmenin, arkalarında 100 bin işsiz bırakarak kapandığı Kaifeng’de de işçiler, başarılı olabilmek için daha fazla birlik ihtiyacının mevcut olduğunu ifade ettiler. Daha yakın zaman önce, işlerini çoktan kaybetmiş olan birçoklarıyla hala istihdam edilmekte olan az sayıdaki işçinin de aralarında bulunduğu, farklı tesislerden işçiler biraraya gelmeye başlayarak, her bir işletmenin temsilcileriyle toplantılar düzenlemeye ve her bir tesisin üyelerinin katıldığı ortak protestolar örgütlemeye koyulmuşlar. Orada konuştuğumuz eylemciler kentteki tüm fabrikalardan işçilerin katılımıyla o yılın daha geç bir tarihinde büyük bir gösteri yapmayı planlıyorlardı. Fakat bu tür birleşik eylemlerin geleceği belirsiz. Bazılarının “reformlar”la hükümeti daha fazla desteklediği, bazılarınınsa sosyalist perspektife inandığı kent proletaryası saflarındaki ekonomik, kuşaksal ve hatta siyasal bölünmeler varlığını koruyor. Ziyaret ettiğimiz bir işçi sınıfı mahallesinin tam ortasındaki bir Zhengzhou Parkı bile, fiziksel olarak sağcı ve solcu, işçi ve emekli gruplaşmaları arasında bölünmüş durumdaydı; sağcı gruplar, özellikle gündüz saatlerinde belirli alanlarda hakim olurken, diğerleri, özellikle geceleri başka bölümlerde egemendiler. Oraya her gün rahatlamak üzere gelen birçoklarıyla konuşmak üzere kısa bir mola verdiğimizde tanık olduğumuz gibi, tartışmalar oldukça hararetlenebiliyor ve hatta, zaman zaman tehdit edici hale gelebiliyordu. İşçilerle köylüler arasındaki birliğin geleceği açısından da benzer bir durum var ki, göçmenler burada bir tür aracı rolü üstleniyorlar. Biraraya gelme arzusu var, fakat hem yaşam koşulları hem de hükümetten gördükleri muamele biçimleri arasındaki farklılıklar bu tür yüksek birleşme düzeyleri aleyhine işliyor. Reformlar altında, servetin kısmi bir dirilişi de söz konusu. Hem kentlerde hem de kırda konuştuğumuz kişiler, bugün, Mao döneminin sosyalist evresindeki durumla keskin bir tezatlık içinde bazı köylülerin gerçekten de kentli işçilerden çok daha iyi durumda olduklarını belirttiler. Hala yoksul ve yaşam mücadelesi veriyor olabilirlerdi; en yoksullaşmış köylü aileler en kötü durumda olanlardı, fakat en azından üzerinde biraz yiyecek yetiştirebilecekleri bir parça toprağa sahiptiler. En yoksul göçmenler bile kentteki işleri çok kötü gittiği zaman köye geri dönebilirlerdi. Ancak, vasıfsız kentli işçiler, özellikle de işten atılmış olanlar bakımından, gerçekten de kaybedecek hiçbir şey yoktu; bir kez daha, üretim araçlarına olan tüm erişimlerini yitirmişler ve bir tür dış destek olmaksızın gerçekten de açlıktan ölmeye terk edilmiş olan klasik proleter durumuna indirgenmişlerdi. Hasta bir anne babaları ya da hatta okul ücretlerinin ödenmesi gerekli olan bir çocukları bulunduğunda, durumları oldukça umutsuz bir hal alabiliyordu. Sadece biraz daha vasıflı olanlar ya da bir tür küçük ticarete başlayabilenler toprakları olan köylülerle bir ölçüde eşit koşullara sahip olabiliyorlardı. Sonuç olarak, bu iki sınıfın eylemlerinin birliğini sağlamak da zorlaşıyor. Sık sık, protestolar ve gösteriler neredeyse aynı anda hem kentlerde hem de bu kentlerin çevresindeki köylerde gerçekleşiyor. Orada olduğumuz kısa süre içinde bile Zhengzhou ve Kaifeng’in içinde ve çevresinde bu tür paralel olaylara tanık olduk. Bu ikinci kentte, köylüler aynı gün, yol yapımı yüzünden toprak konusunda kandırılmış oldukları için, hükümet binalarına zarar verdikleri ve otoyolları kestikleri hemen yakınlardaki bir ilçede protestolar gerçekleştirirken; ya da işçilerden birisinin söylediği gibi ayaklanıp “kötü işler” yaparken, tek bir fabrikadaki yirmi işçi de tutuklanmıştı. Ama bu gerçekten de eş zamanlı biçimde gerçekleşen olaylar arasında hiçbir bağlantı yoktu ve henüz hiçbir ortak işçi ve köylü protestosu gerçekleşmemişti.Üstelik, devletin bu iki sınıfın gösterileri karşısındaki tepki gösterme biçimlerinde bile farklılıklar var. Kentli işçiler yerel yetkililer tarafından özellikle güçlü bir baskıyla karşı karşıya bırakılıyorlar, çünkü mücadeleleri kamuoyu açısından daha görünür durumda, kentteki güç merkezlerini rahatsız ediyor ve reformların, yani işletmelerin özelleştirilmesi ve yeni kapitalist sınıfın oluşturulması sürecinin tam kalbine doğrudan doğruya meydan okuyor. İşçilerden birisinin söylediği gibi, kendisi ve onun gibiler son derece öfkeliler ve “biraraya gelip ‘isyan’ etmek zorundalar; ama Amerika’dakinden farklı olarak bu durum hakkında tek bir şey bile söylememek durumunda kalıyorlar.” Yine de, “ölmekten korkmuyorlar, çünkü hiçbir şeyleri yok”; ve bu yüzden de mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Büyük ölçekli işçi eylemleri, bazen yerel zaferler elde ederek, fakat çoğunlukla liderlerinin tutuklanması ve hapsedilmesiyle sona ererek, ülke çapında yaygınlaşıyor. Tersine, en azından kağıt üzerinde, kırsal koşulların iyileştirilmesi şimdi resmi hükümet politikası halindeyken, köylü protestolarının bastırılması daha da zalimce olabiliyor, çünkü bunlar, eylemlerin kamuoyunun dikkatini çekecek ölçüde büyük olmaması halinde, büyük ölçüde görünmez durumdaki eylemler; tıpkı 2005 Aralık ayında, bir enerji tesisi için el konulan topraklar için verilen yetersiz tazminatları protesto ederken, Guangdong eyaletindeki Dongzhou’da öldürülen yirmi köylü örneğinde olduğu gibi. Bu bölünmelere ve engellere karşın, kentlerdeki ve kırdaki emekçi sınıfların, köylüler giderek daha fazla öfkelenirken ve yaşam koşulları kentli işçilerin koşullarıyla daha fazla benzeşirken ve göçmenler yaşlanır ve giderek kötüleşen bir durumla karşı karşıya kalırken, yakında birbirleriyle bağlar kurmanın yollarını bulabilecekleri yönünde bir duygu da mevcut. Tüm emekçi sınıfların örgütlenmesine yardımcı olan eylemciler birleşme eğilimini güçlendirmeye çalışıyorlar, fakat bu, aralarındaki uçurumu kapatmaya henüz başlamış olan, uzun ve zorlu bir süreç.
Solun Geri Dönüşü
Bu türden yüksek birlik düzeyleri yakalanması ihtimali köylüler, göçmenler ve kentli emekçi sınıflar arasında Çin’deki sosyalizm mücadelesinin derin tecrübelerine ve Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin bilgisine sahip olanların var olmasıyla birlikte pekişiyor. Bu tarihsel miras bugün Çin solunun geri dönüşü açısından temel bir öneme sahip. Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız’ın ortaya koyduğu gibi, “iki çizgi mücadelesi” kavrayışı, devrimin sosyalizmi ile bugünün kapitalizmi arasındaki açık seçik ayrıştırma, şimdi esas olarak aydınlardan değil, temelde emekçi sınıfların kendi saflarından kökleniyor.
Bu kavrayış özellikle, çürüme karşıtı bir biçim alıyor; ancak bu, o da işin bir parçası olmakla birlikte, sadece dar anlamda mali yolsuzluklara ve rüşvete karşı çıkmaktan ibaret değil, fakat devlet ve parti yetkilileri, işletme yöneticileri ve girişimciler ittifakının, üretim araçlarını bütünüyle, yeni ortaya çıkan kapitalistlerin özel mülkü haline dönüştürmesini engellemeye ve işçilerle köylüler tarafından devrimci dönemde elde edilmiş olan sosyalist kazanımları geri döndürmeye yönelik daha geniş bir girişimin parçası. Devrimin teorisi, ruhu ve pratiği, özellikle komünist hareketin 1920’ler kadar eski bir tarihe uzanan merkezleri olan Zhengzhou ve diğer bölgelerdeki eylemciler tarafından canlı tutuluyor. Bu kentte, 1971’de inşa edilmiş olan çifte pagoda benzeri bir kule, kentin ana kavşağında, 1923 yılında bölgesel savaş ağaları tarafından zalimce inşa edilen Pekin-Hankou demiryolunda komünistlerin önderliği altında yapılan bir genel grevde öldürülen yüzden fazla işçinin anısına bekçilik yapıyor. Mao döneminin mirası burada bugün de canlı tutuluyor ve çizgi mücadelesinin başını çeken işçi bilinci düzeyi çok yüksek. Bu kentteki işçilerle yaptığımız tartışmalardan çıkan daha çarpıcı olguysa, çalışmaya alışmış oldukları fabrikalarda hissettikleri yetki duygusuydu. İşçi sınıfının devlete ait işletmelerdeki sosyal mülkiyet ve katılım haklarının sınırları her ne olursa olsun, (ki bu hakların Deng’ci reform el koyuşlarına karşı birer sigorta olarak yetersiz oldukları kanıtlandı) işçilerin bu tesisleri güçlü bir biçimde ve bir tür temel anlamda “kendilerinin” gibi hissettiklerine dair hiçbir kuşku yok. Aralarından birisinin açıkladığı gibi, elektrikli iletim cihazları fabrikası “işçilerin alın teriyle inşa edildi” ve onlar da fabrikanın kapitalistler tarafından satın alınıp özelleştirilmesini istemiyorlar. Fabrika tüm ulusa aitti ve tüm işçi sınıfının kolektif ekonomik birikiminin parçasıydı. Mao döneminde, işçilerin fabrikalar üzerinde bir parça kontrolleri de vardı, “fikirlerini ileri sürüyorlardı ve sözleri de dinleniyordu”. Bu durum Kültür Devrimi sırasında zirvesine ulaştı. O zaman “önder onlardı, işçi sınıfı o dönemde kendisini temsil ediyordu”; ama şimdi kimse onları dinlemiyor ve hiçbir güçleri yok. Yeniden ve yeniden, bu işçiler ömür boyu süren çalışma üzerine bina edilen kolektif mülkiyetlerinin etkin biçimde çalınmasının ve önceden icra ettikleri tüm katılım haklarından yoksun kılınmalarının sonucu olarak yitip giden yetki duygularından söz ediyorlar. Bu kavrayışı daha teorik bir bağlama yerleştiren bir Zhengzhou işçisi, mevcut “bürokratik sermaye” sisteminin ekonominin bir sorunu değil, siyasal bir sorun olduğunu söylüyor; ki bu tam da Lenin’in Ne Yapmalı kitabından fırlayıp gelebilecek bir çözümleme. “Yüzeyde ekonomikmiş gibi görünüyor, ama aslında kapitalizmle sosyalizm arasındaki bir mücadele”, temelde siyasal bir sorun. Diyor ki Çin, “asla sosyalizmi yaşamamış olan Birleşik Devletler gibi değildir. Yaşlı işçiler bu tarihsel bağlamı anlıyorlar. Çoğu Mao dönemini ve Kültür Devrimi’ni yaşadılar. Mao Zedung Düşüncesi’ni tecrübe ettiler ve onların kuşağı Çin’i yeniden ‘Mao’nun Yolu’na sokmak istiyor. Bu da sosyalist yolu korumaya yönelik uluslararası mücadelenin bir parçasıdır.” Bu işçi Çin işçi sınıfının mücadelesinin ve yeniden sosyalizm yoluna geri dönülmesinin bu mücadele açısından neden önemli olduğunun Batı’da daha iyi anlaşılmış olmasını isterdi. Bu uzun bir mücadele. Umuyor ki Çin’deki işçiler, sonunda kazanacakları bu yola doğru yavaş yavaş hareket etsinler. Ama mevcut hareketin yakın zamanda daha yüksek bir düzeye ulaşmaması halinde, genç işçilerin onu yalnızca “daha iyi koşullar“ uğruna verilen bir ekonomik mücadele olarak görecekleri konusunda da uyarıda bulunuyor. Bu da anti-sosyalist reform döneminin ve Deng Xiaoping’in söylemlerinin mirası; şöyle ki, “zenginleşmek muhteşemdir”. Bunlar genç işçilerin kavrayışını mahvediyor. “Çoğu toplanıp böyle tartışmalar yapmaktan bile korkuyorlar”; bu türden duyarlılıkların yaşlı işçiler tarafından birden çok kez ifade edildiğini duyuyoruz. Hala sosyalizm mücadelesine sadık kalanların devrimin mirasını canlı tutmak ve onu yeni kuşaklara devretmek üzere, sadece ekonomik ve politik biçimleri değil, kültürel biçimleri de kullanarak, bilinçlerini ve deneyimlerini aktarmanın başka yollarını bulmuş olmaları, kısmen bu nedenden kaynaklanıyor. Zhengzhou’daki bir işçi sınıfı semtinin tam ortasında ziyaret ettiğimiz bir park köşesinde, işçiler ve aileleri her gece eski devrimci şarkıları söylemek üzere biraraya geliyorlar. Bizim de orada bulunduğumuz hafta içi akşamlarda, yaşlı emeklilerden gençlere ve hatta genç çocuklara varana dek yüzden çok kişi, dinamik bir şefin yönettiği, bir grup müzisyenin eşlik ettiği çok coşkulu bir koroda yer alıyor. Hafta sonlarında, “daha da çok sayıda kişinin”, belki bin ya da daha fazlasının katıldığı da söyleniyor. Bizi parka götüren işçilerden birisinin de ortaya koyduğu gibi, “Bu şarkıların politik anlamı Komünist Partisine; onun dönüşmüş olduğu şeye karşı muhalefetimizi göstermek ve Mao’yu onunla kapışmak ve bilinç yükseltmek için kullanmaktır.”
Bu aynı tarihsel ruh kentteki pratik mücadelelere de gölgesini düşürüyor. Kağıt fabrikası grevi 2000 yılında başladığında; ki bu grev hala bu bölgedeki özelleştirmelere karşı direnişin “modeli” durumunda, bir eylemciye göre işçiler, işletme yöneticilerini dışarı atarken, fabrikaya el koyarken, cihazların çıkartılmasını engellerken ve işçi denetimini kurumsallaştırırken, “Kültür Devrimi” yöntemlerini kullandılar. Birçok çalkantının ardından, tesisin bazı bölümleri hala işçilerin ellerinde bulunuyor, fakat sadece piyasa ekonomisi içinde hayatta kalma mücadelesi vermekle kalmıyor, aynı zamanda kendisini ekonomik bakımdan yıkmaya yönelik resmi girişimlerle de mücadele ediyor. Liderlerinin açıkladığına göre, hapse atıldıktan sonra, bu özgün mücadele biçimini benimsemişler, “çünkü Paris Komünü’nün ilkeleri sonsuza kadar yaşayacaktır.” Benzer bir solcu tarihsel perspektif, sloganlarından birisi “İşçiler çalışmak ve yaşamak istiyor” olan, ama aynı zamanda “Sürekli olarak Mao Zedung Düşüncesi’ni takip et” yazılı bir pankart da asmış olan elektrik cihazları tesisi mücadelesinde de görülebiliyor. İşçiler tarafından yürütülen diğer eylemler daha da açıkça politik biçimlere bürünebiliyor. Kağıt fabrikasının ele geçirilmesiyle aynı yıl, Mao’nun ölüm yıldönümü etkinlikleri de başladı. 2001 yılında bu biraraya geliş, on binlerce işçinin katılımıyla gerçekleşti; etrafları 10 bin polis tarafından sarılmıştı ve büyük bir grevle çatışma yaşandı. Bugün, işçilerin kentteki son Mao heykelinin bulunduğu küçük alana, ne ölüm ne de doğum tarihlerinde gitmesine izin veriliyor. Fakat yine de gidiyor ve polisle çatışıyorlar. 9 Eylül 2004’de, işçi eylemci Zhang Zhengyao’nun, Komünist Partisi ile hükümeti, emekçi sınıfların çıkarlarına ihanet etmekle ve yaygın çürümeye katılmakla suçlayan bir bildiri dağıttığı yer de burası. Bildirisi aynı zamanda Çin’deki kapitalist restorasyonu kınıyor ve Mao tarafından benimsenen “sosyalist yola” dönüş çağrısında bulunuyordu. Hem o hem de bildirinin diğer yazarı, Zhang Ruquan, polisin evlerini basmasının ardından tutuklandılar. Davaları kısa sürede, ülkenin her yerinden birçok solcunun, bu ikilinin 2004 Aralık ayında yapılan ve her birisinin üç yıl hapisle cezalandırılmasıyla sonuçlanan kapalı duruşmalarını, binanın dışında protesto etmek üzere Zhengzhou’ya gelmesiyle birlikte, Çin’in cause célèbre’i [ünlü davası; ç.n.] halini aldı. Bildirinin yazılmasına ve basılmasına yardımcı olan ve kendileri de polis tarafından taciz edilen Ge Liying ve Wang Zhanqing ile birlikte, bu eylemciler “Zhengzhou Dörtlüsü” olarak tanınmaya başladılar. Daha sonra Birleşik Devletler’de Başkan Hu Jintao ile Başbakan Wen Jiabao’ya gönderilmek üzere başlatılan ve salıverilmelerini talep eden bir dilekçe mektubu etkinliği, yaklaşık olarak yarısı Çin içinden atılmış olan imzalarla birlikte, iki yüzden fazla imza topladı. Bu, özellikle imzalayanlar açısından yarattığı potansiyel risk düşünüldüğünde, solcu işçilere verilen görülmemiş bir destek gösterisiydi, Çinli aydınlarla eylemcileri uluslararası destekçileriyle birleştirdi. Hükümet mektuba doğrudan yanıt vermemekle birlikte, Zhang Ruquan daha sonra, güya sağlık nedenleriyle hapisten salıverildi, ki bazı eylemciler bu durumun en azından kısmen, dilekçenin yarattığı baskının ve davalarıyla ilgili külliyetli bilgi ve çözümlemelerin zaman zaman sol web sitelerine gönderilmesi gibi durumla bağlantılı diğer dayanışma etkinliklerinin bir sonucu olduğuna inanıyorlar. Zhengzhou Dörtlüsü Çin’deki işçilerin kendilerine parti ve devlet tarafından dayatılan yeni koşulları pasifçe kabul etmeyi reddetmelerini, solcu ideolojinin ve etkinliklerin işçilerin safları arasındaki kalıcılığını ve bu işçilerin toplumdan ve hatta yurtdışından elde etmekte oldukları büyüyen desteği temsil ediyor. Fakat bu örnek aynı zamanda Çin solunun yenilenen gücünü olduğu kadar bölünmelerini de açığa çıkardı. Zhengzhou Dörtlüsü’nün dilekçe mektubunun imzalanmasında başı çekenler, temelde, dilekçeyi yaygın biçimde dağıtmak için interneti kullanan genç solcularken, bu gençler en azından başlarda, kendilerinden daha yaşlı ve önder durumunda olanların geride duranlarını eleştiriyorlardı. Genç kuşak açısından, sol bir kamusal duruş sergileyen işçilerle dayanışma göstermek, tam anlamıyla doğru bir çizginin benimsenmesi kaygısından daha baskın. Eski solcular içinse, ideolojiye ve siyasete dair eski bölünmeler ve mücadeleler genellikle ortak eylem birliğini engelliyor. Onların durumunda, şimdinin yeni koşullarıyla karşı karşıya gelmek üzere tarihsel çelişkileri bir kenara bırakmak çok daha zor.Bu farklı yaklaşımlar Çinli solcular arasında bulunabilen üç temel gruplaşmanın yaygın biçimde kabul edilen çözümlemesini de yansıtıyor: (1) Esas olarak partinin ve devletin safları arasından çıkan ve başlangıçta birçok örnekte Deng Xiaoping reformlarının en azından bazı parçalarını destekledikten sonra, bu politikaların kapitalist tabiatının giderek görünür hale gelmesiyle birlikte muhalefete yönelen “eski” sol; (2) Çin sosyalizminin Mao dönemindeki devrimci evresinin programlarına yönelik desteklerini aynen sürdürmekte olan ve popüler temellerini esas olarak işçiler ve köylüler arasında bulan “Maocular”; ve (3) tıpkı Batı’daki, özellikle de 1960’lardaki karşılığı gibi, temelde üniversitelerde ve yeni STK’larda odaklanmış olan genç kuşaktan oluşan, kalabalık bir Marksist, ama aynı zamanda geniş anlamda sosyolojik ve sosyal demokratik eğilimler yelpazesine açık olan, çoğunlukla “eski” solun saflarında olanlardan çok Mao’nun izleyicileri ile birleşmeye istekli olan “yeni” sol. Bu üç grup arasındaki çizgiler, yine de, hiçbir anlamda ne katı ne de karşılıklı olarak dışlayıcı. “Eski” solculara toplumun tümünde, hükümetin hem içinde hem de dışında rastlanabilirken, birçok “Maocu” ve hatta “yeni” solda yer alan bazıları da parti ve devlet içinde çalışıyor. Batıdaki benzer solcu kategorileriyle; özellikle de “yeni” solla çizilecek her türlü paralellik, buradaki mücadelenin tarihini yansıtan kendi özgün Çinli karakteristiklerine sahip olmaları nedeniyle, abartılmamalı. 2001 yılında, üst düzey liderliğin her yaz strateji planları yapmak için bir araya geldiği deniz kenarındaki bir kasaba olan Beidaihe’de, dört farklı politik eğilim tarafından, reformlar başlatıldıktan sonra yıllarca hapis yatan ve hala da eylemciliği sürdüren, Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız tarafından örgütlenen son derece alışılmadık bir toplantı düzenlendi. Reform politikalarının tümüne muhalefet edip etmeyecekleri hakkında bir fikir birliğine varamayacakları konusunda fikir birliğine varırken, Deng Xiaoping’i başlattığı yeniden kapitalizasyon derecesi bakımından eleştirmekte birleştiler. Daha yakınlarda ise, bazı etkili enstitü, üniversite ve organlardan gelen son derece yüksek bir kadro forumu, Pekin Üniversitesi başkanının oturum açılış konuşmasıyla birlikte, mevcut durumun Marksist bir çözümlemesini yapmak üzere biraraya geldi. Bu toplantının sürekli bir biraraya gelişe dönüştürülmesi umuluyordu. Bu toplantının arka planında bulunan eski parti üyesi, toplantının en azından bazı yüksek düzeyli destekler olmaksızın mümkün olamayacağını açıkladı. Zhengzhou’da, solcular ve bugün Çin’de, çoğunlukla Batı’daki muadilerinden çok daha radikal olan kimseleri de kapsar biçimde kullanılan bir terim olan “liberaller” tarafından başı çekilen benzer bir forum, geniş bir fikir yelpazesinde bulunanları bir araya getirerek, geçen on yıl hakkında görüşmek üzere toplandı. Ortak temelleri Çin toplumunun ve resmi politikalarının sahip olduğu mevcut yönelimin sürdürülebilir olmadığı yönündeki güçlü duyarlılıklarıydı. Yani, sahip oldukları farklı arka planlara ve yaklaşımlara karşın, partinin ve devlet organlarının hem içinde hem de dışında, “eski”, “Maocu” ve “yeni” olmak üzere kabaca her üç sol kategoriye de giren birçokları mevcut ve sadece fikirleri değil, aynı zamanda çeşitli forumları ve toplantıları da, birbirleriyle çakışıyor, birbirlerine nüfuz ediyor ve birbirlerini etkiliyor ve hatta kendi ideolojilerini paylaşmayanları da içine çekiyor. Yeni STK’lar içinde, yoksullaşan kırsal köylere okullar sunmak ve ana akım vakıflardan farklı bir işçi-köylü yönetimli toplumu teşvik etmek gibi pratik konular üzerinde çalışan, güçlü bir solcu temele sahip olanları da var. Solun bu geri dönüşü, emekçi sınıflar arasındaki popüler mücadelenin, Çin’deki sosyal krize ve onun mevcut politikalarda radikal bir dönüşüm gerçekleştirilmeksizin yalnızca derinleşebileceği yönündeki tehdidine gönderme yapmaktan kaçınılmasını artık imkansızlaştırmış olan, gitgide artan başarısını yansıtıyor. Bugün ne kadar uzak görülürse görülsün, Mao döneminin devrimci sosyalizminin yenilenmesi ihtimalini yeniden canlandırıyor.
Soldaki bu yeni açılımın çarpıcı bir örneği, Ekim 2004’de, “Mevcut Politik Manzara Hakkındaki Görüş ve Fikirlerimiz” ismini taşıyan ve “eski ÇKP üyeleri, kadroları, askeri personel ve aydınlar” grubu tarafından kaleme alınarak, Hu Jintao’ya gönderilen bir mektuptur. Zhengzhou Dörtlüsü’nün bildirisinden daha saygılı bir tona sahip olmakla ve ekonomik kazanımları açısından “reformlara” belirli bir pozitif itibar tanımakla birlikte, o beyanatın temalarıyla çok yakından paralellik göstermekte ve düzeltici eylem ve “kapitalist yol”dan sosyalist yola dönüş konusunda yaptığı çağrılarla birlikte, mevcut duruma yönelik eleştirisinde eşit biçimde militan bir nitelik taşımaktadır. Bu iki belge arasında herhangi bir doğrudan ilişki olup olmadığı açık değildir. Fakat Çin’deki solcular Zhengzhou Dörtlüsü’nü desteklemek için imza toplamayı sürdürdüler ve “yeni” solun bazı bölümlerinin davalarını kucaklamakta gösterdiği arzu ve bu türden “Maocu” etkinliklerin savunulması, “eski” solculara da, Hu’ya gönderilen mektup örneğinde olduğu gibi, uzun vadeli eleştirileri yeniden ifade etme yolunu açtı. Eski devrimci mücadelelerin katılımcılarının partinin ve devletin mevcut politikalarına böylesine açıktan açığa karşı gelmek konusunda gösterdikleri bu isteklilik, ortaya çıkmakta olan yeni iklimin bir ölçüsü. 1999 kadar eski bir tarihte, eski solcularla yaptığımız tartışmalar, kendilerini, hakim reform atmosferi karşısında hala ne kadar sınırlandırılmış hissettiklerini açığa çıkartıyordu. Şimdi, açık ki, bu eski liderlerin ve benzer konumlardakilerin çoğu, kendi görüşlerini daha açıkça seslendirmek konusunda kendilerini daha “özgür” hissediyorlar. O halde, geçmişin bugünü bilgilendirmekte olması ve solun bazı kesimlerinin eylemlerinin diğerleri üzerinde de etkide bulunması yalnızca teoride değil pratikte de geçerli. Sayıları az olan ama bazen büyük bir etkide bulunan sınırlı birkaç örnekte, Mao döneminin sosyalist örgütlenme biçimleri, piyasa ekonomisinin yeni koşullarını karşılamak üzere muhakkak ki değişime uğramış bir biçimde olsa da, bugün de uygulanmaya devam ediyorlar. Yani şimdi bile kırsal köylerin, toplamda birkaç bini bulan yüzde biri; ki rakamlar ölçümü kimin yaptığına ve neyi ölçüt aldıklarına bağlı olarak değişiyor, komün döneminin kolektivizasyonunu asla tamamen terk etmemiş durumda. Deng reformlarını uygulamış olan birkaçı da, kırsal ekonomi açısından alternatifler sergileyen birer model haline gelerek, yeniden kolektifleştirilmiş üretime geri dönmüşler. Sosyalist dönemin hedeflerini ve yöntemlerini korumanın en etkili örneği, Zhengzhou’nun bir ya da birkaç saat uzağında yer alan Henan Eyaleti’nde bulunan “Maocu” bir kent olan Nanjiecun (Güney Sokağı Köyü) , ki yeniden kolektivizasyona 15-20 yıl önce başlamış, temelde ücretsiz barınma, sağlık bakımı ve eğitimle; hatta gençlerinin kolej masraflarını bile ödeyerek, tüm üyeleri için bir tür komün biçimi olarak işlemeye devam ediyor. Sosyalist dönemin, yöneticilerine vasıflı bir işçinin ücretinden daha fazla ödemede bulunmamak biçimindeki eşitlikçi pratiklerini de devam ettiriyorlar. Aralarında Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in de bulunduğu diğer devrimci liderlerle birlikte fotoğrafları ve deyişleri köyün her yerinde sergilenmekte olan Mao’nun politik hedeflerine olan sadakatini de sürdürüyorlar. Burada çok katlı barınma kompleksleri, her bir aile üyesine sağlanan ışıklı ve havalandırılmış dairelerle birlikte, tertemiz caddeler, gezi yolları ve bahçelerle çevrelenmiş durumda. Köy çekici bir okula ve bir çocuk bakım merkezine de sahip. Bu türden bir yerleşim, kentli zenginlerin yeni siteleri hariç, Çin’de gerçekten de eşsiz bir yer durumunda ve duvarları ve kapıları dışında rastlanabilen tipik kırsal çevreyle keskin biçimde çelişiyor. Ancak bu türden başarılara karşın, finansmanı için yabancı sermaye çektikçe ve çevre bölgelerden, onurlu ama kesinlikle daha az konforlu yatakhanelerde barındırılan köylüleri; yeni kapitalist ekonomiyle tam olarak bütünleşmiş olan kendi “kent işletmesinin” ana emek gücü olarak kullandıkça, Nanjiecun’daki pratiklerde de birçok çelişki ortaya çıkıyor. Köye yaptığımız ziyarette bize eşlik eden iki kişinin de içinde olduğu Zhengzhou’daki eylemcilere göre, yakın zaman önce, yeni ve alışılmış olmayan üretim alanlarına doğru aşırı genişlemeye bağlı olarak, ciddi mali zorluklarla yüz yüze gelmiş. Ancak, bir kapitalizm denizi ile çevrelenmiş olduğu ve hayatta kalabilmek için piyasa ekonomisi içinde rekabet etmek zorunda kaldığı bir durumda kaçınılmazlaşan bu türden sınırlamalara karşın, kırsal Çin açısından başka bir yolun mümkün olduğuna hala inanmakta olanlar için bir odak noktası olarak hizmet ediyor. Bazen tüm ülkeden tam bir otobüs dolusu köylü ya da işçiden oluşan delegasyonlar, köyün hem kolektivize üretimi hem de dağıtımı hayata geçirmeye nasıl devam ettiğini incelemek üzere günü birlik ziyarete geliyorlar. Henan eyalet yetkililerinin desteğini ve dolayısıyla korumasını da elde ediyorlar. Solcu eski parti üyelerinin Hu Jintao’ya gönderdikleri 2004 tarihli mektup, Nanjiecun’u, kırsal alanların bugün hala ihtiyacını duydukları bir model olarak işaret ediyordu. Ama Mao çağının mirasının çok etkili olmadığı yerde bile, bu çağın deneyimleri ve kavramları bugünün koşullarının sürekli olarak kendisiyle kıyaslandığı ve çözümlendiği arka planı oluşturuyorlar. 2004 yazında görünür hale gelen büyük bir gelişme, aile sorumluluğu çiftliklerinin küresel piyasa karşısında yaşadığı yalıtılma ve güvensizliği hafifletmeye yönelik bir çaba içinde, tarımsal kooperatifler oluşturmayı amaçlayan yeni hareket oldu. Bu kooperatifler temelde, örneğin kolektif gübre alımı sayesinde ve ürünleri için yaptıkları pazarlıklarda daha fazla güce sahip olmaları yoluyla, piyasada bir parça ölçek ekonomisi elde etmeyi olduğu kadar, üyelerine mali destek ve güvenlik sunmayı da hedefliyordu. Bu türden çabalar, köylülüğün bir bütün olarak karşı karşıya olduğu durumun tüm dar boğazlarını çözmeye başlamamış olsalar bile, reform döneminin bireyci, ya batarsın ya çıkarsın politikalarından önemli bir farklılaşma anlamına geliyor. Bunlar komünlere bir geri dönüş olmamakla ve en fazla bir tür yarı yeniden kolektivizasyonu temsil etmekle birlikte, yalnızca devrimden önceki daha eski kooperatif hareketlerinin deneyimlerine yaslanmaya devam etmekle kalmıyor, aynı zamanda, üyelerinin genellikle bilgi sahibi oldukları, Mao döneminden alınma kavramlara da yaslanıyorlar. Bu durumda, Jilin eyaletinin kuzey doğusunda bulunan Siping yakınlarında ziyaret ettiğimiz kooperatifin, kır ve kent sınıflarıyla ve onların bugünkü durumlarıyla ilgili son derece ayrıntılı bir çözümleme sunan başkanı, ya da ülkenin, sadece yerel açıdan değil, dünyanın geri kalanıyla ilişkisi açısından da, uzun ve derinlikli bir tartışmayı sosyalist bakış açısından sunan genç üyesi gibi kişilerle karşılaşmak olağan dışı bir durum değil. Çinli emekçi sınıflar demek ki kentli aydınlara gerçek çalışma ve sömürü dünyası hakkında öğretecek şeylere sahip olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda sosyalizmin pratikteki uygulamaları hakkında da daha deneyimliler. Ve birçok örnekte Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin temellerini kavrayışlarında ve uygulamalarında, bazı genç, daha eğitimli solculardan daha gelişkinler. Aynı zamanda, toplumun hızla kutuplaşması yeni orta sınıf içinde yer alan birçoklarını, özgün mesleklerine ya da konumlarına bakmaksızın, işçilerin ve köylülerin karşı karşıya kaldıkları koşullara daha yakından benzeyen koşulların içine çekiyor, bu da onlar arasındaki birlik temelini güçlendiriyor ve solun yeniden dirilişi için kitlesel bir temelin yaratılmasına yardımcı oluyor. Kapitalist sistem kendi altını boşaltıyor ve hızla daha geniş yabancılaşmışlar grupları yaratıyor. Bugün, eski, devlete ait işletmelerdeki birçok Komünist Partisi kadrosu bile, bu işletmelerin özel yatırımcılara satılmasına yardımcı olmalarının ardından sonunda işten atılmış durumdalar. Yeni kapitalist sahipler tarafından işlerinde barındırılmadılar, ki bu durum da bir işçi tarafından “üzerinden geçtiğin köprüyü ateşe vermek” olarak adlandırılan bir koşul. Sonuç olarak, birçokları gibi şimdi işsizler de “piyasalaştırma”nın aslında ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorlar; bu durum “bilinçlerini yükseltiyor.” Kendi yaşam koşullarının değişmesinden kaynaklanan bu türden yeni kavrayışlar oldukça yaygın. Başlangıçta Deng’ci reformları desteklemiş olan kişilerle; örneğin Pekin’de konuştuğumuz ilerici akademisyen gibi kişilerle, şimdi Mao’ya geri dönüş yapan ve hatta Kültür Devrimi’nin kendisini yeniden inceleyen kişilerle ilgili birden fazla öykü duyduk. Bazı örneklerde, bu durum onların “kitlelerden öğrenmelerinin” doğrudan bir sonucu. Kırsal bölgelerde rastladığımız, etkili ama eskiden oldukça muhafazakar olan bir öğrencinin durumu da buydu, ki onun “dönüşü”, köylüleri ziyaret ettiğinde, asla Mao ile ilgili tek bir eleştiri cümlesi duymamışken, Deng’le ilgili birçok eleştiri duymuş olması, bu durumun da onu, geçmişe yönelik kendi yaklaşımlarını yeniden incelemeye zorlamasının sonucuydu. Ama bu türden yeniden değerlendirmeler kişisel deneylerden ibaret olmayan daha derin köklere sahip. Aralarında aydın seçkinlerin de olduğu birçokları için, reform çağının başından itibaren gövermiş olan ve piyasalaştırma ile özelleştirme için devlet ve parti propagandacıları tarafından ileri sürülen özgün Çinli karakteristikler de taşıyan rasyonellerden, esas olarak akademik çevrelerle STK çevrelerinde rastlanabilen Batılı liberal kavramlara dek uzanan çeşitli ideolojik eğilimlerin, Çin’de bugün olup bitmekte olanı açıklamakta yetersiz olduğu kanıtlanmış durumda. Hem eski bir Kızıl Muhafız’ın hem de genç bir eylemci aydının ayrı ayrı konuşmalarda ileri sürdüğü üzere, “başka her şeyi denedikten sonra”, başlangıçta reform politikalarını desteklemiş olan, ama şimdi neler olup bittiğini anlamaya başlayanlar, “bugünle başa çıkabilmek üzere iki çizgi mücadelesine ve Kültür Devrimi’ne geri dönmek durumundalar”, çünkü diğer yaklaşımları denemişler ve bunlar hiçbir açıklama sunmamış. Sadece birkaç yıl önce, Çin toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlar, özgün ve bu durumda hala göreceli olarak kolaylıkla; örneğin bir “yolsuzluk karşıtı” kampanya yoluyla “halledilebilir” gibi görünürken, bugün bunların sistematik ve bölünemez oldukları, daha köklü bir dönüşümü gerekli kıldıkları, kapitalizmin ve küresel piyasanın yerine getirme yeteneğinde olmadığı ve devlet ile partinin, mevcut oluşumu itibarıyla çözümlemeyi başarma yeteneğinde bulunmadığı sorunlar oldukları konusunda giderek yükselen bir duyarlılık mevcut. Sonuç olarak, Mao’nun Kültür Devrimi sırasında kapitalist yola karşı ileri sürdüğü eleştiri bugün bir kez daha geçerli gibi görünüyor, çünkü ömrünün son yıllarında geliştirdiği bu fikirler, mevcut sistemin giderek derinleşen çelişkilerinin, ta köklerine kadar uzanan ve sadece pansuman yapmayı amaçlayan girişimlerden daha derin çözümlere işaret eden kapsamlı türden bir çözümlemesini sunmaya devam ediyor. Aydınlar arasında varolan birçok eski tabu bu durumda devrilmeye başlıyor. Birçok akademik ve seçkin arasında bulunan diğerleri açısından da hala büyük oranda ölümcül bir şey olarak kabul edilen Kültür Devrimi bile; ki bize söylendiğine göre bu devrime yönelik herhangi bir pozitif yaklaşımın ipucu tam bir yalıtılmışlığa ve mahvolmuş bir kariyere neden olabilir; bir kez daha bir tartışma ve yeniden inceleme konusu haline geliyor. Bu durum özellikle kendi tarihsel araştırmalarını yapan, uzun zamandır ihmal edilmiş olan malzemeyi kazıp çıkartan, o dönemde aktif olanlarla mülakatlar düzenleyen, bulgularını web’e gönderen ve bu dönemin olaylarıyla ilgili parti çizgisine başka yollarla meydan okuyan genç solcular arasında özellikle geçerli. Solun bu canlanan dirilişi ve işçi sınıfı mücadelesiyle olan bağlarının genişlemesi hakkında yüksek öneme sahip olan başka işaretler de var. 1999 yılında, çoğunlukla Çin’in MIT’si olarak gönderme yapılan Pekin’deki Qinghua Üniversitesi’nde, yakın zaman önce özellikle daha elit üniversitelerde ortaya çıkmış olan birkaç gruptan birisi olan küçük bir Marksist çalışma grubunda yer alan öğrencileri ziyaret etmiştik. O zamanlar etkin olmak için, kampuslarının dışına çıkmanın ve emekçi sınıflarla, 1989 Tiananmen öğrenci hareketinin başlangıçta yapamadığı türden bir bağlantı kurmanın bir yolunu bulmaları gerektiğini kendilerine hatırlatmıştım. En azından Pekin’deki bazı işçilerin, daha sonra, bu mücadeleye katılmış; ve karşılığında da bu hareketi sona erdiren katliamcı şiddet ve baskılardan paylarını almış olmalarına karşın, öğrencilerle emekçi sınıflar arasındaki uçurum köklü biçimde köprülenmemişti.
Örneğin kuzeydoğudaki Changchun da, ki burada aynı hareketin daha küçük bir versiyonu yaşandı, büyük First Auto tesisindeki işçiler üniversitelerinin dışına yürüyen öğrencilere katılmayı ret ettiler; bu da öğrencileri çok katı bir baskı ile yüz yüze kalmaya terk eden ve onları emekçi sınıflar karşısındaki yalıtılmışlıklarını yeniden değerlendirmeye yönelten acı bir deneyimdi. Sonunda, Çin tarihinde çok sık yaşandığı gibi, Tiananmen’deki hareketi ezmek üzere çevre eyaletlerden getirilenler, büyük ölçüde köylü ordusu oldu; ki bu da Pekin yakınlarına yerleştirilen birliklerin öğrencileri ezmeyi reddetmesi sonrasında yaşandı. O dönemin dersleri, şimdiki genç öğrenci kuşak arasında kaybolmuş değil ve 2004 yazı itibarıyla yaşanan değişim daha dramatik olamazdı. Bugün, önemli sayıdaki eylemci öğrenci üniversite kampuslarını emekçi sınıflarla ilişki kurmak, onların koşullarını incelemek, onlara yasal ve maddi destek sunmak, fabrikalarda ve tarlalarda yaşanmakta olan şeylerle ilgili raporları okullarına geri taşımak üzere terk ediyor. Kültür Devrimi’nden arta kalan ve hala Zhengzhou’da kilit bir eylemci olan birisi, öğrenci-işçi ilişkilerinde ne kadar büyük bir değişim yaşandığını açıkladı. 2000 kadar yakın bir tarihten itibaren, ülkenin önde gelen yüksek öğrenim kurumu olan Pekin Üniversitesi’ndeki Marksist çalışma grubundan gelen öğrenciler, bu kentteki fabrikaları ziyaret etmeye başlamışlar. 2001’den bu yana, Qinghua Üniversitesi’nden gelen öğrenci grupları her sene ziyarete başlamış. 2004’de, seksen kadar öğrenci yine bir başka önemli Pekin kampusundan Zhengzhou’ya gelmiş. Ulusal yetkililer bu büyüyen ilişkiler konusunda korku duyuyor ve cesaretini kırmaya çalışıyorlar. Kültür Devrimi’nde ülkeyi dolaşmak isteyen öğrencilere sunulan bedava tren seferleri ve diğer teşviklerin tersine, hükümet öğrenci delegasyonlarına bilet satmayı bile reddederek ya da Zhengzhou’ya girme haklarını ellerinden alarak, bugün bu akışı durdurmaya çalışıyor, ama yine de geliyorlar. Fabrikalara gidiyor ve hatta bazen bu kentteki mücadelenin ilk evrelerinde, tesislerin kapanmasının durdurulmasına yardımcı olmak üzere, buralarda yaşıyorlar. Bu hareket Zhnengzhou’da başladıktan sonra, kuzey doğuya ve ülkenin diğer bölgelerine da yayıldı. Aynı zamanda öğrencilerin benzer etkinlikler yürütmek, malzeme taşımak, ilişkiler kurmak, yasal destek sunmak ve genellikle birçok köylü eylemcinin hissettiği yalıtılmışlığı kırmak için köylere gittiği kırsal alanlara da yayıldı. Bugün Pekin Üniversitesi’nde ve daha birçok yüksek eğitim kurumunda, ismine karşın aynı zamanda birçok “kızı” da barındıran, Köylülerin Oğulları isimli bir örgüt, özel olarak bu amaçla oluşturulmuş durumda. 1999 yılında karşılaştığımız bir solcu eylemci, ki o zamanlar işçi sınıfının koşullarını doğrudan inceleme konusunda tamamen yalnızdı ve başkalarını da bunu yapmaya teşvik etmeye çalışıyordu, 2004 yılıyla birlikte öğrencilerin artık ciddi bir öz motivasyona sahip olduklarını, artık kendisi gibi kişilerin liderliğine ihtiyaç duymadıklarını anlattı. Şimdi, inisiyatif alanlar onlardı.
Bu hareket üniversite öğrencilerinin ana gövdesinin oluşumu ve koşulları tarafından hem güdüleniyor hem de kolaylaştırılıyor. Kolej kayıtlarının 1999’dan bu yana üç katına çıkmasıyla birlikte, çok sayıda öğrenci işçi sınıfı üyesi ailelerinden buralara geliyor ve birçokları eğitimlerini finanse etmekte ve mezuniyet sonrası iş bulmakta giderek artan zorluklarla karşılaşıyor. Bu sonuç birçok üniversite öğrencisi ile işçi ve köylüler arasındaki empati ve birlik temelini güçlendiriyor. Bugün Çin üniversiteleri Deng Xiaoping’in, Kültür Devrimi’ne bir tepki olarak, “kızıl” olmak yerine “uzman” olmaya vurgu yaptığı ve daha dışlayıcı giriş koşullarına geri dönülmesini zorladığı ilk reform yıllarında olduğundan daha kitlesel bir karakter taşıyor ve ayrıcalıklılara daha az mahsus bir yer durumunda. Sonuç olarak, solcu öğrenciler şimdi seçkin aydınlarla, fabrikalarda ve tarlalarda mücadele edenler; yani bugün daha yaygın biçimde kendi akrabaları ya da en azından içinden geldikleri sınıfların üyeleri olanlar arasındaki uçurumu köprülüyorlar. Bazı bakımlardan, bu durumda, Çin’deki mevcut aşama, Lenin’in, Marksist öğrencileri işçilerle ilişki kurmaları için fabrika semtlerine yönlendirdiği Rus Devrimi’nin ilk günlerini andırıyor. Elbette, şimdiki kritik fark, yalnızca öğrencilerden birçoğunun işçi ve köylü ailelerinden gelmeleri değil, bu genç Çinli solcuların, emekçi sınıflarla yeni bir ilişkinin nasıl kurulacağı konusunda kafa yormalarına karşın, üzerinde bir bina inşa edilecek, Mao liderliğindeki devrimci sosyalist deneyimin elli yılını arkalarında bulmaları. O dönemin kavramları, politikaları ve ilişkileri bugünün son derece farklı durumuna değiştirilmeksizin uygulanamaz ve uygulanmamalı da. Fakat bunlar solun kapitalist reformlar ve küresel piyasalaştırmanın şimdiki evresi karşısında emekçi sınıfların koşullarıyla yüz yüze gelirken yararlanabileceği geniş bir devrimci fikirler ve pratikler deposu olmaya devam ediyor. Solcu fikirler, yeni olmak bir yana, zaten çoktan işçi ve köylüler arasında derinden gömülü durumda. Yine de, bu eğilimleri abartmak ciddi bir hata olur. Çin solu kabul edilebilir bir güç olarak hala küçük, marjinalleştirilmiş ve emekçi sınıfların kendisi gibi birçok gruplaşmaya ve fraksiyona bölünmüş durumda. Küresel çapta solcuların durumunda olduğu gibi, bir zamanlar bildikleri dünyanın çöküşü ile yüzleşmek zorunda kalmışlar ve etrafında kendilerini örgütleyecekleri ve emekçi sınıfları harekete geçirebilecekleri tek bir birleştirici kavramlar kümesi bile mevcut olmaksızın yeni ilerleme yolları bulmaya çalışıyorlar. Bugün, Çin’de işin başını çekenler, büyük ölçüde, zaman zaman muazzam mücadeleler yürüten işçilerin ve köylülerin kendileri. Bunlar zaman zaman saflarındaki solcularca yönlendiriliyor olsalar da, şimdiye dek solun bir bütün olarak daha geniş, örgütlü bir hareketine pek rastlanmadı. Aralarında liberal reformist ve sosyal demokratik kavramların da bulunduğu yeni rakip ideolojiler de solculara karşı bir meydan okuma sunuyor. Birleşik Devletler’deki durumu tekrar eden bir gelişme seyri içinde, “sınıf” terimi bile bugün daha az kullanılıyor ve bunun yerine artık piyasadaki “zayıf sosyal gruplar” terimi konuluyor, bu arada sömürü kavramının kendisi de daha örtük bir hale geliyor. Bu eğilimler birçok kentli profesyonelin, siyasetleri ne olursa olsun yaşam tarzları tarafından pekiştiriliyor. Aralarında kendilerine solcu diyenlerin de bulunduğu bazı aydınlar, artık kentlerde iyi para kazanıyorlar ve koşulları, kendi deneyimleriyle kıyaslandığında oldukça farklı olan emekçi sınıflarla herhangi bir pratik bağdan yalıtılmış durumdalar. Kamusal konumlar kazanma ya da fikirlerini eyleme tercüme etmeye girişenler açısından, bu muhakkak sağ ya da sol üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, bastırma eylemi yaygın. Hükümetin harekete geçip geçmeyeceği daha çok kişinin kabul edilen çerçevenin dışına ne ölçüde çıkacağı ile ilgili bir sorun. Reformları destekleyen ve köylülerin bağımsız “yurttaşlara” dönüşmeleri için toprak özelleştirmelerini destekleyen bir göçmen örgütçü bile Pekin’de “insan haklarını” teşvik etmeye yönelik bir toplantı düzenlediği için gözaltına alınabiliyor. Tek parti yönetimini sona erdirmeye yönelik açıkça örgütlü herhangi bir girişim kimsenin ihlal edemeyeceği sınır çizgisini oluşturuyor ve kamusal etkinliğin tüm alanlarındaki devlet egemenliğinin altını oyacak gibi görünen her şey, kendi özgün politik içeriğinden bağımsız olarak, hızla sorun yaratabilir. Ancak, sol, yetkililer tarafından özel bir tehdit olarak görülüyor, çünkü onun hızla genişleyen işçi sınıfı mücadelesine daha örgütlü bir biçim kazandırma potansiyeli var. Bu bakımdan Çin İşçilerinin Websitesi’nin ve Tartışma Listeleri’nin kapatılması tipik bir durum. Bu, aynı türden diğer forumlardan farklı olarak, “işçilerin ve köylülerin bugünün Çin’inde sosyalizmi savunma mücadeleleri hakkında konuşmalarına olanak sağlayan ilk solcu yönetimli web sitesi”ydi. Bu sitede aralarında emekçi sınıfların aralarından gelenlerin de bulunduğu aydınlar, “işçilerle işçiler hakkında yapılan tartışmalara katıla”biliyorlardı (Stephen Philion, “An Interview with Yan Yuanzhang,” MRZine, http://mrzine.monthlyreview.org/philion130306.html) . Bu bağlantı parti ve devlet liderleri açısından özel bir tehlike oluşturuyor çünkü, Web sitesinin editoryal kolektifinin Pekin’deki bir üyesinin açıkladığı gibi, “bu hükümet sosyalizmi inşa etmiyor”. İşçilerin “Maocu dönemin Komünist Partisi ile bugünün partisini ayrıştırdıkları” temel de bu. Emekçi sınıfların bakış açısından, seslerinin kamusal alanda duyulması kritik bir önem taşıyor. “Bu sosyalist bir demokrasinin arzu edeceği türden bir şey, işçiler için kapitalizmin sunamayacağı türden bir demokrasiye sahip olmak”. Ama web sitesi, bunun yerine, emekçi sınıfların üyelerinin ödeyemeyecekleri kadar yüksek bir kayıt ücretinin dayatılması yoluyla kapatıldı. İşçiler ve köylüler, aydınların geniş kesimleri ve yeni orta sınıfın da saflarında, hem ekonomik hem de politik sistemlerde daha fazla şeffaflık ve kendilerini etkileyen kararlara daha fazla katılım payına sahip olmak yönünde çok geniş bir talep var. ABD tarzı sandıksal “demokrasi” hala yaygın bir çağrı gücünden yoksun olmakla birlikte, birçok insan demokratik haklar konusunda oldukça açıkça konuşuyor. Bunların bazıları için konuşma özgürlüğü temel hedef, diğerleri için muhalefet partileri. Birçok işçi şimdi “tek parti sisteminin nasıl işlemediği” hakkında dahi konuşuyor. Parti içinde bile, daha fazla açık tartışma yolları bulmak üzere forumlar gerçekleşiyor ve “sivil toplum” STK’ları, kadın hakları ve çevre gibi geniş bir konular yelpazesi içinde serpiliyor. Demokrasi yanlısı duygular yaygın ve hükümet bunları sadece bastırmakla yetinemeyeceğini biliyor. Bunun yerine bu meydan okumayı tedrici değişimi başlatarak karşılamaya çalışıyor. Ama bu alandaki resmi reform siyasetleri; köy yönetimlerinin seçimi gibi siyasetler, yüzeysel bir demokratikleşmeye karşın, emekçi sınıflar tarafından genellikle alaycılıkla karşılanıyor; çünkü bunlar genelde sadece tepeden yapılan parti atamalarını meşrulaştırmak için kullanılıyor. Burada, birçok başka alanda da olduğu gibi, sosyalist dönemin hatıraları ve özellikle de işçilerin ve köylülerin kendi fabrikalarının ve tarlalarının ve hatta Kültür Devrimi sırasında üniversitelerinin ve yerel hükümetlerinin yönetimine katılımları, hala bir çıta olarak hizmet ediyor ve bugün bu türden tüm hakların yok olmasıyla keskin bir tezat oluşturuyor. Bir işçinin söylediği gibi, “Demokratik reformlar şu ana kadar hükümet tarafından uygulandıkları biçimiyle, Mao devrimini tepe üstü çevirdi ve işçilerin hayatını da alt üst etti; bunlar işçi sınıfının bir tür geriletilmesi ve tabi kılınması yolu”. Politik reformasyona yönelik kabul edilebilir bir yaklaşımın anahtarı, bu durumda, solcu işçi ve köylü denetimi kavramlarının şimdi küresel ilerici gündemin bir parçasını oluşturan katılımcı demokrasi ile bir kez daha bir araya getirilmesinin bir yolunu bulmak olacaktır. Bu arayış çoktan başladı. Eski devrimciler tarafından Hu Jintao’ya gönderilen 2004 tarihli mektupta, temel taleplerden birisi aşağıdan kitle mücadelelerinin iktidarın kötüye kullanımını kontrol etmenin bir aracı olarak canlandırılması ve emekçi sınıfların kendilerine demokratik bir sistemin parçası olarak parti ve devlet işleyişi içinde doğrudan bir rol verilmesiydi. Birleşik bir hareket inşa edilmesinin ve bu tür devrimci değişimlerin gerçekleştirilmesinin önündeki engeller, yine de, bugün diğer yerlerde olduğu gibi Çin’de de devasa boyutlarda. Yaşlı işçiler ve köylüler, geçmişten edindikleri mirasa karşın, sosyalizm uğruna verilen mücadelenin yeni bir evresinin yakında yakalanamaması halinde, devrimci dönemin hafızasının son bulmasından ve genç kuşaktakilerin zenginleşme ve tüketim kültürüne katılma arzusundan başka bir şeyin bilincinde olmayıp, başka bir şeyin peşinde koşmayacaklarından korkuyorlar. Bu durumda, köklü değişim ihtiyacıyla karşı karşıya kalmaları halinde ve anında, her şeye ilk baştan yeniden başlamak durumunda kalacaklar. Fakat Çinliler bunun önceden mevcut olmasının, önceden yapılmış olmasının avantajından yararlanıyorlar. Çin, öngörülebilir gelecekte hala yenilenmiş bir sosyalist devrime hızla ilerleme olanağına sahip, ki bu da bir kez daha dünyayı sarsan bir gelişme olabilir. Bu, elbette, Çin’de yakın gelecekte gerçekleşebilecek olan birçok olası senaryodan sadece bir tanesi. Sınıf yapısının karmaşıklığı ve kutuplaşması Çin toplumunu, geniş bir yelpazedeki sonuçlar potansiyeli ile birlikte, çelişkili yönlere doğru çekiştiriyor. Bu da hem emekçi sınıfların kendi yaşam koşullarında hem de partinin ve devletin yeni meydan okumalar karşısındaki yanıtlarında yakın dönemde kaydedilen gelişmelerde belirginlik kazanıyor. En tepedeki iki yönetici, Hu Jintao ve Wen Jiabao, kırın daha fazla çalkantıya girmesine engel olmaya yönelik bir girişim içinde, oldukça dramatik etkileri olan kırsal politikada bir dizi değişiklikler başlattılar. Bunlar köylüler üzerindeki tarım vergilerinin ve birçoğu yasadışı olan çoğu yerel ödemenin kaldırılmasını içeriyor ki bunlar protestoların başlıca kaynaklarıydı. Kırsal alanlarda, küçük kent ve köylerdeki fabrikaları da içeren yatırımlar yapılması, özellikle eğitim ve sağlığa yatırım yapılması ve çevresel onarımı hedefleyen planlar da mevcut. Tarımsal malların daha lehte fiyatlandırılması ile birlikte, bu uyarlamalar birçok köylü ailesinin üzerindeki ekonomik basıncı önemli ölçüde hafifletti. Terimin anlamı hala açıklık kazanmamış olmakla ve sadece zaten başlatılmış olan kırsal politikalara sol tınılı bir etiket sağlamayı amaçlayan bir girişim olabilecek olmakla birlikte, Yeni Sosyalist Köyler’le ilgili resmi konuşmalar bile mevcut. Özellikle Çin yönetişiminin türe dair bir özelliği olan hiçbir şeyin yerel düzeyde uygulanmaması ve köy topraklarının birçok alanda hala denetim altına alınamayan çoğunlukla çürümüş yetkililerce, geliştirme amacıyla dur durak bilmeden satılması veri alındığında, açıklanmış olan reformlar içindeki reformların derinliği hala belli değil. Ancak, belirli bir etki çoktan belirginlik kazandı. Üç ya da dört yıl önceki durumun çarpıcı bir tezadı olarak, göçmenlerin, kısmen buradaki koşulların iyileşmesinden yararlanmak amacıyla, kısmen kıyı fabrikalarındaki katı sömürü karşısında giderek artan itiraz nedeniyle büyük sayılar halinde köylerine ya da en azından, evlerine daha yakın olan iç kentlere dönmeleriyle birlikte, kıyı bölgelerinin ihracat bölgeleri artan bir işçi kıtlığı yaşıyor. Bu tersine göç, birçokları artık eski tüfekler haline gelmiş olan ve gençlik yıllarında kendilerini ezip geçen koşulları artık daha fazla kabul etmeyecek olan göçmenlerin yükselen bilincinin, direnişinin ve öz örgütlenmesinin bir yansıması. Fabrikalar tarafından tercih edilen ve en aşırı sömürü koşullarıyla karşı karşıya kalan genç göçmen işçiler ve özellikle de yoksul köylü kadınlar bile, kıtlaşmaya başlıyor. Bu durum ihracat sanayilerini, yeterince büyük bir iş gücünü sömürmeye devam etme çabası içinde, ücretleri ve ödenekleri yükseltmeye zorlama konusunda olumlu bir etkide bulunurken, işverenlerin de, fabrikalarını Vietnam, Hindistan ve Bangladeş gibi daha da düşük maliyetli ülkelere kaydırarak, dibe doğru yarışı sürdürdüklerini gösteren işaretler var. Çin’in giderek bağlandığı küresel kapitalist piyasanın doğası veri alındığında, atılan her adım yeni bir çelişkiye yol açtığı için, mevcut sistemi tersine çevirmenin basit bir çözümü yok. İç pazar büyümekle birlikte, küresel rekabet gücündeki herhangi bir ciddi azalma ve bundan kaynaklanan bir ekonomik durgunluk; Çin liderlerinin uykularını kaçıran bu büyük korku, sadece Hu ve Wen’in giriştikleri, “sosyal eşitlik” üzerindeki yeni vurgunun da içinde olduğu, politik revizyonları sürdürme yeteneğinin altını boşaltmakla kalmayacak, aynı zamanda kitlesel ölçekte bir düzensizliği de tetikleyecektir. Kapitalist piyasalaşmanın bu tür çelişkileri çözme konusundaki yeteneksizliği sola yeni bir güç kazandırmaya devam etmektedir. Bu yeni etkinin çarpıcı bir örneği 2006 Mart’ında belirginlik kazanmıştır. On yıldır belki de ilk kez, Ulusal Halk Kongresi, Komünist Parti tarafından yönetilen yasama organı, birçoklarının Çin’in hızlı ekonomik gelişmeye uzun vadeli geçişiyle birlikte gömülmüş olduğunu varsaydıkları sosyalizm ve kapitalizm hakkındaki ideolojik tartışmalarla tüketildi. Tartışma, hükümeti oy çokluğuyla geçmesi beklenen mülkiyet haklarını koruyan bir yasa taslağını geri çekmeye zorladı ve küçük ama etkili bir sosyalist eğilimli düşünürler ve politika danışmanları grubunun yeniden ortaya çıkan etkisini açığa çıkardı. Bu eski kafalı solcu düşünürler, Çin’in büyüyen gelir uçurumunu ve artan sosyal rahatsızlıklarını, ülkenin özel servet ve pazarlar tarafından sürüklenen ekonomik kalkınma yönündeki uzun vadeli arayışı olarak gördükleri durumla ilgili kuşkular yaratmak üzere kullandılar... Bu saldırıyı eski bir çağa geri dönülmesi olarak kavramayı başaramayanlar zenginle yoksul arasındaki çarpıcı farklılıkların, yaygın çürümenin, emek suistimallerinin ve toprak el koymalarının Çin’in resmi ideolojisinin ne kadar uzağına düştüğünü gösteren gündelik hatırlatma notları sunduğu bir ülkede sosyalist fikirlere yönelik sürekli çağrıları da küçümsüyorlar (New York Times, 12 Mart 2006) . Mülkiyet yasası muhtemelen uzun vadede bir biçimde geçirilecek olsa da, “eğitim ve sağlık bakımında piyasaya daha yaygın bir rol verilmesi” önerileri ve hatta toprağın özelleştirilmesi yönündeki daha radikal çağrılar en azından şimdilik engellendi. Üst düzey liderlik bile yüzünü yüzeysel de bir kez daha; hükümetin ve Komünist Parti’nin kapitalist pratiklerine karşın, teorik temelini oluşturmayı sürdüren sosyalizm yönüne dönmek zorunda hissetti. Mr. Hu 2002 yılında iktidara gelmesinden bu yana aynı zamanda Marksizm’i pohpohlayarak, Mao’yu överek ve ülkenin resmi ama çoğunlukla ihmal edilen sosyalist ideolojisini şimdiki çağa uydurmak için araştırmalar başlatarak solcu destekçilerini de oluşturmaya çalıştı. (New York Times, 12 Mart 2006) Mao döneminin yöntemleri bile, artık yaygın biçimde derinden derine çürüdüğü kabul edilen partinin eriyen meşruiyetini yenileme çabası içinde canlandırılıyor.Örgütsel kargaşa ve bozulan bir kamusal imajla karşı karşıya kalan dev bir şirket gibi, Çin Komünist Partisi de kendisini etkin, modern bir cihaz haline getirmeye çalışıyor. Ama bunu yapabilmek için, en eski politik araçlarından birisini, gerekli çalışma grupları ile tamamlanan Maocu tarzdaki ideolojik kampanyayı tercih etti. 14 aydan bu yana, partinin 70 milyon taban üyesine Mao ve Deng Xiaoping’in yazılarını okumaları, parti tüzüğünü oluşturan 17 binden fazla kelimeyi mırıldanmaları emredildi. Zorunlu toplantılar kadroların öz eleştiri yapmalarını ve diğer herkesi eleştirmelerini de zorunlu kılan oturumları içeriyor. (New York Times, 9 Mart 2006) Bazıları tarafından bir reform girişimi olarak ciddiye alınan ve diğerleri tarafından oldukça alaycı biçimde karşılanan kampanya doğrudan etkisinden çok, partinin, Mao’nun ona yapmasını söylemiş olduğu, “halka hizmet etme” rolünden oldukça, başlangıçtaki devrimci hedeflerindense biraz daha az uzaklaştığının kabul edilmesi bakımından önemli olabilir. Çok az kişi Hu ve Wen’in sosyalist devrimin canlanışına ya da partinin ve devletin otuz yıldır bağlı oldukları ve ekonomik güçlerin artık sıkı sıkıya bağlandığı kapitalist yoldan radikal sapmalar gerçekleştirilmesine liderlik etmelerini bekleyebilir. Ama sosyalist kavramların resmen reklamının yapılması ve Mao’nun incelenmesi sadece, biriken krize gönderme yapmak üzere canlanması için sola daha fazla yer açabilir. Yakın dönemde oluşan küresel forumlardan kopukluk ve yalıtılmışlık yönündeki belirli bir eğilimi tersine çevirmekle, hükümetin bu tür bağları sınırlama girişimlerine karşın, küresel iletişim ve örgütlenmenin yeni ve hızla yayılan ağları aracılığıyla dünya çapındaki sol güçlerin mücadeleleriyle ilgili daha fazla bilgi edinilmesi ve yakın bağlar kurulması da sağlanabilir. Emekçi sınıfların bozulan yaşam koşulları onları hızla daha radikal ve militan bir yöne doğru sürüklemektedir. Sadece işçiler ve köylüler arasında değil, birçok aydın ve en azından daha geniş yeni orta sınıfın bazı kesimleri arasında da, küresel kapitalizmin içinde bulundukları duruma hiçbir yanıtının olmadığı ve Mao ile birlikte inşa ettikleri devrimci sosyalizmin en azından bugüne uzanan başka bir yol sunduğuna dair derin ve büyüyen bir kavrayış mevcuttur. Çin’deki işçiler ve köylüler, fabrikalarda ve tarlalarda sadece yeni kapitalist sömürü biçimlerine karşı direnmekle kalmıyorlar, mümkün olduğunu zaten bildikleri başka bir dünyanın hatıralarına da sahipler. Reformlar öncesindeki sosyalist çağ sırasındaki yaşamlarından dolayı, küresel kapitalizmin denetimsiz yağmasına karşı yaşayabilir alternatiflerin varolduğunun farkındalar.
Bu mirasa karşın, geçmişe herhangi bir kaba saba geri dönüş ne mümkün ne de arzu edilir durumdadır. Çok fazla şey değişti ve basitçe geriye sokulabilecek olandan çok fazla sayıda cin şişeden çıktı gitti. Geçmişin hataları ve başarısızlıkları, tıpkı başarıları ve zaferleri gibi, yeniden incelenmek durumunda ve sosyalizmin, tıpkı başka yerlerde olduğu gibi, Çin’deki ilk evresinin taşıdığı sınırlılıkları alt etmenin yeni yolları bulunmak zorunda. Fakat, Çinli emekçi sınıflar, ileriye doğru hareket ettikçe, aynı zamanda yeni bir sosyalist topluma doğru uzanan kendi yollarını bulmak için yeniden geriye doğru da bakabilirler ki, bu yeni yol kendi tarihsel ve şimdiki mücadelelerini bugünün küresel hareketleri ile birleştiren ve bir kez daha devrimci bir dönüşümü yaratan bir yoldur.
[Kaynak: Oakland Instute, Makalenin orjinal ismi: Chinese Working Classes Confront the Globalized Economy
Çev: Partizan]
*Robert Weil, 'Red Cat, White Cat: China and the Contracdions of 'Market Socialism' ' (Monthly Review Press, 1996) adlı kitabın ve Çin'deki ekonomik, politik ve çalışma koşulları konusundaki bir çok makalenin yazarıdır. Bununla birlikte emek, sivil haklar ve çevre hareketi alanlarında bir eylemcidir. California Üniversitesi'nde Sosyoloji alanında öğretim görevlisi olan Weil, Öğretim Görevlileri Sendikası'nın da önde gelen örgütleyicilerinden biridir.
Nepal'de Monarşinin Kalkmasına Karar Verildi Saturday, 29 December 2007 Nepal Parlementosu Monarşinin Kalkması Yönünde Karar Verdi
(Katmandu, 28 Aralık 2007) Nepal parlementosu, yaptığı oylama ile Maoistlerle barış yapmanın bir parçası olarak monarşiyi kaldırma yönünde karar aldı. Maoistler, geçtiğimiz yıl, 10 yılı aşkın süredir sürdürdükleri silahlı isyanı sonlandırarak kabineye girmiş, geçtiğimiz Ekim ayında ise bir daha asla monarşi kırıntılarına dönmeyeceklerini beyan ederek hükümetten çekilmişlerdi
Nepal, gelecek Nisan ayında gerçekleşecek seçimlerden sonra cumhuriyet ilan edecek.
1769’dan bu yana hanedanlığını sürdüren Kral Gyanendra, 2005 yılında hükümeti lağvetmesi ve tüm gücü elinde toplaması ile tepki toplamış, popülaritesini yitirmişti. Bugün (28 Aralık) yapılan parlemento oturumunda Nepal meclisi ezici bir çoğunlukla monarşinin kalkması ve “Federal Cumhuriyet Devleti” kurulması yönünde oy kullandı. Parlamento üyelerinin yalnızca üçü monarşi lehinde tutum aldı. Bu karar, Nisan ayındaki seçimler sonrasında Nepal’de cumhuriyet ilan edilip edilmeyeceğine dair soruların bir tarafa bırakılması anlamına geliyor.
Maoistler, bu kararın tek seferde ve aciliyetle alınması için baskı yapmışlardı. Çünkü daha önce koşut koydukları üzere bu şekilde yeniden kabineye dahil oldular.
NKP(M) lideri Prachanda oylama sonrası parlementodan çıkarken
Böylelikle yeni meclis, Kral Gyanendra’nın kral sıfatının son kez telafuz edileceği parlemento olacak. Bununla birlikte, kral, halen, mevcut sistemin kendisine tanıdığı imtiyazlar ve sağladığı gücü kullanarak süreci yarmaya çalışıyor. İç İşleri Bakanı Krishna Prasad Situala ise, “Bugünkü seçimler ile kralın seçimlerden sonra ivedilikle yerinden edileceği netlik kazanmıştır” şeklinde konuştu.
Düşüş ve İsyan
Kral Gyanendra’nın siyasi düşüşü 2005’in Şubat’ında parlementoyu feshetmesi ve tüm idari gücü kendi üzerinde toplaması ile başladı. Kral bunun, Maoist isyana son vermek ve bozulan düzeni yeniden tesis etmek adına tek yol olduğunu savunmuştu. Fakat, bu ağır eylem, muhalefetin kendisine karşı birleşmesi, şiddetin tırmanması ve sonunda Nisan ayında parlementoyu yeniden tanımak zorunda kalması sonuçlarına yol açtı.
Yeni sivil yetki ise Kral’ın yetkilerini elinden aldı, hukuki dokunulmazlığına ve ordu üzerindeki yönetim gücüne son verdi. Şimdi ise sahip olduğu sıfata son veriyor.
NKP(Maoist) Seçim Manifestosunu Açıkladı Sunday, 23 March 2008 Maoistler: “Eşitsiz” Hindistan – Nepal Barış Anlaşması’nı Sona Erdireceğiz
Katmandu, 7 Mart 2008
Maoistler, 10 Nisan seçimlerine dair seçim manifestolarını bugün açıkladılar. Manifestoda 1950 tarihli “eşitsiz” Hindistan – Nepal Anlaşması’nın feshedileceği, ülkenin etnik köken temelinde 11 bölgeye ayrılacağı ve kişi başına düşen gelirin on katına çıkarılacağı sözü veriliyor
NKP-Maoist’in [Nepal Komünist Partisi – Maoist] seçim manifestosunda “Bütün eşitsiz anlaşmalar feshedilmeli ve yerlerine yeni anlaşmalar yapılmalıdır,” şeklinde ifade ediliyor ve ek olarak partinin Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış “eşitsiz” bir anlaşma olan 1950 tarihli Barış ve Dostluk Anlaşması’nı ortadan kaldıracağı belirtiliyor.
Anayasa Koyucu Meclis seçimleri öncesinde Maoist Başkan Prachanda tarafından açıklanan manifesto, Hindistan’ı “yayılmacı bir güç” olarak tanımlıyor ve ayrıca geçmişte Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış olan “eşitsiz” anlaşmalardan bahsediyor.
Prachanda, eğer parti iktidara gelirse, Himalaya halkının kişi başına düşen gelirinin on katına çıkarılarak yıllık 3.000 ABD dolarına ulaşacağını söylüyor.
Ayrıca kırsal kesimdeki her eve elektrik ulaştırılacağını, 10.000 mw [milyon vat] su enerjisi üretileceğini ve Himalaya ülkesine 2 milyon turistin kazandırılacağını belirtiyor.
Müreffeh ve yeni cumhuriyetçi bir Nepal inşa etmek bizim ana hedefimizdir, diyor Prachanda, başkentte 38 sayfalık bildiriyi kamuoyuna duyururken.
Maoistler, federal demokratik cumhuriyetçi bir sistem içinde Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesini ve Başbakanın Parlamento üyeleri tarafından seçilmesini öneriyorlar.
Maoistler ayrıca Geçici Anayasa’da bahsedildiği üzere Anayasa Koyucu Meclis’in ilk toplantısı sırasında 240 yıllık Şah Monarşisini resmi olarak ortadan kaldırarak federal demokratik cumhuriyetçi bir sistemi uygulayacakları taahhüdüne bağlılıklarını dile getiriyorlar.
Prachanda ayrıca Nepal’in etnik köken temelinde 11 bölgeye; Terai’nin ise dil temelinde üç alt-bölgeye ayrılması önerisini getiriyor.
Manifestoda açıklandığı üzere; Newa, Magarat, Tharuwan, Kirant, Tamsaling ve Limbuwan etnik köken temelinde belirlenecek bölgelerden bazısı olacak; Terai ise dil temelinde Bhojpur, Mithila ve Awadh olarak üç bölgeye ayrılacak.
Maoistler ayrıca devleti üç idari birim temelinde yeniden inşa etmeyi amaçlıyor: Merkez, eyalet ve yerel yapılar.
İş aramak üzere yabancı ülkelere giden binlerce Nepalli gencin içinde bulunduğu kötü koşullar hakkındaki kaygılarını dile getiren parti, Gorkha Askere Alma Merkezi’ni kapatarak Nepalli erkeklerin yabancı ordulara katılmak üzere gönderilmesi uygulamasına son vermeyi amaçlıyor.
Manifestoda Nepalli gençlerin ülke içinde nitelikli işleri hak ettiği belirtiliyor.
NKP-Maoist’in başkan yardımcısı Baburam Bhattarai “emperyalist bir güç olarak nitelediğimiz Amerika’ya yönelik duruşumuzu değiştirmedik,” diyor.
“Yabancı güçler Nepal’in bereketli doğal kaynaklarını tekellerine almak istiyor,” şeklinde açıklıyor manifesto.
Sorulan bir soruya karşılık olarak Bhattarai, parti seçimlerde başarısız olsa bile Maoistlerin yeniden silaha sarılmayacaklarını belirtiyor. Halkın kararını kabul edecek ve artık şiddete teslim olmayacağız, diyor
Ataol Behramoğlu (d. 13 Nisan 1942) , şair, yazar, çevirmen, edebiyatçı.
13 Nisan 1942’de İstanbul Çatalca’da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da yaptı. 1966'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne girerek ilk örgütlenme çalışmalarına katıldı. 'Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) kurucuları arasında yer aldı. 'Dönüşüm' dergisininin kuruluş çalışmalarına katıldı, sahipliğini üstlendi. 1970'te İsmet Özel’le birlikte 'Halkın Dostları' dergisini çıkardı. Aynı yıl İngiltere'ye, daha sonra Fransa'ya gitti. Paris'te gece kulübü bekçiliği, otel katipliği, öğretmenlik yaptı. 1972'de Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Sovyet edebiyatı üzerine inceleme yaptı. 1974'te Türkiye'ye döndü. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak çalıştı. 1975'te kardeşi Nihat Behramoğlu'yla birlikte 'Militan' dergisini kurdu. 'Sanat Emeği' dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1979'da Türkiye Yazarlar Sendikası'nın genel sekreteri oldu. Yayınevlerinde çalıştı. 12 Eylül harekatından sonra 1982’de Barış Derneği Davası nedeniyle 10 ay tutuklu kaldı. 1984’te Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Centre de Poetique Comparee bölümünde Türk ve Dünya Şiiri üstüne seminerler izledi, çalışmalar yaptı. İlk şiirleri 'Ataol Gürus' takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde yayınlandı. Yükseköğrenimi sırasında Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi dergilerde çıkan şiirleriyle dikkat çekti. Bu dönemin şiirlerini biraraya getiren ilk şiir kitabı 'Bir Ermeni General' 1965'te basıldı. Gençlik dönemi şiirlerinde Orhan Veli, Attilâ İlhan ve İkinci Yeni şiirinin ortak özellikleri etkin. Gerçek şiir kimliği 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, Yeni Dergi ve Halkın Dostları'nda çıkan şiirleriyle oluştu. Bu şiirlerde toplumcu, etkin bir edebiyat anlayışının örnekleri yer aldı. Toplumcu gerçekçi şiir ilkelelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi. Çevirileriyle de dikkat çekti. Edebiyat ve kültür üzerine yazdıkları, antoloji ve diğer çalışmalarıyla kuşağının önde gelen yazarları arasına girdi.
Konu başlıkları [gizle] 1 Eserleri 1.1 Şiirleri 1.2 Düzyazı 1.3 Anı 1.4 Gezi 1.5 Mektup 1.6 Antoloji 1.7 Çeviri 1.8 Çocuk
Eserleri [değiştir] Şiirleri [değiştir]Bir Ermeni General (1965) Bir Gün Mutlaka (1970) Yolculuk Özlem Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974) Ne Yağmur... Ne Şiirler... (1976) Kuşatmada (1978) Mustafa Suphi Destanı (1979) Dörtlükler (1983) İyi Bir Yurttaş Aranıyor (1983) (Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oyunlaştırılmıştır.) Eski Nisan (1987) Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985) Kızıma Mektuplar (1985) Şiirler 1959-1982 (1983) Bebeklerin Ulusu Yok (1988) Bir Gün Mutlaka (1991) Sevgilimsin (1993) Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var (1991) Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar (2008) Cumhuriyet Kitapları Aşk İki Kişiliktir Aşk Gizlice Sevgilim Bu Aşk Burada Biter
Düzyazı [değiştir]Yaşayan Bir Şiir (1986) Şiirin Dili-Anadili (1995) Mekanik Gözyaşları (1997) Nazım’a Bir Güz Çelengi (1997) Kardeş Türküleri (1986)
Anı [değiştir]Aziz Nesin’li Fotoğraflar (1995)
Gezi [değiştir]Başka Gökler Altında (1996)
Mektup [değiştir]Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995)
Antoloji [değiştir]Büyük Türk Şiiri Antolojisi (2 cilt, 1987)
Çeviri [değiştir]Lili'ciğim, Pantolonlu Bulut'dan, Şair İşçidir (Mayakovski) Durgun Yıllarda Gelmiş Olanlar Dünyaya (Aleksandr Blok) Karıma (Nikola Vaptsarov)
Sinan Cemgil, (d. 15 Kasım 1944, İstanbul – ö. 31 Mayıs 1971, Nurhak) . THKO örgütünün kurucularından.
Konu başlıkları [gizle] 1 Çocukluk Yılları 2 Devrimci Önder 3 Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve eylemler 4 Ölümü
Çocukluk Yılları [değiştir]Türkiye’nin önemli aydınlarından Adnan Cemgil ve Nazife Cemgil’in ikinci oğulları olarak 15 Kasım 1944’de İstanbul’da dünyaya geldi. Öğretmen anne-babanın çocuğu olarak iyi bir eğitim aldı.
Türk Barışseverler Cemiyeti'nin Menderes Hükümetini, TBMM kararı olmaksızın Kore’ye asker göndermesi sebebiyle protesto etmesi üzerine Adnan Cemgil’in aldığı hapis cezası Sinan’ın henüz çocuk yaşta cezaeviyle tanışmasına sebep olur. “Komünistler Moskova’ya! ” bağırışlarını ise, aynı dava yüzünden Yozgat’a sürgüne gönderilen annesinin yanında duyacaktır.
Devrimci Önder [değiştir]1964’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi’ne girdiğinde siyasetle etkin olarak ilgilenmeye başlar.
1965 yılında Bursa'daki TİP kongresinin yapılacağı Saray Sineması önünde Komünizmle Mücadele Derneği tarafından kışkırtılmış binlerce kişinin, kongre çıkışında delegelerin üzerine saldırması sonucu babası Adnan Cemgil yaralanıp hastaneye kaldırılır. Sinan, Türkiye’deki açık şiddetle bu vesileyle tanışır.
1965 yılında çıkardıkları Dönüşüm dergisini satarken arkadaşı Şirin Yazıcıoğlu ile birlikte gözaltına alınan Sinan Cemgil, aynı yıl ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün (SFK) kuruluşuna katılır, bir süre genel başkanlığını yapar ve Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) de üye olur.
1967 yılında ilkokul yapma amacıyla Muş’un Korkut ilçesine giden ODTÜ kafilesinde yer alan Sinan, arkadaşlarıyla birlikte halk kültürü üzerine de incelemelerde bulunur. Bu incelemelerden geriye kalan, kafilenin diline persenk olan Çift Jandarma [1] türküsüdür.
Sinan’ın Amerikalı öğretim görevlisinin Yıllardan beri ODTÜ'de İngilizce eğitim görüyorsunuz. Nasıl İngilizce bilmezsiniz? sorusuna verdiği yanıt bugünlere kadar gelmiştir: “Biz, ODTÜ'de İngilizce üç kelime öğrendik: Yankee go home.'
1968’le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde, ODTÜ içindeki mücadelesi, sevilen kişiliği ve üstün hitabet yeteneğiyle üniversitedeki hareketin doğal önderi olur. ODTÜ’de Toplumcu Gurup içinde yer alır. 1968’de ODTÜ’deki boykota ve 1969’daki ODTÜ işgaline önderlik eder.
Toprak reformunun gerçekleştirilmesi istemiyle hazine topraklarını işgal eden Elmalı köylülerini ziyaretinin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Merkezi tarafından tepki ile karşılanması, TİP’ten istifasını getirir.
Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tartışmalarında Milli Demokratik Devrim’i savunsa da Hüseyin İnan’la birlikte “Türk Solu” ve “Aydınlık” odaklı MDD yorumlarından ve bu çevredeki tartışmalardan uzak durur ve farklı bir yol açmak için arkadaşlarıyla birlikte harekete geçer.
1969 yılında Şirin Yazıcıoğlu ile evlenir.
Vietnam kasabı olarak bilinen Komer’in arabasını yakanlardandır. Eylemde birlikte yer aldığı arkadaşı Mustafa Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesi üzerine Ankara’da Atatürk Anıtı önünde toplanan kalabalığa, aranıyor olmasına karşın şöyle hitap edecektir:
'Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür. Devrimci şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız. Gün gelecek Türkiye'nin bağımsızlığı ve kurtuluşu için gerekirse hepimiz vurulacağız. Bunlar bizi korkutmuyor, üzmüyor ancak kinimiz bileniyor. Taylan Özgür'ün ardından matem tutmayacağız, mersiyeler düzmeyeceğiz. O, 24 saatini devrime adamış bir kişiydi. Yapılacak çok işlerimiz vardır, İkinci Kurtuluş Savaşının ilk kurşunlanan devrimcilerinden sonra bizler de düşebiliriz, bunu korku değil varacağımız şerefli bir nokta olarak kabul ediyoruz. Taylan, Komer'in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir. Türkiye'de CIA artık bir adam temizleme kampanyası açmıştır. Yılmıyoruz, korkmuyoruz.'
1970 yılında doğan oğluna söz verdiği gibi arkadaşı Taylan’ın adını verir.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve eylemler [değiştir]1970 yılında, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin'le birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun kuruluş çalışmalarını yürütür. THKO'nun şehir gerillası eylemlerinde yer alan Sinan Cemgil, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, arkadaşlarıyla birlikte Ankara'yı terkeder ve Elbistan civarındaki Nurhak Dağı'na çıkarak burada arkadaşlarıyla birlikte THKO'nun gerilla kampını kurar. Sinan Cemgil komutasındaki gerilla birliği, planlandığı gibi Kürecik Radar Üssü'nü basmak için harekete geçer.
Ölümü [değiştir]Kürecik Radar Üssü’ne yapacakları baskın öncesinde Sinan Cemgil ve arkadaşları, İnekli Köyü muhtarının ihbarı üzerine kuşatılır. 31 Mayıs 1971’de askerlerle çıkan çatışmada atış menzili dışına çıkmış olan Sinan Cemgil, yaralı arkadaşı Alpaslan Özdoğan’ı kurtarmak için geri döner ve Ernesto Che Guevara’nın kaderini paylaşır. Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte vurularak öldürülür.
Adıyaman Gölbaşı ilçesinde cenazeyi almaya giden Sinan’ın annesi Nazife Cemgil, çevresini saran kadınlara Sinanlar’ı şöyle anlatacaktır:
'Bu oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan) , kardeşleri.... Onlar da oğullarım... Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkiya değildi
Ulaş Bardakçı 1947-1972 THKP, FKF, TİP, Devrimci Gençlik gibi örgütlerde faaliyet gösteren, güvenlik kuvvetleri ile girdiği bir çatışmada öldürülen devrimci.
Hacıbektaş'da doğar, ilk ve orta öğreniminden sonra ODTÜ'ye girer ve burada devrimci fikirlerle tanışır, Marksizm-Leninizm'i benimser ve FKF ve TİP içinde yer alır. Dev-Genç'in oluşumunda etkin bir biçimde yer alır. 1970 sonlarında Mahir Çayan'la birlikte THKP-C'nin kurulması çalışmalarında yer alır. THKP-C'nin ilk silahlı eylemlerine katılır. Mayıs 1971'de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için İsrail Baş Konsolosu Ephraim Elrom'u Mahir Çayan ile birlikte kaçırırlar. Taleplerinin yerine getirilmemesi üzerine Ephraim Elrom'u öldürürler. Başlatılan Balyoz Harekâtı sırasında yakalanır. Kasım 1971'de askeri cezaevinden firar eden beş devrimciden biridir. Kaçtıktran sonra İstanbul'da devrimci faaliyetlerini sürdürür. 19 Şubat 1972 günü kaldığı ev kuşatılır ve güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada öldürülür. Çoğu kişinin adının Ulaş olmasının nedenidir.
Ulaş Bardakçı için yazılan Ulaşa Ağıt adlı şarkı [değiştir]Hele Ulaş'a Ulaş'a Ulaş benzerdi güneşe Ulaş gardaş can veriyor Yüreğim düştü ateşe.
Ulaş'ın elinde mavzer Mavzeri türküye benzer, Bizimkiler böyle ölür Böyle ölür bizimkiler
Tohumlar düştü toprağa Donandı yeşil yaprağa Kurban olam kurban olam Seni yaratan toprağa.
Hıdır Arslan 1958 - 1984 Devrimci, Devrimci Yol üyesi. Hıdır Arslan 1958 yılında Tunceli'nin Hozat ilçesinde doğar. Derslerindeki başarıları nedeni ile lise eğitimi için ailesi tarafından Ankara'ya, abisinin yanına gönderilir. Lise yıllarında Lise-Der'de faaliyet göstermeye başladı. Bu yıllarda tutuklanarak 7 ay cezaevinde kalır. 1980'de İzmir'de yakalanarak Buca Cezaevi'ne gönderilir. 4 yıl süren yargılamalardan sonra 25 Ekim 1984'de Burdur Cezaevi'nde idam edilir.
Cihan Alptekin (d. 1947 Rize, Ardeşen - ö. 30 Mart 1972 Kızıldere)
THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) kurucu önderlerinden.
Temmuz 1969'da Filisten'e giderek El-Fetih kamplarında diğer arkadaşlarıyla birlikte askeri eğitim aldı. Türkiye'ye dönüşünden bir süre sonra yakalandı ve hapse atıldı. Kasım 1972'de tutuklu bulunduğu Maltepe Askeri cezaevinden THKP-C liderleri Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı ile birlikte tünel kazarak firar etti.
Ocak 1972'de diğer THKO önderleri Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ı idamdan kurtarabilmek amacıyla THKP-C lideri Mahir Çayan'la Ankara'da bir araya geldi ve ortak eylem kararı alındı. Yapılan plan gereği THKO ve THKP-C Fatsa'da ortak karargah kurdu ve Ünye'deki Nato üssünde görevli İngiliz Teknisyenler kaçırılarak Kızıldere'ye götürüldü. Rehinelere karşılık idamların durdurulması talepleri kabul edilmedi. Kızıldere'de saklandıkları yerin tespit edilmesinin ardından CIA koordinasyonuyla gerçekleşen bir operasyonda, kıstırıldıkları evde bombalanarak öldürüldüler. Kaçırılan NATO elemanları açılan ateş sonucu Mahir Çayanlar ile birlikte ölmüşlerdir. NATO görevlilerinin cesetlerinden çıkan kurşunların bombardımanı yapanlara ait olduğu belirlenmiştir.
HKP(M) 'DEN ÖLDÜRÜLEN KADROLARIN YAKINLARINA TAZMİNAT
Thursday, 10 January 2008
Maoistler Ölen Kadrolarının Ailelerine Tazminat Ödüyor
Ranchi, 9 Ocak, (TOI) - Jharkhand hükümetinin yeni askeri saldırıları karşısında, Maoistler sosyal kurumlarını güçlendiriyor. Yalnızca savaş içinde olan kadrolarının ailelerini değil, ölen kadrolarının ailelerini de “Naksalit sosyal güvenlik” ağının içine alarak, güvenlik güçlerinin operasyonlarında öldürülen kadroların ailelerine tazminat ödüyor.
Edinilen bilgilere göre, tazminat ödemeleri de kendi içinde derecelendiriliyor. Bu bağlamda, en fazla tazminatı, yakınları Latehar ve Chatra bölgelerinde öldürülenler alıyor.
Jhakhand Polis sözcüsü R.K. Mallik, Maoistlerin tazminat temelli bir soysal pratik içinde olduğunu doğruladı. Mallik, çok sayıda kaynaktan kendilerine ulaşan bilgilere göre, Maoistlerin, anti-naksal operasyonlarda yaşamını yitirmiş kadrolarının ailelerine tazminat verdiğinin belli olduğunu vurguladı. Malik, Naksalitlerin bu planlarını naksalitlere karşı operasyon düzenlenen bütün bölgelere yayma niyetinde olduklarını, bu şekilde operasyonların gücün kırmayı hedeflediklerini sözlerine ekledi.
[Kaynak: Times Of India
Çev: Solun Doğusu]
3 Eski “Halk Savaşı Grubu” Üyesine İdam Cezası
Patna, 5 Ocak - Feshedilen [ve birleşme sonucu Hindistan Komünist Partisi (Maoist) ismini alan – ç.n.] Halk Savaşı Grubu (HSG) örgütünün eski üyeleri hızlı bir yargılama sonucu idam cezasına çarptırıldılar. Eski HSG üyeleri 2004 yılında Patna’da gerçekleştirilen seçimler sırasında “Birleşik Janata Dal Partisi” taraftarı olan bazı seçmenlerin öldürülmesi olayının sanığı olarak yargılanmaktaydılar. İdam cezası verilen üç militanın isimleri ise şöyle: Sujit Kumar, Arvind Singh, and Manoj Singh.
[Kaynak: Patna Daily
Çev: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
IRAKTAKİ KADINLAR SURİYEDE FUHUŞA İTİKLENİYOR
Suriye’deki Iraklı Mülteciler Seks Ticaretine Sürükleniyor
Haber: Alistair Lyon
30 Aralık 2007
ŞAM (Reuters) - Dar ve parıldayan giysileri içindeki yirmi kadar genç Iraklı kadın, yan masalarda oturan Körfez kesimi Araplarının aç bakışları altında gece kulübünün dans pistinde bir o yana bir bu yana geziniyor.
Sahnedeki grup, sabahın ilerleyen saatlerine kadar Irak şarkıları çalıyor, masalarda oturanlar dans eden kızlara katılıyor ya da onları oturmaları için yanlarına çağırıyor. Arabayla Şam’ın yarım saat uzaklığındaki neon ışığıyla aydınlatılmış bu loş ortamda neyin alınıp verildiği pek belli değil
Henüz daha ilk gençlik yıllarını yaşayan dansçıların kimisi konuşmaya yanaşmıyor ancak içlerinden birisi ailelerine bakmak için başka bir yol olmadığını söylüyor. “Babam Irak’ta öldürüldü ve elimizdeki para bitti,” diye konuşuyor siyah ve gümüşi renkte bir elbise giymiş esmer kız.
Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü (UNCHR) bunu, “hayatta kalma seksi” olarak adlandırıyor: Ülkelerindeki vahşetten kaçmalarının ardından, parasız kalan Iraklı mültecilerin hayatta kalmak için başvurdukları umutsuz bir yol.
Bunun düşüncesi bile Suriye’deki 1,5 milyon Iraklının midesinin bulanmasına yetiyor. Ancak geçim derdi, kimilerini Şam’ın varoşlarındaki küçücük apartmanları başka ailelerle paylaşmaya, kimilerini de çocuklarını işe sokup gencecik kızlarını evlendirmeye zorlamış.
Iraklı Kadınların İradesi Derneği başkanı Hana İbrahim’e göre bazen bu tür evlilikler gencecik gelinlerin pazarlandığı fuhuş ortamını maskelemek için kullanılıyor.
Şii Müslümanlarının Muta evliliği olarak kabul ettiği “geçici evliliğin” seks ticaretinin meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir başka yol olduğunu da sözlerine ekliyor. “Muta (geçici) nikâhı sadece Şiiler için geçerli; ancak Sünnilerin de kendilerine ait başka yolları olmadığını kim söyleyebilir? ”
UNCHR temsilcisi Laurens Jolles, “hayatta kalma seksi”nin artışının, ülkeye gelen mültecilerin yoksullaşmasıyla doğru orantılı olduğunu belirtti.
“Gün geçmiyor ki kendi rızasıyla ya da ailece verilen karar doğrultusunda bir başka kadın aile bütçesine destek olup çocuklarına bakmak için gece kulübünde çalışmaya başlamasın.”
Bazıları gözaltına alınıyor. Çıkanların çoğunun kefaletini onları çalıştıranlar ödüyor. Bunun ardından onları yine sokaklar bekliyor.
Yoksulluk, mültecileri ülkelerine geri dönmeye zorlayan en büyük etken. UNCHR’nin verdiği rakamlara göre, her gün gelen 500 kişiye karşılık 1500 kişi Irak’a geri dönüyor.
Kasımda yapılan bir araştırma %46’lık kesimin maddi zorluk, %26’lık kesiminse dolan vize süresi yüzünden döndüğünü gözler önüne serdi. Suriye son dönemde ülkeye giriş ve ikametgâh kurallarını sertleştirdi.
ONUR SAVAŞI
Yoksullukla cebelleşen yüzlerce Iraklı mültecinin arasında, hayatına onurlu bir şekilde devam etmek isteyen aileler var.
34 yaşındaki yeşil başörtülü Rukiye Fadhil “Kendi geleceğimizi düşünmüyoruz, sadece çocuklarımızın geleceği önemli bizim için,” diyor ve etrafını çevreleyen acı gerçeğe rağmen gülümsemeye devam ediyor.
Kocası Fallah Jaheel, Bağdat’ın güneyinde bulunan Babil’de işlettiği cep telefonu dükkânında vurulmuş, belden aşağısı tutmuyor, Rukiye’nin günleri kocasına bakmakla geçiyor.
Çift, Jaheel’in hastanede yattığı yedi ay boyunca çıkan masrafları ödeyebilmek için evini satmış, ardından da 7 ve 11 yaşındaki çocuklarıyla Suriye’ye kaçmış. Iraklı nüfusunun kalabalık olduğu Şam’ın yoksul mahallesi Seyyid Zeyneb’de bir sene yaşadıktan sonra birikimleri erimiş ve yardıma muhtaç hale gelmişler. Yabancı kuruluşlardan destek almaya çalışırlarken, Jaheel’in tedavisinin yapılması için yurt dışına gitmelerini sağlayacak paranın bir gün ellerine geçeceğini de umut eder olmuşlar.
UNCHR ve kardeş dernekler belirleyebildiği her Iraklı mülteci aileye yiyecek ve nakit yardımı yapmakta.
Gelecek iki ay en az 200.000 kişiye yiyecek paketi vermeyi planlıyorlar. Şu anda bu rakam 51.000. Aralık sonunda 7000 aile ayda her ay 100 dolar alıyor olacak.
Soyadını vermek istemeyen 39 yaşındaki Büşra, mülteci olarak yaşamanın getirdiği zorluklar ve yabancı bir ülkede ailesine bakmak için verdiği mücadelenin onu zaman zaman umutsuzluğa sürüklediğini anlatıyor.
Sorunlar, üç erkek kardeşi Irak’ın eski lideri Saddam Hüseyin’in emriyle öldürülünce başlamış. Bu olaylar kocasının ondan ayrılmasını ve kardeşlerinin eşlerinin de çocukları terk etmesini tetiklemiş.
Böylece Büşra, sadece bir tanesinin kendisinin olduğu dokuz çocuk ve hasta annesiyle kalakalmış. Çocuklardan biri Irak’taki Şii milislerce öldürülmüş. En büyükleri (21) Sufyan ise işkence gördüğünden ötürü çalışamaz halde, gün boyunca oturup sadece televizyon izliyor.
Aile üyelerinin uyuduğu rutubetli, soğuk odada göz yaşlarını tutamayan Büşra “Allahım, öyle yoruldum ki... Bunun adı hayat mı? Saddam zamanında da hayat değildi bizimkisi, ondan sonrasında da olmadı,” şeklinde konuşuyor.
Başını kara bir eşarpla bağlamış annesi ise Bağdat’ta rahat rahat yaşadıkları günleri hatırlayarak, Şam’da oturdukları dairenin, eskiden oturdukları evin holü kadar olduğunu söylüyor.
“Beni Irak’a götürün n’olur, orada ölmek istiyorum,” diye yalvarıyor.
Irak’ta fotoğrafçılık ve kuaförlük yapan Büşra Şam’da işsiz kalmış. Çünkü Iraklı mültecilerin Şam’da çalışma izinleri yok. Büyük oğlanlardan biri, şantiyelerden birinde günlüğü üç dolara işçilik yapıyormuş.
Büşra bir şekilde aileyi bir arada tutmayı başarmış. Ancak benzer koşullardaki mültecilerin çocuklarını nasıl çalışmaya ya da dilenmeye yolladığını; sosyal ve dini tabuların nasıl bir kenara atıldığını; eşlerin nasıl pavyonlara ve tartışmalı evliliklere itilebildiğini bu şekilde kolaylıkla görebiliyoruz.
[Kaynak: Reuters
Çeviren: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
ÇİN'DE EMEKÇİ SINIFIN DURUMU
Monday, 03 December 2007
Küreselleşen Ekomomi Karşısında Çin Emekçi Sınıfların Durumu
Robert Weil *
Giriş
Bu makale esas olarak Alex Day ve Çin’le ilgilenen başka bir öğrenciyle beraber, 2004 yılı yaz aylarında işçiler, köylüler, örgütçüler ve solcu eylemcilerle yapılmış olan bir dizi toplantıya dayandırılmıştır. Oakland Institute tarafından özel bir rapor olarak yayınlanan daha uzun bir makalenin de parçasıdır. Toplantılar esas olarak Pekin kentinin içi ile çevresinde ve kuzeydoğudaki Zhengzhou ve Henan’ın merkezi kenti Kaifeng’de düzenlenmiştir. Bu toplantılarda duyduğumuz keskin konuşmalar, Mao Zedung’un ölümünü izleyen otuz yıl içinde, onun liderliği altında yürütülen devrimci sosyalist politikaların dağıtılması ve emekçi sınıfları giderek artan güvencesiz bir konuma terk eden “kapitalist yola” dönülmesiyle birlikte ortaya çıkan büyük dönüşümlerin yarattığı etkilerle ilgiliydi. En eşitlikçi niteliklere sahip bir toplumda hızla büyüyen kutuplaşma, en tepedeki servetin aşırılıkları ile, gündelik yaşam koşulları git gide kötüleşen ve sayıları gitgide çoğalan en dipteki işçi ve köylü kitleleri arasında cereyan ediyor.
Bu durumun bir örneği olarak, Fortune 2006 küresel milyarderler listesi, Çin anakarasından yedi ve Hong Kong’dan bir milyardere yer veriyor. Bu milyarderlerin servetleri Birleşik Devletler ve diğer ülkelerdekilere kıyasla daha küçük servetler olmakla birlikte, bu milyarderler büyük bir hızla palazlanan Çin kapitalizminin belirginleşmesini temsil ediyorlar. Büyük yolsuzluklar parti ve devlet yetkilileri ile işletme yöneticileri ve yeni özel girişimcileri, emekçi sınıfların yarım yüzyılı aşkın bir süredir görülmemiş ölçülerde sömürüldüğü bir süreç içinde palazlanan kapitalist sınıfı zenginleştiren bir ittifaklar ağı içinde birleştiriyor. Konuştuğumuz işçiler bir zamanlar ekonominin temel direği olan devlete ait işletmelerdeki eski işlerinden, çalışma birimlerinin birer parçası olan barınma, eğitim, sağlık bakımı, emeklilik aylığı ve benzeri tüm sosyal güvenlik ilişkilerinin gerçekten yok edilmesiyle birlikte çıkartılmış olan on milyonlarca işçinin bir bölümünü oluşturuyor. Bu devlete ait işletmeler, ister doğrudan özel yatırımcılara satılmak, isterse işletmecilerle devlet ve parti yetkilileri tarafından yarı yarıya özelleştirilmek suretiyle kâr amaçlı şirketlere dönüştürülürken, yolsuzluklar da yaygınlaşıyor.Görüştüğümüz köylüler kırsal komünlerin zorla dağıtılmasının ve her bir hanenin köy yönetimi ile işleyeceği toprak parçası üzerinden sözleşme yaptığı aile sorumluluğu sisteminin başlatılmasının uzun vadeli etkileriyle başa çıkma mücadelesi veriyorlardı. Ülkenin küresel piyasalara fırlatılıp atılmasıyla, toprakların yerel yöneticiler tarafından köylülere yeterli tazminatlar sağlanmaksızın gelişimcilere satılmasıyla ve kırsal alanlarda yaşanan yaygın çevresel bozulmayla birlikte, bu politikalar, yüz milyonlarca insanı önceden yararlandıkları kolektif sosyal desteklerden yoksun kılarken, onları yaşamlarını kazanabilmek üzere makul bir yol bulma mücadelesine mahkum ediyor. 100 milyondan fazla köylü inşaat, yeni ihracat yönelimli sanayiler ya da en temel haklarının bile çoğundan mahrum oldukları en kirli ve en tehlikeli işlerde çalışma arayışı içinde kentlere yapılan kitlesel göçün bir parçası haline geldi. Göçmenlerin çoğunun yaşam koşulları, kentsel cemaatlerde yarı-kalıcı biçimlerde yerleşiklik kazandıkça; yaşlılık ve sağlık sorunları tırmandıkça giderek daha da kötüleşiyor. Çin emekçi sınıfları yaşam koşullarının bozulması ve sosyalist devrim sırasında on yıllar boyunca mücadele ve fedakarlıklarla kazanmış oldukları hakların ortadan kaldırılması karşısında pasif kalmadılar. Sınıf çatışması ve toplumsal çalkantılar on yıllardır görülmemiş düzeylere tırmandı. Çin’deki işçiler, köylüler ve göçmenler bugün dünya çapındaki gösterilerin en büyüklerine, bazen on binlerce kişinin katıldığı ve yetkililerle yaşanan şiddetli çatışmalarla sonuçlanan gösterilere katılıyorlar. Kamu Güvenliği Bakanı bile “kitlesel olayların ya da gösteri ve isyanların” sadece on yıl önceki 10 bin sayısının 2003’de 58 bine ve 2004’de 74 bine tırmandığını kabul eden veriler yayınladı (New York Times, 24 Ağustos 2005) . Artan sosyal istikrarsızlık tehdidi, üst düzey parti ve devlet liderleri karşısında derinleşen bir meydan okumayı da temsil ediyor ve daha şimdiden daha da büyük çalkantıları tetikleme girişimleri dahilinde bazı politika değişikliklerine neden olmuş durumda. On yıllarca süren ekonomik büyüme içinde serpilen profesyonellerin ve işletmecilerin sözüm ona yeni orta sınıfı ve kolej mezunlarının hızla genişleyen safları bile, katmanlaşmaya uğruyor. Mao yönetimi altında okuldan mezun olana kadar tamamen parasız olan eğitimde giderek artan maliyetler, özellikle emekçi sınıflar açısından engelleyici bir hale geliyor. Yeni mezunlar iş bulmakta gitgide zorlanıyorlar. Piyasa basıncı, durumu daha iyi olanları bile etkiliyor. Ekonomik gelişmenin sağladığı kazanımlar, özellikle de tüketim malları ile gıdaya daha rahat erişilmesi ve artan hareketlilikle iş fırsatları, hep genişleyen sınıf bölünmeleri ve yaygınlaşan güvencesizlikle beraber, milyonlar açısından etkisini yitiriyor. Sonuç olarak, Çin, keskinleşen bir sınıf mücadelesi ve çözümlenmesi kolay olmayan bir politik belirsizlik dönemine giriyor. Emekçi sınıfların önündeki yol çok zorlu olacak ve solun canlanışı, oldukça anlamlı olmakla birlikte, hala çok erken bir evresinde. Bu makale, bu karmaşıklıkları ve olasılıkları incelemektedir. Bireylerin ve örgütlenmelerin isimlerini, onları koruma amacıyla genellikle hariçte bıraktım.
Çelişki ve Birlik
En azından yüzeyde, kentli işçilerin, göçmenlerin ve köylülerin ve hatta yeni orta sınıfın birçok üyesinin, giderek birbirine benzemeye başlayan yaşam koşulları, kapitalist piyasa reformları ve Çin’in küresel ekonomik güçlere açılmasıyla birlikte, onları sömürenlere karşı geniş bir mücadele birliğinin temelini sunacakmış gibi görünebilir. Fakat tıpkı Birleşik Devletler ve dünyanın diğer yerlerindeki benzer koşullar altında da yaşandığı gibi, emekçi sınıfların birleşmesi teoride, pratikte gerçekleştiğinden çok daha kolaylıkla ele alınmaktadır. Eski önyargılar, özellikle de birçok kentli Çinlinin köylülere karşı oldukça düşük bir saygı düzeyine sahip olması, kırsal alanlardan kentlere doğru gerçekleşen kitlesel göçün yarattığı yeni rekabet biçimleriyle ve her bir grubu diğerine karşı bölüp yönetmek üzere, deneme yanılma yöntemleri kullanan iktidardakilerin manipülasyonlarıyla biraraya gelerek, işleri daha da zorlaştırmaktadır.
Örnek olarak, Pekinli işçilere, göçmenlerin kendi işlerini ellerinden aldıklarını düşünüp düşünmedikleri sorulduğunda, konuştuğumuz eylemcilerden birisi şöyle yanıtladı: “Evet, özellikle de işten atılanlar arasında, bu tür duygular yaygın.” Birçokları göçmen nüfusa tepeden bakıyor. Büyük bir fırtınadan sonra yapılan bir temizlik sırasında, bazı kentli işçiler şöyle hatırlattılar: “Bu iş göçmenlerin yaptığı türden bir iş, evlerinde elleri hiç para görmez”. Bu imajı pekiştirmek üzere, New York Times (3 Nisan 2006) Şhangay çöplüğünde, içlerinden birisinin tek bir kızının 10 bin Yuan (1.250 Dolar) tutarındaki orta okul ücretini ve diğer kızının da 1.000 Yuan (125 Dolar) tutarındaki ilkokul ücretini ödemek üzere çalışan göçmen kağıt toplayıcılarıyla ilgili bir rapor yayınladı. Fakat, duygular karşılıklı. Göçmenler de, sıra onlara geldiğinde, benzer şeyler söylüyorlar, şöyle ki: “O, işten atılmayı hak eden bir işçi.”Irk ve etnisitenin olduğu kadar göçmenlik statüsünün de işin içine girdiği Birleşik Devletler’de son derece alışılmış olan bir görüntü dahilinde, göçmenlerin, kendilerine yapılan destek ödemeleri ile hak ettikleri diğer haklardan yararlanmalarına yardımcı olmayı hedefleyen hükümet girişimleri, bazı işçiler tarafından kayırmacılık olarak görülüyor. Medya bu bölünmelere oynuyor ve göçmenlerin “hiçbir şey” karşılığında çalışmak istediklerini ve işçilerin yerine geçmek için onların işten atılması için çaba göstererek hoşnutsuzluğa neden olduklarını iddia ederken, bir yandan da kentli proletaryanın yabancılarla birlikte çalışmak istediğini söyleyerek, farklı gruplar arasındaki düşmanca ilişkileri körüklüyor. Ancak bu türden manipülasyona esas yakıtı, kentsel ve kırsal gelirler arasında, şimdi 3.3’e 1 olan ve “Birleşik Devletler’deki benzer ölçüleri aşarak dünyanın en yüksek” oranı haline gelen, giderek büyüyen gelir uçurum sağlıyor. (New York Times, 12 Nisan 2006) Bu bölünmelerin ne kadar keskin olduğu 2001 yılında büyük çatışmaların yaşandığı Zhengzhou Elektrikli İletim Aygıtı Fabrikası’nda çalışan işçilerin tecrübeleriyle birlikte açıklık kazandı. İşletmenin satılıp parçalandığı bu bölgede, polis protestocuları gece vakti tutukladı ve makineleri hırsızlar gibi parçalayarak alıp götürdü. Yanlarında malzemeyi taşımak için günde 50 Yuan’a çalışan köylüler de getirmişlerdi. Bu da uzun süreli bir mücadeleye neden oldu. Kent yönetimine karşı, kirli işlerini yaptırmak üzere polisi kullanmalarından doğan tepkilerden kaçınmak üzere köylüleri hırsız gibi kiraladılar: onlar da kasklar giyip, işçileri alt etmek için silah kullandı. Otuz kamyonla beş yüz köylü grev kırıcısı getirilmişti ki, bu da, Zhengzhou’da olup bitenlerin bir örneğidir. Eylemcilerden birisi fabrikadaki işçilerin çan çalmasıyla birlikte “herkesin dışarıya çıktığını” ve 24 Temmuz 2001’de köylülerle dört saatlik bir çatışmanın yaşandığını söylüyor. Diğer fabrikalardan çıkarak yardıma gelen işçilerin de katkısıyla o gün, işçiler galip gelmiş. Sekiz işçinin tutuklanıp mülke zarar vermekle itham edilmesine karşın, hukuksal yardım da almışlar ve kapitalistler yine kaybetmiş. İşçilerden birisinin, reform öncesi dönemdeki haklarına gönderme yaparak söylediği üzere, “yasalarımız, Mao’nun yasaları” uygulanmış; “öylesine çok insan vardı ki hükümet korktu.” Halkın eyleminin boyutları yetkilileri duraksatmış, fakat işçiler, kapitalistlerden gelen basınç altında, bu sefer mahkemeleri de aşabilmek için kamu güvenlik polisi kullanılmak suretiyle yeniden tutuklanmışlar ve köylülerle on gün süren bir kavga yaşanmış. Bu şekilde, işçileri fabrikadan çıkarmak için köylü zorbaları kullanmışlar ve her şeyi satıp savarak 5.600 insanı işten çıkartmışlar. Sonra işçi konutları dâhil tüm binaları yıkmış ve araziyi buraya bir mağaza ve lüks evler inşa eden özel bir gelişimciye vermişler. Şimdi herkes işi ve evi olmadığı için mücadeleye devam etmeye çekiniyormuş. Polis bazen üniformalarını çıkartarak ve kapitalist mülk sahiplerini, bıçak bile kullanarak koruyan çeteler gibi davranarak, işçileri korkutmayı sürdürüyormuş. Bir çömlek tesisinde, çetelerden birisi, bir işçi liderini öldüresiye dövmüş, ama yetkililer buna göz yummuşlar ve daha sonra yapılan şikâyetleri de dikkate almamışlar. Polis ve diğer hükümet organları, bu biçimde, devlete ait işletmelerde çalışanlara doğrudan doğruya saldırıp onları baskıya maruz bırakmakla kalmıyor, aynı zamanda emekçi sınıfların çeşitli katmanlarını birbirlerine karşı da kışkırtıyor. Bu tür deneyimler, birlik ihtiyacına karşın, zaten varolmakta olan önyargı ve bölünmelerin aşılmasını son derece zorlaştırıyor. Elektrik cihazları şirketinden bir işçi eylemcinin söylediği gibi, “köylüler ve işçiler tek bir aile olmalılar; onlarla savaşmak durumunda kaldık, fakat birlikte çalışmalıyız.” Karşıt taraflarda yer alanlar kısa vadeli çıkarları uğruna hareket ediyorlar. İşletmede, polis şefi bile yaptıklarını aslında hiç de yapmak istemediğini, fakat baskı altında olduğunu söyledi. İşçilerden birisi ona “tıpkı köpek gibi” demiş. Şöyle yanıtlıyor, “Evet, ama bugün ben seni ısırmazsam, onlar benim derimi yüzerler.” Devlete ait işletmelerin özelleştirilmiş gelişim şirketleriyle yer değiştirmesi, bölünmeleri katmerlendiriyor. Bölgede inşa edilen yeni fabrikalar her ne olursa olsun, işçileri çok düşük ücretlerle ve hiçbir barınma ya da yan ödeme sağlamaksızın kırdan istihdam ediyorlar. Üstelik işçilerden birisinin ortaya koyduğu gibi, Birleşik Devletler’den farklı olarak, Çin’deki devlete ait işletmelerden atılanlar, bu işler için, ucuz oldukları ve kolaylıkla kontrol edildikleri için köylülerin kullanılması yüzünden, hizmet sektöründe bile iş bulamıyorlar. Bu durumda, birlikte çalışma arzusuna karşın, bu tür koşullar, emekçi sınıfların çeşitli katmanları arasında kaçınılmaz olarak düşmanlıklara neden oluyor.
Bu türden bölünmelere ve çelişkilere karşın, kentli işçilerin geniş katmanları arasında daha yüksek bir birlik düzeyi yaratmaya ve kendileriyle, gerek tarlalarında kalmış, gerekse kentlere göç etmiş olan köylüler arasında daha yakın bağlar inşa etmeye yönelik çabalar yaygınlaşıyor. Zhengzhou Kağıt, Tekstil ve Elektrikli İletim Ekipman Tesisleri’ndeki gösterilerle, bu kentte 1997 yılında 13 bin taksi şoförünün gerçekleştirdiği grev, birçok işletme ve sektörde bulunan on binlerce işçi gibi, cemaat üyelerinin de, özelleştirmelere, iş ya da ödenek kayıplarına ya da yüksek vergilerle cezalara karşı çıkanlara destek verdiğini gösteriyor. Yine de, Çin genelinde daha yaygın olan görüntü, tek tek fabrikalarda çalışanların işverenleri ve onlarla bağlantılı hükümet yetkilileriyle kendi başlarına karşı karşıya gelmeleri biçiminde. Demiryolu raylarına yatmak ve otoyolları kesmek ya da büroları kuşatmak ve işgal etmek ve diğer hallerde kentin alışık olduğu ticareti durdurmak gibi eylemleri kapsayabilen bu çatışmalar, genellikle, durumdan etkilenmiş olan işçilere bir defalık küçük bir ödeme yapılmasıyla sonuçlanıyor ki, bu da onlara hiçbir biçimde uzun vadeli destek sağlamıyor fakat acil taleplerinin bir parça yardım karşılığında pasifize edilmesi için yeterli oluyor. Zhengzhou’daki farklı işletmelerde bulunan işçiler, çoğu örnekte özelleştirme, işsizlik ve hizmetlerle güvencelerin yitiminden oluşan toplam süreci durdurmakta yetersiz kalan bu göreceli olarak yalıtılmış mücadele biçimini aşma girişiminin bir parçası olarak, birbirleriyle bağlar kurmaya başlıyorlar. Devlete ait çoğu işletmenin, arkalarında 100 bin işsiz bırakarak kapandığı Kaifeng’de de işçiler, başarılı olabilmek için daha fazla birlik ihtiyacının mevcut olduğunu ifade ettiler. Daha yakın zaman önce, işlerini çoktan kaybetmiş olan birçoklarıyla hala istihdam edilmekte olan az sayıdaki işçinin de aralarında bulunduğu, farklı tesislerden işçiler biraraya gelmeye başlayarak, her bir işletmenin temsilcileriyle toplantılar düzenlemeye ve her bir tesisin üyelerinin katıldığı ortak protestolar örgütlemeye koyulmuşlar. Orada konuştuğumuz eylemciler kentteki tüm fabrikalardan işçilerin katılımıyla o yılın daha geç bir tarihinde büyük bir gösteri yapmayı planlıyorlardı. Fakat bu tür birleşik eylemlerin geleceği belirsiz. Bazılarının “reformlar”la hükümeti daha fazla desteklediği, bazılarınınsa sosyalist perspektife inandığı kent proletaryası saflarındaki ekonomik, kuşaksal ve hatta siyasal bölünmeler varlığını koruyor. Ziyaret ettiğimiz bir işçi sınıfı mahallesinin tam ortasındaki bir Zhengzhou Parkı bile, fiziksel olarak sağcı ve solcu, işçi ve emekli gruplaşmaları arasında bölünmüş durumdaydı; sağcı gruplar, özellikle gündüz saatlerinde belirli alanlarda hakim olurken, diğerleri, özellikle geceleri başka bölümlerde egemendiler. Oraya her gün rahatlamak üzere gelen birçoklarıyla konuşmak üzere kısa bir mola verdiğimizde tanık olduğumuz gibi, tartışmalar oldukça hararetlenebiliyor ve hatta, zaman zaman tehdit edici hale gelebiliyordu. İşçilerle köylüler arasındaki birliğin geleceği açısından da benzer bir durum var ki, göçmenler burada bir tür aracı rolü üstleniyorlar. Biraraya gelme arzusu var, fakat hem yaşam koşulları hem de hükümetten gördükleri muamele biçimleri arasındaki farklılıklar bu tür yüksek birleşme düzeyleri aleyhine işliyor. Reformlar altında, servetin kısmi bir dirilişi de söz konusu. Hem kentlerde hem de kırda konuştuğumuz kişiler, bugün, Mao döneminin sosyalist evresindeki durumla keskin bir tezatlık içinde bazı köylülerin gerçekten de kentli işçilerden çok daha iyi durumda olduklarını belirttiler. Hala yoksul ve yaşam mücadelesi veriyor olabilirlerdi; en yoksullaşmış köylü aileler en kötü durumda olanlardı, fakat en azından üzerinde biraz yiyecek yetiştirebilecekleri bir parça toprağa sahiptiler. En yoksul göçmenler bile kentteki işleri çok kötü gittiği zaman köye geri dönebilirlerdi. Ancak, vasıfsız kentli işçiler, özellikle de işten atılmış olanlar bakımından, gerçekten de kaybedecek hiçbir şey yoktu; bir kez daha, üretim araçlarına olan tüm erişimlerini yitirmişler ve bir tür dış destek olmaksızın gerçekten de açlıktan ölmeye terk edilmiş olan klasik proleter durumuna indirgenmişlerdi. Hasta bir anne babaları ya da hatta okul ücretlerinin ödenmesi gerekli olan bir çocukları bulunduğunda, durumları oldukça umutsuz bir hal alabiliyordu. Sadece biraz daha vasıflı olanlar ya da bir tür küçük ticarete başlayabilenler toprakları olan köylülerle bir ölçüde eşit koşullara sahip olabiliyorlardı. Sonuç olarak, bu iki sınıfın eylemlerinin birliğini sağlamak da zorlaşıyor. Sık sık, protestolar ve gösteriler neredeyse aynı anda hem kentlerde hem de bu kentlerin çevresindeki köylerde gerçekleşiyor. Orada olduğumuz kısa süre içinde bile Zhengzhou ve Kaifeng’in içinde ve çevresinde bu tür paralel olaylara tanık olduk. Bu ikinci kentte, köylüler aynı gün, yol yapımı yüzünden toprak konusunda kandırılmış oldukları için, hükümet binalarına zarar verdikleri ve otoyolları kestikleri hemen yakınlardaki bir ilçede protestolar gerçekleştirirken; ya da işçilerden birisinin söylediği gibi ayaklanıp “kötü işler” yaparken, tek bir fabrikadaki yirmi işçi de tutuklanmıştı. Ama bu gerçekten de eş zamanlı biçimde gerçekleşen olaylar arasında hiçbir bağlantı yoktu ve henüz hiçbir ortak işçi ve köylü protestosu gerçekleşmemişti.Üstelik, devletin bu iki sınıfın gösterileri karşısındaki tepki gösterme biçimlerinde bile farklılıklar var. Kentli işçiler yerel yetkililer tarafından özellikle güçlü bir baskıyla karşı karşıya bırakılıyorlar, çünkü mücadeleleri kamuoyu açısından daha görünür durumda, kentteki güç merkezlerini rahatsız ediyor ve reformların, yani işletmelerin özelleştirilmesi ve yeni kapitalist sınıfın oluşturulması sürecinin tam kalbine doğrudan doğruya meydan okuyor. İşçilerden birisinin söylediği gibi, kendisi ve onun gibiler son derece öfkeliler ve “biraraya gelip ‘isyan’ etmek zorundalar; ama Amerika’dakinden farklı olarak bu durum hakkında tek bir şey bile söylememek durumunda kalıyorlar.” Yine de, “ölmekten korkmuyorlar, çünkü hiçbir şeyleri yok”; ve bu yüzden de mücadele etmeyi sürdürüyorlar. Büyük ölçekli işçi eylemleri, bazen yerel zaferler elde ederek, fakat çoğunlukla liderlerinin tutuklanması ve hapsedilmesiyle sona ererek, ülke çapında yaygınlaşıyor. Tersine, en azından kağıt üzerinde, kırsal koşulların iyileştirilmesi şimdi resmi hükümet politikası halindeyken, köylü protestolarının bastırılması daha da zalimce olabiliyor, çünkü bunlar, eylemlerin kamuoyunun dikkatini çekecek ölçüde büyük olmaması halinde, büyük ölçüde görünmez durumdaki eylemler; tıpkı 2005 Aralık ayında, bir enerji tesisi için el konulan topraklar için verilen yetersiz tazminatları protesto ederken, Guangdong eyaletindeki Dongzhou’da öldürülen yirmi köylü örneğinde olduğu gibi. Bu bölünmelere ve engellere karşın, kentlerdeki ve kırdaki emekçi sınıfların, köylüler giderek daha fazla öfkelenirken ve yaşam koşulları kentli işçilerin koşullarıyla daha fazla benzeşirken ve göçmenler yaşlanır ve giderek kötüleşen bir durumla karşı karşıya kalırken, yakında birbirleriyle bağlar kurmanın yollarını bulabilecekleri yönünde bir duygu da mevcut. Tüm emekçi sınıfların örgütlenmesine yardımcı olan eylemciler birleşme eğilimini güçlendirmeye çalışıyorlar, fakat bu, aralarındaki uçurumu kapatmaya henüz başlamış olan, uzun ve zorlu bir süreç.
Solun Geri Dönüşü
Bu türden yüksek birlik düzeyleri yakalanması ihtimali köylüler, göçmenler ve kentli emekçi sınıflar arasında Çin’deki sosyalizm mücadelesinin derin tecrübelerine ve Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin bilgisine sahip olanların var olmasıyla birlikte pekişiyor. Bu tarihsel miras bugün Çin solunun geri dönüşü açısından temel bir öneme sahip. Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız’ın ortaya koyduğu gibi, “iki çizgi mücadelesi” kavrayışı, devrimin sosyalizmi ile bugünün kapitalizmi arasındaki açık seçik ayrıştırma, şimdi esas olarak aydınlardan değil, temelde emekçi sınıfların kendi saflarından kökleniyor.
Bu kavrayış özellikle, çürüme karşıtı bir biçim alıyor; ancak bu, o da işin bir parçası olmakla birlikte, sadece dar anlamda mali yolsuzluklara ve rüşvete karşı çıkmaktan ibaret değil, fakat devlet ve parti yetkilileri, işletme yöneticileri ve girişimciler ittifakının, üretim araçlarını bütünüyle, yeni ortaya çıkan kapitalistlerin özel mülkü haline dönüştürmesini engellemeye ve işçilerle köylüler tarafından devrimci dönemde elde edilmiş olan sosyalist kazanımları geri döndürmeye yönelik daha geniş bir girişimin parçası. Devrimin teorisi, ruhu ve pratiği, özellikle komünist hareketin 1920’ler kadar eski bir tarihe uzanan merkezleri olan Zhengzhou ve diğer bölgelerdeki eylemciler tarafından canlı tutuluyor. Bu kentte, 1971’de inşa edilmiş olan çifte pagoda benzeri bir kule, kentin ana kavşağında, 1923 yılında bölgesel savaş ağaları tarafından zalimce inşa edilen Pekin-Hankou demiryolunda komünistlerin önderliği altında yapılan bir genel grevde öldürülen yüzden fazla işçinin anısına bekçilik yapıyor. Mao döneminin mirası burada bugün de canlı tutuluyor ve çizgi mücadelesinin başını çeken işçi bilinci düzeyi çok yüksek. Bu kentteki işçilerle yaptığımız tartışmalardan çıkan daha çarpıcı olguysa, çalışmaya alışmış oldukları fabrikalarda hissettikleri yetki duygusuydu. İşçi sınıfının devlete ait işletmelerdeki sosyal mülkiyet ve katılım haklarının sınırları her ne olursa olsun, (ki bu hakların Deng’ci reform el koyuşlarına karşı birer sigorta olarak yetersiz oldukları kanıtlandı) işçilerin bu tesisleri güçlü bir biçimde ve bir tür temel anlamda “kendilerinin” gibi hissettiklerine dair hiçbir kuşku yok. Aralarından birisinin açıkladığı gibi, elektrikli iletim cihazları fabrikası “işçilerin alın teriyle inşa edildi” ve onlar da fabrikanın kapitalistler tarafından satın alınıp özelleştirilmesini istemiyorlar. Fabrika tüm ulusa aitti ve tüm işçi sınıfının kolektif ekonomik birikiminin parçasıydı. Mao döneminde, işçilerin fabrikalar üzerinde bir parça kontrolleri de vardı, “fikirlerini ileri sürüyorlardı ve sözleri de dinleniyordu”. Bu durum Kültür Devrimi sırasında zirvesine ulaştı. O zaman “önder onlardı, işçi sınıfı o dönemde kendisini temsil ediyordu”; ama şimdi kimse onları dinlemiyor ve hiçbir güçleri yok. Yeniden ve yeniden, bu işçiler ömür boyu süren çalışma üzerine bina edilen kolektif mülkiyetlerinin etkin biçimde çalınmasının ve önceden icra ettikleri tüm katılım haklarından yoksun kılınmalarının sonucu olarak yitip giden yetki duygularından söz ediyorlar. Bu kavrayışı daha teorik bir bağlama yerleştiren bir Zhengzhou işçisi, mevcut “bürokratik sermaye” sisteminin ekonominin bir sorunu değil, siyasal bir sorun olduğunu söylüyor; ki bu tam da Lenin’in Ne Yapmalı kitabından fırlayıp gelebilecek bir çözümleme. “Yüzeyde ekonomikmiş gibi görünüyor, ama aslında kapitalizmle sosyalizm arasındaki bir mücadele”, temelde siyasal bir sorun. Diyor ki Çin, “asla sosyalizmi yaşamamış olan Birleşik Devletler gibi değildir. Yaşlı işçiler bu tarihsel bağlamı anlıyorlar. Çoğu Mao dönemini ve Kültür Devrimi’ni yaşadılar. Mao Zedung Düşüncesi’ni tecrübe ettiler ve onların kuşağı Çin’i yeniden ‘Mao’nun Yolu’na sokmak istiyor. Bu da sosyalist yolu korumaya yönelik uluslararası mücadelenin bir parçasıdır.” Bu işçi Çin işçi sınıfının mücadelesinin ve yeniden sosyalizm yoluna geri dönülmesinin bu mücadele açısından neden önemli olduğunun Batı’da daha iyi anlaşılmış olmasını isterdi. Bu uzun bir mücadele. Umuyor ki Çin’deki işçiler, sonunda kazanacakları bu yola doğru yavaş yavaş hareket etsinler. Ama mevcut hareketin yakın zamanda daha yüksek bir düzeye ulaşmaması halinde, genç işçilerin onu yalnızca “daha iyi koşullar“ uğruna verilen bir ekonomik mücadele olarak görecekleri konusunda da uyarıda bulunuyor. Bu da anti-sosyalist reform döneminin ve Deng Xiaoping’in söylemlerinin mirası; şöyle ki, “zenginleşmek muhteşemdir”. Bunlar genç işçilerin kavrayışını mahvediyor. “Çoğu toplanıp böyle tartışmalar yapmaktan bile korkuyorlar”; bu türden duyarlılıkların yaşlı işçiler tarafından birden çok kez ifade edildiğini duyuyoruz. Hala sosyalizm mücadelesine sadık kalanların devrimin mirasını canlı tutmak ve onu yeni kuşaklara devretmek üzere, sadece ekonomik ve politik biçimleri değil, kültürel biçimleri de kullanarak, bilinçlerini ve deneyimlerini aktarmanın başka yollarını bulmuş olmaları, kısmen bu nedenden kaynaklanıyor. Zhengzhou’daki bir işçi sınıfı semtinin tam ortasında ziyaret ettiğimiz bir park köşesinde, işçiler ve aileleri her gece eski devrimci şarkıları söylemek üzere biraraya geliyorlar. Bizim de orada bulunduğumuz hafta içi akşamlarda, yaşlı emeklilerden gençlere ve hatta genç çocuklara varana dek yüzden çok kişi, dinamik bir şefin yönettiği, bir grup müzisyenin eşlik ettiği çok coşkulu bir koroda yer alıyor. Hafta sonlarında, “daha da çok sayıda kişinin”, belki bin ya da daha fazlasının katıldığı da söyleniyor. Bizi parka götüren işçilerden birisinin de ortaya koyduğu gibi, “Bu şarkıların politik anlamı Komünist Partisine; onun dönüşmüş olduğu şeye karşı muhalefetimizi göstermek ve Mao’yu onunla kapışmak ve bilinç yükseltmek için kullanmaktır.”
Bu aynı tarihsel ruh kentteki pratik mücadelelere de gölgesini düşürüyor. Kağıt fabrikası grevi 2000 yılında başladığında; ki bu grev hala bu bölgedeki özelleştirmelere karşı direnişin “modeli” durumunda, bir eylemciye göre işçiler, işletme yöneticilerini dışarı atarken, fabrikaya el koyarken, cihazların çıkartılmasını engellerken ve işçi denetimini kurumsallaştırırken, “Kültür Devrimi” yöntemlerini kullandılar. Birçok çalkantının ardından, tesisin bazı bölümleri hala işçilerin ellerinde bulunuyor, fakat sadece piyasa ekonomisi içinde hayatta kalma mücadelesi vermekle kalmıyor, aynı zamanda kendisini ekonomik bakımdan yıkmaya yönelik resmi girişimlerle de mücadele ediyor. Liderlerinin açıkladığına göre, hapse atıldıktan sonra, bu özgün mücadele biçimini benimsemişler, “çünkü Paris Komünü’nün ilkeleri sonsuza kadar yaşayacaktır.” Benzer bir solcu tarihsel perspektif, sloganlarından birisi “İşçiler çalışmak ve yaşamak istiyor” olan, ama aynı zamanda “Sürekli olarak Mao Zedung Düşüncesi’ni takip et” yazılı bir pankart da asmış olan elektrik cihazları tesisi mücadelesinde de görülebiliyor. İşçiler tarafından yürütülen diğer eylemler daha da açıkça politik biçimlere bürünebiliyor. Kağıt fabrikasının ele geçirilmesiyle aynı yıl, Mao’nun ölüm yıldönümü etkinlikleri de başladı. 2001 yılında bu biraraya geliş, on binlerce işçinin katılımıyla gerçekleşti; etrafları 10 bin polis tarafından sarılmıştı ve büyük bir grevle çatışma yaşandı. Bugün, işçilerin kentteki son Mao heykelinin bulunduğu küçük alana, ne ölüm ne de doğum tarihlerinde gitmesine izin veriliyor. Fakat yine de gidiyor ve polisle çatışıyorlar. 9 Eylül 2004’de, işçi eylemci Zhang Zhengyao’nun, Komünist Partisi ile hükümeti, emekçi sınıfların çıkarlarına ihanet etmekle ve yaygın çürümeye katılmakla suçlayan bir bildiri dağıttığı yer de burası. Bildirisi aynı zamanda Çin’deki kapitalist restorasyonu kınıyor ve Mao tarafından benimsenen “sosyalist yola” dönüş çağrısında bulunuyordu. Hem o hem de bildirinin diğer yazarı, Zhang Ruquan, polisin evlerini basmasının ardından tutuklandılar. Davaları kısa sürede, ülkenin her yerinden birçok solcunun, bu ikilinin 2004 Aralık ayında yapılan ve her birisinin üç yıl hapisle cezalandırılmasıyla sonuçlanan kapalı duruşmalarını, binanın dışında protesto etmek üzere Zhengzhou’ya gelmesiyle birlikte, Çin’in cause célèbre’i [ünlü davası; ç.n.] halini aldı. Bildirinin yazılmasına ve basılmasına yardımcı olan ve kendileri de polis tarafından taciz edilen Ge Liying ve Wang Zhanqing ile birlikte, bu eylemciler “Zhengzhou Dörtlüsü” olarak tanınmaya başladılar. Daha sonra Birleşik Devletler’de Başkan Hu Jintao ile Başbakan Wen Jiabao’ya gönderilmek üzere başlatılan ve salıverilmelerini talep eden bir dilekçe mektubu etkinliği, yaklaşık olarak yarısı Çin içinden atılmış olan imzalarla birlikte, iki yüzden fazla imza topladı. Bu, özellikle imzalayanlar açısından yarattığı potansiyel risk düşünüldüğünde, solcu işçilere verilen görülmemiş bir destek gösterisiydi, Çinli aydınlarla eylemcileri uluslararası destekçileriyle birleştirdi. Hükümet mektuba doğrudan yanıt vermemekle birlikte, Zhang Ruquan daha sonra, güya sağlık nedenleriyle hapisten salıverildi, ki bazı eylemciler bu durumun en azından kısmen, dilekçenin yarattığı baskının ve davalarıyla ilgili külliyetli bilgi ve çözümlemelerin zaman zaman sol web sitelerine gönderilmesi gibi durumla bağlantılı diğer dayanışma etkinliklerinin bir sonucu olduğuna inanıyorlar. Zhengzhou Dörtlüsü Çin’deki işçilerin kendilerine parti ve devlet tarafından dayatılan yeni koşulları pasifçe kabul etmeyi reddetmelerini, solcu ideolojinin ve etkinliklerin işçilerin safları arasındaki kalıcılığını ve bu işçilerin toplumdan ve hatta yurtdışından elde etmekte oldukları büyüyen desteği temsil ediyor. Fakat bu örnek aynı zamanda Çin solunun yenilenen gücünü olduğu kadar bölünmelerini de açığa çıkardı. Zhengzhou Dörtlüsü’nün dilekçe mektubunun imzalanmasında başı çekenler, temelde, dilekçeyi yaygın biçimde dağıtmak için interneti kullanan genç solcularken, bu gençler en azından başlarda, kendilerinden daha yaşlı ve önder durumunda olanların geride duranlarını eleştiriyorlardı. Genç kuşak açısından, sol bir kamusal duruş sergileyen işçilerle dayanışma göstermek, tam anlamıyla doğru bir çizginin benimsenmesi kaygısından daha baskın. Eski solcular içinse, ideolojiye ve siyasete dair eski bölünmeler ve mücadeleler genellikle ortak eylem birliğini engelliyor. Onların durumunda, şimdinin yeni koşullarıyla karşı karşıya gelmek üzere tarihsel çelişkileri bir kenara bırakmak çok daha zor.Bu farklı yaklaşımlar Çinli solcular arasında bulunabilen üç temel gruplaşmanın yaygın biçimde kabul edilen çözümlemesini de yansıtıyor: (1) Esas olarak partinin ve devletin safları arasından çıkan ve başlangıçta birçok örnekte Deng Xiaoping reformlarının en azından bazı parçalarını destekledikten sonra, bu politikaların kapitalist tabiatının giderek görünür hale gelmesiyle birlikte muhalefete yönelen “eski” sol; (2) Çin sosyalizminin Mao dönemindeki devrimci evresinin programlarına yönelik desteklerini aynen sürdürmekte olan ve popüler temellerini esas olarak işçiler ve köylüler arasında bulan “Maocular”; ve (3) tıpkı Batı’daki, özellikle de 1960’lardaki karşılığı gibi, temelde üniversitelerde ve yeni STK’larda odaklanmış olan genç kuşaktan oluşan, kalabalık bir Marksist, ama aynı zamanda geniş anlamda sosyolojik ve sosyal demokratik eğilimler yelpazesine açık olan, çoğunlukla “eski” solun saflarında olanlardan çok Mao’nun izleyicileri ile birleşmeye istekli olan “yeni” sol. Bu üç grup arasındaki çizgiler, yine de, hiçbir anlamda ne katı ne de karşılıklı olarak dışlayıcı. “Eski” solculara toplumun tümünde, hükümetin hem içinde hem de dışında rastlanabilirken, birçok “Maocu” ve hatta “yeni” solda yer alan bazıları da parti ve devlet içinde çalışıyor. Batıdaki benzer solcu kategorileriyle; özellikle de “yeni” solla çizilecek her türlü paralellik, buradaki mücadelenin tarihini yansıtan kendi özgün Çinli karakteristiklerine sahip olmaları nedeniyle, abartılmamalı. 2001 yılında, üst düzey liderliğin her yaz strateji planları yapmak için bir araya geldiği deniz kenarındaki bir kasaba olan Beidaihe’de, dört farklı politik eğilim tarafından, reformlar başlatıldıktan sonra yıllarca hapis yatan ve hala da eylemciliği sürdüren, Zhengzhou’daki eski bir Kızıl Muhafız tarafından örgütlenen son derece alışılmadık bir toplantı düzenlendi. Reform politikalarının tümüne muhalefet edip etmeyecekleri hakkında bir fikir birliğine varamayacakları konusunda fikir birliğine varırken, Deng Xiaoping’i başlattığı yeniden kapitalizasyon derecesi bakımından eleştirmekte birleştiler. Daha yakınlarda ise, bazı etkili enstitü, üniversite ve organlardan gelen son derece yüksek bir kadro forumu, Pekin Üniversitesi başkanının oturum açılış konuşmasıyla birlikte, mevcut durumun Marksist bir çözümlemesini yapmak üzere biraraya geldi. Bu toplantının sürekli bir biraraya gelişe dönüştürülmesi umuluyordu. Bu toplantının arka planında bulunan eski parti üyesi, toplantının en azından bazı yüksek düzeyli destekler olmaksızın mümkün olamayacağını açıkladı. Zhengzhou’da, solcular ve bugün Çin’de, çoğunlukla Batı’daki muadilerinden çok daha radikal olan kimseleri de kapsar biçimde kullanılan bir terim olan “liberaller” tarafından başı çekilen benzer bir forum, geniş bir fikir yelpazesinde bulunanları bir araya getirerek, geçen on yıl hakkında görüşmek üzere toplandı. Ortak temelleri Çin toplumunun ve resmi politikalarının sahip olduğu mevcut yönelimin sürdürülebilir olmadığı yönündeki güçlü duyarlılıklarıydı. Yani, sahip oldukları farklı arka planlara ve yaklaşımlara karşın, partinin ve devlet organlarının hem içinde hem de dışında, “eski”, “Maocu” ve “yeni” olmak üzere kabaca her üç sol kategoriye de giren birçokları mevcut ve sadece fikirleri değil, aynı zamanda çeşitli forumları ve toplantıları da, birbirleriyle çakışıyor, birbirlerine nüfuz ediyor ve birbirlerini etkiliyor ve hatta kendi ideolojilerini paylaşmayanları da içine çekiyor. Yeni STK’lar içinde, yoksullaşan kırsal köylere okullar sunmak ve ana akım vakıflardan farklı bir işçi-köylü yönetimli toplumu teşvik etmek gibi pratik konular üzerinde çalışan, güçlü bir solcu temele sahip olanları da var. Solun bu geri dönüşü, emekçi sınıflar arasındaki popüler mücadelenin, Çin’deki sosyal krize ve onun mevcut politikalarda radikal bir dönüşüm gerçekleştirilmeksizin yalnızca derinleşebileceği yönündeki tehdidine gönderme yapmaktan kaçınılmasını artık imkansızlaştırmış olan, gitgide artan başarısını yansıtıyor. Bugün ne kadar uzak görülürse görülsün, Mao döneminin devrimci sosyalizminin yenilenmesi ihtimalini yeniden canlandırıyor.
Soldaki bu yeni açılımın çarpıcı bir örneği, Ekim 2004’de, “Mevcut Politik Manzara Hakkındaki Görüş ve Fikirlerimiz” ismini taşıyan ve “eski ÇKP üyeleri, kadroları, askeri personel ve aydınlar” grubu tarafından kaleme alınarak, Hu Jintao’ya gönderilen bir mektuptur. Zhengzhou Dörtlüsü’nün bildirisinden daha saygılı bir tona sahip olmakla ve ekonomik kazanımları açısından “reformlara” belirli bir pozitif itibar tanımakla birlikte, o beyanatın temalarıyla çok yakından paralellik göstermekte ve düzeltici eylem ve “kapitalist yol”dan sosyalist yola dönüş konusunda yaptığı çağrılarla birlikte, mevcut duruma yönelik eleştirisinde eşit biçimde militan bir nitelik taşımaktadır. Bu iki belge arasında herhangi bir doğrudan ilişki olup olmadığı açık değildir. Fakat Çin’deki solcular Zhengzhou Dörtlüsü’nü desteklemek için imza toplamayı sürdürdüler ve “yeni” solun bazı bölümlerinin davalarını kucaklamakta gösterdiği arzu ve bu türden “Maocu” etkinliklerin savunulması, “eski” solculara da, Hu’ya gönderilen mektup örneğinde olduğu gibi, uzun vadeli eleştirileri yeniden ifade etme yolunu açtı. Eski devrimci mücadelelerin katılımcılarının partinin ve devletin mevcut politikalarına böylesine açıktan açığa karşı gelmek konusunda gösterdikleri bu isteklilik, ortaya çıkmakta olan yeni iklimin bir ölçüsü. 1999 kadar eski bir tarihte, eski solcularla yaptığımız tartışmalar, kendilerini, hakim reform atmosferi karşısında hala ne kadar sınırlandırılmış hissettiklerini açığa çıkartıyordu. Şimdi, açık ki, bu eski liderlerin ve benzer konumlardakilerin çoğu, kendi görüşlerini daha açıkça seslendirmek konusunda kendilerini daha “özgür” hissediyorlar. O halde, geçmişin bugünü bilgilendirmekte olması ve solun bazı kesimlerinin eylemlerinin diğerleri üzerinde de etkide bulunması yalnızca teoride değil pratikte de geçerli. Sayıları az olan ama bazen büyük bir etkide bulunan sınırlı birkaç örnekte, Mao döneminin sosyalist örgütlenme biçimleri, piyasa ekonomisinin yeni koşullarını karşılamak üzere muhakkak ki değişime uğramış bir biçimde olsa da, bugün de uygulanmaya devam ediyorlar. Yani şimdi bile kırsal köylerin, toplamda birkaç bini bulan yüzde biri; ki rakamlar ölçümü kimin yaptığına ve neyi ölçüt aldıklarına bağlı olarak değişiyor, komün döneminin kolektivizasyonunu asla tamamen terk etmemiş durumda. Deng reformlarını uygulamış olan birkaçı da, kırsal ekonomi açısından alternatifler sergileyen birer model haline gelerek, yeniden kolektifleştirilmiş üretime geri dönmüşler. Sosyalist dönemin hedeflerini ve yöntemlerini korumanın en etkili örneği, Zhengzhou’nun bir ya da birkaç saat uzağında yer alan Henan Eyaleti’nde bulunan “Maocu” bir kent olan Nanjiecun (Güney Sokağı Köyü) , ki yeniden kolektivizasyona 15-20 yıl önce başlamış, temelde ücretsiz barınma, sağlık bakımı ve eğitimle; hatta gençlerinin kolej masraflarını bile ödeyerek, tüm üyeleri için bir tür komün biçimi olarak işlemeye devam ediyor. Sosyalist dönemin, yöneticilerine vasıflı bir işçinin ücretinden daha fazla ödemede bulunmamak biçimindeki eşitlikçi pratiklerini de devam ettiriyorlar. Aralarında Marks, Engels, Lenin ve Stalin’in de bulunduğu diğer devrimci liderlerle birlikte fotoğrafları ve deyişleri köyün her yerinde sergilenmekte olan Mao’nun politik hedeflerine olan sadakatini de sürdürüyorlar. Burada çok katlı barınma kompleksleri, her bir aile üyesine sağlanan ışıklı ve havalandırılmış dairelerle birlikte, tertemiz caddeler, gezi yolları ve bahçelerle çevrelenmiş durumda. Köy çekici bir okula ve bir çocuk bakım merkezine de sahip. Bu türden bir yerleşim, kentli zenginlerin yeni siteleri hariç, Çin’de gerçekten de eşsiz bir yer durumunda ve duvarları ve kapıları dışında rastlanabilen tipik kırsal çevreyle keskin biçimde çelişiyor. Ancak bu türden başarılara karşın, finansmanı için yabancı sermaye çektikçe ve çevre bölgelerden, onurlu ama kesinlikle daha az konforlu yatakhanelerde barındırılan köylüleri; yeni kapitalist ekonomiyle tam olarak bütünleşmiş olan kendi “kent işletmesinin” ana emek gücü olarak kullandıkça, Nanjiecun’daki pratiklerde de birçok çelişki ortaya çıkıyor. Köye yaptığımız ziyarette bize eşlik eden iki kişinin de içinde olduğu Zhengzhou’daki eylemcilere göre, yakın zaman önce, yeni ve alışılmış olmayan üretim alanlarına doğru aşırı genişlemeye bağlı olarak, ciddi mali zorluklarla yüz yüze gelmiş. Ancak, bir kapitalizm denizi ile çevrelenmiş olduğu ve hayatta kalabilmek için piyasa ekonomisi içinde rekabet etmek zorunda kaldığı bir durumda kaçınılmazlaşan bu türden sınırlamalara karşın, kırsal Çin açısından başka bir yolun mümkün olduğuna hala inanmakta olanlar için bir odak noktası olarak hizmet ediyor. Bazen tüm ülkeden tam bir otobüs dolusu köylü ya da işçiden oluşan delegasyonlar, köyün hem kolektivize üretimi hem de dağıtımı hayata geçirmeye nasıl devam ettiğini incelemek üzere günü birlik ziyarete geliyorlar. Henan eyalet yetkililerinin desteğini ve dolayısıyla korumasını da elde ediyorlar. Solcu eski parti üyelerinin Hu Jintao’ya gönderdikleri 2004 tarihli mektup, Nanjiecun’u, kırsal alanların bugün hala ihtiyacını duydukları bir model olarak işaret ediyordu. Ama Mao çağının mirasının çok etkili olmadığı yerde bile, bu çağın deneyimleri ve kavramları bugünün koşullarının sürekli olarak kendisiyle kıyaslandığı ve çözümlendiği arka planı oluşturuyorlar. 2004 yazında görünür hale gelen büyük bir gelişme, aile sorumluluğu çiftliklerinin küresel piyasa karşısında yaşadığı yalıtılma ve güvensizliği hafifletmeye yönelik bir çaba içinde, tarımsal kooperatifler oluşturmayı amaçlayan yeni hareket oldu. Bu kooperatifler temelde, örneğin kolektif gübre alımı sayesinde ve ürünleri için yaptıkları pazarlıklarda daha fazla güce sahip olmaları yoluyla, piyasada bir parça ölçek ekonomisi elde etmeyi olduğu kadar, üyelerine mali destek ve güvenlik sunmayı da hedefliyordu. Bu türden çabalar, köylülüğün bir bütün olarak karşı karşıya olduğu durumun tüm dar boğazlarını çözmeye başlamamış olsalar bile, reform döneminin bireyci, ya batarsın ya çıkarsın politikalarından önemli bir farklılaşma anlamına geliyor. Bunlar komünlere bir geri dönüş olmamakla ve en fazla bir tür yarı yeniden kolektivizasyonu temsil etmekle birlikte, yalnızca devrimden önceki daha eski kooperatif hareketlerinin deneyimlerine yaslanmaya devam etmekle kalmıyor, aynı zamanda, üyelerinin genellikle bilgi sahibi oldukları, Mao döneminden alınma kavramlara da yaslanıyorlar. Bu durumda, Jilin eyaletinin kuzey doğusunda bulunan Siping yakınlarında ziyaret ettiğimiz kooperatifin, kır ve kent sınıflarıyla ve onların bugünkü durumlarıyla ilgili son derece ayrıntılı bir çözümleme sunan başkanı, ya da ülkenin, sadece yerel açıdan değil, dünyanın geri kalanıyla ilişkisi açısından da, uzun ve derinlikli bir tartışmayı sosyalist bakış açısından sunan genç üyesi gibi kişilerle karşılaşmak olağan dışı bir durum değil. Çinli emekçi sınıflar demek ki kentli aydınlara gerçek çalışma ve sömürü dünyası hakkında öğretecek şeylere sahip olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda sosyalizmin pratikteki uygulamaları hakkında da daha deneyimliler. Ve birçok örnekte Marksizm-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin temellerini kavrayışlarında ve uygulamalarında, bazı genç, daha eğitimli solculardan daha gelişkinler.
Aynı zamanda, toplumun hızla kutuplaşması yeni orta sınıf içinde yer alan birçoklarını, özgün mesleklerine ya da konumlarına bakmaksızın, işçilerin ve köylülerin karşı karşıya kaldıkları koşullara daha yakından benzeyen koşulların içine çekiyor, bu da onlar arasındaki birlik temelini güçlendiriyor ve solun yeniden dirilişi için kitlesel bir temelin yaratılmasına yardımcı oluyor. Kapitalist sistem kendi altını boşaltıyor ve hızla daha geniş yabancılaşmışlar grupları yaratıyor. Bugün, eski, devlete ait işletmelerdeki birçok Komünist Partisi kadrosu bile, bu işletmelerin özel yatırımcılara satılmasına yardımcı olmalarının ardından sonunda işten atılmış durumdalar. Yeni kapitalist sahipler tarafından işlerinde barındırılmadılar, ki bu durum da bir işçi tarafından “üzerinden geçtiğin köprüyü ateşe vermek” olarak adlandırılan bir koşul. Sonuç olarak, birçokları gibi şimdi işsizler de “piyasalaştırma”nın aslında ne anlama geldiğini daha iyi anlıyorlar; bu durum “bilinçlerini yükseltiyor.” Kendi yaşam koşullarının değişmesinden kaynaklanan bu türden yeni kavrayışlar oldukça yaygın. Başlangıçta Deng’ci reformları desteklemiş olan kişilerle; örneğin Pekin’de konuştuğumuz ilerici akademisyen gibi kişilerle, şimdi Mao’ya geri dönüş yapan ve hatta Kültür Devrimi’nin kendisini yeniden inceleyen kişilerle ilgili birden fazla öykü duyduk. Bazı örneklerde, bu durum onların “kitlelerden öğrenmelerinin” doğrudan bir sonucu. Kırsal bölgelerde rastladığımız, etkili ama eskiden oldukça muhafazakar olan bir öğrencinin durumu da buydu, ki onun “dönüşü”, köylüleri ziyaret ettiğinde, asla Mao ile ilgili tek bir eleştiri cümlesi duymamışken, Deng’le ilgili birçok eleştiri duymuş olması, bu durumun da onu, geçmişe yönelik kendi yaklaşımlarını yeniden incelemeye zorlamasının sonucuydu. Ama bu türden yeniden değerlendirmeler kişisel deneylerden ibaret olmayan daha derin köklere sahip. Aralarında aydın seçkinlerin de olduğu birçokları için, reform çağının başından itibaren gövermiş olan ve piyasalaştırma ile özelleştirme için devlet ve parti propagandacıları tarafından ileri sürülen özgün Çinli karakteristikler de taşıyan rasyonellerden, esas olarak akademik çevrelerle STK çevrelerinde rastlanabilen Batılı liberal kavramlara dek uzanan çeşitli ideolojik eğilimlerin, Çin’de bugün olup bitmekte olanı açıklamakta yetersiz olduğu kanıtlanmış durumda. Hem eski bir Kızıl Muhafız’ın hem de genç bir eylemci aydının ayrı ayrı konuşmalarda ileri sürdüğü üzere, “başka her şeyi denedikten sonra”, başlangıçta reform politikalarını desteklemiş olan, ama şimdi neler olup bittiğini anlamaya başlayanlar, “bugünle başa çıkabilmek üzere iki çizgi mücadelesine ve Kültür Devrimi’ne geri dönmek durumundalar”, çünkü diğer yaklaşımları denemişler ve bunlar hiçbir açıklama sunmamış. Sadece birkaç yıl önce, Çin toplumunun karşı karşıya kaldığı sorunlar, özgün ve bu durumda hala göreceli olarak kolaylıkla; örneğin bir “yolsuzluk karşıtı” kampanya yoluyla “halledilebilir” gibi görünürken, bugün bunların sistematik ve bölünemez oldukları, daha köklü bir dönüşümü gerekli kıldıkları, kapitalizmin ve küresel piyasanın yerine getirme yeteneğinde olmadığı ve devlet ile partinin, mevcut oluşumu itibarıyla çözümlemeyi başarma yeteneğinde bulunmadığı sorunlar oldukları konusunda giderek yükselen bir duyarlılık mevcut. Sonuç olarak, Mao’nun Kültür Devrimi sırasında kapitalist yola karşı ileri sürdüğü eleştiri bugün bir kez daha geçerli gibi görünüyor, çünkü ömrünün son yıllarında geliştirdiği bu fikirler, mevcut sistemin giderek derinleşen çelişkilerinin, ta köklerine kadar uzanan ve sadece pansuman yapmayı amaçlayan girişimlerden daha derin çözümlere işaret eden kapsamlı türden bir çözümlemesini sunmaya devam ediyor. Aydınlar arasında varolan birçok eski tabu bu durumda devrilmeye başlıyor. Birçok akademik ve seçkin arasında bulunan diğerleri açısından da hala büyük oranda ölümcül bir şey olarak kabul edilen Kültür Devrimi bile; ki bize söylendiğine göre bu devrime yönelik herhangi bir pozitif yaklaşımın ipucu tam bir yalıtılmışlığa ve mahvolmuş bir kariyere neden olabilir; bir kez daha bir tartışma ve yeniden inceleme konusu haline geliyor. Bu durum özellikle kendi tarihsel araştırmalarını yapan, uzun zamandır ihmal edilmiş olan malzemeyi kazıp çıkartan, o dönemde aktif olanlarla mülakatlar düzenleyen, bulgularını web’e gönderen ve bu dönemin olaylarıyla ilgili parti çizgisine başka yollarla meydan okuyan genç solcular arasında özellikle geçerli. Solun bu canlanan dirilişi ve işçi sınıfı mücadelesiyle olan bağlarının genişlemesi hakkında yüksek öneme sahip olan başka işaretler de var. 1999 yılında, çoğunlukla Çin’in MIT’si olarak gönderme yapılan Pekin’deki Qinghua Üniversitesi’nde, yakın zaman önce özellikle daha elit üniversitelerde ortaya çıkmış olan birkaç gruptan birisi olan küçük bir Marksist çalışma grubunda yer alan öğrencileri ziyaret etmiştik. O zamanlar etkin olmak için, kampuslarının dışına çıkmanın ve emekçi sınıflarla, 1989 Tiananmen öğrenci hareketinin başlangıçta yapamadığı türden bir bağlantı kurmanın bir yolunu bulmaları gerektiğini kendilerine hatırlatmıştım. En azından Pekin’deki bazı işçilerin, daha sonra, bu mücadeleye katılmış; ve karşılığında da bu hareketi sona erdiren katliamcı şiddet ve baskılardan paylarını almış olmalarına karşın, öğrencilerle emekçi sınıflar arasındaki uçurum köklü biçimde köprülenmemişti.
Örneğin kuzeydoğudaki Changchun da, ki burada aynı hareketin daha küçük bir versiyonu yaşandı, büyük First Auto tesisindeki işçiler üniversitelerinin dışına yürüyen öğrencilere katılmayı ret ettiler; bu da öğrencileri çok katı bir baskı ile yüz yüze kalmaya terk eden ve onları emekçi sınıflar karşısındaki yalıtılmışlıklarını yeniden değerlendirmeye yönelten acı bir deneyimdi. Sonunda, Çin tarihinde çok sık yaşandığı gibi, Tiananmen’deki hareketi ezmek üzere çevre eyaletlerden getirilenler, büyük ölçüde köylü ordusu oldu; ki bu da Pekin yakınlarına yerleştirilen birliklerin öğrencileri ezmeyi reddetmesi sonrasında yaşandı. O dönemin dersleri, şimdiki genç öğrenci kuşak arasında kaybolmuş değil ve 2004 yazı itibarıyla yaşanan değişim daha dramatik olamazdı. Bugün, önemli sayıdaki eylemci öğrenci üniversite kampuslarını emekçi sınıflarla ilişki kurmak, onların koşullarını incelemek, onlara yasal ve maddi destek sunmak, fabrikalarda ve tarlalarda yaşanmakta olan şeylerle ilgili raporları okullarına geri taşımak üzere terk ediyor. Kültür Devrimi’nden arta kalan ve hala Zhengzhou’da kilit bir eylemci olan birisi, öğrenci-işçi ilişkilerinde ne kadar büyük bir değişim yaşandığını açıkladı. 2000 kadar yakın bir tarihten itibaren, ülkenin önde gelen yüksek öğrenim kurumu olan Pekin Üniversitesi’ndeki Marksist çalışma grubundan gelen öğrenciler, bu kentteki fabrikaları ziyaret etmeye başlamışlar. 2001’den bu yana, Qinghua Üniversitesi’nden gelen öğrenci grupları her sene ziyarete başlamış. 2004’de, seksen kadar öğrenci yine bir başka önemli Pekin kampusundan Zhengzhou’ya gelmiş. Ulusal yetkililer bu büyüyen ilişkiler konusunda korku duyuyor ve cesaretini kırmaya çalışıyorlar. Kültür Devrimi’nde ülkeyi dolaşmak isteyen öğrencilere sunulan bedava tren seferleri ve diğer teşviklerin tersine, hükümet öğrenci delegasyonlarına bilet satmayı bile reddederek ya da Zhengzhou’ya girme haklarını ellerinden alarak, bugün bu akışı durdurmaya çalışıyor, ama yine de geliyorlar. Fabrikalara gidiyor ve hatta bazen bu kentteki mücadelenin ilk evrelerinde, tesislerin kapanmasının durdurulmasına yardımcı olmak üzere, buralarda yaşıyorlar. Bu hareket Zhnengzhou’da başladıktan sonra, kuzey doğuya ve ülkenin diğer bölgelerine da yayıldı. Aynı zamanda öğrencilerin benzer etkinlikler yürütmek, malzeme taşımak, ilişkiler kurmak, yasal destek sunmak ve genellikle birçok köylü eylemcinin hissettiği yalıtılmışlığı kırmak için köylere gittiği kırsal alanlara da yayıldı. Bugün Pekin Üniversitesi’nde ve daha birçok yüksek eğitim kurumunda, ismine karşın aynı zamanda birçok “kızı” da barındıran, Köylülerin Oğulları isimli bir örgüt, özel olarak bu amaçla oluşturulmuş durumda. 1999 yılında karşılaştığımız bir solcu eylemci, ki o zamanlar işçi sınıfının koşullarını doğrudan inceleme konusunda tamamen yalnızdı ve başkalarını da bunu yapmaya teşvik etmeye çalışıyordu, 2004 yılıyla birlikte öğrencilerin artık ciddi bir öz motivasyona sahip olduklarını, artık kendisi gibi kişilerin liderliğine ihtiyaç duymadıklarını anlattı. Şimdi, inisiyatif alanlar onlardı.
Bu hareket üniversite öğrencilerinin ana gövdesinin oluşumu ve koşulları tarafından hem güdüleniyor hem de kolaylaştırılıyor. Kolej kayıtlarının 1999’dan bu yana üç katına çıkmasıyla birlikte, çok sayıda öğrenci işçi sınıfı üyesi ailelerinden buralara geliyor ve birçokları eğitimlerini finanse etmekte ve mezuniyet sonrası iş bulmakta giderek artan zorluklarla karşılaşıyor. Bu sonuç birçok üniversite öğrencisi ile işçi ve köylüler arasındaki empati ve birlik temelini güçlendiriyor. Bugün Çin üniversiteleri Deng Xiaoping’in, Kültür Devrimi’ne bir tepki olarak, “kızıl” olmak yerine “uzman” olmaya vurgu yaptığı ve daha dışlayıcı giriş koşullarına geri dönülmesini zorladığı ilk reform yıllarında olduğundan daha kitlesel bir karakter taşıyor ve ayrıcalıklılara daha az mahsus bir yer durumunda. Sonuç olarak, solcu öğrenciler şimdi seçkin aydınlarla, fabrikalarda ve tarlalarda mücadele edenler; yani bugün daha yaygın biçimde kendi akrabaları ya da en azından içinden geldikleri sınıfların üyeleri olanlar arasındaki uçurumu köprülüyorlar. Bazı bakımlardan, bu durumda, Çin’deki mevcut aşama, Lenin’in, Marksist öğrencileri işçilerle ilişki kurmaları için fabrika semtlerine yönlendirdiği Rus Devrimi’nin ilk günlerini andırıyor. Elbette, şimdiki kritik fark, yalnızca öğrencilerden birçoğunun işçi ve köylü ailelerinden gelmeleri değil, bu genç Çinli solcuların, emekçi sınıflarla yeni bir ilişkinin nasıl kurulacağı konusunda kafa yormalarına karşın, üzerinde bir bina inşa edilecek, Mao liderliğindeki devrimci sosyalist deneyimin elli yılını arkalarında bulmaları. O dönemin kavramları, politikaları ve ilişkileri bugünün son derece farklı durumuna değiştirilmeksizin uygulanamaz ve uygulanmamalı da. Fakat bunlar solun kapitalist reformlar ve küresel piyasalaştırmanın şimdiki evresi karşısında emekçi sınıfların koşullarıyla yüz yüze gelirken yararlanabileceği geniş bir devrimci fikirler ve pratikler deposu olmaya devam ediyor. Solcu fikirler, yeni olmak bir yana, zaten çoktan işçi ve köylüler arasında derinden gömülü durumda. Yine de, bu eğilimleri abartmak ciddi bir hata olur. Çin solu kabul edilebilir bir güç olarak hala küçük, marjinalleştirilmiş ve emekçi sınıfların kendisi gibi birçok gruplaşmaya ve fraksiyona bölünmüş durumda. Küresel çapta solcuların durumunda olduğu gibi, bir zamanlar bildikleri dünyanın çöküşü ile yüzleşmek zorunda kalmışlar ve etrafında kendilerini örgütleyecekleri ve emekçi sınıfları harekete geçirebilecekleri tek bir birleştirici kavramlar kümesi bile mevcut olmaksızın yeni ilerleme yolları bulmaya çalışıyorlar. Bugün, Çin’de işin başını çekenler, büyük ölçüde, zaman zaman muazzam mücadeleler yürüten işçilerin ve köylülerin kendileri. Bunlar zaman zaman saflarındaki solcularca yönlendiriliyor olsalar da, şimdiye dek solun bir bütün olarak daha geniş, örgütlü bir hareketine pek rastlanmadı. Aralarında liberal reformist ve sosyal demokratik kavramların da bulunduğu yeni rakip ideolojiler de solculara karşı bir meydan okuma sunuyor. Birleşik Devletler’deki durumu tekrar eden bir gelişme seyri içinde, “sınıf” terimi bile bugün daha az kullanılıyor ve bunun yerine artık piyasadaki “zayıf sosyal gruplar” terimi konuluyor, bu arada sömürü kavramının kendisi de daha örtük bir hale geliyor. Bu eğilimler birçok kentli profesyonelin, siyasetleri ne olursa olsun yaşam tarzları tarafından pekiştiriliyor. Aralarında kendilerine solcu diyenlerin de bulunduğu bazı aydınlar, artık kentlerde iyi para kazanıyorlar ve koşulları, kendi deneyimleriyle kıyaslandığında oldukça farklı olan emekçi sınıflarla herhangi bir pratik bağdan yalıtılmış durumdalar. Kamusal konumlar kazanma ya da fikirlerini eyleme tercüme etmeye girişenler açısından, bu muhakkak sağ ya da sol üzerinde yoğunlaşmakla birlikte, bastırma eylemi yaygın. Hükümetin harekete geçip geçmeyeceği daha çok kişinin kabul edilen çerçevenin dışına ne ölçüde çıkacağı ile ilgili bir sorun. Reformları destekleyen ve köylülerin bağımsız “yurttaşlara” dönüşmeleri için toprak özelleştirmelerini destekleyen bir göçmen örgütçü bile Pekin’de “insan haklarını” teşvik etmeye yönelik bir toplantı düzenlediği için gözaltına alınabiliyor. Tek parti yönetimini sona erdirmeye yönelik açıkça örgütlü herhangi bir girişim kimsenin ihlal edemeyeceği sınır çizgisini oluşturuyor ve kamusal etkinliğin tüm alanlarındaki devlet egemenliğinin altını oyacak gibi görünen her şey, kendi özgün politik içeriğinden bağımsız olarak, hızla sorun yaratabilir. Ancak, sol, yetkililer tarafından özel bir tehdit olarak görülüyor, çünkü onun hızla genişleyen işçi sınıfı mücadelesine daha örgütlü bir biçim kazandırma potansiyeli var. Bu bakımdan Çin İşçilerinin Websitesi’nin ve Tartışma Listeleri’nin kapatılması tipik bir durum. Bu, aynı türden diğer forumlardan farklı olarak, “işçilerin ve köylülerin bugünün Çin’inde sosyalizmi savunma mücadeleleri hakkında konuşmalarına olanak sağlayan ilk solcu yönetimli web sitesi”ydi. Bu sitede aralarında emekçi sınıfların aralarından gelenlerin de bulunduğu aydınlar, “işçilerle işçiler hakkında yapılan tartışmalara katıla”biliyorlardı (Stephen Philion, “An Interview with Yan Yuanzhang,” MRZine, http://mrzine.monthlyreview.org/philion130306.html) . Bu bağlantı parti ve devlet liderleri açısından özel bir tehlike oluşturuyor çünkü, Web sitesinin editoryal kolektifinin Pekin’deki bir üyesinin açıkladığı gibi, “bu hükümet sosyalizmi inşa etmiyor”. İşçilerin “Maocu dönemin Komünist Partisi ile bugünün partisini ayrıştırdıkları” temel de bu. Emekçi sınıfların bakış açısından, seslerinin kamusal alanda duyulması kritik bir önem taşıyor. “Bu sosyalist bir demokrasinin arzu edeceği türden bir şey, işçiler için kapitalizmin sunamayacağı türden bir demokrasiye sahip olmak”. Ama web sitesi, bunun yerine, emekçi sınıfların üyelerinin ödeyemeyecekleri kadar yüksek bir kayıt ücretinin dayatılması yoluyla kapatıldı. İşçiler ve köylüler, aydınların geniş kesimleri ve yeni orta sınıfın da saflarında, hem ekonomik hem de politik sistemlerde daha fazla şeffaflık ve kendilerini etkileyen kararlara daha fazla katılım payına sahip olmak yönünde çok geniş bir talep var. ABD tarzı sandıksal “demokrasi” hala yaygın bir çağrı gücünden yoksun olmakla birlikte, birçok insan demokratik haklar konusunda oldukça açıkça konuşuyor. Bunların bazıları için konuşma özgürlüğü temel hedef, diğerleri için muhalefet partileri. Birçok işçi şimdi “tek parti sisteminin nasıl işlemediği” hakkında dahi konuşuyor. Parti içinde bile, daha fazla açık tartışma yolları bulmak üzere forumlar gerçekleşiyor ve “sivil toplum” STK’ları, kadın hakları ve çevre gibi geniş bir konular yelpazesi içinde serpiliyor. Demokrasi yanlısı duygular yaygın ve hükümet bunları sadece bastırmakla yetinemeyeceğini biliyor. Bunun yerine bu meydan okumayı tedrici değişimi başlatarak karşılamaya çalışıyor. Ama bu alandaki resmi reform siyasetleri; köy yönetimlerinin seçimi gibi siyasetler, yüzeysel bir demokratikleşmeye karşın, emekçi sınıflar tarafından genellikle alaycılıkla karşılanıyor; çünkü bunlar genelde sadece tepeden yapılan parti atamalarını meşrulaştırmak için kullanılıyor. Burada, birçok başka alanda da olduğu gibi, sosyalist dönemin hatıraları ve özellikle de işçilerin ve köylülerin kendi fabrikalarının ve tarlalarının ve hatta Kültür Devrimi sırasında üniversitelerinin ve yerel hükümetlerinin yönetimine katılımları, hala bir çıta olarak hizmet ediyor ve bugün bu türden tüm hakların yok olmasıyla keskin bir tezat oluşturuyor. Bir işçinin söylediği gibi, “Demokratik reformlar şu ana kadar hükümet tarafından uygulandıkları biçimiyle, Mao devrimini tepe üstü çevirdi ve işçilerin hayatını da alt üst etti; bunlar işçi sınıfının bir tür geriletilmesi ve tabi kılınması yolu”. Politik reformasyona yönelik kabul edilebilir bir yaklaşımın anahtarı, bu durumda, solcu işçi ve köylü denetimi kavramlarının şimdi küresel ilerici gündemin bir parçasını oluşturan katılımcı demokrasi ile bir kez daha bir araya getirilmesinin bir yolunu bulmak olacaktır. Bu arayış çoktan başladı. Eski devrimciler tarafından Hu Jintao’ya gönderilen 2004 tarihli mektupta, temel taleplerden birisi aşağıdan kitle mücadelelerinin iktidarın kötüye kullanımını kontrol etmenin bir aracı olarak canlandırılması ve emekçi sınıfların kendilerine demokratik bir sistemin parçası olarak parti ve devlet işleyişi içinde doğrudan bir rol verilmesiydi. Birleşik bir hareket inşa edilmesinin ve bu tür devrimci değişimlerin gerçekleştirilmesinin önündeki engeller, yine de, bugün diğer yerlerde olduğu gibi Çin’de de devasa boyutlarda. Yaşlı işçiler ve köylüler, geçmişten edindikleri mirasa karşın, sosyalizm uğruna verilen mücadelenin yeni bir evresinin yakında yakalanamaması halinde, devrimci dönemin hafızasının son bulmasından ve genç kuşaktakilerin zenginleşme ve tüketim kültürüne katılma arzusundan başka bir şeyin bilincinde olmayıp, başka bir şeyin peşinde koşmayacaklarından korkuyorlar. Bu durumda, köklü değişim ihtiyacıyla karşı karşıya kalmaları halinde ve anında, her şeye ilk baştan yeniden başlamak durumunda kalacaklar. Fakat Çinliler bunun önceden mevcut olmasının, önceden yapılmış olmasının avantajından yararlanıyorlar. Çin, öngörülebilir gelecekte hala yenilenmiş bir sosyalist devrime hızla ilerleme olanağına sahip, ki bu da bir kez daha dünyayı sarsan bir gelişme olabilir. Bu, elbette, Çin’de yakın gelecekte gerçekleşebilecek olan birçok olası senaryodan sadece bir tanesi. Sınıf yapısının karmaşıklığı ve kutuplaşması Çin toplumunu, geniş bir yelpazedeki sonuçlar potansiyeli ile birlikte, çelişkili yönlere doğru çekiştiriyor. Bu da hem emekçi sınıfların kendi yaşam koşullarında hem de partinin ve devletin yeni meydan okumalar karşısındaki yanıtlarında yakın dönemde kaydedilen gelişmelerde belirginlik kazanıyor. En tepedeki iki yönetici, Hu Jintao ve Wen Jiabao, kırın daha fazla çalkantıya girmesine engel olmaya yönelik bir girişim içinde, oldukça dramatik etkileri olan kırsal politikada bir dizi değişiklikler başlattılar. Bunlar köylüler üzerindeki tarım vergilerinin ve birçoğu yasadışı olan çoğu yerel ödemenin kaldırılmasını içeriyor ki bunlar protestoların başlıca kaynaklarıydı. Kırsal alanlarda, küçük kent ve köylerdeki fabrikaları da içeren yatırımlar yapılması, özellikle eğitim ve sağlığa yatırım yapılması ve çevresel onarımı hedefleyen planlar da mevcut. Tarımsal malların daha lehte fiyatlandırılması ile birlikte, bu uyarlamalar birçok köylü ailesinin üzerindeki ekonomik basıncı önemli ölçüde hafifletti. Terimin anlamı hala açıklık kazanmamış olmakla ve sadece zaten başlatılmış olan kırsal politikalara sol tınılı bir etiket sağlamayı amaçlayan bir girişim olabilecek olmakla birlikte, Yeni Sosyalist Köyler’le ilgili resmi konuşmalar bile mevcut. Özellikle Çin yönetişiminin türe dair bir özelliği olan hiçbir şeyin yerel düzeyde uygulanmaması ve köy topraklarının birçok alanda hala denetim altına alınamayan çoğunlukla çürümüş yetkililerce, geliştirme amacıyla dur durak bilmeden satılması veri alındığında, açıklanmış olan reformlar içindeki reformların derinliği hala belli değil. Ancak, belirli bir etki çoktan belirginlik kazandı. Üç ya da dört yıl önceki durumun çarpıcı bir tezadı olarak, göçmenlerin, kısmen buradaki koşulların iyileşmesinden yararlanmak amacıyla, kısmen kıyı fabrikalarındaki katı sömürü karşısında giderek artan itiraz nedeniyle büyük sayılar halinde köylerine ya da en azından, evlerine daha yakın olan iç kentlere dönmeleriyle birlikte, kıyı bölgelerinin ihracat bölgeleri artan bir işçi kıtlığı yaşıyor. Bu tersine göç, birçokları artık eski tüfekler haline gelmiş olan ve gençlik yıllarında kendilerini ezip geçen koşulları artık daha fazla kabul etmeyecek olan göçmenlerin yükselen bilincinin, direnişinin ve öz örgütlenmesinin bir yansıması. Fabrikalar tarafından tercih edilen ve en aşırı sömürü koşullarıyla karşı karşıya kalan genç göçmen işçiler ve özellikle de yoksul köylü kadınlar bile, kıtlaşmaya başlıyor. Bu durum ihracat sanayilerini, yeterince büyük bir iş gücünü sömürmeye devam etme çabası içinde, ücretleri ve ödenekleri yükseltmeye zorlama konusunda olumlu bir etkide bulunurken, işverenlerin de, fabrikalarını Vietnam, Hindistan ve Bangladeş gibi daha da düşük maliyetli ülkelere kaydırarak, dibe doğru yarışı sürdürdüklerini gösteren işaretler var. Çin’in giderek bağlandığı küresel kapitalist piyasanın doğası veri alındığında, atılan her adım yeni bir çelişkiye yol açtığı için, mevcut sistemi tersine çevirmenin basit bir çözümü yok. İç pazar büyümekle birlikte, küresel rekabet gücündeki herhangi bir ciddi azalma ve bundan kaynaklanan bir ekonomik durgunluk; Çin liderlerinin uykularını kaçıran bu büyük korku, sadece Hu ve Wen’in giriştikleri, “sosyal eşitlik” üzerindeki yeni vurgunun da içinde olduğu, politik revizyonları sürdürme yeteneğinin altını boşaltmakla kalmayacak, aynı zamanda kitlesel ölçekte bir düzensizliği de tetikleyecektir. Kapitalist piyasalaşmanın bu tür çelişkileri çözme konusundaki yeteneksizliği sola yeni bir güç kazandırmaya devam etmektedir. Bu yeni etkinin çarpıcı bir örneği 2006 Mart’ında belirginlik kazanmıştır. On yıldır belki de ilk kez, Ulusal Halk Kongresi, Komünist Parti tarafından yönetilen yasama organı, birçoklarının Çin’in hızlı ekonomik gelişmeye uzun vadeli geçişiyle birlikte gömülmüş olduğunu varsaydıkları sosyalizm ve kapitalizm hakkındaki ideolojik tartışmalarla tüketildi. Tartışma, hükümeti oy çokluğuyla geçmesi beklenen mülkiyet haklarını koruyan bir yasa taslağını geri çekmeye zorladı ve küçük ama etkili bir sosyalist eğilimli düşünürler ve politika danışmanları grubunun yeniden ortaya çıkan etkisini açığa çıkardı. Bu eski kafalı solcu düşünürler, Çin’in büyüyen gelir uçurumunu ve artan sosyal rahatsızlıklarını, ülkenin özel servet ve pazarlar tarafından sürüklenen ekonomik kalkınma yönündeki uzun vadeli arayışı olarak gördükleri durumla ilgili kuşkular yaratmak üzere kullandılar... Bu saldırıyı eski bir çağa geri dönülmesi olarak kavramayı başaramayanlar zenginle yoksul arasındaki çarpıcı farklılıkların, yaygın çürümenin, emek suistimallerinin ve toprak el koymalarının Çin’in resmi ideolojisinin ne kadar uzağına düştüğünü gösteren gündelik hatırlatma notları sunduğu bir ülkede sosyalist fikirlere yönelik sürekli çağrıları da küçümsüyorlar (New York Times, 12 Mart 2006) . Mülkiyet yasası muhtemelen uzun vadede bir biçimde geçirilecek olsa da, “eğitim ve sağlık bakımında piyasaya daha yaygın bir rol verilmesi” önerileri ve hatta toprağın özelleştirilmesi yönündeki daha radikal çağrılar en azından şimdilik engellendi. Üst düzey liderlik bile yüzünü yüzeysel de bir kez daha; hükümetin ve Komünist Parti’nin kapitalist pratiklerine karşın, teorik temelini oluşturmayı sürdüren sosyalizm yönüne dönmek zorunda hissetti. Mr. Hu 2002 yılında iktidara gelmesinden bu yana aynı zamanda Marksizm’i pohpohlayarak, Mao’yu överek ve ülkenin resmi ama çoğunlukla ihmal edilen sosyalist ideolojisini şimdiki çağa uydurmak için araştırmalar başlatarak solcu destekçilerini de oluşturmaya çalıştı. (New York Times, 12 Mart 2006) Mao döneminin yöntemleri bile, artık yaygın biçimde derinden derine çürüdüğü kabul edilen partinin eriyen meşruiyetini yenileme çabası içinde canlandırılıyor.Örgütsel kargaşa ve bozulan bir kamusal imajla karşı karşıya kalan dev bir şirket gibi, Çin Komünist Partisi de kendisini etkin, modern bir cihaz haline getirmeye çalışıyor. Ama bunu yapabilmek için, en eski politik araçlarından birisini, gerekli çalışma grupları ile tamamlanan Maocu tarzdaki ideolojik kampanyayı tercih etti. 14 aydan bu yana, partinin 70 milyon taban üyesine Mao ve Deng Xiaoping’in yazılarını okumaları, parti tüzüğünü oluşturan 17 binden fazla kelimeyi mırıldanmaları emredildi. Zorunlu toplantılar kadroların öz eleştiri yapmalarını ve diğer herkesi eleştirmelerini de zorunlu kılan oturumları içeriyor. (New York Times, 9 Mart 2006) Bazıları tarafından bir reform girişimi olarak ciddiye alınan ve diğerleri tarafından oldukça alaycı biçimde karşılanan kampanya doğrudan etkisinden çok, partinin, Mao’nun ona yapmasını söylemiş olduğu, “halka hizmet etme” rolünden oldukça, başlangıçtaki devrimci hedeflerindense biraz daha az uzaklaştığının kabul edilmesi bakımından önemli olabilir. Çok az kişi Hu ve Wen’in sosyalist devrimin canlanışına ya da partinin ve devletin otuz yıldır bağlı oldukları ve ekonomik güçlerin artık sıkı sıkıya bağlandığı kapitalist yoldan radikal sapmalar gerçekleştirilmesine liderlik etmelerini bekleyebilir. Ama sosyalist kavramların resmen reklamının yapılması ve Mao’nun incelenmesi sadece, biriken krize gönderme yapmak üzere canlanması için sola daha fazla yer açabilir. Yakın dönemde oluşan küresel forumlardan kopukluk ve yalıtılmışlık yönündeki belirli bir eğilimi tersine çevirmekle, hükümetin bu tür bağları sınırlama girişimlerine karşın, küresel iletişim ve örgütlenmenin yeni ve hızla yayılan ağları aracılığıyla dünya çapındaki sol güçlerin mücadeleleriyle ilgili daha fazla bilgi edinilmesi ve yakın bağlar kurulması da sağlanabilir. Emekçi sınıfların bozulan yaşam koşulları onları hızla daha radikal ve militan bir yöne doğru sürüklemektedir. Sadece işçiler ve köylüler arasında değil, birçok aydın ve en azından daha geniş yeni orta sınıfın bazı kesimleri arasında da, küresel kapitalizmin içinde bulundukları duruma hiçbir yanıtının olmadığı ve Mao ile birlikte inşa ettikleri devrimci sosyalizmin en azından bugüne uzanan başka bir yol sunduğuna dair derin ve büyüyen bir kavrayış mevcuttur. Çin’deki işçiler ve köylüler, fabrikalarda ve tarlalarda sadece yeni kapitalist sömürü biçimlerine karşı direnmekle kalmıyorlar, mümkün olduğunu zaten bildikleri başka bir dünyanın hatıralarına da sahipler. Reformlar öncesindeki sosyalist çağ sırasındaki yaşamlarından dolayı, küresel kapitalizmin denetimsiz yağmasına karşı yaşayabilir alternatiflerin varolduğunun farkındalar.
Bu mirasa karşın, geçmişe herhangi bir kaba saba geri dönüş ne mümkün ne de arzu edilir durumdadır. Çok fazla şey değişti ve basitçe geriye sokulabilecek olandan çok fazla sayıda cin şişeden çıktı gitti. Geçmişin hataları ve başarısızlıkları, tıpkı başarıları ve zaferleri gibi, yeniden incelenmek durumunda ve sosyalizmin, tıpkı başka yerlerde olduğu gibi, Çin’deki ilk evresinin taşıdığı sınırlılıkları alt etmenin yeni yolları bulunmak zorunda. Fakat, Çinli emekçi sınıflar, ileriye doğru hareket ettikçe, aynı zamanda yeni bir sosyalist topluma doğru uzanan kendi yollarını bulmak için yeniden geriye doğru da bakabilirler ki, bu yeni yol kendi tarihsel ve şimdiki mücadelelerini bugünün küresel hareketleri ile birleştiren ve bir kez daha devrimci bir dönüşümü yaratan bir yoldur.
[Kaynak: Oakland Instute, Makalenin orjinal ismi: Chinese Working Classes Confront the Globalized Economy
Çev: Partizan]
*Robert Weil, 'Red Cat, White Cat: China and the Contracdions of 'Market Socialism' ' (Monthly Review Press, 1996) adlı kitabın ve Çin'deki ekonomik, politik ve çalışma koşulları konusundaki bir çok makalenin yazarıdır. Bununla birlikte emek, sivil haklar ve çevre hareketi alanlarında bir eylemcidir. California Üniversitesi'nde Sosyoloji alanında öğretim görevlisi olan Weil, Öğretim Görevlileri Sendikası'nın da önde gelen örgütleyicilerinden biridir.
WWWW.SOLUNDOGUSU.NET
NEPAL'DE MONARŞİ SON BULUYOR
Nepal'de Monarşinin Kalkmasına Karar Verildi
Saturday, 29 December 2007
Nepal Parlementosu Monarşinin Kalkması Yönünde Karar Verdi
(Katmandu, 28 Aralık 2007) Nepal parlementosu, yaptığı oylama ile Maoistlerle barış yapmanın bir parçası olarak monarşiyi kaldırma yönünde karar aldı. Maoistler, geçtiğimiz yıl, 10 yılı aşkın süredir sürdürdükleri silahlı isyanı sonlandırarak kabineye girmiş, geçtiğimiz Ekim ayında ise bir daha asla monarşi kırıntılarına dönmeyeceklerini beyan ederek hükümetten çekilmişlerdi
Nepal, gelecek Nisan ayında gerçekleşecek seçimlerden sonra cumhuriyet ilan edecek.
1769’dan bu yana hanedanlığını sürdüren Kral Gyanendra, 2005 yılında hükümeti lağvetmesi ve tüm gücü elinde toplaması ile tepki toplamış, popülaritesini yitirmişti. Bugün (28 Aralık) yapılan parlemento oturumunda Nepal meclisi ezici bir çoğunlukla monarşinin kalkması ve “Federal Cumhuriyet Devleti” kurulması yönünde oy kullandı. Parlamento üyelerinin yalnızca üçü monarşi lehinde tutum aldı. Bu karar, Nisan ayındaki seçimler sonrasında Nepal’de cumhuriyet ilan edilip edilmeyeceğine dair soruların bir tarafa bırakılması anlamına geliyor.
Maoistler, bu kararın tek seferde ve aciliyetle alınması için baskı yapmışlardı. Çünkü daha önce koşut koydukları üzere bu şekilde yeniden kabineye dahil oldular.
NKP(M) lideri Prachanda oylama sonrası parlementodan çıkarken
Böylelikle yeni meclis, Kral Gyanendra’nın kral sıfatının son kez telafuz edileceği parlemento olacak. Bununla birlikte, kral, halen, mevcut sistemin kendisine tanıdığı imtiyazlar ve sağladığı gücü kullanarak süreci yarmaya çalışıyor. İç İşleri Bakanı Krishna Prasad Situala ise, “Bugünkü seçimler ile kralın seçimlerden sonra ivedilikle yerinden edileceği netlik kazanmıştır” şeklinde konuştu.
Düşüş ve İsyan
Kral Gyanendra’nın siyasi düşüşü 2005’in Şubat’ında parlementoyu feshetmesi ve tüm idari gücü kendi üzerinde toplaması ile başladı. Kral bunun, Maoist isyana son vermek ve bozulan düzeni yeniden tesis etmek adına tek yol olduğunu savunmuştu. Fakat, bu ağır eylem, muhalefetin kendisine karşı birleşmesi, şiddetin tırmanması ve sonunda Nisan ayında parlementoyu yeniden tanımak zorunda kalması sonuçlarına yol açtı.
Yeni sivil yetki ise Kral’ın yetkilerini elinden aldı, hukuki dokunulmazlığına ve ordu üzerindeki yönetim gücüne son verdi. Şimdi ise sahip olduğu sıfata son veriyor.
[Kaynak: BBC Çev: Solun Doğusu]
WWW.SOLUNDOGUSU.NET
NKP(Maoist) Seçim Manifestosunu Açıkladı
Sunday, 23 March 2008
Maoistler: “Eşitsiz” Hindistan – Nepal Barış Anlaşması’nı Sona Erdireceğiz
Katmandu, 7 Mart 2008
Maoistler, 10 Nisan seçimlerine dair seçim manifestolarını bugün açıkladılar. Manifestoda 1950 tarihli “eşitsiz” Hindistan – Nepal Anlaşması’nın feshedileceği, ülkenin etnik köken temelinde 11 bölgeye ayrılacağı ve kişi başına düşen gelirin on katına çıkarılacağı sözü veriliyor
NKP-Maoist’in [Nepal Komünist Partisi – Maoist] seçim manifestosunda “Bütün eşitsiz anlaşmalar feshedilmeli ve yerlerine yeni anlaşmalar yapılmalıdır,” şeklinde ifade ediliyor ve ek olarak partinin Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış “eşitsiz” bir anlaşma olan 1950 tarihli Barış ve Dostluk Anlaşması’nı ortadan kaldıracağı belirtiliyor.
Anayasa Koyucu Meclis seçimleri öncesinde Maoist Başkan Prachanda tarafından açıklanan manifesto, Hindistan’ı “yayılmacı bir güç” olarak tanımlıyor ve ayrıca geçmişte Nepal ile Hindistan arasında imzalanmış olan “eşitsiz” anlaşmalardan bahsediyor.
Prachanda, eğer parti iktidara gelirse, Himalaya halkının kişi başına düşen gelirinin on katına çıkarılarak yıllık 3.000 ABD dolarına ulaşacağını söylüyor.
Ayrıca kırsal kesimdeki her eve elektrik ulaştırılacağını, 10.000 mw [milyon vat] su enerjisi üretileceğini ve Himalaya ülkesine 2 milyon turistin kazandırılacağını belirtiyor.
Müreffeh ve yeni cumhuriyetçi bir Nepal inşa etmek bizim ana hedefimizdir, diyor Prachanda, başkentte 38 sayfalık bildiriyi kamuoyuna duyururken.
Maoistler, federal demokratik cumhuriyetçi bir sistem içinde Cumhurbaşkanının doğrudan seçilmesini ve Başbakanın Parlamento üyeleri tarafından seçilmesini öneriyorlar.
Maoistler ayrıca Geçici Anayasa’da bahsedildiği üzere Anayasa Koyucu Meclis’in ilk toplantısı sırasında 240 yıllık Şah Monarşisini resmi olarak ortadan kaldırarak federal demokratik cumhuriyetçi bir sistemi uygulayacakları taahhüdüne bağlılıklarını dile getiriyorlar.
Prachanda ayrıca Nepal’in etnik köken temelinde 11 bölgeye; Terai’nin ise dil temelinde üç alt-bölgeye ayrılması önerisini getiriyor.
Manifestoda açıklandığı üzere; Newa, Magarat, Tharuwan, Kirant, Tamsaling ve Limbuwan etnik köken temelinde belirlenecek bölgelerden bazısı olacak; Terai ise dil temelinde Bhojpur, Mithila ve Awadh olarak üç bölgeye ayrılacak.
Maoistler ayrıca devleti üç idari birim temelinde yeniden inşa etmeyi amaçlıyor: Merkez, eyalet ve yerel yapılar.
İş aramak üzere yabancı ülkelere giden binlerce Nepalli gencin içinde bulunduğu kötü koşullar hakkındaki kaygılarını dile getiren parti, Gorkha Askere Alma Merkezi’ni kapatarak Nepalli erkeklerin yabancı ordulara katılmak üzere gönderilmesi uygulamasına son vermeyi amaçlıyor.
Manifestoda Nepalli gençlerin ülke içinde nitelikli işleri hak ettiği belirtiliyor.
NKP-Maoist’in başkan yardımcısı Baburam Bhattarai “emperyalist bir güç olarak nitelediğimiz Amerika’ya yönelik duruşumuzu değiştirmedik,” diyor.
“Yabancı güçler Nepal’in bereketli doğal kaynaklarını tekellerine almak istiyor,” şeklinde açıklıyor manifesto.
Sorulan bir soruya karşılık olarak Bhattarai, parti seçimlerde başarısız olsa bile Maoistlerin yeniden silaha sarılmayacaklarını belirtiyor. Halkın kararını kabul edecek ve artık şiddete teslim olmayacağız, diyor
[email protected]
WWWW.SOLUNDOGUSU.NET
ATAOL BEHRAMOĞLU (halk savaşı şairlerin'dendir) ......! ! ! ! ! ! !
Ataol Behramoğlu (d. 13 Nisan 1942) , şair, yazar, çevirmen, edebiyatçı.
13 Nisan 1942’de İstanbul Çatalca’da doğdu. İlköğrenimini Kars ve Çankırı'da yaptı. 1966'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Rus Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. 1962'de Türkiye İşçi Partisi'ne girerek ilk örgütlenme çalışmalarına katıldı. 'Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun (FKF) kurucuları arasında yer aldı. 'Dönüşüm' dergisininin kuruluş çalışmalarına katıldı, sahipliğini üstlendi. 1970'te İsmet Özel’le birlikte 'Halkın Dostları' dergisini çıkardı. Aynı yıl İngiltere'ye, daha sonra Fransa'ya gitti. Paris'te gece kulübü bekçiliği, otel katipliği, öğretmenlik yaptı. 1972'de Moskova Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Sovyet edebiyatı üzerine inceleme yaptı. 1974'te Türkiye'ye döndü. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda dramaturg olarak çalıştı. 1975'te kardeşi Nihat Behramoğlu'yla birlikte 'Militan' dergisini kurdu. 'Sanat Emeği' dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 1979'da Türkiye Yazarlar Sendikası'nın genel sekreteri oldu. Yayınevlerinde çalıştı. 12 Eylül harekatından sonra 1982’de Barış Derneği Davası nedeniyle 10 ay tutuklu kaldı. 1984’te Fransa’da Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Centre de Poetique Comparee bölümünde Türk ve Dünya Şiiri üstüne seminerler izledi, çalışmalar yaptı. İlk şiirleri 'Ataol Gürus' takma adıyla Yeni Çankırı, Yeşil Ilgaz, Çağrı gibi yerel gazete ve dergilerde yayınlandı. Yükseköğrenimi sırasında Yapraklar, Dost, Evrim, Ataç gibi dergilerde çıkan şiirleriyle dikkat çekti. Bu dönemin şiirlerini biraraya getiren ilk şiir kitabı 'Bir Ermeni General' 1965'te basıldı. Gençlik dönemi şiirlerinde Orhan Veli, Attilâ İlhan ve İkinci Yeni şiirinin ortak özellikleri etkin. Gerçek şiir kimliği 1965-1971 arasında Papirüs, Şiir Sanatı, Yeni Gerçek, Yeni Dergi ve Halkın Dostları'nda çıkan şiirleriyle oluştu. Bu şiirlerde toplumcu, etkin bir edebiyat anlayışının örnekleri yer aldı. Toplumcu gerçekçi şiir ilkelelerine yöneldi, şiirini yeni biçim ve tema arayışlarıyla besledi. Çevirileriyle de dikkat çekti. Edebiyat ve kültür üzerine yazdıkları, antoloji ve diğer çalışmalarıyla kuşağının önde gelen yazarları arasına girdi.
Konu başlıkları [gizle]
1 Eserleri
1.1 Şiirleri
1.2 Düzyazı
1.3 Anı
1.4 Gezi
1.5 Mektup
1.6 Antoloji
1.7 Çeviri
1.8 Çocuk
Eserleri [değiştir]
Şiirleri [değiştir]Bir Ermeni General (1965)
Bir Gün Mutlaka (1970)
Yolculuk Özlem Cesaret ve Kavga Şiirleri (1974)
Ne Yağmur... Ne Şiirler... (1976)
Kuşatmada (1978)
Mustafa Suphi Destanı (1979)
Dörtlükler (1983)
İyi Bir Yurttaş Aranıyor (1983) (Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından oyunlaştırılmıştır.)
Eski Nisan (1987)
Türkiye Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum (1985)
Kızıma Mektuplar (1985)
Şiirler 1959-1982 (1983)
Bebeklerin Ulusu Yok (1988)
Bir Gün Mutlaka (1991)
Sevgilimsin (1993)
Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var (1991)
Beyaz İpek Gibi Yağdı Kar (2008) Cumhuriyet Kitapları
Aşk İki Kişiliktir
Aşk
Gizlice Sevgilim
Bu Aşk Burada Biter
Düzyazı [değiştir]Yaşayan Bir Şiir (1986)
Şiirin Dili-Anadili (1995)
Mekanik Gözyaşları (1997)
Nazım’a Bir Güz Çelengi (1997)
Kardeş Türküleri (1986)
Anı [değiştir]Aziz Nesin’li Fotoğraflar (1995)
Gezi [değiştir]Başka Gökler Altında (1996)
Mektup [değiştir]Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (1995)
Antoloji [değiştir]Büyük Türk Şiiri Antolojisi (2 cilt, 1987)
Çeviri [değiştir]Lili'ciğim, Pantolonlu Bulut'dan, Şair İşçidir (Mayakovski)
Durgun Yıllarda Gelmiş Olanlar Dünyaya (Aleksandr Blok)
Karıma (Nikola Vaptsarov)
[email protected]
SİNAN CEMGİL
Sinan Cemgil, (d. 15 Kasım 1944, İstanbul – ö. 31 Mayıs 1971, Nurhak) . THKO örgütünün kurucularından.
Konu başlıkları [gizle]
1 Çocukluk Yılları
2 Devrimci Önder
3 Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve eylemler
4 Ölümü
Çocukluk Yılları [değiştir]Türkiye’nin önemli aydınlarından Adnan Cemgil ve Nazife Cemgil’in ikinci oğulları olarak 15 Kasım 1944’de İstanbul’da dünyaya geldi. Öğretmen anne-babanın çocuğu olarak iyi bir eğitim aldı.
Türk Barışseverler Cemiyeti'nin Menderes Hükümetini, TBMM kararı olmaksızın Kore’ye asker göndermesi sebebiyle protesto etmesi üzerine Adnan Cemgil’in aldığı hapis cezası Sinan’ın henüz çocuk yaşta cezaeviyle tanışmasına sebep olur. “Komünistler Moskova’ya! ” bağırışlarını ise, aynı dava yüzünden Yozgat’a sürgüne gönderilen annesinin yanında duyacaktır.
Devrimci Önder [değiştir]1964’de Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Mimarlık Fakültesi’ne girdiğinde siyasetle etkin olarak ilgilenmeye başlar.
1965 yılında Bursa'daki TİP kongresinin yapılacağı Saray Sineması önünde Komünizmle Mücadele Derneği tarafından kışkırtılmış binlerce kişinin, kongre çıkışında delegelerin üzerine saldırması sonucu babası Adnan Cemgil yaralanıp hastaneye kaldırılır. Sinan, Türkiye’deki açık şiddetle bu vesileyle tanışır.
1965 yılında çıkardıkları Dönüşüm dergisini satarken arkadaşı Şirin Yazıcıoğlu ile birlikte gözaltına alınan Sinan Cemgil, aynı yıl ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü’nün (SFK) kuruluşuna katılır, bir süre genel başkanlığını yapar ve Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) de üye olur.
1967 yılında ilkokul yapma amacıyla Muş’un Korkut ilçesine giden ODTÜ kafilesinde yer alan Sinan, arkadaşlarıyla birlikte halk kültürü üzerine de incelemelerde bulunur. Bu incelemelerden geriye kalan, kafilenin diline persenk olan Çift Jandarma [1] türküsüdür.
Sinan’ın Amerikalı öğretim görevlisinin Yıllardan beri ODTÜ'de İngilizce eğitim görüyorsunuz. Nasıl İngilizce bilmezsiniz? sorusuna verdiği yanıt bugünlere kadar gelmiştir: “Biz, ODTÜ'de İngilizce üç kelime öğrendik: Yankee go home.'
1968’le birlikte yoğunlaşan öğrenci eylemlerinde, ODTÜ içindeki mücadelesi, sevilen kişiliği ve üstün hitabet yeteneğiyle üniversitedeki hareketin doğal önderi olur. ODTÜ’de Toplumcu Gurup içinde yer alır. 1968’de ODTÜ’deki boykota ve 1969’daki ODTÜ işgaline önderlik eder.
Toprak reformunun gerçekleştirilmesi istemiyle hazine topraklarını işgal eden Elmalı köylülerini ziyaretinin Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Merkezi tarafından tepki ile karşılanması, TİP’ten istifasını getirir.
Sosyalist Devrim-Milli Demokratik Devrim tartışmalarında Milli Demokratik Devrim’i savunsa da Hüseyin İnan’la birlikte “Türk Solu” ve “Aydınlık” odaklı MDD yorumlarından ve bu çevredeki tartışmalardan uzak durur ve farklı bir yol açmak için arkadaşlarıyla birlikte harekete geçer.
1969 yılında Şirin Yazıcıoğlu ile evlenir.
Vietnam kasabı olarak bilinen Komer’in arabasını yakanlardandır. Eylemde birlikte yer aldığı arkadaşı Mustafa Taylan Özgür’ün İstanbul’da öldürülmesi üzerine Ankara’da Atatürk Anıtı önünde toplanan kalabalığa, aranıyor olmasına karşın şöyle hitap edecektir:
'Bir devrimci kardeşimiz polis kurşunu ile kahpece öldürülmüştür. Devrimci şehitlerin matemini tutacak zamanımız yoktur. Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız. Gün gelecek Türkiye'nin bağımsızlığı ve kurtuluşu için gerekirse hepimiz vurulacağız. Bunlar bizi korkutmuyor, üzmüyor ancak kinimiz bileniyor. Taylan Özgür'ün ardından matem tutmayacağız, mersiyeler düzmeyeceğiz. O, 24 saatini devrime adamış bir kişiydi. Yapılacak çok işlerimiz vardır, İkinci Kurtuluş Savaşının ilk kurşunlanan devrimcilerinden sonra bizler de düşebiliriz, bunu korku değil varacağımız şerefli bir nokta olarak kabul ediyoruz. Taylan, Komer'in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir. Türkiye'de CIA artık bir adam temizleme kampanyası açmıştır. Yılmıyoruz, korkmuyoruz.'
1970 yılında doğan oğluna söz verdiği gibi arkadaşı Taylan’ın adını verir.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ve eylemler [değiştir]1970 yılında, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin'le birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun kuruluş çalışmalarını yürütür. THKO'nun şehir gerillası eylemlerinde yer alan Sinan Cemgil, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra, arkadaşlarıyla birlikte Ankara'yı terkeder ve Elbistan civarındaki Nurhak Dağı'na çıkarak burada arkadaşlarıyla birlikte THKO'nun gerilla kampını kurar. Sinan Cemgil komutasındaki gerilla birliği, planlandığı gibi Kürecik Radar Üssü'nü basmak için harekete geçer.
Ölümü [değiştir]Kürecik Radar Üssü’ne yapacakları baskın öncesinde Sinan Cemgil ve arkadaşları, İnekli Köyü muhtarının ihbarı üzerine kuşatılır. 31 Mayıs 1971’de askerlerle çıkan çatışmada atış menzili dışına çıkmış olan Sinan Cemgil, yaralı arkadaşı Alpaslan Özdoğan’ı kurtarmak için geri döner ve Ernesto Che Guevara’nın kaderini paylaşır. Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga ile birlikte vurularak öldürülür.
Adıyaman Gölbaşı ilçesinde cenazeyi almaya giden Sinan’ın annesi Nazife Cemgil, çevresini saran kadınlara Sinanlar’ı şöyle anlatacaktır:
'Bu oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan) , kardeşleri.... Onlar da oğullarım... Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkiya değildi
[email protected]
ULAŞ BARDAKÇI
Ulaş Bardakçı 1947-1972 THKP, FKF, TİP, Devrimci Gençlik gibi örgütlerde faaliyet gösteren, güvenlik kuvvetleri ile girdiği bir çatışmada öldürülen devrimci.
Hacıbektaş'da doğar, ilk ve orta öğreniminden sonra ODTÜ'ye girer ve burada devrimci fikirlerle tanışır, Marksizm-Leninizm'i benimser ve FKF ve TİP içinde yer alır. Dev-Genç'in oluşumunda etkin bir biçimde yer alır. 1970 sonlarında Mahir Çayan'la birlikte THKP-C'nin kurulması çalışmalarında yer alır. THKP-C'nin ilk silahlı eylemlerine katılır. Mayıs 1971'de, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için İsrail Baş Konsolosu Ephraim Elrom'u Mahir Çayan ile birlikte kaçırırlar. Taleplerinin yerine getirilmemesi üzerine Ephraim Elrom'u öldürürler. Başlatılan Balyoz Harekâtı sırasında yakalanır. Kasım 1971'de askeri cezaevinden firar eden beş devrimciden biridir. Kaçtıktran sonra İstanbul'da devrimci faaliyetlerini sürdürür. 19 Şubat 1972 günü kaldığı ev kuşatılır ve güvenlik güçleri ile girdiği çatışmada öldürülür. Çoğu kişinin adının Ulaş olmasının nedenidir.
Ulaş Bardakçı için yazılan Ulaşa Ağıt adlı şarkı [değiştir]Hele Ulaş'a Ulaş'a
Ulaş benzerdi güneşe
Ulaş gardaş can veriyor
Yüreğim düştü ateşe.
Ulaş'ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer,
Bizimkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler
Tohumlar düştü toprağa
Donandı yeşil yaprağa
Kurban olam kurban olam
Seni yaratan toprağa.
[email protected]
HIDIR ASLAN
Hıdır Arslan 1958 - 1984 Devrimci, Devrimci Yol üyesi. Hıdır Arslan 1958 yılında Tunceli'nin Hozat ilçesinde doğar. Derslerindeki başarıları nedeni ile lise eğitimi için ailesi tarafından Ankara'ya, abisinin yanına gönderilir. Lise yıllarında Lise-Der'de faaliyet göstermeye başladı. Bu yıllarda tutuklanarak 7 ay cezaevinde kalır. 1980'de İzmir'de yakalanarak Buca Cezaevi'ne gönderilir. 4 yıl süren yargılamalardan sonra 25 Ekim 1984'de Burdur Cezaevi'nde idam edilir.
[email protected]
[email protected]
Cihan Alptekin (d. 1947 Rize, Ardeşen - ö. 30 Mart 1972 Kızıldere)
THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) kurucu önderlerinden.
Temmuz 1969'da Filisten'e giderek El-Fetih kamplarında diğer arkadaşlarıyla birlikte askeri eğitim aldı. Türkiye'ye dönüşünden bir süre sonra yakalandı ve hapse atıldı. Kasım 1972'de tutuklu bulunduğu Maltepe Askeri cezaevinden THKP-C liderleri Mahir Çayan ve Ulaş Bardakçı ile birlikte tünel kazarak firar etti.
Ocak 1972'de diğer THKO önderleri Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'ı idamdan kurtarabilmek amacıyla THKP-C lideri Mahir Çayan'la Ankara'da bir araya geldi ve ortak eylem kararı alındı. Yapılan plan gereği THKO ve THKP-C Fatsa'da ortak karargah kurdu ve Ünye'deki Nato üssünde görevli İngiliz Teknisyenler kaçırılarak Kızıldere'ye götürüldü. Rehinelere karşılık idamların durdurulması talepleri kabul edilmedi. Kızıldere'de saklandıkları yerin tespit edilmesinin ardından CIA koordinasyonuyla gerçekleşen bir operasyonda, kıstırıldıkları evde bombalanarak öldürüldüler. Kaçırılan NATO elemanları açılan ateş sonucu Mahir Çayanlar ile birlikte ölmüşlerdir. NATO görevlilerinin cesetlerinden çıkan kurşunların bombardımanı yapanlara ait olduğu belirlenmiştir.
PATİ[email protected]