Bazı rivayetler İshak Peygamberin soyundan olduğunu söyler. 9. ila 11. yüzyıllarda Türkistan'ın Aral gölü bölgesinde Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu ve bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına danışmanlık yaptığı destanlarından anlaşılmaktadır.Oğuzların bayat boyundan olduğu bilinir. 570-632 yılları arasında (Muhammed zamanında) yaşadığı da rivayet edilir. Kıpçakların Oğuz Türkleriyle yaptığı mücadeleler Dede Korkut Hikayeleri'nin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Adın kökeni Korkut sözcüğünün bir unvan olduğu görülmektedir. Dede sözcüğünün ise ata manasında kullanıldığı tahmin edilmektedir genelikle dede manası alevilerde kullanılmaktadır. Fakat destanlarda daha çok halk arasında büyük hürmet ve kutsallık kazanmış halk bilgini anlamında kullanılmıştır.
Dede Korkut'un Bayburt'ta yaşadığı bilinmesine rağmen bu kesin değildir.Dede Korkut'un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Destanlardan çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut iki ayrı kişilik olarak ön plana çıkar:
1 Kutsal kişiliği dir
2 Bilge kişiliği dir
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut'un çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekânda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürse de bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır
Ana madde: Dede Korkut hikâyeleri Dede Korkut öykeleri, Oğuz Türkleri'nin 9-11. yüzyıllardaki yaşayışları, inançları ve toplumları hakkında önemli ipuçları içerir. Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını, ruh enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir. Destanlarındaki şiirlerinde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır.
Dede Korkut hikayeleri günümüze kadar nasıl gelmiştir? Dede Korkut, Türk sözlü edebiyatının önemli öğelerindendir. Destanları uzun süre boyunca sözlü aktarılmış, 16.yüzyılda Akkoyunlular Devleti zamanında yazıya dökülmüştür.Ancak bu yüzyıllardan sonra hem sözlü, hem de yazılı gelenekte bu hikayelerin unutulmaya başlandığı tahmin edilebilir.Zira yazıya geçirilmiş olan metin de çoğaltılmamış, yaygınlık kazanmamıştır. Yazdığı Türk Destanları'nın iki orijinal kopyası vardır. Bu kopyalardan birincisi ve ilk bulunanı Almanya'da Dresden Kraliyet kütüphanesinde olup H.O. Fleischer tarafından bulunmuştur.Bu nüshayı 19.yüzyılın ilk çeyreğinde bilim dünyasına tanıtan ve ilk defa ondan faydalanan ise H.F. von Diez'dir.Diez, bu nüshanın bir kopyasını kendi eliyle çıkarak Berlin Kütüphanesine bırakmıştır.Türkiye'de ilk yayım ise, Diez'in yayımından yaklaşık yüz sene sonradır.Kilisli Rifat, 1916 yılında Diez'in eliyle yazdığı Berlin Kütüphanesindeki nüshaya dayanarak Dede Korkut Hikayelerini yayımlamış; bundan sonra Türkiye'deki araştırmacılar da konuya eğilmişlerdir.Günümüz Türk alfabesiyle, daha bilimsel ve ayrıntılı ilk yayım ise Orhan Şaik Gökyay tarafından 1938'de yapılmıştır.
1950 yılı ise Dede Korkut Hikayeleri açısından yeni bir buluşa sahne oldu.İtalyan türkolog Ettore Rossi, Vatikan Kütüphanesinde Dede Korkut Hikayelerini içeren yeni bir nüsha bularak bunu bilim dünyasına tanıttı ve 1952 yılında bunu yayımladı.
Böylece bugün bilim dünyası tarafından tanınmakta ve yararlanılmakta olan iki nüsha da ortaya çıkmış oldu.Bütün araştırmalar bu iki nüshaya dayanmaktadır.Ne yazık ki, daha başka, daha eski bir nüsha günümüze kadar ulaşmamış, ulaştıysa da ortaya çıkarılmış değildir.
Dresden nüshasında bir mukaddime ve on iki hikaye yer alırken, Vatikan nüshasında bir mukaddime ve altı hikaye yer almakta..
“Lenin’in, oyundaki bu eski elin, Rus işçi hareketinde geri olan ne varsa hepsinin bu profesyonel sömürücüsünün sistematik olarak başvurduğu zavallıca rezalet çıkarmalar, anlamsız bir takıntı görüntüsü veriyor... Leninizmin bütün gövdesi yalan ve çarpıtma üzerine kurulmuştur ve çürüyüşünün zehirli öğelerini kendi içinden doğurmaktadır.” (Troçki, Chkheidze’ye Mektup, Nisan 1913)
Troçkistler, Troçki'nin bu yazdıklarını, bu anlayışın Rus devrim tarihi açısından anlamını ve aklanmasının ne kadar zor olduğunu bilirler ama anti-marksist görüşlerini yeni-yetmelere “Leninizmin gerçek temsilciliği” olarak yutturmak için bunların sözünü pek etmezler.
Lenin ise Troçki'nin bu görüşlerini çok iyi biliyordu ve bolşeviklerle Troçki'nin görüşleri arasındaki farkı şöyle açıklamaktadır:
“Troçki'den ayrılıklarımız nelerdir? Bunu herhalde bilmek istersiniz. Kısaca – o bir Kautskycidir, yani, Enternasyonal'de Kautskycilerle ve Rusya'da Chkheidze'nin parlamento grubuyla birliği savunmaktadır. Biz böyle bir birliğe kati suretle karşıyız... Troçki şimdi Örgütlenme Komitesine (Akselrod ve Martov) karşı ama Chkheidze'nin Duma grubuyla birlikten yana! ! Biz kesin olarak karşıyız” (Lenin, Henriette Roland-Holst'a Mektup 1916)
YALAN 2: “Troçki tutarlı bir Marksisttir”
“Troçki’nin şimdiye kadar marksizmle ilgili herhangi bir önemli sorunda sağlam bir görüşü olmamıştır. O her zaman, şu ya da bu görüş ayrılığının yarattığı “yarıklara sızma” yolunu bulur, ve ikide bir taraf değiştirir. Şu anda bundçuların ve tasfiyecilerin dostudur. Ve bu baylar Parti'nin öngördüğü hizayı durmadan bozanlardır.” (Lenin, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, 1914)
YALAN 3: “Troçkist “Sürekli Devrim” kuramı Marksist bir kuramdır”
“İşçi sınıfı hareketi içindeki yirmi yıllık ideolojik savaşımın tarihini görmezden gelen ya da çarpıtan kişiler (tasfiyeciler ve Troçki gibi) işçilere çok büyük bir zarar vermektedir.” “Troçki 1901-1903 arasında ateşli bir İskracıydı, o kadar ki Ryazanov onun 1903 kongresindeki rolünü 'Lenin'in çomağı' olarak betimliyordu. 1903 sonunda, Troçki ateşli bir Menşevikti, yani, İskracıları terketmiş ve Ekonomisteler katılmıştı. 'Eski İskra'yla yenisi arasında bir uçurum vardır' diyordu. 1904-1905'te, Menşevikleri de terketti ve kararsız bir konuma geçti, şimdi Martinov'la (Ekonomist) işbirliği yapıyor, şimdi de “saçma bir şekilde Sol sürekli devrim kuramını” ilan ediyor. 1906-1907'de Bolşeviklere yaklaştı ve 1907 baharında Rosa Luxemburg'la aynı fikirde olduğunu ilan etti. Dezentegrasyon döneminde, uzun bir 'hizipçi-olmayan' kararsızlıktan sonra, yeniden sağa geçiyor ve Ağustos 1912'de tasfiyecilerle bir blok kuruyor. Şimdi tekrar onları da terketti, ancak özünde onların baştansavma fikirlerini tekrarlayıp duruyor.” (Lenin, İşçi Sınıfı İçinde İdeolojik Savaşım, 1914)
Böylece yalnızca Troçkist “Sürekli Devrim” kuramının ne kadar tutarlı bir Marksist kuram olduğunu değil, Troçki'nin ne kadar tutarlı bir devrimci olduğunu da Lenin'den öğrenmiş oluyoruz.
YALAN 4: “Tek Ülkede Sosyalizm” Stalin'in bir uydurmasıdır ve anti-marksist bir kuramdır”
“Dünya (ama Avrupa değil) Birleşik Devletleri, komünizmin tanı zaferi demokratik devlet de dahil bütün devletlerin kesin olarak ortadan kalkmasına yol açmadıkça, sosyalizmle ilişkilendirdiğimiz ulusların birliği ve özgürlüğünün devlet biçimidir. Kendi başına bir şiar olarak 'Dünya Birleşik Devletleri' şiarı ise pek doğru değildir, çünkü birincisi, sosyalizme tekabül eder; ikinci olarak, bu şiar, tek ülkede sosyalizmin zaferinin imkansızlığı yönünde ve böyle bir ülkenin diğer ülkelerle ilişkileri hususunda yanlış düşünceler yaratabilir.
Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan sosyalizmin zaferinin başlangıçta az sayıda ya da hatta tek bir kapitalist bir ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar. Kendi ülkesinde kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist üretimi örgütledikten sonra, bu ülkenin muzaffer proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekerek, o ülkelerde kapitalistlere karşı ayaklanmayı körükleyerek ve hatta gerekirse sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı askeri şiddete başvurarak kapitalist dünyaya karşı ayaklanacaktır. Proletaryanın burjuvaziyi alaşağı ederek zafer kazandığı toplumun politik biçimi, söz konusu ulusun ya da ulusların proletaryasının güçlerini, henüz sosyalizme geçmemiş devletlere karşı mücadelede gittikçe daha çok merkezileştiren demokratik cumhuriyet olacaktır.'
(Lenin, Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine, 1915)
YALAN 5 (KUYRUKLU YALAN) : “Lenin Nisan 1917'den Sonra Troçki'nin “Sürekli Devrim” Kuramını benimsedi ve Aşamalı Kesintisiz Devrim düşüncesini reddetti.”
Önce devrimin hemen öncesinde, 1915 yılında Lenin'in Troçki'nin “şahane” Sürekli Devrim kuramına nasıl baktığını görelim:
'Yaklaşan devrimde sınıf ittifaklarını açıklığa kavuşturmak devrimci bir Partinin baş görevidir... 'Naşe Slovo'da bu görev Troçki tarafından doğru çözülmüyor; o 1905 yılındaki 'orijinal' teorisini tekrarlıyor ve hayatın on yıldan beri bu şahane teorinin yanından gelip geçmemesinin nedenleri üzerine düşünmek istemiyor.”
Troçki'nin orijinal teorisi Bolşeviklerden, proletaryanın kararlı devrimci mücadele ve siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi çağrısını ödünç alırken, Menşeviklerden ise köylülüğün rolünün 'yadsınmasını ödünçalıyor'... Bununla 'Troçki gerçekte, köylülüğün rolünün 'yadsınması'ndan köylülüğü devrim için harekete geçirmekte irade yetersizliğini anlayan Rusya'daki liberal işçi siyasetçilerine yardım ediyor! '
(Lenin, Devrimde İki Çizgi Üzerine, 1915)
Acaba Lenin Nisan 17'de ya da daha sonra herhangi bir tarihte, bu görüşlerini değiştirmiş, alaya aldığı Troçki'nin 'Sürekli Devrim' kuramını benimsemiş midir? Bütün demagoji ve çarpıtmaların önüne bir kerede geçmek için biz en iyisi 1923 yılında yazılmış olan ve Lenin'in, “Vasiyeti” olarak da bilinen en son yazılarından birine bakalım:
'Onların (II. Enternasyonal kahramanlarının) Batı Avrupa sosyal-demokrasisinin gelişme seyri içinde ezberlemiş olduğu ve bizim sosyalizm için henüz olgun olmadığımız, onlar arasında çeşitli 'allame' bayların vurguladığı gibi, bizde sosyalizm için objektif ekonomik önşartların olmadığı şeklindeki argümanı... son derece basmakalıptır. Ve hiçbirinin de aklına kendi kendine şöyle sormak gelmiyor: Devrimci bir durumla, birinci emperyalist savaşta ortaya çıkmış olduğu gibi bir durumla karşılaşan bir halk, durumunun çaresizliğinin sonucu, kendisine hiç olmazsa, uygarlığın daha da ilerlemesinin pek de alışılmış olmayan koşullarım elde etme şansını sunan bir mücadeleye atılamaz mı'...
'Eğer sosyalizmi yaratmak için belirli bir kültür düzeyi gerekli ise (ki bu belirli 'kültür düzeyi'nin ne olduğunu kimse söyleyemez) , neden işe ilk önce bu belirli düzeyin koşullarını devrimci yoldan elde etmekle başlayıp, ve sonra da işçi-köylü iktidarı ve Sovyet düzeni temeli üzerinde ilerleyip diğer halklara yetişmeyelim'...
'Sosyalizmi yaratmak için, diyorsunuz, uygarlık gereklidir. Mükemmel. Peki ama, daha sonra sosyalizme doğru ileri harekete başlamak üzere niçin ilk önce çiftlik sahiplerinin kovulması ve Rus kapitalistlerinin kovulması gibi uygarlığın böylesi önkoşullarını bizde yaratamayacak olalım? Normal tarihsel düzenin böylesi biçim farklılaşmalarının caiz olmadığını ya da imkansız olduğunu hangi kitapta okudunuz ki? '
Lenin'in Ekim Devriminden yıllar önce, devrimin arifesinde ve devrimden sonra özü bakımından aynı olan ve aynı kalan yukarıdaki görüşleriyle, Troçki'nin “şahane” Sürekli Devrim kuramını dayandırdığı temeli karşılaştırınız:
“Sürekli devrim” teorisi olarak adlandırılagelen görüşler, yazarın kafasında tam da 9 Ocak ile 1905 Ekim grevi arasındaki sürede şekillenmişti. Bu oldukça iddialı ifade, Rus devriminin doğrudan burjuva hedeflerle ilgili olmasına rağmen, bu hedeflerde çakılıp kalamayacağı; devrimin proletaryayı iktidara yerleştirmeksizin kendi acil burjuva görevlerini çözemeyeceği düşüncesini anlatır. Ve proletarya, iktidarı bir kez eline aldığında, devrimin burjuva çerçevesine hapsolma konumunda kalamazdı. Tersine, proletaryanın öncüsü, tam da zaferini garantilemek için, egemenliğinin çok erken aşamalarında yalnızca feodal değil, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerinin içinde de son derece derin gedikler açmak zorunda kalacaktı. Böyle yapmakla proletarya, yalnızca, devrimci mücadelesinin ilk aşamaları boyunca kendisini destekleyen tüm burjuva gruplarla değil, kendisiyle işbirliği yaparak iktidara geldiği köylülüğün geniş kitleleriyle de düşmanca bir çatışmaya girecekti.
Geri bir ülkede, bir işçi hükümeti ile köylülüğün ezici çoğunluğu arasındaki çelişkiler yalnızca uluslararası bir ölçekte, bir dünya proleter devrimi arenasında çözülebilirler.”
(Troçki, 1905, Önsöz, Tarih Bilinci Yay.)
Bütün bunlar Lenin'in devrim kuramı konusundaki görüşlerinin, Marx'ın bilimsel Kesintisiz Devrim kuramının bir çarpıtılması olan Troçki'nin “anti-aşamacı” “Sürekli Devrimciliği” bilim-dışı yönüne hiçbir zaman sapmamış olduğunu anlatmak için yeterli olmuyorsa, 1905 ve 1921 yılındaki şu iki yazısı karşılaştırmalıdır:
'Demokratik devrimden derhal, gücümüz ölçüsünde, bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücü ölçüsünde, sosyalist devrime geçmeye başlayacağız. Biz kesintisiz devrimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız...
Maceracılığa kapılmadan, bilimsel vicdanımıza ihanet etmeden, ucuz şöhret peşinde koşmadan, yalnızca şunu söyleyebiliriz ve söylüyoruz da: Yeni ve daha üstün bir göreve, sosyalist devrime mümkün olduğu kadar çabuk geçişi, bize, proletarya partisine, daha da kolaylaştırmak için, demokratik devrimi gerçekleştirmesinde tüm köylülüğe vargücümüzle yardım edeceğiz.' (Bkz. Lenin, 1905, Seçme Eserler, C. 3, s. 138. [türkçesi. s. 138.—İnter Yayınları.])
Ve onaltı yıl sonra, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesinden sonra Lenin, bu konu üzerine şunları yazıyordu:
Kautsky, Hilferding, Martov, Çernov, Hillquit, Longuet, MacDonald, Turati ve 'ikibuçukuncu' marksizmin tüm diğer kahramanları... burjuva-demokratik ve proleter-sosyalist devrim arasındaki karşılıklı ilişkiyi anlayamadılar. Birincisi, ikincisine geçer. İkincisi, geçerken birincisinin sorunlarını çözer. İkincisi, birincinin eserini pekiştirir. İkincisinin birinciyi ne derece geçmeyi başaracağını mücadele, ve yalnızca mücadele tayin eder.' (Bkz. Lenin, Seçme Eserler, C. 6, s. 514. [türkçesi. s. 519. —İnter Yayınları.])
Halk Savaşı; Mao Zedong'un ve Lin Piao'nun geliştirdiği, yarı-sömürge ülkelerde işçi sınıfı önderliğinde, temel gücü köylü kitlelere dayanan işçi-köylü ordusunun emperyalizme ve feodalizme karşı verdiği savaştır. İşçi sınıfı ve köylülüğün bazı kesimlerinin yanı sıra kent küçük-burjuvazisi de kapsayan bir ordunun savaşı olmasından kaynaklı, bu savaşa halk savaşı denir. Gerilla savaşından düzenli ordu savaşına kadar ordusunu savaş içerisinde geliştirir. İktidarı kırdan kente doğru parça parça kurarak en sonu halk iktidarını kurmayı hedefler. Mao'nun Çin devrimi pratiği üzerine yazdığı pek çok makalede de halk savaşı teorisi geliştirilir. Bu teorinin aynı zamanda pratisyeni olarak da gerçekleştirir.
Akademik bir teoriye sahip olan halk savaşı: Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarıyla da detaylandırılır.
FARC-EP Birinci Komutanı Manuel Marulanda Velez Öldü”
FARC-EP Merkez Komitesi Sekretaryası
Komutan Timoleón Jimenez tarafından, FARC-EP [Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri - Halk Ordusu] birinci komutanı Manuel Marulanda Velez’in, 26 Mart’ta bir kalp krizi sonucu “yoldaşlarının kollarında” yaşamını yitirdiğine dair bir duyuru yayınladı. “Ona layık bir cenaze töreni yapıldı. Kendisine büyük bir sevgiyle bağlı olan binlerce ve binlerce gerilla tarafından toprağa verildi.”
Alfonso Cano, Merkez Komitesinin yeni komutanı olarak Marulanda’nın yerini alacak… FARC-EP sıkıca birleşmiş olarak mücadelesini sürdürecektir.
“Halkın mücadelesini seferber eme, Yeni Kolombiya için Bolivarcı Hareket’i ve Gizli Kolombiya Komünist Partisi’nin inşası ve sosyal adalet, ulusal egemenlik ve gerçek demokrasi için savaşan bütün güçlerin yakınlaşması mücadelemiz devam ediyor.”
—————–
Komutan Manuel Marulanda Velez: Zaferi Kazanmaya Söz Veriyoruz!
FARC-EP Merkez Komitesi Sekretaryası’nın Duyurusu
60 yıl önce, oligarşi ülkemizde devlet terörü ve toprak sahipliği ve politik iktidarın hesaplaşmaları uğruna parti hesaplaşmaları yoluyla bir kardeş kavgasını başlatırken, halkımızın büyük güçlerini ve onun şerefinin devasa boyutlarını yabana attı.
300 bine yakın köylünün yaşamına mal olan ve milyonlarca hektar verimli toprağın güçlü liberal ve muhafazakar politikacılar tarafından boşaltılmasına yol açan, ulusal tarihimizin karanlık bir döneminde, yüz binlerce köylü gibi, Pedro Antonio Martin de, hükümet ve paramiliter kiralik katiller tarafından evini, işini ve toprağını terk etmeye zorlandı ve o kısa süre sonra kendini savunmaya karar verdi.
O andan sonra, öldürülen bir sendika liderinin anısına Manuel Marulanda Vélez ismini alan bu insan, muazzam liderlik ve siyasal-askeri yetenekleri sayesinde, askeri deneyimini arttırdı ve devrimci ve komünist bir dünya görüşünü benimsedi. Bu da ona yalnızca kendi durumunu değil toplumumuzu kaplayan tüm derin dengesizliklerin, şiddetin ve adaletsizliklerin gerçek temelini kavrama imkanını sağladı.
1964 yılında oligarşi, Tolima bölgesinin güneyinde köylülere karşı Pentagon’un açık direktifiyle, Plan Laso adı altında yeni bir cani askeri saldırıya kalktığında, Manuel Marulanda Vélez, La Paz’daki sayısız barışçı girişimin bir sonuç vermemesinin ardından, yanına aldığı 37 köylüyle birlikte silahlı ayaklanmayı başlattı ve nihai çözüm yolunu ilan etti: siyasi iktidar için mücadele ve sosyal adalet temelinde sosyalizme doğru yürüyen bir toplumun kurulması.
Washington ve oligarşi demokratik yollardan mücadeleye en ufak bir imkan tanımadıkları için biz tek mümkün yolu seçtik ve FARC böyle doğdu!
Eşi görülmemiş stratejist, dahi yol gösterici, 60 yıl boyunca yoksulların hakları için ve güçlülerin şiddetine karşı verilen kavgada sayısız muharebenin yenilgi bilmeyen lideri, büyük düşünürlerin gerçeklere dayanarak kurdukları teoriyi özümseyip onu her günkü pratik mücadelesine uygulamayı bilmiş ve bütün zamanların en önde gelen devrimci liderlerinden biri olarak kendini yetiştirmiş bütüncül bir devrimci.
İnsanlık tarihi, 60 yıllık silahlı direnişi boyunca, Marquetila’daki Plan Laso, Cordillera Central’deki Sonora Operasyonu, Casa Verde Operasyonu, Destructor 1 ve Destructor 2 operasyonları, Plan Patriota, Plan Colombia gibi sayısız muazzam askeri imha operasyonlarından, onun koşullarında başka bir insanın böylesine yara almadan ve daha da güçlenerek çıkmayı başardığına tanıklık etmemiştir.
…
Bütün bu muharebelerde ve başkalarında, Komutanımız bilgeliğini ve yeteneklerini göstermiş ve en zor koşullardan bile başarıyla ve bizlere de yolu göstererek çıkmasını bilmiştir.
Sonsuz bir üzüntüyle, Komunatımız Manuel Marulanda Vélez’in 26 Mart günü bir kalp krizi sonucunda, kısa bir rahatsızlıktan sonra, yoldaşlarının kollarında yaşamını yitirdiğini bildiriyoruz…
Onun çapında bir yol göstericiye layık bir cenaze töreni yapıldı. Binlerce ve binlerce FARC gerillası ve Bolivarcı militan ve Kolombiya’da ve tüm dünyada FARC’a karşı yürütülen iğrenç medya kampayasına rağmen kendisine büyük bir hayranlık ve sevgiyle bağlı olan milyonlarca insan adına, onu fiziksel olarak aramızdan uğurladık.
Onlara ve ailelerine şükran ve dostluk duygularımızı iletiyoruz.
Bu büyük lider bize, onun yanında geçen yıllarımız boyunca bize öğrettiği sayısız dersleri bırakıyor, acımızın orta yerinde, bütün gücümüzle onun devrimci ilkelerimiz, planlarımız, tasarılarımız ve halkın davasının zaferine olan derin inancını; zorluklara sabırla göğüş germede gösterdiği sağlamlığı ve varlığımızın bütün anlarında kararlılıkla ileriye yürümemizi mümkün kılan içimizdeki güçlü birliği korumanın can alıcı anlamını vurguluyoruz. Şu an sürmekte olan, Latin Amerika tarihindeki bir devrimci organizazyona karşı yürütülen en büyük gerici saldırı koşulları altında, sımsıkı birleşmiş olarak ve tam bir iyimserlikle tüm zorlukları aşarak kavgamızı sürdüreceğiz.
Simon Bolivar, Jacobo Arenas ve Manuel Marulanda Velez’in bayrakları ellerimizde, Yeni Kolombiya, Büyük Latina Amerika Vatanı ve Sosyalizmi kuruncaya kadar kesintisizce mücadelemizi sürdüreceğiz. Komutanımızın mezarı önünde and içiyoruz!
Savaş duraklamıyor ve kavga sürüyor. Oybirliğiyle Sekretaryanın ve Ordu Merkez Komitesi’nin başkanı olarak Yoldaş Alfonso Cano seçilmiştir. Yoldaş Pablo Catatumbo tam üye ve Yoldaş Bertulfo Alvarez’in yedek üye olarak MK’ne alınmasına karar verilmiştir.
Halkın mücadelesini seferber eme, Yeni Kolombiya için Bolivarcı Hareket’i ve Gizli Kolombiya Komünist Partisi’nin inşası ve sosyal adalet, ulusal egemenlik ve gerçek demokrasi için savaşan bütün güçlerin yakınlaşması mücadelemiz devam ediyor.
FARC yanlısı bütün güçler, her bölgede ve bütün ülke sathında, varolan planlar doğrultusunda ve zaferin bir garantisi olarak sivil halkla sıkı bir bağ içinde ileri doğru hareket etmeyi sürdürecektir.
Oligarşinin bizlerden 60 yıldan bu yana çalmış olduğu demokratik bir barış ve huzurlu bir yaşam için, her fırsatta yeniden gündeme getirdiğimiz insani anlaşmalar ve savaştan çıkış politikalarıyla ilgili önerilerimiz Bolivar Platformunun Manifestosunda ifade edilen biçimiyle geçerli olmaya devam edecektir.
FARC’ın 44. yılını yaşadığımız şu günlerde, Komutanlarımız Manuel Marulanda Velez’in, Jacobo Arenas’ın, Raul Reyes’in, İvan Rios’un, Efraim Guzman’ın ve yaşamlarını hiç bir karşılık beklemeden yalnızca devrimci kişiliklerinin ayrılmaz bir parçası olan ortak iyilik için mücadele etmek adına yoksulların davasına adayan ve feda eden bütün savaşçıların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Commandante Manuel Marulanda Velez: HALK İÇİN ÖLMEK SONSUZA KADAR YAŞAMAKTIR!
Vatanın kutsal mihrabı önünde: ZAFERE AND İÇİYORUZ!
Bir ekonomide çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin (15 yaş ve üstündekiler) olması halinde, söz konusu ekonomide işsizlik var demektir.O halde, çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlere işsiz denir.
Bir ekonomide işsiz miktarı ise, söz konusu ekonomide işi olmayan ve cari ücret düzeyinde çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin miktarıdır.
Bir ekonomideki işsizlik oranı ise, söz konusu ekonomideki işsizlerin toplam işgücü (çalışanlar + işsizler) içindeki payı ifade eder.
İşsizlik oranı = (İşsizlerim miktarı/toplam işgücü) X100’dür. İşsizlik oranlarının ülkelere göre listesi bağlantısından işsizlikte dünya sıralaması görülebilir.
(OCAĞIMIZ VAR AŞIMIZ YOK DEVLETİMİZ VAR İŞİMİZ YOK) ..! ! !
İkinci Dünya Savaşında müttefik güçlerine destek olmak amacıyla oluşturulan ve gerilla savaşı ('partizan savaşı' da denir) veren silahlı halk güçlerinin genel adı. Yabancı bir güç ya da bir işgal ordusunun kontrolü altındaki bir bölgeyi kurtarmak için mücadele veren her türlü gayri nizami silahlı birlik için de bu adlandırma kullanılır.
'Partizan' terimi ilk kez John von Ewald tarafından 'Partizan Savaşı Üzerine İnceleme' (1789) kitabında kullanıldı. Von Ewald Amerikan Devrimci Savaşı'nda yer alan Hesse Birliklerinde savaşmış ve 19 ve 20. yüzyılın 'gayri nizami' savaşı denilebilecek olayla bizzat karşılaşmış bir askerdi. Başlangıçta partizan savaşı nizami birliklerin yanında, düşman hatlarının gerisine geçerek düşmanın iletişim imkanlarına ve logistiğine zarar verecek ve düşmanı cepheden çekilmeye zorlayacak gayri nizami birlikler olarak görülüyordu. Bu düşünce daha sonraki Amerikan İç Savaşı'nda görülen 'partisan devriyeleri'ne temel teşkil etti. Bu savaşta yer alan John S. Moby gibi Konfederasyon taraftarı partizan liderleri von Ewald ve daha sonra da ünlü savaş sanatı uzmanları Jomini ve Clausewitz tarafından tarif edilmiştir. 19 yüzyıl ortasındaki Partizanlar akıncı süvarilerden, ya da diğer organize-olmayan/yarı-organize gerilla güçlerinden büyük ölçüde farklıydı.
Temel olarak 19 yüzyıl partizanları günümüzün Komando ya da Devriye güçlerine benzemekteydi. Partizan terimi -işgalci ordulara saldıran gayri-nizami birlikler biçimindeki- günümüzde hakim olan anlamını ancak İkinci Dünya Savaşındaki Nazi işgaline karşı yaygın direnişle birlikte kazanmıştır. Her ne kadar işgalci güç tarafından çoğu zaman 'terörist' olarak adlandırılabilse de partizanlar savaş hukuku açısından yine de uluslarını yabancı saldırgandan kurtarmak için savaşan, ulusal ordunun üniformalı üyeleri olarak kabul edilir.
(d. 25 Eylül 1964 - ö. 13 Aralık 1980) , 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyl hüküm giyen ve asılarak idam edilen Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.[1] Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edildi.
Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteci Savaş Ay'a, 'avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını' söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.[3] Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
Sivas Katliamı veya Sivas Madımak Olayı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve dolayısıyla şehirde bulunan 33 Alevi yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylar zinciridir.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülmüştü. Bu kapsamda pek çok aydının yanı sıra Aziz Nesin bu etkinlik nedeniyle dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin'in özel davetlisi olarak bu kente gelmişti.
2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Paşa ve Meydan camilerinde çıkan gruplar önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne ulaşarak, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti. Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi.
Hızını alamayan ve sayısı yaklaşık 10.000'e ulaşan grup, Kültür Merkezi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na geldi. Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlayan grup ardından Madımak Oteli civarına ulaşarak, slogan atmaya devam etti. Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000'e yaklaştı. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak oteli tutusturalan perdelerler ve alt kattaki bulunan esyalarla birlikte yakildi otele sığınmış olan aydınlardan, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen,Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin'in de bulunduğu 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi. Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Başından yaralanan Aziz Nesin'i linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar, polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesi`ne götürüldü.
Olaylar sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ile 2 saldırgan yaşamını yitirdi. Gene olaylar sırasında Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk büstü tahrip edildi. Akşam saatlerinde valilikçe ilan edilen ”2 günlük sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hakimiyet sağlayabildi.
HAKSIZLIĞIN VE ADALETİN OLMADIĞI YERDE DİRENMEK HAKTIR...! !
DEDE KORKUT
Bazı rivayetler İshak Peygamberin soyundan olduğunu söyler. 9. ila 11. yüzyıllarda Türkistan'ın Aral gölü bölgesinde Sir-Derya nehrinin Aral Gölüne döküldüğü yerde doğduğu, Ürgeç Dede adında bir oğlu olduğu ve bu bölgelerde hüküm süren Türk hakanlarına danışmanlık yaptığı destanlarından anlaşılmaktadır.Oğuzların bayat boyundan olduğu bilinir. 570-632 yılları arasında (Muhammed zamanında) yaşadığı da rivayet edilir. Kıpçakların Oğuz Türkleriyle yaptığı mücadeleler Dede Korkut Hikayeleri'nin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
.........................................................................................................
Adın kökeni Korkut sözcüğünün bir unvan olduğu görülmektedir. Dede sözcüğünün ise ata manasında kullanıldığı tahmin edilmektedir genelikle dede manası alevilerde kullanılmaktadır. Fakat destanlarda daha çok halk arasında büyük hürmet ve kutsallık kazanmış halk bilgini anlamında kullanılmıştır.
Dede Korkut'un Bayburt'ta yaşadığı bilinmesine rağmen bu kesin değildir.Dede Korkut'un gerçek ismi, hayatı, yaşadığı çağ ve coğrafyayı kesin olarak aydınlatmak eldeki kaynaklar ve rivayet ile mümkün değildir. Destanlardan çıkarılabildiği kadarıyla ise Dede Korkut iki ayrı kişilik olarak ön plana çıkar:
1 Kutsal kişiliği dir
2 Bilge kişiliği dir
Başka kaynaklarda devlet adamı kişiliğinin de bulunduğu belirtilmektedir. Dede Korkut'un çok kişilikli olarak karşımıza çıkması farklı zaman, hatta farklı mekânda yaşamış benzer şahsiyetlerin destanlarda tek isim altında toplanmış olabileceğini düşündürse de bu kişiliklerin halkın eklentisi olma ihtimali de vardır
Ana madde: Dede Korkut hikâyeleri
Dede Korkut öykeleri, Oğuz Türkleri'nin 9-11. yüzyıllardaki yaşayışları, inançları ve toplumları hakkında önemli ipuçları içerir. Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını, ruh enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir. Destanlarındaki şiirlerinde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır.
.........................................................................................................
Dede Korkut hikayeleri günümüze kadar nasıl gelmiştir? Dede Korkut, Türk sözlü edebiyatının önemli öğelerindendir. Destanları uzun süre boyunca sözlü aktarılmış, 16.yüzyılda Akkoyunlular Devleti zamanında yazıya dökülmüştür.Ancak bu yüzyıllardan sonra hem sözlü, hem de yazılı gelenekte bu hikayelerin unutulmaya başlandığı tahmin edilebilir.Zira yazıya geçirilmiş olan metin de çoğaltılmamış, yaygınlık kazanmamıştır. Yazdığı Türk Destanları'nın iki orijinal kopyası vardır. Bu kopyalardan birincisi ve ilk bulunanı Almanya'da Dresden Kraliyet kütüphanesinde olup H.O. Fleischer tarafından bulunmuştur.Bu nüshayı 19.yüzyılın ilk çeyreğinde bilim dünyasına tanıtan ve ilk defa ondan faydalanan ise H.F. von Diez'dir.Diez, bu nüshanın bir kopyasını kendi eliyle çıkarak Berlin Kütüphanesine bırakmıştır.Türkiye'de ilk yayım ise, Diez'in yayımından yaklaşık yüz sene sonradır.Kilisli Rifat, 1916 yılında Diez'in eliyle yazdığı Berlin Kütüphanesindeki nüshaya dayanarak Dede Korkut Hikayelerini yayımlamış; bundan sonra Türkiye'deki araştırmacılar da konuya eğilmişlerdir.Günümüz Türk alfabesiyle, daha bilimsel ve ayrıntılı ilk yayım ise Orhan Şaik Gökyay tarafından 1938'de yapılmıştır.
1950 yılı ise Dede Korkut Hikayeleri açısından yeni bir buluşa sahne oldu.İtalyan türkolog Ettore Rossi, Vatikan Kütüphanesinde Dede Korkut Hikayelerini içeren yeni bir nüsha bularak bunu bilim dünyasına tanıttı ve 1952 yılında bunu yayımladı.
Böylece bugün bilim dünyası tarafından tanınmakta ve yararlanılmakta olan iki nüsha da ortaya çıkmış oldu.Bütün araştırmalar bu iki nüshaya dayanmaktadır.Ne yazık ki, daha başka, daha eski bir nüsha günümüze kadar ulaşmamış, ulaştıysa da ortaya çıkarılmış değildir.
Dresden nüshasında bir mukaddime ve on iki hikaye yer alırken, Vatikan nüshasında bir mukaddime ve altı hikaye yer almakta..
İBOM ÖLÜYOR
Zenciri kolunda gözleri bağlı
Kalenin içinde yatar bir yiğit
Çürümüş vucudu göğsü yaralı
Kalenin dibinde yatar bir yiğit
İbom ölüyor, dostlar geliyor
zalim gülüyor vah lemıno
Zindancılar falakaya yıkmışlar
Ilgıt ılgıt kanlarını dökmüşler
Direm direm tırnağını çekmişler
Zindanın içinde ağlar bir yiğit
İbom ölüyor, düşman gülüyor
Dostlar geliyor vah lemıno
Sizi gidi insanlığı yiyenler
Vicdan yıkıp kara donlar giyenler
Hani nerde ben yiğidim diyenler
Kalenin içinde yatar bir yiğit
İbom ölüyor, dostlar ağlıyor
düşman gülüyor vah lemıno
Mahzuni der çağlar ağlar ozanlar
Lanet olsun insanlığı bozanlar
Yıkılıp gidesi kara düzenler
Kalenin dibinde ağlar bir yiğit
İbom ölüyor, düşman gülüyor
dostlar geliyor vah lemıno
İbom ölüyor dostlar gümezki...
AŞIK MAHZUNİ ŞERİF
TROÇKİ VE TROÇKİZMİN YALANLARINDAN BİR KAÇI
YALAN 1: “Troçki gerçek bir Leninisttir”
“Lenin’in, oyundaki bu eski elin, Rus işçi hareketinde geri olan ne varsa hepsinin bu profesyonel sömürücüsünün sistematik olarak başvurduğu zavallıca rezalet çıkarmalar, anlamsız bir takıntı görüntüsü veriyor... Leninizmin bütün gövdesi yalan ve çarpıtma üzerine kurulmuştur ve çürüyüşünün zehirli öğelerini kendi içinden doğurmaktadır.” (Troçki, Chkheidze’ye Mektup, Nisan 1913)
Troçkistler, Troçki'nin bu yazdıklarını, bu anlayışın Rus devrim tarihi açısından anlamını ve aklanmasının ne kadar zor olduğunu bilirler ama anti-marksist görüşlerini yeni-yetmelere “Leninizmin gerçek temsilciliği” olarak yutturmak için bunların sözünü pek etmezler.
Lenin ise Troçki'nin bu görüşlerini çok iyi biliyordu ve bolşeviklerle Troçki'nin görüşleri arasındaki farkı şöyle açıklamaktadır:
“Troçki'den ayrılıklarımız nelerdir? Bunu herhalde bilmek istersiniz. Kısaca – o bir Kautskycidir, yani, Enternasyonal'de Kautskycilerle ve Rusya'da Chkheidze'nin parlamento grubuyla birliği savunmaktadır. Biz böyle bir birliğe kati suretle karşıyız... Troçki şimdi Örgütlenme Komitesine (Akselrod ve Martov) karşı ama Chkheidze'nin Duma grubuyla birlikten yana! ! Biz kesin olarak karşıyız”
(Lenin, Henriette Roland-Holst'a Mektup 1916)
YALAN 2: “Troçki tutarlı bir Marksisttir”
“Troçki’nin şimdiye kadar marksizmle ilgili herhangi bir önemli sorunda sağlam bir görüşü olmamıştır. O her zaman, şu ya da bu görüş ayrılığının yarattığı “yarıklara sızma” yolunu bulur, ve ikide bir taraf değiştirir. Şu anda bundçuların ve tasfiyecilerin dostudur. Ve bu baylar Parti'nin öngördüğü hizayı durmadan bozanlardır.”
(Lenin, “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı”, 1914)
YALAN 3: “Troçkist “Sürekli Devrim” kuramı Marksist bir kuramdır”
“İşçi sınıfı hareketi içindeki yirmi yıllık ideolojik savaşımın tarihini görmezden gelen ya da çarpıtan kişiler (tasfiyeciler ve Troçki gibi) işçilere çok büyük bir zarar vermektedir.”
“Troçki 1901-1903 arasında ateşli bir İskracıydı, o kadar ki Ryazanov onun 1903 kongresindeki rolünü 'Lenin'in çomağı' olarak betimliyordu. 1903 sonunda, Troçki ateşli bir Menşevikti, yani, İskracıları terketmiş ve Ekonomisteler katılmıştı. 'Eski İskra'yla yenisi arasında bir uçurum vardır' diyordu. 1904-1905'te, Menşevikleri de terketti ve kararsız bir konuma geçti, şimdi Martinov'la (Ekonomist) işbirliği yapıyor, şimdi de “saçma bir şekilde Sol sürekli devrim kuramını” ilan ediyor. 1906-1907'de Bolşeviklere yaklaştı ve 1907 baharında Rosa Luxemburg'la aynı fikirde olduğunu ilan etti.
Dezentegrasyon döneminde, uzun bir 'hizipçi-olmayan' kararsızlıktan sonra, yeniden sağa geçiyor ve Ağustos 1912'de tasfiyecilerle bir blok kuruyor. Şimdi tekrar onları da terketti, ancak özünde onların baştansavma fikirlerini tekrarlayıp duruyor.”
(Lenin, İşçi Sınıfı İçinde İdeolojik Savaşım, 1914)
Böylece yalnızca Troçkist “Sürekli Devrim” kuramının ne kadar tutarlı bir Marksist kuram olduğunu değil, Troçki'nin ne kadar tutarlı bir devrimci olduğunu da Lenin'den öğrenmiş oluyoruz.
YALAN 4: “Tek Ülkede Sosyalizm” Stalin'in bir uydurmasıdır ve anti-marksist bir kuramdır”
“Dünya (ama Avrupa değil) Birleşik Devletleri, komünizmin tanı zaferi demokratik devlet de dahil bütün devletlerin kesin olarak ortadan kalkmasına yol açmadıkça, sosyalizmle ilişkilendirdiğimiz ulusların birliği ve özgürlüğünün devlet biçimidir. Kendi başına bir şiar olarak 'Dünya Birleşik Devletleri' şiarı ise pek doğru değildir, çünkü birincisi, sosyalizme tekabül eder; ikinci olarak, bu şiar, tek ülkede sosyalizmin zaferinin imkansızlığı yönünde ve böyle bir ülkenin diğer ülkelerle ilişkileri hususunda yanlış düşünceler yaratabilir.
Ekonomik ve politik gelişmenin eşitsizliği, kapitalizmin mutlak bir yasasıdır. Buradan sosyalizmin zaferinin başlangıçta az sayıda ya da hatta tek bir kapitalist bir ülkede mümkün olduğu sonucu çıkar. Kendi ülkesinde kapitalistleri mülksüzleştirdikten ve sosyalist üretimi örgütledikten sonra, bu ülkenin muzaffer proletaryası, diğer ülkelerin ezilen sınıflarını kendi yanına çekerek, o ülkelerde kapitalistlere karşı ayaklanmayı körükleyerek ve hatta gerekirse sömürücü sınıflara ve onların devletlerine karşı askeri şiddete başvurarak kapitalist dünyaya karşı ayaklanacaktır. Proletaryanın burjuvaziyi alaşağı ederek zafer kazandığı toplumun politik biçimi, söz konusu ulusun ya da ulusların proletaryasının güçlerini, henüz sosyalizme geçmemiş devletlere karşı mücadelede gittikçe daha çok merkezileştiren demokratik cumhuriyet olacaktır.'
(Lenin, Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine, 1915)
YALAN 5 (KUYRUKLU YALAN) : “Lenin Nisan 1917'den Sonra Troçki'nin “Sürekli Devrim” Kuramını benimsedi ve Aşamalı Kesintisiz Devrim düşüncesini reddetti.”
Önce devrimin hemen öncesinde, 1915 yılında Lenin'in Troçki'nin “şahane” Sürekli Devrim kuramına nasıl baktığını görelim:
'Yaklaşan devrimde sınıf ittifaklarını açıklığa kavuşturmak devrimci bir Partinin baş görevidir... 'Naşe Slovo'da bu görev Troçki tarafından doğru çözülmüyor; o 1905 yılındaki 'orijinal' teorisini tekrarlıyor ve hayatın on yıldan beri bu şahane teorinin yanından gelip geçmemesinin nedenleri üzerine düşünmek istemiyor.”
Troçki'nin orijinal teorisi Bolşeviklerden, proletaryanın kararlı devrimci mücadele ve siyasi iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi çağrısını ödünç alırken, Menşeviklerden ise köylülüğün rolünün 'yadsınmasını ödünçalıyor'... Bununla 'Troçki gerçekte, köylülüğün rolünün 'yadsınması'ndan köylülüğü devrim için harekete geçirmekte irade yetersizliğini anlayan Rusya'daki liberal işçi siyasetçilerine yardım ediyor! '
(Lenin, Devrimde İki Çizgi Üzerine, 1915)
Acaba Lenin Nisan 17'de ya da daha sonra herhangi bir tarihte, bu görüşlerini değiştirmiş, alaya aldığı Troçki'nin 'Sürekli Devrim' kuramını benimsemiş midir? Bütün demagoji ve çarpıtmaların önüne bir kerede geçmek için biz en iyisi 1923 yılında yazılmış olan ve Lenin'in, “Vasiyeti” olarak da bilinen en son yazılarından birine bakalım:
'Onların (II. Enternasyonal kahramanlarının) Batı Avrupa sosyal-demokrasisinin gelişme seyri içinde ezberlemiş olduğu ve bizim sosyalizm için henüz olgun olmadığımız, onlar arasında çeşitli 'allame' bayların vurguladığı gibi, bizde sosyalizm için objektif ekonomik önşartların olmadığı şeklindeki argümanı... son derece basmakalıptır. Ve hiçbirinin de aklına kendi kendine şöyle sormak gelmiyor: Devrimci bir durumla, birinci emperyalist savaşta ortaya çıkmış olduğu gibi bir durumla karşılaşan bir halk, durumunun çaresizliğinin sonucu, kendisine hiç olmazsa, uygarlığın daha da ilerlemesinin pek de alışılmış olmayan koşullarım elde etme şansını sunan bir mücadeleye atılamaz mı'...
'Eğer sosyalizmi yaratmak için belirli bir kültür düzeyi gerekli ise (ki bu belirli 'kültür düzeyi'nin ne olduğunu kimse söyleyemez) , neden işe ilk önce bu belirli düzeyin koşullarını devrimci yoldan elde etmekle başlayıp, ve sonra da işçi-köylü iktidarı ve Sovyet düzeni temeli üzerinde ilerleyip diğer halklara yetişmeyelim'...
'Sosyalizmi yaratmak için, diyorsunuz, uygarlık gereklidir. Mükemmel. Peki ama, daha sonra sosyalizme doğru ileri harekete başlamak üzere niçin ilk önce çiftlik sahiplerinin kovulması ve Rus kapitalistlerinin kovulması gibi uygarlığın böylesi önkoşullarını bizde yaratamayacak olalım? Normal tarihsel düzenin böylesi biçim farklılaşmalarının caiz olmadığını ya da imkansız olduğunu hangi kitapta okudunuz ki? '
(Lenin, Devrimimiz,Zuhanov'un Notları Vesilesiyle, 1923)
Lenin'in Ekim Devriminden yıllar önce, devrimin arifesinde ve devrimden sonra özü bakımından aynı olan ve aynı kalan yukarıdaki görüşleriyle, Troçki'nin “şahane” Sürekli Devrim kuramını dayandırdığı temeli karşılaştırınız:
“Sürekli devrim” teorisi olarak adlandırılagelen görüşler, yazarın kafasında tam da 9 Ocak ile 1905 Ekim grevi arasındaki sürede şekillenmişti. Bu oldukça iddialı ifade, Rus devriminin doğrudan burjuva hedeflerle ilgili olmasına rağmen, bu hedeflerde çakılıp kalamayacağı; devrimin proletaryayı iktidara yerleştirmeksizin kendi acil burjuva görevlerini çözemeyeceği düşüncesini anlatır. Ve proletarya, iktidarı bir kez eline aldığında, devrimin burjuva çerçevesine hapsolma konumunda kalamazdı. Tersine, proletaryanın öncüsü, tam da zaferini garantilemek için, egemenliğinin çok erken aşamalarında yalnızca feodal değil, aynı zamanda burjuva mülkiyet ilişkilerinin içinde de son derece derin gedikler açmak zorunda kalacaktı. Böyle yapmakla proletarya, yalnızca, devrimci mücadelesinin ilk aşamaları boyunca kendisini destekleyen tüm burjuva gruplarla değil, kendisiyle işbirliği yaparak iktidara geldiği köylülüğün geniş kitleleriyle de düşmanca bir çatışmaya girecekti.
Geri bir ülkede, bir işçi hükümeti ile köylülüğün ezici çoğunluğu arasındaki çelişkiler yalnızca uluslararası bir ölçekte, bir dünya proleter devrimi arenasında çözülebilirler.”
(Troçki, 1905, Önsöz, Tarih Bilinci Yay.)
Bütün bunlar Lenin'in devrim kuramı konusundaki görüşlerinin, Marx'ın bilimsel Kesintisiz Devrim kuramının bir çarpıtılması olan Troçki'nin “anti-aşamacı” “Sürekli Devrimciliği” bilim-dışı yönüne hiçbir zaman sapmamış olduğunu anlatmak için yeterli olmuyorsa, 1905 ve 1921 yılındaki şu iki yazısı karşılaştırmalıdır:
'Demokratik devrimden derhal, gücümüz ölçüsünde, bilinçli ve örgütlü proletaryanın gücü ölçüsünde, sosyalist devrime geçmeye başlayacağız. Biz kesintisiz devrimden yanayız. Yarı yolda durmayacağız...
Maceracılığa kapılmadan, bilimsel vicdanımıza ihanet etmeden, ucuz şöhret peşinde koşmadan, yalnızca şunu söyleyebiliriz ve söylüyoruz da: Yeni ve daha üstün bir göreve, sosyalist devrime mümkün olduğu kadar çabuk geçişi, bize, proletarya partisine, daha da kolaylaştırmak için, demokratik devrimi gerçekleştirmesinde tüm köylülüğe vargücümüzle yardım edeceğiz.' (Bkz. Lenin, 1905, Seçme Eserler, C. 3, s. 138. [türkçesi. s. 138.—İnter Yayınları.])
Ve onaltı yıl sonra, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesinden sonra Lenin, bu konu üzerine şunları yazıyordu:
Kautsky, Hilferding, Martov, Çernov, Hillquit, Longuet, MacDonald, Turati ve 'ikibuçukuncu' marksizmin tüm diğer kahramanları... burjuva-demokratik ve proleter-sosyalist devrim arasındaki karşılıklı ilişkiyi anlayamadılar. Birincisi, ikincisine geçer. İkincisi, geçerken birincisinin sorunlarını çözer. İkincisi, birincinin eserini pekiştirir. İkincisinin birinciyi ne derece geçmeyi başaracağını mücadele, ve yalnızca mücadele tayin eder.' (Bkz. Lenin, Seçme Eserler, C. 6, s. 514.
[türkçesi. s. 519. —İnter Yayınları.])
WWW.STALİNKAYNAK.COM
HALK SAVAŞI
Halk Savaşı; Mao Zedong'un ve Lin Piao'nun geliştirdiği, yarı-sömürge ülkelerde işçi sınıfı önderliğinde, temel gücü köylü kitlelere dayanan işçi-köylü ordusunun emperyalizme ve feodalizme karşı verdiği savaştır. İşçi sınıfı ve köylülüğün bazı kesimlerinin yanı sıra kent küçük-burjuvazisi de kapsayan bir ordunun savaşı olmasından kaynaklı, bu savaşa halk savaşı denir. Gerilla savaşından düzenli ordu savaşına kadar ordusunu savaş içerisinde geliştirir. İktidarı kırdan kente doğru parça parça kurarak en sonu halk iktidarını kurmayı hedefler. Mao'nun Çin devrimi pratiği üzerine yazdığı pek çok makalede de halk savaşı teorisi geliştirilir. Bu teorinin aynı zamanda pratisyeni olarak da gerçekleştirir.
Akademik bir teoriye sahip olan halk savaşı: Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarıyla da detaylandırılır.
HALK İÇİN ÖLENLER SONSUZA KADAR YAŞARLAR
FARC-EP Birinci Komutanı Manuel Marulanda Velez Öldü”
FARC-EP Merkez Komitesi Sekretaryası
Komutan Timoleón Jimenez tarafından, FARC-EP [Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri - Halk Ordusu] birinci komutanı Manuel Marulanda Velez’in, 26 Mart’ta bir kalp krizi sonucu “yoldaşlarının kollarında” yaşamını yitirdiğine dair bir duyuru yayınladı. “Ona layık bir cenaze töreni yapıldı. Kendisine büyük bir sevgiyle bağlı olan binlerce ve binlerce gerilla tarafından toprağa verildi.”
Alfonso Cano, Merkez Komitesinin yeni komutanı olarak Marulanda’nın yerini alacak… FARC-EP sıkıca birleşmiş olarak mücadelesini sürdürecektir.
“Halkın mücadelesini seferber eme, Yeni Kolombiya için Bolivarcı Hareket’i ve Gizli Kolombiya Komünist Partisi’nin inşası ve sosyal adalet, ulusal egemenlik ve gerçek demokrasi için savaşan bütün güçlerin yakınlaşması mücadelemiz devam ediyor.”
—————–
Komutan Manuel Marulanda Velez: Zaferi Kazanmaya Söz Veriyoruz!
FARC-EP Merkez Komitesi Sekretaryası’nın Duyurusu
60 yıl önce, oligarşi ülkemizde devlet terörü ve toprak sahipliği ve politik iktidarın hesaplaşmaları uğruna parti hesaplaşmaları yoluyla bir kardeş kavgasını başlatırken, halkımızın büyük güçlerini ve onun şerefinin devasa boyutlarını yabana attı.
300 bine yakın köylünün yaşamına mal olan ve milyonlarca hektar verimli toprağın güçlü liberal ve muhafazakar politikacılar tarafından boşaltılmasına yol açan, ulusal tarihimizin karanlık bir döneminde, yüz binlerce köylü gibi, Pedro Antonio Martin de, hükümet ve paramiliter kiralik katiller tarafından evini, işini ve toprağını terk etmeye zorlandı ve o kısa süre sonra kendini savunmaya karar verdi.
O andan sonra, öldürülen bir sendika liderinin anısına Manuel Marulanda Vélez ismini alan bu insan, muazzam liderlik ve siyasal-askeri yetenekleri sayesinde, askeri deneyimini arttırdı ve devrimci ve komünist bir dünya görüşünü benimsedi. Bu da ona yalnızca kendi durumunu değil toplumumuzu kaplayan tüm derin dengesizliklerin, şiddetin ve adaletsizliklerin gerçek temelini kavrama imkanını sağladı.
1964 yılında oligarşi, Tolima bölgesinin güneyinde köylülere karşı Pentagon’un açık direktifiyle, Plan Laso adı altında yeni bir cani askeri saldırıya kalktığında, Manuel Marulanda Vélez, La Paz’daki sayısız barışçı girişimin bir sonuç vermemesinin ardından, yanına aldığı 37 köylüyle birlikte silahlı ayaklanmayı başlattı ve nihai çözüm yolunu ilan etti: siyasi iktidar için mücadele ve sosyal adalet temelinde sosyalizme doğru yürüyen bir toplumun kurulması.
Washington ve oligarşi demokratik yollardan mücadeleye en ufak bir imkan tanımadıkları için biz tek mümkün yolu seçtik ve FARC böyle doğdu!
Eşi görülmemiş stratejist, dahi yol gösterici, 60 yıl boyunca yoksulların hakları için ve güçlülerin şiddetine karşı verilen kavgada sayısız muharebenin yenilgi bilmeyen lideri, büyük düşünürlerin gerçeklere dayanarak kurdukları teoriyi özümseyip onu her günkü pratik mücadelesine uygulamayı bilmiş ve bütün zamanların en önde gelen devrimci liderlerinden biri olarak kendini yetiştirmiş bütüncül bir devrimci.
İnsanlık tarihi, 60 yıllık silahlı direnişi boyunca, Marquetila’daki Plan Laso, Cordillera Central’deki Sonora Operasyonu, Casa Verde Operasyonu, Destructor 1 ve Destructor 2 operasyonları, Plan Patriota, Plan Colombia gibi sayısız muazzam askeri imha operasyonlarından, onun koşullarında başka bir insanın böylesine yara almadan ve daha da güçlenerek çıkmayı başardığına tanıklık etmemiştir.
…
Bütün bu muharebelerde ve başkalarında, Komutanımız bilgeliğini ve yeteneklerini göstermiş ve en zor koşullardan bile başarıyla ve bizlere de yolu göstererek çıkmasını bilmiştir.
Sonsuz bir üzüntüyle, Komunatımız Manuel Marulanda Vélez’in 26 Mart günü bir kalp krizi sonucunda, kısa bir rahatsızlıktan sonra, yoldaşlarının kollarında yaşamını yitirdiğini bildiriyoruz…
Onun çapında bir yol göstericiye layık bir cenaze töreni yapıldı. Binlerce ve binlerce FARC gerillası ve Bolivarcı militan ve Kolombiya’da ve tüm dünyada FARC’a karşı yürütülen iğrenç medya kampayasına rağmen kendisine büyük bir hayranlık ve sevgiyle bağlı olan milyonlarca insan adına, onu fiziksel olarak aramızdan uğurladık.
Onlara ve ailelerine şükran ve dostluk duygularımızı iletiyoruz.
Bu büyük lider bize, onun yanında geçen yıllarımız boyunca bize öğrettiği sayısız dersleri bırakıyor, acımızın orta yerinde, bütün gücümüzle onun devrimci ilkelerimiz, planlarımız, tasarılarımız ve halkın davasının zaferine olan derin inancını; zorluklara sabırla göğüş germede gösterdiği sağlamlığı ve varlığımızın bütün anlarında kararlılıkla ileriye yürümemizi mümkün kılan içimizdeki güçlü birliği korumanın can alıcı anlamını vurguluyoruz.
Şu an sürmekte olan, Latin Amerika tarihindeki bir devrimci organizazyona karşı yürütülen en büyük gerici saldırı koşulları altında, sımsıkı birleşmiş olarak ve tam bir iyimserlikle tüm zorlukları aşarak kavgamızı sürdüreceğiz.
Simon Bolivar, Jacobo Arenas ve Manuel Marulanda Velez’in bayrakları ellerimizde, Yeni Kolombiya, Büyük Latina Amerika Vatanı ve Sosyalizmi kuruncaya kadar kesintisizce mücadelemizi sürdüreceğiz. Komutanımızın mezarı önünde and içiyoruz!
Savaş duraklamıyor ve kavga sürüyor. Oybirliğiyle Sekretaryanın ve Ordu Merkez Komitesi’nin başkanı olarak Yoldaş Alfonso Cano seçilmiştir. Yoldaş Pablo Catatumbo tam üye ve Yoldaş Bertulfo Alvarez’in yedek üye olarak MK’ne alınmasına karar verilmiştir.
Halkın mücadelesini seferber eme, Yeni Kolombiya için Bolivarcı Hareket’i ve Gizli Kolombiya Komünist Partisi’nin inşası ve sosyal adalet, ulusal egemenlik ve gerçek demokrasi için savaşan bütün güçlerin yakınlaşması mücadelemiz devam ediyor.
FARC yanlısı bütün güçler, her bölgede ve bütün ülke sathında, varolan planlar doğrultusunda ve zaferin bir garantisi olarak sivil halkla sıkı bir bağ içinde ileri doğru hareket etmeyi sürdürecektir.
Oligarşinin bizlerden 60 yıldan bu yana çalmış olduğu demokratik bir barış ve huzurlu bir yaşam için, her fırsatta yeniden gündeme getirdiğimiz insani anlaşmalar ve savaştan çıkış politikalarıyla ilgili önerilerimiz Bolivar Platformunun Manifestosunda ifade edilen biçimiyle geçerli olmaya devam edecektir.
FARC’ın 44. yılını yaşadığımız şu günlerde, Komutanlarımız Manuel Marulanda Velez’in, Jacobo Arenas’ın, Raul Reyes’in, İvan Rios’un, Efraim Guzman’ın ve yaşamlarını hiç bir karşılık beklemeden yalnızca devrimci kişiliklerinin ayrılmaz bir parçası olan ortak iyilik için mücadele etmek adına yoksulların davasına adayan ve feda eden bütün savaşçıların anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Commandante Manuel Marulanda Velez: HALK İÇİN ÖLMEK SONSUZA KADAR YAŞAMAKTIR!
Vatanın kutsal mihrabı önünde: ZAFERE AND İÇİYORUZ!
FARC-EP ORDU MERKEZ KOMİTESİ SEKRETARYASI
Mayıs 2008
Kolombiya Dağları
çeviri birimi WWW.STALİNKAYNAK.COM
Bir ekonomide çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin (15 yaş ve üstündekiler) olması halinde, söz konusu ekonomide işsizlik var demektir.O halde, çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlere işsiz denir.
Bir ekonomide işsiz miktarı ise, söz konusu ekonomide işi olmayan ve cari ücret düzeyinde çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin miktarıdır.
Bir ekonomideki işsizlik oranı ise, söz konusu ekonomideki işsizlerin toplam işgücü (çalışanlar + işsizler) içindeki payı ifade eder.
İşsizlik oranı = (İşsizlerim miktarı/toplam işgücü) X100’dür. İşsizlik oranlarının ülkelere göre listesi bağlantısından işsizlikte dünya sıralaması görülebilir.
(OCAĞIMIZ VAR AŞIMIZ YOK DEVLETİMİZ VAR İŞİMİZ YOK) ..! ! !
[email protected]
PARTİZAN (çetecilik)
İkinci Dünya Savaşında müttefik güçlerine destek olmak amacıyla oluşturulan ve gerilla savaşı ('partizan savaşı' da denir) veren silahlı halk güçlerinin genel adı. Yabancı bir güç ya da bir işgal ordusunun kontrolü altındaki bir bölgeyi kurtarmak için mücadele veren her türlü gayri nizami silahlı birlik için de bu adlandırma kullanılır.
'Partizan' terimi ilk kez John von Ewald tarafından 'Partizan Savaşı Üzerine İnceleme' (1789) kitabında kullanıldı. Von Ewald Amerikan Devrimci Savaşı'nda yer alan Hesse Birliklerinde savaşmış ve 19 ve 20. yüzyılın 'gayri nizami' savaşı denilebilecek olayla bizzat karşılaşmış bir askerdi. Başlangıçta partizan savaşı nizami birliklerin yanında, düşman hatlarının gerisine geçerek düşmanın iletişim imkanlarına ve logistiğine zarar verecek ve düşmanı cepheden çekilmeye zorlayacak gayri nizami birlikler olarak görülüyordu. Bu düşünce daha sonraki Amerikan İç Savaşı'nda görülen 'partisan devriyeleri'ne temel teşkil etti. Bu savaşta yer alan John S. Moby gibi Konfederasyon taraftarı partizan liderleri von Ewald ve daha sonra da ünlü savaş sanatı uzmanları Jomini ve Clausewitz tarafından tarif edilmiştir. 19 yüzyıl ortasındaki Partizanlar akıncı süvarilerden, ya da diğer organize-olmayan/yarı-organize gerilla güçlerinden büyük ölçüde farklıydı.
Temel olarak 19 yüzyıl partizanları günümüzün Komando ya da Devriye güçlerine benzemekteydi. Partizan terimi -işgalci ordulara saldıran gayri-nizami birlikler biçimindeki- günümüzde hakim olan anlamını ancak İkinci Dünya Savaşındaki Nazi işgaline karşı yaygın direnişle birlikte kazanmıştır. Her ne kadar işgalci güç tarafından çoğu zaman 'terörist' olarak adlandırılabilse de partizanlar savaş hukuku açısından yine de uluslarını yabancı saldırgandan kurtarmak için savaşan, ulusal ordunun üniformalı üyeleri olarak kabul edilir.
[email protected]
YAŞASAYDI ÖLDÜRÜLMESEYDİ ERDAL ABİMİZ OLACAKTI...! !
(d. 25 Eylül 1964 - ö. 13 Aralık 1980) , 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyl hüküm giyen ve asılarak idam edilen Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.[1] Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkum edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Cezaevi'nde infaz edildi.
Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteci Savaş Ay'a, 'avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını' söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi.[3] Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
KENAN EVRENİ ASMAYALIMDA BESLEYELİM
HAKSIZLIK VAR SİVAS MAHKEMESİNDE HİÇ UMUT YOKTU
Sivas Katliamı veya Sivas Madımak Olayı, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli'nin kuşatılıp yakılması ve dolayısıyla şehirde bulunan 33 Alevi yazar, ozan ve aydının yakılarak katledilmesi ve oteli ateşe verenlerden de ikisinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan olaylar zinciridir.
Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında etkinliklerin bir bölümünün de Pir Sultan Abdal’ın sazının çalındığı Sivas şehir merkezinde yapılması öngörülmüştü. Bu kapsamda pek çok aydının yanı sıra Aziz Nesin bu etkinlik nedeniyle dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin'in özel davetlisi olarak bu kente gelmişti.
2 Temmuz 1993 günü organize biçimde öğle saatlerinde Paşa ve Meydan camilerinde çıkan gruplar önce etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne ulaşarak, bir gün önce dikilen anıtı kısmen tahrip etti. Kültür Merkezi içindeki karşıt grupla çıkan taşlı sopalı çatışma, polis tarafından fazla büyümeden, zor kullanılarak önlendi.
Hızını alamayan ve sayısı yaklaşık 10.000'e ulaşan grup, Kültür Merkezi’nden yeniden Hükümet Meydanı’na geldi. Hükümet Konağı’nı taşlamaya ve slogan atmaya başlayan grup ardından Madımak Oteli civarına ulaşarak, slogan atmaya devam etti. Grubun sayısı akşam saatlerinde 20.000'e yaklaştı. Grup önce Madımak Oteli önündeki araçları ateşe verdi ve oteli taşladı bunun sonucunda taşlanarak camları kırılan Madımak oteli tutusturalan perdelerler ve alt kattaki bulunan esyalarla birlikte yakildi otele sığınmış olan aydınlardan, aralarında Asım Bezirci, Nesimi Çimen,Muhlis Akarsu, Metin Altıok ve Hasret Gültekin'in de bulunduğu 37 kişi yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi. Aralarında Aziz Nesin'in de bulunduğu 51 kişi de olaylardan kendi olanaklarıyla, ağır yaralarla kurtuldu. Başından yaralanan Aziz Nesin'i linç edilmekten araya giren polisler kurtardı. Yaralılar, polis arabalarıyla Tıp Fakültesi Hastanesi`ne götürüldü.
Olaylar sonucunda 33 konuk, 2 otel görevlisi ile 2 saldırgan yaşamını yitirdi. Gene olaylar sırasında Atatürk - Kongre ve Etnografya Müzesi önünde bulunan Atatürk büstü tahrip edildi. Akşam saatlerinde valilikçe ilan edilen ”2 günlük sokağa çıkma yasağı” ile birlikte, güvenlik güçleri şehirde tam bir hakimiyet sağlayabildi.
HAKSIZLIĞIN VE ADALETİN OLMADIĞI YERDE DİRENMEK HAKTIR...! !
KAVGAYI SEÇTiM
Kata kata katılmış
Sata sata satılmış
Bu nebiçim düzen bu
Çağ dışına atılmış
Aç doymaz esnemekle
Yol bitmez beklemekle
Yıkılırmı bu düzen
Yıkılasın demekle
Sen söyle ben yazayım
Derdi derde dizeyim
Ver elini ban ki
Şu düğümü çözeyim
Toprağı ektim buyur
Denizi çektim buyur
Sen efendi ben uşak
Kavgayı seçtim buyur
EY DÜNYA KAVGAYI SEÇTİK YAŞAMAK UĞRUNA İNSALIK İÇİN..! !