İşçi sınıfının “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olan 1 Mayıs ile aynı hafta içinde, İstanbul üniversitelerinde devrimci gençliğe yönelik saldırılar gündemi yoğun bir şekilde meşgul etti. “Türk Solu” dergisi çevresi ve arkasındaki ADKF’li (Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu) öğrenciler, bu saldırgan tutumlarıyla, aslında uzunca bir süredir sol hareket içinde yayılan bir hastalığın tekrar tartışmaya açılması için de bir zemin yaratmış oldular.
Bu hastalığın adı Kemalizmdir ve özünde Türkiye burjuvazisi ile devlet bürokrasisinin tarihsel ve ideolojik bir argümanıdır. Türkiye kapitalizminin kendine özgü tarihsel gelişimi içerisinde sivil ve askeri bürokrasinin ulus-devleti kurma ve burjuvaziyi yaratma hedefinin idelojisi olan Kemalizm, kimi zaman “kızıllaşarak” sol kılıflara bürünmeyi de ihmal etmiyor.
Bugünün “sol” Kemalizmi, sermayenin küresel saldırıları karşısında sınıf mücadelesinin yerini ulusal mücadelelere terk ettiği yalanına dayanmaktadır. Bu görüş temelinde, anti-emperyalizm kavramı anti-kapitalist içeriğinden tamamen ayrılmaktadır. Yine bu görüşler temelinde Irak halkını yıllardır acımasızca ezen Saddam gibi bir diktatör bir anda anti-emperyalist mücadelenin önderlerinden birisi haline gelebilmektedir.
Ezen ulus milliyetçiliği ve şovenizm, Türkiye burjuvazisinin resmi ideolojisidir ve bunun resmi literatürdeki adı da Kemalizmdir. Kelimenin tam anlamıyla küçük-burjuva milliyetçiliğinden başka bir şey olmadığından, Kemalizmin veya Atatürkçülüğün sosyalizmle ya da sol hareketle hiçbir bağlantısı yoktur!
Politik olarak gerici bir karakter taşıyan bu anlayışın savunucuları arasında Doğu Perinçek’in İP’i (İşçi Partisi) başı çekmektedir. Zaten ADKF denilen oluşumlar da, İP’ten ayrılan kişilerin kurduğu bir yapıdır ve devrimci hareketin çok iyi tanıdığı bir sima olan Perinçek ne ise, ADKF’de odur! Bu anlamda ADKF denilen çetenin ve Türk Solu dergisinin teşhir ve tecrit edilmesi devrimci hareket açısından bir zorunluluktur.
Hal böyleyken, sol adına hareket edenlerin milliyetçi-ulusalcı bir çizgiyi savunmalarını anlamak son derece zordur. Türkiye solu pek çok politik sorunda aynı yanlış tutumu göstermiş ve defalarca burjuvazinin gerici kanadının kuyruğuna takılmaktan kurtulamamıştır.
Burjuvazinin uluslararası sermayeye entegrasyon çabalarına veya bizzat ordunun ve MİT’in destekleyip organize ettiği İP, ADKF gibi gerici örgütlenmelere, küçük-burjuva milliyetçi solculuk anlayışından kopmaksızın tutarlı bir cevap vermek mümkün değildir. Ve bu yapılmadıkça başarıya ulaşma şansı da yoktur.
Burjuvazinin ve onun devletinin Irak’ın emperyalist işgali karşısında ve AB’ye giriş sürecinde kilit bir rol oynayan Kürt Ulusal Hareketine yönelik gerici ve şöven tutumu, politik arenada ifadesini Kemalizm olarak bulmaktadır. Bugünün Kemalizmi burjuvazinin en gerici kanadının ideolojisidir.
Örneğin 1974’te Kıbrıs’ın işgalini faşist Yunan cuntasını devirmek adına destekleyip, her iki Körfez savaşında da ABD emperyalizmine karşı çıkmak adına Saddam’ın “anti-emperyalist” mücadelesini savunmak, tipik bir küçük-burjuva milliyetçi anlayıştır. Keza küreselleşen dünyada liberallerin “ulus-devletler bitiyor” teranesine inanıp burjuva ulus devleti savunmaya başlayanlar da, sermayenin özelleştirme saldırısına karşı işçi haklarını savunmak yerine devletçiliği savunanlar da, IMF-WB-WTO gibi sermayenin uluslararası kurumlarına karşı kapitalist burjuvazinin ulusal egemenliğini öne çıkarıp “Bu memleket bizim! ” sloganları atanlar da aynı anlayışın ürünüdürler.
Ciddi bir sol örgütlenmenin olmadığı koşullarda, sol görünümlü Kemalist gericiler üniversitelerde at oynatmaya cüret ettiler ve karşılığını aldılar. Ancak sadece fiziksel karşı koymalarla ne faşistler ne de ADKF benzeri devlet eliyle kotarılan gerici yapılanmalar şimdiye kadar üniversitelerden sökülebilmiştir. Kaldı ki, devrimci mücadelenin üniversitelere hapsedilmesiyle bir yere varılamayacağı da açıktır.
Türkiye sol hareketinin ve devrimci Marksistlerin görevi, öğrenci gençliğin Marksist temellerde eğitilmesi ve sosyalizm mücadelesine kazanılmasıdır. Komünist bilince sahip olmadıkları ve tutarlı, sağlıklı örgütlenmeler içinde yer almadıkları sürece öğrenci gençlikten bu tür gerici örgütlenmelere karşı tek başlarına mücadele etmeleri beklenmemelidir.
Devrimci bir gençlik hareketi devrimci bir işçi hareketi olmadan varolamaz! Faşizme karşı mücadelenin de, üniversitelerdeki gerici örgütlenmelerin dağıtılmasının da, özgür ve demokratik bir üniversite ortamının yaratılmasının da tek garantisi işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. Milliyetçiliğin ve şövenizmin tek panzehiri proletarya enternasyonalizmidir!
Kemalizmin ve Küçük-Burjuva Milliyetçiliğin Gericiliğine Karşı, Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
TÜRK SOLU DİYE BİR ŞEY YOKTUR EVRENSEL SOL VARDI BU DERGİ DÜPE DÜZ FAŞİST
O korku vardı hep çıkılan yolda O korkusuzluk vardı Suyun su olduğu günden beri akardı Biri can verip aydınlatır Diğeri boğar ve yakardı Yaşamın her dönüm noktasında Bir ileri bir de geri Atılan adımlar gibi alçalma ve yücelme Atılan adımlar gibi Büyüme ve küçülmeydi adı Biri sevgi olup yapardı Diğeri öfke olup yıkardı O korku vardı hep çıkılan yolda O korkusuzluk vardı
Geceler güvensizdi Gökyüzünde soluklar tükenirken Ay sevinçsizdi Bir şey vardı sanki hep yarım kalan Bir anı ya da bir düş gibi Uzak Uçurumlarda sessizce sallanan Yıllardan beri canlı tutulan ateşler Söndürülürken yüreklerde birer birer Kim yakacaktı Uğrunda ölünen o büyük ateşi kim Daha gün batmadan Karartılan günlerin rengini Gün doğarken Kim haykıracaktı mor bahçelere kim Kim ağlayacak Kim gülecekti tüm güzellikler adına Kim sevecek Kim dövüşecekti Kim takacaktı ölürken Ölümsüzlüğü gül diye yakasına Kışın kar açıp Çiçek olacaktı buz sarkıtan dallarda Yazın güneş açıp Gelecek olacaktı ufuklarda kim
Bir yıldız vardır hani Bütün yıldızlar içinde der Homeros Ne kopmuştur hiç bir zaman Kök saldığı kutsal yerinden Ne de boyun eğmiştir Ölüm kuşan hiç bir karanlık önünde Nasıl susulursa Bin yıllık zamana karşı okyanus dilinde Aynen öyle parlamıştır Tüm gecelerin gökyüzünde Aynen öyle
Notaların tören tören canlanıp Dile geldiği günden beri Hiç bir senfoni bulamadı bu sesi Bulamadı sarayların görkemli sütunlarında Hiç mi hiç bestelenmeden Ve seslendirilmeden yaşandı zindanlarda Hücreler senfonisiydi adı
Yaylı sazlar: Demir parmaklıklar Ve demir kilitli demir kapılar Vurmalı sazlar: Taş duvarlar Ve taş katılığında kör baskılar Üflemeli sazlar: Şafakta idamlıklar Ve direnen tutuklular Erkekler kadınlar duvarlar ve ufuklar Yıldızlar içindeki o yıldızın Ölüme ve ölümsüzlüğe doğru Akışıyla başlıyordu hep birden uçuşarak Ardından diğer bütün notalar Ki maviliklerde süzülen kuşlar Kurtuluş savaşında Kurşuna ve saza vurulan türküler Fransız ihtilalinde Sürgüne ve giyotine gidilen marşlar Ve bir nice kızıl meydanda Yankılanan uğultular - uğultular Sonra güneşe gönderilen Özgürlük renkleri peş peşe Ve fethedilerek Ağızdan öpülen enginler - enginler
Ey halkımın demir kazık dediği Yıldızlar içindeki soylu yıldız Varsın onlar söndü bilsinler seni Bulutları delerek saldığın ışıklar Ki bin renkli gelenek üzre Balkıyıp çoğalıyor şimdi Susmayan bir hücreler senfonisinde
Kentlerin en yumuşak sessizliğinde Bildiriler düşüyor artık İnsanların yüreğine yağmur taneleriyle Gök gürlemeyince yer gülmez Gök gürlemeyince yer gülmez diye
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) , Aydınlık çevresinin kurduğu partilerden biri. 21 Mayıs 1969 tarihinde kurulan partinin genel başkanı Doğu Perinçek'ti. Partinin ilk kadroları arasında Cüneyt Akalın, Ömer Madra, Bora Gözen, Hasan Yalçın, Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İbrahim Kaypakkaya, Atıl Ant, Ferit İlsever ve Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. Daha kuruluş aşamasında silahlı mücadeleye yaklaşım konusunda parti içinde görüş ayrılıkları belirdi. Bu tartışmalar sonucu önce Garbis Altınoğlu partiden ayrıldı. Partinin Doğu Anadolu Bölge Sorumlusu İbrahim Kaypakkaya ve onun çevresinde bulunan bir grup Nisan 1971'de parti çizgisine yönelik eleştiriler getirdiler. Bu sürecin sonucunda Şubat 1972'de 'DABK Kararı' adıyla bilinen bir bildiri yayınlayan parti muhalefeti partiden ayrıldı ve daha sonraki süreçte Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist (TKP/ML) adlı örgütü kurdu.
12 Mart darbesinden sonra tutuklanan parti yöneticileri, Ceza Kanunu'nun 141. maddesine göre mahkum edildiler. Ancak 1974 yılında aftan yararlanarak serbest kaldılar. Önce Saçak isimli bir yasadışı yayın, sonra da Halkın Sesi dergisini yayınladılar. TİİKP'nin 9-10 Eylül 1977'de yapılan parti kongresinde yasal parti kurma kararının alınmasından sonra partinin adı Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) olarak değiştirildi
men senin bu emellerde mec duzum men ne diyim daha sana yoktur sözüm sirsü köpünden su içmiyür gözüm cinlere şeytanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
ağzını da afiyete açıp gelmişen gözlerin yine hortlatıp gelmişen sanki cehennemden kaçıp gelmişen divlere hortlanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
senin de düşüp maral bana qolqhe gurey dunel de ayav bana qolqhe vunedi vurmussan kulagına qolqhe naxışlı fincanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
ne var gene kaç kabağı dökmüşen pencegül zırılıp ziyan çekmişen parça takmayıp klonke tikmişen zalehli şirvanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
şirvandan vererem sana payeşen döne niyee dağlun olur zayeşen kaş kabagun yerler gezir ayeşen pankrot tükkanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
hoyura abes taşbakalip takmizan yüz gözüne pudra filan yakmizan gece yari yatirip işine bakmizan ordaki cananlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
söz diyirem el bi üzbe tutulsan kim olduğunu sen erden unutursan yol gedende kız kimi vücudursan bardaki ceyranlara benziyirsen (bar ışıkları) ecaib heyvanlara benziyirsen
ne hak sükle eyliyirsen ağrıma bakma benim üst başıma zarıma seni gördüm askerlik düştüm ya'dıma ordaki türbanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
askerlikte yoksa sen kacax idun? geceleri dimagini oyagidun? överdim seni seyit uşax idun indi pehlivanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
günde bi okka bir iş yönetirsen her gün içirsen alkhaslık edirsen gece de eve sürüne sürüne gelirsen gare sohulcanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
elşen içti senin evin yıkıldi bu yanlarda kazım suyu sıkildi zaman yaşta ızma zurüş zıkıldi solmuş badimcanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
gösteremem mugla sayak gedirsen eh sana hamadan kabak getirsem herdem ustten yarah edirsen üzde mi selmanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
senin de batıl di oruç namazın hıçkırısan tutulmiyir boğazın mikrofonsuzda gür çıhir avazun lan kumar satanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
namık hulop buyururdu seni qlormiyi la uydurup du seni qlormiyi yama vurudrup seni besnemiyidi uydurup du seni sen jön arkhamanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
ehsqen senin de amma gazun var sözün yok tek sarhoş ağuzun var ne iş kurdun var ne de kitazun var giydirme şampanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
axsine nazi şahan meyle dilleşi daha da işe firmamız özelleşi boyzan boy uzanım belinde fok belleşir pastelli tarzanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
senin görmüşüm güya pir yatmidi ala bulati yüzünde şahlatirdi bir özbe bak bir başın pahladırdi bir özbe bak başın hivarlahmidi 51 ekranlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
vatoz matos mudur nedir çıktı ceketinden ben ne edüm senün pis ceketinden burnun bir meter çıkıyir süveterinden mahsulu deryanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
100 kiloya yakın kadar taşmıssan tartilmişsan lan yaramaz aşmisan tus kalmıyor başında dazlaşmışan kapaxsız kazanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
ay ahqsin ezilirsen, bükülürsen sen kılaf ayak üste sökülürsen özün benden 5 metir dökülürsen rezilsiz tumanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
samanlıkta senin olmiyur tayın köhlenmişsen ay ayshen cıkıpta uyun gedip de bi halin kalir vayvayun zursunsuz divanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
senin de ahqsin olmuyor benzerin amma bugün bağlanicak dertlerin senin jet tabanindan gelir derün islanmış yorganlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
ne varsa üstüme mirildiyirsan sanki pasaxlisin cirildiyirsan sesin de çikmiyor hirildiyirsan başsız alışkanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
yemehli parmaginla siyirirsan gözün üste sol göz arka kayirirsan hele ki saçını ortadan ayirirsan indiski oğlanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
işitmiyirsen kulağın pratezdür üstelik bir ayağın pratezdür hem de dişin damağun pratezdür yığılma kalvanlara benziyirsen ecaib heyvanlara benziyirsen
Zaza gençliği ayağa kalkalım mücadele saftlarında sosoyalizme geçişi hızlandıralım bu nedenle savaşımız sosyalizme geçmektir bizleri kürt sayanlara cevap olarak zaza olduğumuzu duyuralım bizleri kürtler kendi kuyrukları olarak görüyor bu nedenle temel hedef olarak hak ve özgürlüklerimizi ve kayıp olan tarihimizi kurtaralıM DERSİM,ERZİNCAN, BİNGÖL dışındada ZAZA'LARIN olduğunu ve hatta ileri gidersek zazaların gürcistan kars sınırında da olduğunu anımsatmalıyız bu ulusun kürtle in lehçesi olmadığını ispatları için temek direktifler için çabalamalıyız
Bu nedenle diyorikim zaza gençliği ayağa kalksın artık suskunluk dursun zaza deyince kürt anlaşılmasın unutmayalımkİ ZAZA'lar anadolu topraklarındaki yaşayan uluslar arasındaki 3.büyük ulustur 6,5 milyon insanla zazalarda vardır
Kürt toplumu köylerdeki kapalı hayatını sürdürüyor hala metropollerde içine kapalı muhafazkar bir hyat sürüyor oysa zaza toplumu şehirlere uyum sağlay bilmiştir bu durum kürtlerde yoktur bu nedenle GENÇLİK HAREKETE DURMAYAN DEVRİMCİ ERLERİZ
Kaypakaya'nın ölümünün üstünden nerdeyse 35 yıl geçti hala ibrahim kaypakkaya dosyası açılmadı güya 68-78 dernekleri bu dosyayı açılması için çaba harcıyormuş ama bunun bir yalandan öteye geçemdiği açık bir şekilde ayan beyan ortadır. Sanki ibrahim kaypakkaya insanlık için bir tehlike unsuruymuş gibide hiç gündeme getirilmiyor buna örnek bir televizyon kanalında hatırla sevgilim adında bir dizi var ve o dizide mahir çayandan deniz gezmişe kadar herkez bu dizide vardı fakat o devirlerde küçümsenmeyecek kadar büyük bir kitleye sahip olan ibrahim kaypakkya niçi dizde lanse edilemdi öyle birşeyki 68 den 72 anlatıldı fakat nasıl olduda 72 den 78 ve kanlı 1 mayıs'a geçildi buda ilgimide çekmdi desem yalan olurdu ve çok komik olan 12 eylül o kadar basit ve normal anlatılıyorki inanmak çok saçma Ne diyelim diziyi yazanın geçmişte halkın kurtuluşçusu olmasıdır herhalde rezilik bir değil ibrahimi atladıkları yetmezmiş gibi birde dizideki safsaklar devrimcileri romantik olarak gösteriyor.deniz gezmiş asılırken son sözleri hadi eyvalahmış bir komedi ise deniz gezmiş hemen dar ağacında can vermiş nasıl olurda deniz gezmişin ipte 55 dk can çekişerek öldürüldüğünü anlatmazlar Bukadar tarihsel gerçekleri çarpıtmaya ben ancak HATIRLAMA SEVGLİM DERİM
F Tiplerinde bir ölüm: Kuddisi Okkır: İnanmak istemeyenlere bir kanıt daha: Tecrit Ölümdür
Tecritte bir ölüm daha yaşandı. Fakat bu ölüm diğerlerinden farklıydı. Bu ölüm burjuva basının bir kısmında kendine genişçe yer buldu, bu ölüm üzerine CHP mecliste soru önergesi verdi, kimi köşe yazarları bu ölümü köşelerine taşıdılar.
F Tipi hapishaneler ve tecrit uygulamasının yaşamını aldığı kişi, 'Ergenekon operasyonu' kapsamında gözaltına alınan Kuddusi Okkır'dı.
Fakat Okkır'ın ölümünü gündeme getirenler, F Tipi hapishane ve tecrit gerçeğini yine görmezden gelmeyi sürdürmüştür.
Okkır'ı Öldüren F Tipi Hapishaneler ve Tecrittir
Kuddusi Okkır, 13 ay önce gözaltına alındı ve 23 Haziran 2007'de tutuklanarak, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nde tek kişilik bir hücreye konuldu. Henüz hakkındaki iddianame bile ortaya çıkmamışken, kaldığı hücrelerde rahatsızlandı ve 'hastalıktan tahliye edildiğinde' o artık hemen hemen ölü durumdaydı.
Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nde Temmuz 2007 ve Mart 2008 tarihleri arasında 9 kez rahatsızlandığı için revire çıktı, fakat ilaç tedavisi uygulanarak geri hücresine gönderildi. Okkır'a, rahatsızlıklarının sürmesi üzerine götürüldüğü hastanelerde 'sinüzit' tanısıyla, sonra 'ağır deprasyon' ve daha sonra da 'zatürree' teşhisiyle, en sonunda da böbrek yetmezliği teşhisiyle tedaviler uygulandı. Hastaneye yatırılmadı, ilgilenilmedi, yüzeysel teşhislerle ilaç verilip gönderildi.
En son Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 29 Mayıs'ta biopsi yapıldı ve kanser olduğu anlaşıldı.
Okkır'ın yaşadığı bu süreç; F tipi hapishanelerin rutin uygulamasıdır. Sadece Okkır için geçerli değildir.
Örneğin, Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Hapishanesi'nde bulunan Salih SEVİNEL isimli tutsak 2005 yılında kalp krizi geçirdiği halde, kaldırıldığı revirde ağrı kesiciler verilerek hücresine geri götürülmüş, tutsakların kapıları dövmeleri, tedavi talepleri cevapsız bırakılmış ve kalp krizinden ölümüne neden olunmuştu.
Okkır da, tutuklu ve hükümlülerin rahatsızlandıklarında hastanelerde nasıl bir muamele ile karşılaştıklarının basına yansıyan son örneği oldu.
Okkır'ın yaşadıkları, ancak bu devletin tutuklu-hükümlülere yönelik politikaları ile açıklanabilir. Onlar hastanelerde çoğunlukla kelepçeleri açılmadan muayene edilir ya da muayene de edilmeden, bir de üzerine askerlerin, gardiyanların saldırısına maruz kalarak geri hapishaneye getirilirler.
Kimi doktorlar devletin politikasına uygun olarak tutuklularla ilgilenmezler, duyarlı doktorların ilgilenmeleri ise, sevk subayları tarafından engellenir.
Okkır'ın hastanelerde gördüğü muamele bu politikalardan bağımsız açıklanamaz. Örneğin, eşi, Kuddusi Okkır'ı Bayrampaşa Hapishanesi'nde görmeye gittiğinde karşılaştığı manzara durumu özetlemeye yeterlidir. Şöyle anlatmaktadır; 'koridorun bir köşesinde, yerden 5 parmak yüksekliğinde pislik içinde bir sedyede, saçları kazınmış, bıyıkları kesilmiş, gözleri tavana bakar, bilinci yarı kapalı, tanınmayacak bir halde' idi.
Tecritte Kansere Yakalandı
Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'ne girişte yapılan muayenede bir rahatsızlığı yoktu. F Tipi hapishanede hücreye atıldı ve tecrit edildi. Kanser hastalığına tecrit hücresinde yakalandı.
Bugüne kadar hücreler üzerine çok şey yazıldı, anlatıldı. Bilimsel raporlar yayınlandı. Ortak sonuç, tecritin öldürdüğü gerçeği idi.
Kuddusi Okkır'ın ölümü de, tecritin ölüm olduğunu bir kez daha gösterdi.
Fakat dikkat edilirse, Okkır'ın ölümü üzerinden en fazla tartışılması gereken, F Tipi hapishaneler ve tecrit gerçeği, burjuva basında görmezden gelinmeye devam ediliyor.
Okkır'ın ölümüne sayfalarında yer verenler de, tecrit gerçeğini tartışmamaya özen gösteriyorlar.
Çünkü, tecrit hapishanelerinin hayata geçirilmesinde hepsinin sorumluluğu vardır. Çünkü, Okkır'ın ölümü üzerinden AKP'ye muhalefet ederken bile, devrimcilere karşı F Tipi hapishanelerin kullanılmasından yanadırlar.
Fakat, Okkır'ın ölümü karşısında Adalet Bakanlığı'ndan açıklama isteyenler, muhalefetlerinde samimi iseler, gerçekten Okkır'ı öldüren gerçeklerin peşine düşmek istiyorlarsa, tecrit gerçeğini tartışmak zorundadırlar.
Ve elbette, tecritin hapishanelerde ilk aldığı can Okkır'ın canı değildir. Bugüne kadar salt tecrite karşı mücadele sonucunda 122 kişi yaşamını yitirmiştir. Bunun dışında da, bunalıma girerek intihar edenler, hastalanarak yaşamını yitirenler de mevcuttur. Yine, henüz yaşamını yitirmemiş olup her an aynı sonuçla karşılaşabilecek olanlar vardır.
122 Ölüm De Bu Hapishane Politikası Sonucunda Oldu
Bu ülkenin generallerinin yargılandığı Ergenekon operasyonunda tutuklanan Kuddusi Okkır'a bu muameleyi yapanlar, düşünün ki, bu düzene karşı mücadele eden devrimcilere neler yapmazlar?
Bu sorunun cevabı F Tipi hapishanelere karşı direnişte yaşamını yitiren 122 ölümde vardır.
122 ölümün dışında da, bir çok tutsak Kuddusi Okkır'ın hastalığını teşhis etmeyen hastanelerde, zorla müdahale işkencesi altında sakat bırakıldılar. Hapishanelerdeki saldırılarda yaralanan tutsaklardan tedavileri yapılmadığı için kalıcı sakatlıklar yaşayanlar, uzuvlarını kaybedenler oldu.
F Tipi hapishanelere karşı devrimci tutsakların direnişlerini karalayanlar, direnişleri nedensiz gibi göstermek için F Tipi hapishane propagandası yapanlar, Okkır'ın ölümü için ne diyorlar?
Örneğin, F Tipi hapishanelerin reklamını yapan Tuncay Özkan generallerin de 'lüks otel odalarında' kaldıklarını söyleyebilecek mi, ya da örneğin Okkır'ın lüks otel odasında yaşamını yitirdiğini mi iddia edecek?
Oysa 122 ölüm; tutsakları teslim almak için düzenlenmiş bu tecrit politikasına, ölüm hücrelerine karşı direnişte yaşandı. Tutsakların direnişleri karşısında F Tipi hapishaneleri savunanlar, ölüm hücrelerini savunuyorlardı.
TAYAD'lı Aileler; 'Yeni Ölümlere İzin Vermeyelim'
Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) 8 Temmuz'da yaptığı 'Kuddusi Okkır ve Sekiz Yıldır Duymazdan ve Görmezden Gelinen Hapishane Gerçeği' başlıklı açıklamada, Okkır'ı öldürenin devletin hapishane politikası olduğunu anlatarak, halen hapishanelerde tedavileri yapılmayan tutsaklardan bazılarının isimlerine yer verdi.
'... bu trajediyi sadece Kuddusi Okkır ve ailesi yaşamıyor' denilen açıklamada, F Tipi hapishanelerde bu trajedilerin her zaman yaşandığı ve bir çok tutsağın tecrit sonucunda ağır hasta durumda olduğu vurgulandı.
TAYAD açıklamasında yer alan ağır rahatsızlıkları olan tutsakların isimler şöyle;
- Edirne F Tipi'nde, Enver YANIK beyin ansefalisi yüzünden sürekli baygınlıklar geçirmektedir. Tahliye edilmesi ve tedavi edilmesi gerekirken, mahkemelere bile hücreli ring aracına konularak getirildiği için hastalığının ağırlaşmasına neden olunmaktadır.
- Edirne F Tipi'nde Ali Osman KÖSE ağır bir tansiyon hastasıdır. Doktor raporu olmasına rağmen 8 yıldır tek kişilik hücrede tutulmaktadır.
- Sincan F Tipi'nde Erol ZAVAR, mesane kanseridir ve 17 kez ameliyat olmuştur. Ama ağır sağlık durumuna rağmen tahliye edilmemektedir.
- Sincan Hapishanesindeki Hüseyin ÖZARSLAN Hepatit C hastalığı olmasına rağmen hastane sevklerinde bin bir türlü zorluk çıkarılmakta, adeta sevkler işkenceye çevrilmektedir.
- Kandıra F Tipi'nde Ufuk KESKİN Tip 1 Diabet hastasıdır. İnsülün bağımlısıdır. Ve tecrit hücrelerinde hemen her hafta ağır şeker komasına girmekte, hastaneye her götürülüşü ancak uzun uğraşlarla sonucunda mümkün olmaktadır.
- Tekirdağ F Tipi'nde Hasan Tahsin AKGÜN, daha önce ağır psikiyatrik rahatsızlık geçirmesine ve doktor raporu olmasına rağmen tek kişilik hücrede tutulmaktadır.
- Edirne F Tipi'nde Kemal AVCI'nın sürekli rahatsızlanmasına rağmen durumuna halen teşhis konulmamıştır.
'Bu örnekler saymakla bitmez' diyen TAYAD'lı Aileler, 'Kuddusi OKKIR sadece bir örnektir. Yeni ölümlere izin vermemek bizlerin ellerindedir' dedi.
TAYAD'lı Aileler yaptıkları açıklama ile, Elbistan Hapishanesi'nde işkenceye maruz kalan A. Muttalip Arslan'ın can güvenliği sorunu olduğunu belirttiler.
Açıklamaya göre, Elbistan Hapishanesi'nde siyasi tutsaklarla ilişki kurmak isteyen A. Muttalip Arslan'a Kasım 2007'de başında 1. Müdür Osman Demirel ve başgardiyan Kemal Kılıç'ın bulunduğu bir grup gardiyan tarafından saatlerce işkence yapıldı. İşkence sonrasında dondurucu soğuğa rağmen üstüne su dökülmüş şekilde 10 gün yataksız, çıplak beton üstünde yatırıldı. Sonraki günlerde, hapishane idaresinin yönlendirmesiyle faşist olarak bilinen tutukluların öldürme girişimine maruz kaldı.
Yaşadıkları üzerine A. Muttalip Arslan savcılığa suç duyurusunda bulundu. Savcılık, Aslan ve ailesinin ısrarlarına rağmen hapishane idaresini dışında tutarak sadece bir kısım saldırgan hakkında dava açtı.
TAYAD'lı Aileler, bunun 'hapishanelerde nasıl bir yönetim anlayışının olduğunun çarpıcı bir örneği' olduğunu vurgulayarak, Adalet Bakanı'nın bizzat bilgisi olan bu olayda, Arslan'ın karşılaşacağı herhangi bir baskı, işkence veya can güvenliği sorunundan yine Adalet Bakanlığı'nın sorumlu olacağını belirttiler.
İZMİR- İzmir Barosu Yönetim Kurulu, Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde meydana gelen olayları değerlendirdi. İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Ahmet Okyay, baro adına yaptığı açıklamada, Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi'nde meydana gelen ve 10 kişinin ölümü ile sonuçlanan olayları 'katliam' olarak değerlendirerek, 'Hiçbir gerekçe, dört duvar arasında bulunan kişilerin öldürülmesini haklı gösteremez' dedi.
Diger cezaevlerinde endişe
Olay sırasında ölen tutuklu ve mahkumların otopsilerinde avukatların hazır bulunma taleplerinin reddedilmesinin, soruşturma bakımından kamuoyunda kuşkulara yol açtığı belirtilen açıklamada, 'Olayın gelişimi ve yarattığı infial, olağanüstü bir durumla karşı karşıya bulunulduğunu göstermektedir. Siyasi tutukluların kaldığı diğer cezaevlerinde de devam eden eylemlerin, Ulucanlar'daki yöntemle bastırılmasından ciddi endişe duyulmaktadır' denildi.
'Sorumlular soruşturulsun' Açıklamada, yetkililer hakkında idari ve cezai soruşturma başlatılması, olaya karışan kamu görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırılması, adli soruşturmanın lüzumu muhakeme kararı alınmaksızın doğrudan yapılması, soruşturmanın tüm aşamasının aleni olması ve özellikle otopsi işleminde avukatların hazır bulunmasının sağlanması, sorunların hukuka uygun olarak çözümlenmesi istendi.
İZMİR- İzmir Barosu Yönetim Kurulu, Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde meydana gelen olayları değerlendirdi. İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Ahmet Okyay, baro adına yaptığı açıklamada, Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi'nde meydana gelen ve 10 kişinin ölümü ile sonuçlanan olayları 'katliam' olarak değerlendirerek, 'Hiçbir gerekçe, dört duvar arasında bulunan kişilerin öldürülmesini haklı gösteremez' dedi.
Diger cezaevlerinde endişe
Olay sırasında ölen tutuklu ve mahkumların otopsilerinde avukatların hazır bulunma taleplerinin reddedilmesinin, soruşturma bakımından kamuoyunda kuşkulara yol açtığı belirtilen açıklamada, 'Olayın gelişimi ve yarattığı infial, olağanüstü bir durumla karşı karşıya bulunulduğunu göstermektedir. Siyasi tutukluların kaldığı diğer cezaevlerinde de devam eden eylemlerin, Ulucanlar'daki yöntemle bastırılmasından ciddi endişe duyulmaktadır' denildi.
'Sorumlular soruşturulsun' Açıklamada, yetkililer hakkında idari ve cezai soruşturma başlatılması, olaya karışan kamu görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırılması, adli soruşturmanın lüzumu muhakeme kararı alınmaksızın doğrudan yapılması, soruşturmanın tüm aşamasının aleni olması ve özellikle otopsi işleminde avukatların hazır bulunmasının sağlanması, sorunların hukuka uygun olarak çözümlenmesi istendi.
TÜRK SOLU BURJUVANIN SOLUDUR
İşçi sınıfının “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olan 1 Mayıs ile aynı hafta içinde, İstanbul üniversitelerinde devrimci gençliğe yönelik saldırılar gündemi yoğun bir şekilde meşgul etti. “Türk Solu” dergisi çevresi ve arkasındaki ADKF’li (Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu) öğrenciler, bu saldırgan tutumlarıyla, aslında uzunca bir süredir sol hareket içinde yayılan bir hastalığın tekrar tartışmaya açılması için de bir zemin yaratmış oldular.
Bu hastalığın adı Kemalizmdir ve özünde Türkiye burjuvazisi ile devlet bürokrasisinin tarihsel ve ideolojik bir argümanıdır. Türkiye kapitalizminin kendine özgü tarihsel gelişimi içerisinde sivil ve askeri bürokrasinin ulus-devleti kurma ve burjuvaziyi yaratma hedefinin idelojisi olan Kemalizm, kimi zaman “kızıllaşarak” sol kılıflara bürünmeyi de ihmal etmiyor.
Bugünün “sol” Kemalizmi, sermayenin küresel saldırıları karşısında sınıf mücadelesinin yerini ulusal mücadelelere terk ettiği yalanına dayanmaktadır. Bu görüş temelinde, anti-emperyalizm kavramı anti-kapitalist içeriğinden tamamen ayrılmaktadır. Yine bu görüşler temelinde Irak halkını yıllardır acımasızca ezen Saddam gibi bir diktatör bir anda anti-emperyalist mücadelenin önderlerinden birisi haline gelebilmektedir.
Ezen ulus milliyetçiliği ve şovenizm, Türkiye burjuvazisinin resmi ideolojisidir ve bunun resmi literatürdeki adı da Kemalizmdir. Kelimenin tam anlamıyla küçük-burjuva milliyetçiliğinden başka bir şey olmadığından, Kemalizmin veya Atatürkçülüğün sosyalizmle ya da sol hareketle hiçbir bağlantısı yoktur!
Politik olarak gerici bir karakter taşıyan bu anlayışın savunucuları arasında Doğu Perinçek’in İP’i (İşçi Partisi) başı çekmektedir. Zaten ADKF denilen oluşumlar da, İP’ten ayrılan kişilerin kurduğu bir yapıdır ve devrimci hareketin çok iyi tanıdığı bir sima olan Perinçek ne ise, ADKF’de odur! Bu anlamda ADKF denilen çetenin ve Türk Solu dergisinin teşhir ve tecrit edilmesi devrimci hareket açısından bir zorunluluktur.
Hal böyleyken, sol adına hareket edenlerin milliyetçi-ulusalcı bir çizgiyi savunmalarını anlamak son derece zordur. Türkiye solu pek çok politik sorunda aynı yanlış tutumu göstermiş ve defalarca burjuvazinin gerici kanadının kuyruğuna takılmaktan kurtulamamıştır.
Burjuvazinin uluslararası sermayeye entegrasyon çabalarına veya bizzat ordunun ve MİT’in destekleyip organize ettiği İP, ADKF gibi gerici örgütlenmelere, küçük-burjuva milliyetçi solculuk anlayışından kopmaksızın tutarlı bir cevap vermek mümkün değildir. Ve bu yapılmadıkça başarıya ulaşma şansı da yoktur.
Burjuvazinin ve onun devletinin Irak’ın emperyalist işgali karşısında ve AB’ye giriş sürecinde kilit bir rol oynayan Kürt Ulusal Hareketine yönelik gerici ve şöven tutumu, politik arenada ifadesini Kemalizm olarak bulmaktadır. Bugünün Kemalizmi burjuvazinin en gerici kanadının ideolojisidir.
Örneğin 1974’te Kıbrıs’ın işgalini faşist Yunan cuntasını devirmek adına destekleyip, her iki Körfez savaşında da ABD emperyalizmine karşı çıkmak adına Saddam’ın “anti-emperyalist” mücadelesini savunmak, tipik bir küçük-burjuva milliyetçi anlayıştır. Keza küreselleşen dünyada liberallerin “ulus-devletler bitiyor” teranesine inanıp burjuva ulus devleti savunmaya başlayanlar da, sermayenin özelleştirme saldırısına karşı işçi haklarını savunmak yerine devletçiliği savunanlar da, IMF-WB-WTO gibi sermayenin uluslararası kurumlarına karşı kapitalist burjuvazinin ulusal egemenliğini öne çıkarıp “Bu memleket bizim! ” sloganları atanlar da aynı anlayışın ürünüdürler.
Ciddi bir sol örgütlenmenin olmadığı koşullarda, sol görünümlü Kemalist gericiler üniversitelerde at oynatmaya cüret ettiler ve karşılığını aldılar. Ancak sadece fiziksel karşı koymalarla ne faşistler ne de ADKF benzeri devlet eliyle kotarılan gerici yapılanmalar şimdiye kadar üniversitelerden sökülebilmiştir. Kaldı ki, devrimci mücadelenin üniversitelere hapsedilmesiyle bir yere varılamayacağı da açıktır.
Türkiye sol hareketinin ve devrimci Marksistlerin görevi, öğrenci gençliğin Marksist temellerde eğitilmesi ve sosyalizm mücadelesine kazanılmasıdır. Komünist bilince sahip olmadıkları ve tutarlı, sağlıklı örgütlenmeler içinde yer almadıkları sürece öğrenci gençlikten bu tür gerici örgütlenmelere karşı tek başlarına mücadele etmeleri beklenmemelidir.
Devrimci bir gençlik hareketi devrimci bir işçi hareketi olmadan varolamaz! Faşizme karşı mücadelenin de, üniversitelerdeki gerici örgütlenmelerin dağıtılmasının da, özgür ve demokratik bir üniversite ortamının yaratılmasının da tek garantisi işçi sınıfının örgütlü mücadelesidir. Milliyetçiliğin ve şövenizmin tek panzehiri proletarya enternasyonalizmidir!
Kemalizmin ve Küçük-Burjuva Milliyetçiliğin Gericiliğine Karşı, Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
TÜRK SOLU DİYE BİR ŞEY YOKTUR EVRENSEL SOL VARDI BU DERGİ DÜPE DÜZ FAŞİST
İstanbul’dan bir Marksist Tutum okuru
nedense RTÜK'ün alarjisi bu tür ilerici solcu yada devrimci kanallara var
HAYAT TV SUSTURULAMAZ
KUTUP YILDIZI
O korku vardı hep çıkılan yolda
O korkusuzluk vardı
Suyun su olduğu günden beri akardı
Biri can verip aydınlatır
Diğeri boğar ve yakardı
Yaşamın her dönüm noktasında
Bir ileri bir de geri
Atılan adımlar gibi alçalma ve yücelme
Atılan adımlar gibi
Büyüme ve küçülmeydi adı
Biri sevgi olup yapardı
Diğeri öfke olup yıkardı
O korku vardı hep çıkılan yolda
O korkusuzluk vardı
Geceler güvensizdi
Gökyüzünde soluklar tükenirken
Ay sevinçsizdi
Bir şey vardı sanki hep yarım kalan
Bir anı ya da bir düş gibi
Uzak Uçurumlarda sessizce sallanan
Yıllardan beri canlı tutulan ateşler
Söndürülürken yüreklerde birer birer
Kim yakacaktı
Uğrunda ölünen o büyük ateşi kim
Daha gün batmadan
Karartılan günlerin rengini
Gün doğarken
Kim haykıracaktı mor bahçelere kim
Kim ağlayacak
Kim gülecekti tüm güzellikler adına
Kim sevecek
Kim dövüşecekti
Kim takacaktı ölürken
Ölümsüzlüğü gül diye yakasına
Kışın kar açıp
Çiçek olacaktı buz sarkıtan dallarda
Yazın güneş açıp
Gelecek olacaktı ufuklarda kim
Bir yıldız vardır hani
Bütün yıldızlar içinde der Homeros
Ne kopmuştur hiç bir zaman
Kök saldığı kutsal yerinden
Ne de boyun eğmiştir
Ölüm kuşan hiç bir karanlık önünde
Nasıl susulursa
Bin yıllık zamana karşı okyanus dilinde
Aynen öyle parlamıştır
Tüm gecelerin gökyüzünde
Aynen öyle
Notaların tören tören canlanıp
Dile geldiği günden beri
Hiç bir senfoni bulamadı bu sesi
Bulamadı sarayların görkemli sütunlarında
Hiç mi hiç bestelenmeden
Ve seslendirilmeden yaşandı zindanlarda
Hücreler senfonisiydi adı
Yaylı sazlar: Demir parmaklıklar
Ve demir kilitli demir kapılar
Vurmalı sazlar: Taş duvarlar
Ve taş katılığında kör baskılar
Üflemeli sazlar: Şafakta idamlıklar
Ve direnen tutuklular
Erkekler kadınlar duvarlar ve ufuklar
Yıldızlar içindeki o yıldızın
Ölüme ve ölümsüzlüğe doğru
Akışıyla başlıyordu hep birden uçuşarak
Ardından diğer bütün notalar
Ki maviliklerde süzülen kuşlar
Kurtuluş savaşında
Kurşuna ve saza vurulan türküler
Fransız ihtilalinde
Sürgüne ve giyotine gidilen marşlar
Ve bir nice kızıl meydanda
Yankılanan uğultular - uğultular
Sonra güneşe gönderilen
Özgürlük renkleri peş peşe
Ve fethedilerek
Ağızdan öpülen enginler - enginler
Ey halkımın demir kazık dediği
Yıldızlar içindeki soylu yıldız
Varsın onlar söndü bilsinler seni
Bulutları delerek saldığın ışıklar
Ki bin renkli gelenek üzre
Balkıyıp çoğalıyor şimdi
Susmayan bir hücreler senfonisinde
Kentlerin en yumuşak sessizliğinde
Bildiriler düşüyor artık
İnsanların yüreğine yağmur taneleriyle
Gök gürlemeyince yer gülmez
Gök gürlemeyince yer gülmez diye
ADNAN YÜCEL
OSMAN'A
TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ KÖYLÜ PARTİSİ
Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) , Aydınlık çevresinin kurduğu partilerden biri. 21 Mayıs 1969 tarihinde kurulan partinin genel başkanı Doğu Perinçek'ti. Partinin ilk kadroları arasında Cüneyt Akalın, Ömer Madra, Bora Gözen, Hasan Yalçın, Halil Berktay, Gün Zileli, Oral Çalışlar, İbrahim Kaypakkaya, Atıl Ant, Ferit İlsever ve Nuri Çolakoğlu bulunuyordu. Daha kuruluş aşamasında silahlı mücadeleye yaklaşım konusunda parti içinde görüş ayrılıkları belirdi. Bu tartışmalar sonucu önce Garbis Altınoğlu partiden ayrıldı. Partinin Doğu Anadolu Bölge Sorumlusu İbrahim Kaypakkaya ve onun çevresinde bulunan bir grup Nisan 1971'de parti çizgisine yönelik eleştiriler getirdiler. Bu sürecin sonucunda Şubat 1972'de 'DABK Kararı' adıyla bilinen bir bildiri yayınlayan parti muhalefeti partiden ayrıldı ve daha sonraki süreçte Türkiye Komünist Partisi / Marksist-Leninist (TKP/ML) adlı örgütü kurdu.
12 Mart darbesinden sonra tutuklanan parti yöneticileri, Ceza Kanunu'nun 141. maddesine göre mahkum edildiler. Ancak 1974 yılında aftan yararlanarak serbest kaldılar. Önce Saçak isimli bir yasadışı yayın, sonra da Halkın Sesi dergisini yayınladılar. TİİKP'nin 9-10 Eylül 1977'de yapılan parti kongresinde yasal parti kurma kararının alınmasından sonra partinin adı Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) olarak değiştirildi
TÜRKİYE DEVRİM TARİHİ
WİKİPEDİ.ORG
ECAYİP HAYVANLARA BENZİRSEN! ! ....
incisende sözüm dözüm diyiciyem
ecaib heyvanlara benziyirsen
men senin bu emellerde mec duzum
men ne diyim daha sana yoktur sözüm
sirsü köpünden su içmiyür gözüm
cinlere şeytanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
ağzını da afiyete açıp gelmişen
gözlerin yine hortlatıp gelmişen
sanki cehennemden kaçıp gelmişen
divlere hortlanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
senin başın bedende işkencedi
dravdan bakanlara eğlencedi
boynun büyükse bedenin incedi
armudu iskanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
senin de düşüp maral bana qolqhe
gurey dunel de ayav bana qolqhe
vunedi vurmussan kulagına qolqhe
naxışlı fincanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
ne var gene kaç kabağı dökmüşen
pencegül zırılıp ziyan çekmişen
parça takmayıp klonke tikmişen
zalehli şirvanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
şirvandan vererem sana payeşen
döne niyee dağlun olur zayeşen
kaş kabagun yerler gezir ayeşen
pankrot tükkanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
hoyura abes taşbakalip takmizan
yüz gözüne pudra filan yakmizan
gece yari yatirip işine bakmizan
ordaki cananlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
söz diyirem el bi üzbe tutulsan
kim olduğunu sen erden unutursan
yol gedende kız kimi vücudursan
bardaki ceyranlara benziyirsen (bar ışıkları)
ecaib heyvanlara benziyirsen
ne hak sükle eyliyirsen ağrıma
bakma benim üst başıma zarıma
seni gördüm askerlik düştüm ya'dıma
ordaki türbanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
askerlikte yoksa sen kacax idun?
geceleri dimagini oyagidun?
överdim seni seyit uşax idun
indi pehlivanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
günde bi okka bir iş yönetirsen
her gün içirsen alkhaslık edirsen
gece de eve sürüne sürüne gelirsen
gare sohulcanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
elşen içti senin evin yıkıldi
bu yanlarda kazım suyu sıkildi
zaman yaşta ızma zurüş zıkıldi
solmuş badimcanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
gösteremem mugla sayak gedirsen
eh sana hamadan kabak getirsem
herdem ustten yarah edirsen
üzde mi selmanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
senin de batıl di oruç namazın
hıçkırısan tutulmiyir boğazın
mikrofonsuzda gür çıhir avazun
lan kumar satanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
namık hulop buyururdu seni
qlormiyi la uydurup du seni
qlormiyi yama vurudrup seni
besnemiyidi uydurup du seni
sen jön arkhamanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
ehsqen senin de amma gazun var
sözün yok tek sarhoş ağuzun var
ne iş kurdun var ne de kitazun var
giydirme şampanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
axsine nazi şahan meyle dilleşi
daha da işe firmamız özelleşi
boyzan boy uzanım belinde fok belleşir
pastelli tarzanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
senin görmüşüm güya pir yatmidi
ala bulati yüzünde şahlatirdi
bir özbe bak bir başın pahladırdi
bir özbe bak başın hivarlahmidi
51 ekranlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
vatoz matos mudur nedir çıktı ceketinden
ben ne edüm senün pis ceketinden
burnun bir meter çıkıyir süveterinden
mahsulu deryanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
100 kiloya yakın kadar taşmıssan
tartilmişsan lan yaramaz aşmisan
tus kalmıyor başında dazlaşmışan
kapaxsız kazanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
ay ahqsin ezilirsen, bükülürsen
sen kılaf ayak üste sökülürsen
özün benden 5 metir dökülürsen
rezilsiz tumanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
samanlıkta senin olmiyur tayın
köhlenmişsen ay ayshen cıkıpta uyun
gedip de bi halin kalir vayvayun
zursunsuz divanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
senin de ahqsin olmuyor benzerin
amma bugün bağlanicak dertlerin
senin jet tabanindan gelir derün
islanmış yorganlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
köfte yiyip şişirmişsen karnuni
arttırma heyvanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
ne varsa üstüme mirildiyirsan
sanki pasaxlisin cirildiyirsan
sesin de çikmiyor hirildiyirsan
başsız alışkanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
yemehli parmaginla siyirirsan
gözün üste sol göz arka kayirirsan
hele ki saçını ortadan ayirirsan
indiski oğlanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
işitmiyirsen kulağın pratezdür
üstelik bir ayağın pratezdür
hem de dişin damağun pratezdür
yığılma kalvanlara benziyirsen
ecaib heyvanlara benziyirsen
ÖYLE DEĞİLMİ ARKADAŞLAR
E
L
E
Ş
T
İ
R
İ
ZAZA GENÇLİK HAREKETE
Zaza gençliği ayağa kalkalım mücadele saftlarında sosoyalizme geçişi hızlandıralım bu nedenle savaşımız sosyalizme geçmektir bizleri kürt sayanlara cevap olarak zaza olduğumuzu duyuralım bizleri kürtler kendi kuyrukları olarak görüyor bu nedenle temel hedef olarak hak ve özgürlüklerimizi ve kayıp olan tarihimizi kurtaralıM DERSİM,ERZİNCAN, BİNGÖL dışındada ZAZA'LARIN olduğunu ve hatta ileri gidersek zazaların gürcistan kars sınırında da olduğunu anımsatmalıyız bu ulusun kürtle in lehçesi olmadığını ispatları için temek direktifler için çabalamalıyız
Bu nedenle diyorikim zaza gençliği ayağa kalksın artık suskunluk dursun zaza deyince kürt anlaşılmasın unutmayalımkİ ZAZA'lar anadolu topraklarındaki yaşayan uluslar arasındaki 3.büyük ulustur 6,5 milyon insanla zazalarda vardır
Kürt toplumu köylerdeki kapalı hayatını sürdürüyor hala metropollerde içine kapalı muhafazkar bir hyat sürüyor oysa zaza toplumu şehirlere uyum sağlay bilmiştir bu durum kürtlerde yoktur bu nedenle GENÇLİK HAREKETE DURMAYAN DEVRİMCİ ERLERİZ
K
Ö
P
R
Ü
ÇARPIKLAR
Kaypakaya'nın ölümünün üstünden nerdeyse 35 yıl geçti hala ibrahim kaypakkaya dosyası açılmadı güya 68-78 dernekleri bu dosyayı açılması için çaba harcıyormuş ama bunun bir yalandan öteye geçemdiği açık bir şekilde ayan beyan ortadır.
Sanki ibrahim kaypakkaya insanlık için bir tehlike unsuruymuş gibide hiç gündeme getirilmiyor buna örnek bir televizyon kanalında hatırla sevgilim adında bir dizi var ve o dizide mahir çayandan deniz gezmişe kadar herkez bu dizide vardı fakat o devirlerde küçümsenmeyecek kadar büyük bir kitleye sahip olan ibrahim kaypakkya niçi dizde lanse edilemdi öyle birşeyki 68 den 72 anlatıldı fakat nasıl olduda 72 den 78 ve kanlı 1 mayıs'a geçildi buda ilgimide çekmdi desem yalan olurdu ve çok komik olan 12 eylül o kadar basit ve normal anlatılıyorki inanmak çok saçma
Ne diyelim diziyi yazanın geçmişte halkın kurtuluşçusu olmasıdır herhalde rezilik bir değil ibrahimi atladıkları yetmezmiş gibi birde dizideki safsaklar devrimcileri romantik olarak gösteriyor.deniz gezmiş asılırken son sözleri hadi eyvalahmış bir komedi ise deniz gezmiş hemen dar ağacında can vermiş nasıl olurda deniz gezmişin ipte 55 dk can çekişerek öldürüldüğünü anlatmazlar
Bukadar tarihsel gerçekleri çarpıtmaya ben ancak HATIRLAMA SEVGLİM DERİM
TECRİT ÖLDÜRÜR
F Tiplerinde bir ölüm:
Kuddisi Okkır:
İnanmak istemeyenlere bir kanıt daha:
Tecrit Ölümdür
Tecritte bir ölüm daha yaşandı. Fakat bu ölüm diğerlerinden farklıydı. Bu ölüm burjuva basının bir kısmında kendine genişçe yer buldu, bu ölüm üzerine CHP mecliste soru önergesi verdi, kimi köşe yazarları bu ölümü köşelerine taşıdılar.
F Tipi hapishaneler ve tecrit uygulamasının yaşamını aldığı kişi, 'Ergenekon operasyonu' kapsamında gözaltına alınan Kuddusi Okkır'dı.
Fakat Okkır'ın ölümünü gündeme getirenler, F Tipi hapishane ve tecrit gerçeğini yine görmezden gelmeyi sürdürmüştür.
Okkır'ı Öldüren F Tipi Hapishaneler ve Tecrittir
Kuddusi Okkır, 13 ay önce gözaltına alındı ve 23 Haziran 2007'de tutuklanarak, Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nde tek kişilik bir hücreye konuldu. Henüz hakkındaki iddianame bile ortaya çıkmamışken, kaldığı hücrelerde rahatsızlandı ve 'hastalıktan tahliye edildiğinde' o artık hemen hemen ölü durumdaydı.
Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'nde Temmuz 2007 ve Mart 2008 tarihleri arasında 9 kez rahatsızlandığı için revire çıktı, fakat ilaç tedavisi uygulanarak geri hücresine gönderildi. Okkır'a, rahatsızlıklarının sürmesi üzerine götürüldüğü hastanelerde 'sinüzit' tanısıyla, sonra 'ağır deprasyon' ve daha sonra da 'zatürree' teşhisiyle, en sonunda da böbrek yetmezliği teşhisiyle tedaviler uygulandı. Hastaneye yatırılmadı, ilgilenilmedi, yüzeysel teşhislerle ilaç verilip gönderildi.
En son Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 29 Mayıs'ta biopsi yapıldı ve kanser olduğu anlaşıldı.
Okkır'ın yaşadığı bu süreç; F tipi hapishanelerin rutin uygulamasıdır. Sadece Okkır için geçerli değildir.
Örneğin, Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Hapishanesi'nde bulunan Salih SEVİNEL isimli tutsak 2005 yılında kalp krizi geçirdiği halde, kaldırıldığı revirde ağrı kesiciler verilerek hücresine geri götürülmüş, tutsakların kapıları dövmeleri, tedavi talepleri cevapsız bırakılmış ve kalp krizinden ölümüne neden olunmuştu.
Okkır da, tutuklu ve hükümlülerin rahatsızlandıklarında hastanelerde nasıl bir muamele ile karşılaştıklarının basına yansıyan son örneği oldu.
Okkır'ın yaşadıkları, ancak bu devletin tutuklu-hükümlülere yönelik politikaları ile açıklanabilir. Onlar hastanelerde çoğunlukla kelepçeleri açılmadan muayene edilir ya da muayene de edilmeden, bir de üzerine askerlerin, gardiyanların saldırısına maruz kalarak geri hapishaneye getirilirler.
Kimi doktorlar devletin politikasına uygun olarak tutuklularla ilgilenmezler, duyarlı doktorların ilgilenmeleri ise, sevk subayları tarafından engellenir.
Okkır'ın hastanelerde gördüğü muamele bu politikalardan bağımsız açıklanamaz. Örneğin, eşi, Kuddusi Okkır'ı Bayrampaşa Hapishanesi'nde görmeye gittiğinde karşılaştığı manzara durumu özetlemeye yeterlidir. Şöyle anlatmaktadır; 'koridorun bir köşesinde, yerden 5 parmak yüksekliğinde pislik içinde bir sedyede, saçları kazınmış, bıyıkları kesilmiş, gözleri tavana bakar, bilinci yarı kapalı, tanınmayacak bir halde' idi.
Tecritte Kansere Yakalandı
Tekirdağ F Tipi Hapishanesi'ne girişte yapılan muayenede bir rahatsızlığı yoktu. F Tipi hapishanede hücreye atıldı ve tecrit edildi. Kanser hastalığına tecrit hücresinde yakalandı.
Bugüne kadar hücreler üzerine çok şey yazıldı, anlatıldı. Bilimsel raporlar yayınlandı. Ortak sonuç, tecritin öldürdüğü gerçeği idi.
Kuddusi Okkır'ın ölümü de, tecritin ölüm olduğunu bir kez daha gösterdi.
Fakat dikkat edilirse, Okkır'ın ölümü üzerinden en fazla tartışılması gereken, F Tipi hapishaneler ve tecrit gerçeği, burjuva basında görmezden gelinmeye devam ediliyor.
Okkır'ın ölümüne sayfalarında yer verenler de, tecrit gerçeğini tartışmamaya özen gösteriyorlar.
Çünkü, tecrit hapishanelerinin hayata geçirilmesinde hepsinin sorumluluğu vardır. Çünkü, Okkır'ın ölümü üzerinden AKP'ye muhalefet ederken bile, devrimcilere karşı F Tipi hapishanelerin kullanılmasından yanadırlar.
Fakat, Okkır'ın ölümü karşısında Adalet Bakanlığı'ndan açıklama isteyenler, muhalefetlerinde samimi iseler, gerçekten Okkır'ı öldüren gerçeklerin peşine düşmek istiyorlarsa, tecrit gerçeğini tartışmak zorundadırlar.
Ve elbette, tecritin hapishanelerde ilk aldığı can Okkır'ın canı değildir. Bugüne kadar salt tecrite karşı mücadele sonucunda 122 kişi yaşamını yitirmiştir. Bunun dışında da, bunalıma girerek intihar edenler, hastalanarak yaşamını yitirenler de mevcuttur. Yine, henüz yaşamını yitirmemiş olup her an aynı sonuçla karşılaşabilecek olanlar vardır.
122 Ölüm De Bu Hapishane Politikası Sonucunda Oldu
Bu ülkenin generallerinin yargılandığı Ergenekon operasyonunda tutuklanan Kuddusi Okkır'a bu muameleyi yapanlar, düşünün ki, bu düzene karşı mücadele eden devrimcilere neler yapmazlar?
Bu sorunun cevabı F Tipi hapishanelere karşı direnişte yaşamını yitiren 122 ölümde vardır.
122 ölümün dışında da, bir çok tutsak Kuddusi Okkır'ın hastalığını teşhis etmeyen hastanelerde, zorla müdahale işkencesi altında sakat bırakıldılar. Hapishanelerdeki saldırılarda yaralanan tutsaklardan tedavileri yapılmadığı için kalıcı sakatlıklar yaşayanlar, uzuvlarını kaybedenler oldu.
F Tipi hapishanelere karşı devrimci tutsakların direnişlerini karalayanlar, direnişleri nedensiz gibi göstermek için F Tipi hapishane propagandası yapanlar, Okkır'ın ölümü için ne diyorlar?
Örneğin, F Tipi hapishanelerin reklamını yapan Tuncay Özkan generallerin de 'lüks otel odalarında' kaldıklarını söyleyebilecek mi, ya da örneğin Okkır'ın lüks otel odasında yaşamını yitirdiğini mi iddia edecek?
Oysa 122 ölüm; tutsakları teslim almak için düzenlenmiş bu tecrit politikasına, ölüm hücrelerine karşı direnişte yaşandı. Tutsakların direnişleri karşısında F Tipi hapishaneleri savunanlar, ölüm hücrelerini savunuyorlardı.
TAYAD'lı Aileler;
'Yeni Ölümlere İzin Vermeyelim'
Tutuklu Hükümlü Aileleri Yardımlaşma Derneği (TAYAD) 8 Temmuz'da yaptığı 'Kuddusi Okkır ve Sekiz Yıldır Duymazdan ve Görmezden Gelinen Hapishane Gerçeği' başlıklı açıklamada, Okkır'ı öldürenin devletin hapishane politikası olduğunu anlatarak, halen hapishanelerde tedavileri yapılmayan tutsaklardan bazılarının isimlerine yer verdi.
'... bu trajediyi sadece Kuddusi Okkır ve ailesi yaşamıyor' denilen açıklamada, F Tipi hapishanelerde bu trajedilerin her zaman yaşandığı ve bir çok tutsağın tecrit sonucunda ağır hasta durumda olduğu vurgulandı.
TAYAD açıklamasında yer alan ağır rahatsızlıkları olan tutsakların isimler şöyle;
- Edirne F Tipi'nde, Enver YANIK beyin ansefalisi yüzünden sürekli baygınlıklar geçirmektedir. Tahliye edilmesi ve tedavi edilmesi gerekirken, mahkemelere bile hücreli ring aracına konularak getirildiği için hastalığının ağırlaşmasına neden olunmaktadır.
- Edirne F Tipi'nde Ali Osman KÖSE ağır bir tansiyon hastasıdır. Doktor raporu olmasına rağmen 8 yıldır tek kişilik hücrede tutulmaktadır.
- Sincan F Tipi'nde Erol ZAVAR, mesane kanseridir ve 17 kez ameliyat olmuştur. Ama ağır sağlık durumuna rağmen tahliye edilmemektedir.
- Sincan Hapishanesindeki Hüseyin ÖZARSLAN Hepatit C hastalığı olmasına rağmen hastane sevklerinde bin bir türlü zorluk çıkarılmakta, adeta sevkler işkenceye çevrilmektedir.
- Kandıra F Tipi'nde Ufuk KESKİN Tip 1 Diabet hastasıdır. İnsülün bağımlısıdır. Ve tecrit hücrelerinde hemen her hafta ağır şeker komasına girmekte, hastaneye her götürülüşü ancak uzun uğraşlarla sonucunda mümkün olmaktadır.
- Tekirdağ F Tipi'nde Hasan Tahsin AKGÜN, daha önce ağır psikiyatrik rahatsızlık geçirmesine ve doktor raporu olmasına rağmen tek kişilik hücrede tutulmaktadır.
- Edirne F Tipi'nde Kemal AVCI'nın sürekli rahatsızlanmasına rağmen durumuna halen teşhis konulmamıştır.
'Bu örnekler saymakla bitmez' diyen TAYAD'lı Aileler, 'Kuddusi OKKIR sadece bir örnektir. Yeni ölümlere izin vermemek bizlerin ellerindedir' dedi.
Elbistan Hapishanesi'nde İşkence
'CAN GÜVENLİĞİM YOK! '
TAYAD'lı Aileler yaptıkları açıklama ile, Elbistan Hapishanesi'nde işkenceye maruz kalan A. Muttalip Arslan'ın can güvenliği sorunu olduğunu belirttiler.
Açıklamaya göre, Elbistan Hapishanesi'nde siyasi tutsaklarla ilişki kurmak isteyen A. Muttalip Arslan'a Kasım 2007'de başında 1. Müdür Osman Demirel ve başgardiyan Kemal Kılıç'ın bulunduğu bir grup gardiyan tarafından saatlerce işkence yapıldı. İşkence sonrasında dondurucu soğuğa rağmen üstüne su dökülmüş şekilde 10 gün yataksız, çıplak beton üstünde yatırıldı. Sonraki günlerde, hapishane idaresinin yönlendirmesiyle faşist olarak bilinen tutukluların öldürme girişimine maruz kaldı.
Yaşadıkları üzerine A. Muttalip Arslan savcılığa suç duyurusunda bulundu. Savcılık, Aslan ve ailesinin ısrarlarına rağmen hapishane idaresini dışında tutarak sadece bir kısım saldırgan hakkında dava açtı.
TAYAD'lı Aileler, bunun 'hapishanelerde nasıl bir yönetim anlayışının olduğunun çarpıcı bir örneği' olduğunu vurgulayarak, Adalet Bakanı'nın bizzat bilgisi olan bu olayda, Arslan'ın karşılaşacağı herhangi bir baskı, işkence veya can güvenliği sorunundan yine Adalet Bakanlığı'nın sorumlu olacağını belirttiler.
bağımsızlı demokrasi ve sosyalizim için
. YÜRÜYÜŞ
KATLİAM YAPILDI
İZMİR- İzmir Barosu Yönetim Kurulu, Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde meydana gelen olayları değerlendirdi. İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Ahmet Okyay, baro adına yaptığı açıklamada, Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi'nde meydana gelen ve 10 kişinin ölümü ile sonuçlanan olayları 'katliam' olarak değerlendirerek, 'Hiçbir gerekçe, dört duvar arasında bulunan kişilerin öldürülmesini haklı gösteremez' dedi.
Diger cezaevlerinde endişe
Olay sırasında ölen tutuklu ve mahkumların otopsilerinde avukatların hazır bulunma taleplerinin reddedilmesinin, soruşturma bakımından kamuoyunda kuşkulara yol açtığı belirtilen açıklamada, 'Olayın gelişimi ve yarattığı infial, olağanüstü bir durumla karşı karşıya bulunulduğunu göstermektedir. Siyasi tutukluların kaldığı diğer cezaevlerinde de devam eden eylemlerin, Ulucanlar'daki yöntemle bastırılmasından ciddi endişe duyulmaktadır' denildi.
'Sorumlular soruşturulsun' Açıklamada, yetkililer hakkında idari ve cezai soruşturma başlatılması, olaya karışan kamu görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırılması, adli soruşturmanın lüzumu muhakeme kararı alınmaksızın doğrudan yapılması, soruşturmanın tüm aşamasının aleni olması ve özellikle otopsi işleminde avukatların hazır bulunmasının sağlanması, sorunların hukuka uygun olarak çözümlenmesi istendi.
YENİ ŞAFAK GAZETESİ ARŞİVLERİ
KATLİAM YAPILDI
İZMİR- İzmir Barosu Yönetim Kurulu, Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde meydana gelen olayları değerlendirdi. İzmir Barosu Başkan Yardımcısı Ahmet Okyay, baro adına yaptığı açıklamada, Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Cezaevi'nde meydana gelen ve 10 kişinin ölümü ile sonuçlanan olayları 'katliam' olarak değerlendirerek, 'Hiçbir gerekçe, dört duvar arasında bulunan kişilerin öldürülmesini haklı gösteremez' dedi.
Diger cezaevlerinde endişe
Olay sırasında ölen tutuklu ve mahkumların otopsilerinde avukatların hazır bulunma taleplerinin reddedilmesinin, soruşturma bakımından kamuoyunda kuşkulara yol açtığı belirtilen açıklamada, 'Olayın gelişimi ve yarattığı infial, olağanüstü bir durumla karşı karşıya bulunulduğunu göstermektedir. Siyasi tutukluların kaldığı diğer cezaevlerinde de devam eden eylemlerin, Ulucanlar'daki yöntemle bastırılmasından ciddi endişe duyulmaktadır' denildi.
'Sorumlular soruşturulsun' Açıklamada, yetkililer hakkında idari ve cezai soruşturma başlatılması, olaya karışan kamu görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırılması, adli soruşturmanın lüzumu muhakeme kararı alınmaksızın doğrudan yapılması, soruşturmanın tüm aşamasının aleni olması ve özellikle otopsi işleminde avukatların hazır bulunmasının sağlanması, sorunların hukuka uygun olarak çözümlenmesi istendi.