Doğar doğmaz bir İsrail askeri gördüm. Miğferliydi. Bana bakarken suratını buruşturuyor, ayrıca da ağzından burnundan dumanlar çıkarıyordu. Çok korkmuştum. Meğer sigara içiyormuş. İkinci gördüğüm insan annemdi, ama o donuk gözlerle gökyüzüne bakıyordu. Halbuki bana bakmasını, bana bakıp gülümsemesini, sonra sarılmasını ve beni sevdiğini fısıldamasını isterdim. O an anneme öyle ihtiyacım vardı ki... Ne çare istediklerimi yapamazdı: Çünkü ölmüştü. Annem İsrail barikatına takılan ambulansta çığlık çığlığa öldü. Ben karnındaydım henüz, doğum çok yakındı. Barikata takıldık. Annemi taşıyan ambulansın üzerine çevriliydi namlular. Annemin karnındayken tanıdım kara namluları. Annemin haykırışları, çığlıkları doldu içime, ben de çığlıklar atmaya, tekmeler sallamaya başladım İsrail merhametsizliğine, anlayışsızlığına; fakat ne bana aldırdılar, ne anneme, ne de çaresizlik içinde yalvaran babamla amcama. Son derece soğukkanlı, hatta keyifli bir yavaşlıkla ambulansın her yanını aradılar, aradılar. Neden sonra: “Bir şey yok” dedi askerlerden biri komutanına, “ambulans temiz...” “Filistinlilerin bulunduğu hiçbir şey temiz değildir” derken sırıttı komutan, “lastikleri de söküp bakın! ” “Ama durum âcil, anne hayatını kaybedebilir. Bu durumda tabii bebek de ölür.” Komutan kısık bir kahkaha attı: “Fena mı olur, iki yalelli eksilir dünyadan. Emellerimiz biraz daha gerçek hale gelir.” Ambulansın lastiklerini söktüler. Babam yalvardı yalvardı, babama içim parçalandı... Amcam yalvardı yalvardı, amcama içim parçalandı... Annem inledi, bağırdı, ağladı, yavardı, anneme içim parçalandı. Meğer annem, babam, amcam birer Filistin’miş aslında; daha doğmadan, Filistin’e içim parçalanırmış; bunu çok sonra öğrendim ve öğrenir öğrenmez de bin parçaya bölündüm. Bin parçaya bölündüğüm gün babamın kucağındaydım. Her taraftan silah sesleri geliyordu. Biz babamla caddenin karşı tarafına geçmeye çalışıyorduk. Birden kendimi yerde buldum. “Babacığım! ” Attığım çığlık benim bile kulaklarıma yabansı geldi. Babam az ötemde kanlar içinde yerde yatıyordu. Gözleri bana dikiliydi. Ağzından kan fışkırıyordu. İsrail’e ikinci lânetimi o gün okudum. İntikam yeminini de o gün ettim. On iki yaşına geldiğimde elimde sapan vardı. İsrail tanklarına taş atıyordum. Arafat’ın “küçük general”lerinden biri olmak beni onurlandırıyordu, ama taş atarak üstünlük sağlamanın mümkün olmadığını da yavaş yavaş anlıyordum. Daha etkin bir mücadele vermeliydik. Peki nasıl? Ne elde vardı, ne avuçta; ekmeğe bulamadığımız parayı silaha nasıl bulacaktık? Bu arada amcamı götürmüşler, işkence etmişlerdi. Döndüğünde sakat biriydi. Aklını oynatmıştı. Kudüs sokaklarında “Filistin öldüüü! ” diye bağırarak koşuyordu. Bu yüzden iki kez Filistin polisi yakaladı amcamı. Son yakalanışında Filistin devletine hakaretten işkence gördü. Onu çıkmaz bir sokakta bulduklarında iki bacağı da kırıktı. Sonuçta o da öldü, ama çığlıkları sekiz yıldan beri kulaklarımda durur: “Filistin öldüüü! ” Şimdi yirmi yaşındayım. Kulaklarımda annemin ve amcamın çığlıkları, gözlerimde babamın donuk gözleri... “Ölmedileeer! ” diye bağırmak istiyorum, “Filistinler ölmez! ” Çünkü Filistin’in yanında olan yüreğimle ben de bir Filistin’im!
Grup hakkinda daha once hicbir bilgim yoktu, boyle bir grup oldugunu bile duymamistim taa ki 95'te gittigim rock klubunde duyuna kadar. Bilmememin sebebini o zamanlar Turkiye de pek duyulmamasina veriyorum (hala da pek bilinmiyor bence) ama yeterli bir bahane degil cunku albumunu dinleyince hic de yabanci gelmedi melodileri. Megersem Lost Boys filiminin o mukemmel sarkisini yapanlarmis; ''Cry Little Sister''...
Grubun adi hakkinda zamaninda baya tartismalar olmus, bilen biri anlatir artik. Yine de albumleri kalite otesi, oyle rock mi pop mu diye fazla kafaya kirmaya gerek yok dinlemesi rahat, melodik, kulaga hos geliyor, ritmik, canli...
Tabi burada gordugum koyu hayranlari baska, sanki Crow filminden cikmis gibi pudrali yuz, koyu siyaha boyali gozler, simsiyah giysiler vs vs. gormeye deger :)
''dunya firavunlara mi kaldi'' der gibi insani dusunmeye iten sozleri ile
What Goes Up... calismasi:
What goes up, must come down What must rise, must fall And what goes on in your life Is writing on the wall If all things must fall Why build a miracle at all If all things must pass Even a miracle won't last What goes up, must come down What must stand alone? And what goes on, in your mind Is turning into stone If all things must fall Why build a miracle at all If all things must pass Even a pyramid won't last
How can you be so sure? How do you know what the earth will endure? How can you be so sure? That the wonders you've made in you life Will be seen By the millions who'll follow to visit the site Of your dream?
What goes up, must come down What goes round, must come round What's been lost, must be found
gel gel vatandas ne ararsan var jazz, blues, rock, klasik muzik, enstrumental, sairane, duet, pop, 60lardan 90lilara kadar her sey var gel gel. Bilmemek degil ogrenenmemek ayip gel gel :)
- Pepenn! Pepenn! Vakit tamam, ucur bizi pepen!
''pepen! pepen! baluuun baluuuunn! ''
dayanamam...
Filistinler yasiyor esas oturdugumuz yerde olenler biziz...
Ben de bir Filistin’im
Doğar doğmaz bir İsrail askeri gördüm. Miğferliydi. Bana bakarken suratını buruşturuyor, ayrıca da ağzından burnundan dumanlar çıkarıyordu. Çok korkmuştum. Meğer sigara içiyormuş.
İkinci gördüğüm insan annemdi, ama o donuk gözlerle gökyüzüne bakıyordu. Halbuki bana bakmasını, bana bakıp gülümsemesini, sonra sarılmasını ve beni sevdiğini fısıldamasını isterdim.
O an anneme öyle ihtiyacım vardı ki...
Ne çare istediklerimi yapamazdı: Çünkü ölmüştü.
Annem İsrail barikatına takılan ambulansta çığlık çığlığa öldü.
Ben karnındaydım henüz, doğum çok yakındı. Barikata takıldık.
Annemi taşıyan ambulansın üzerine çevriliydi namlular. Annemin karnındayken tanıdım kara namluları. Annemin haykırışları, çığlıkları doldu içime, ben de çığlıklar atmaya, tekmeler sallamaya başladım İsrail merhametsizliğine, anlayışsızlığına; fakat ne bana aldırdılar, ne anneme, ne de çaresizlik içinde yalvaran babamla amcama.
Son derece soğukkanlı, hatta keyifli bir yavaşlıkla ambulansın her yanını aradılar, aradılar. Neden sonra:
“Bir şey yok” dedi askerlerden biri komutanına, “ambulans temiz...”
“Filistinlilerin bulunduğu hiçbir şey temiz değildir” derken sırıttı komutan, “lastikleri de söküp bakın! ”
“Ama durum âcil, anne hayatını kaybedebilir. Bu durumda tabii bebek de ölür.”
Komutan kısık bir kahkaha attı: “Fena mı olur, iki yalelli eksilir dünyadan. Emellerimiz biraz daha gerçek hale gelir.”
Ambulansın lastiklerini söktüler.
Babam yalvardı yalvardı, babama içim parçalandı...
Amcam yalvardı yalvardı, amcama içim parçalandı...
Annem inledi, bağırdı, ağladı, yavardı, anneme içim parçalandı.
Meğer annem, babam, amcam birer Filistin’miş aslında; daha doğmadan, Filistin’e içim parçalanırmış; bunu çok sonra öğrendim ve öğrenir öğrenmez de bin parçaya bölündüm.
Bin parçaya bölündüğüm gün babamın kucağındaydım. Her taraftan silah sesleri geliyordu. Biz babamla caddenin karşı tarafına geçmeye çalışıyorduk. Birden kendimi yerde buldum.
“Babacığım! ”
Attığım çığlık benim bile kulaklarıma yabansı geldi. Babam az ötemde kanlar içinde yerde yatıyordu. Gözleri bana dikiliydi. Ağzından kan fışkırıyordu.
İsrail’e ikinci lânetimi o gün okudum. İntikam yeminini de o gün ettim.
On iki yaşına geldiğimde elimde sapan vardı. İsrail tanklarına taş atıyordum. Arafat’ın “küçük general”lerinden biri olmak beni onurlandırıyordu, ama taş atarak üstünlük sağlamanın mümkün olmadığını da yavaş yavaş anlıyordum. Daha etkin bir mücadele vermeliydik. Peki nasıl? Ne elde vardı, ne avuçta; ekmeğe bulamadığımız parayı silaha nasıl bulacaktık?
Bu arada amcamı götürmüşler, işkence etmişlerdi. Döndüğünde sakat biriydi. Aklını oynatmıştı. Kudüs sokaklarında “Filistin öldüüü! ” diye bağırarak koşuyordu. Bu yüzden iki kez Filistin polisi yakaladı amcamı. Son yakalanışında Filistin devletine hakaretten işkence gördü. Onu çıkmaz bir sokakta bulduklarında iki bacağı da kırıktı.
Sonuçta o da öldü, ama çığlıkları sekiz yıldan beri kulaklarımda durur: “Filistin öldüüü! ”
Şimdi yirmi yaşındayım. Kulaklarımda annemin ve amcamın çığlıkları, gözlerimde babamın donuk gözleri...
“Ölmedileeer! ” diye bağırmak istiyorum, “Filistinler ölmez! ”
Çünkü Filistin’in yanında olan yüreğimle ben de bir Filistin’im!
Yavuz Bahadiroglu/Vakit Gazetesi/09.05.2002
1990 yilinda Carnivore thrash metal grubunun kalintilardan kurulmus grubun albumleri:
Life Is Killing Me (2003)
World Coming Down (1999)
October Rust (1996)
Bloody Kisses (1993)
The Origin Of The Feces (1992)
Slow, Deep And Hard (1991)
Grup hakkinda daha once hicbir bilgim yoktu, boyle bir grup oldugunu bile duymamistim taa ki 95'te gittigim rock klubunde duyuna kadar. Bilmememin sebebini o zamanlar Turkiye de pek duyulmamasina veriyorum (hala da pek bilinmiyor bence) ama yeterli bir bahane degil cunku albumunu dinleyince hic de yabanci gelmedi melodileri. Megersem Lost Boys filiminin o mukemmel sarkisini yapanlarmis; ''Cry Little Sister''...
Grubun adi hakkinda zamaninda baya tartismalar olmus, bilen biri anlatir artik. Yine de albumleri kalite otesi, oyle rock mi pop mu diye fazla kafaya kirmaya gerek yok dinlemesi rahat, melodik, kulaga hos geliyor, ritmik, canli...
Tabi burada gordugum koyu hayranlari baska, sanki Crow filminden cikmis gibi pudrali yuz, koyu siyaha boyali gozler, simsiyah giysiler vs vs. gormeye deger :)
Goth turunun onde gelen grubun cikardigi albumler:
Some Girls Wander By Mistake(1992)
Vision Thing (1990)
Floodland (1987)
First And Last And Always (1985)
''dunya firavunlara mi kaldi'' der gibi insani dusunmeye iten sozleri ile
What Goes Up... calismasi:
What goes up, must come down
What must rise, must fall
And what goes on in your life
Is writing on the wall
If all things must fall
Why build a miracle at all
If all things must pass
Even a miracle won't last
What goes up, must come down
What must stand alone?
And what goes on, in your mind
Is turning into stone
If all things must fall
Why build a miracle at all
If all things must pass
Even a pyramid won't last
How can you be so sure?
How do you know what the earth will endure?
How can you be so sure?
That the wonders you've made in you life
Will be seen
By the millions who'll follow to visit the site
Of your dream?
What goes up, must come down
What goes round, must come round
What's been lost, must be found
Vokal: David Paton
Album: Pyramid - 1978
gel gel vatandas ne ararsan var jazz, blues, rock, klasik muzik, enstrumental, sairane, duet, pop, 60lardan 90lilara kadar her sey var gel gel. Bilmemek degil ogrenenmemek ayip gel gel :)