Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • deniz gezmiş03.05.2007 - 15:35

    Bir 6 Mayıs sabahıydı.
    3 fidan yaşasaydı 30'lu yaşlarının henüz başlarında olacaklardı o sabah. 'Gençtiler. Ama büyük gibiydiler. Kollarına giren askerler kadardılar belki' diye düşündü.
    Henüz çok erkendi. Sokakta kimsecikler yoktu. 3 fidanı ilk tanıdığında orta okul öğrencisiydi. Duvarlardaki afişlerden, gazetelerdeki ilanlardan tanıyordu Deniz'i. Mahcup bakışlarını sevmişti Hüseyin'in. Yusuf, sokakta gördüğü bin kişiden binine de benziyor gibiydi; tam bizden.
    Tam altı yıl geçmişti bu güne o kara günden.
    Sonra tekrar eve girdi. Bir kova ilaçlı tutkal, bir uzun saplı fırça, birkaç kağıt afiş tekrar çıktı yola.
    'Tanımalı' diyordu içinden heyecanla. 'Tüm gençler tanımalı önce yüzlerini bu üç cesur insanın.'
    Bir süre yürüdüler gözleri duvarlarda. Kulaklarında çınladı mahpushane avlusunda haykıran gür sesler; Tam Bağımsız Türkiye.
    Ve hatırladı o uğursuz celladı. Hani ölüm uzun sürsün diye ilmeği ustaca bağlayan o sırtlanı. Ve avluda ölüme alkış tutan o satılmış ruhları. Türklük postuna bürünmüş o Amerikan soytarılarını.
    Bir bir gözünün önünden geçti 'İdam' diye ayağa fırlayan Washington memurları.
    Hızla sokakları geçip ana caddeye çıktı. Öyle yerlere asmalıydı ki afişleri, dost düşman tekrar görmeliydi Deniz'leri.
    Durdu. Tutkalı ustaca duvara sürdü. Sonra tüm gece uğraşıp ipek baskıyla ürettikleri afişi fırçaya kıvırıverdi, ta yükseklere kaldırmak için Deniz'leri.
    Sabah henüz erkendi. Bir, iki derken çoğalıverdi Yusuf’lar duvarlarda. Yanında Hüseyin. Hüseyin’ler.
    İdam sehpasına yürürken bu gençler, şaraplarını şerefe kaldırıyordu okyanus ötesindeki şefler. Henüz belki daha küçüktü bu günkü büyükler; Erdoğan'lar, Gül'ler.
    Şefler kadehlerini tokuşturdular. 'Türkiye bu pembe yanaklıların, badem bıyıklıların olmalı' diye düşündüler.
    Afişi hırsla bastırdı duvara bir daha hiç çıkmasın diye tıpkı 30 yıl önceki gibi.
    'Ve', diye düşündü. 'Ne güzel. Yeniden ve daha çok doğuyor Yusuf’lar, Hüseyin’ler, Deniz’ler. Birer birer ölürken şefler.'

    Arif NACAROĞLU

  • ölüm01.04.2007 - 11:34

    'Ömrümüze ömrü değmiş birine sesleniriz.
    Her gidenle biraz daha eksilerek,varılacak yere,oraya bizden önce varan biriyle biraz daha yaklaşarak,göğüs hizasında keskin bir sızı hissederek,hatıralarımızdan kopartılan bir tebessümü,bir sesi,bir şarkıyı geri isteriz.
    Gelmez.
    Gelmeyecek.
    Ona ait bir anı gelir aklımıza gülümseriz,ona ait bir anı gelir aklımıza hüzünleniriz.
    Bir söz daha söylemek isteriz ona.
    Söyleyemeyiz.
    Göğüs hizasındaki o sızı yağmur bulutları gibi kabarır.
    'Baba'deriz,'baba ölüm nedir? '
    Yağmur bulutları gibi kabaran sızı bir çığlıkla boşalır:
    'Gel,geri gel.'
    Yapayalnız bir trompet çalar.
    Sessiz bir taş cevap verir:
    'Onun çok uzun bir yolu var gidecek,geri çağırmak nafile.'

    (A.ALTAN)

  • ermeni katliamı31.03.2007 - 09:38

    Ermeni yönetmen Apo Torosyan’ın “Sesler” (Voices) adlı belgeseli acılarla dolu bir tarihe tanıklık ediyor.

    'Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış.
    Affetmedi bu Ermeni vatandaş
    Kürt dağlarında babasının kesilmesini.
    Fakat seviyor seni,
    Çünki sen de affetmedin
    Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına. '

    Nâzım Hikmet

    Apo Torosyan’ın belgesel filmi “Voices”, yani “Sesler”, rahatsız edici bir film. Ama rahatsız olun. Kaçmak, görmezden gelmek, inkar etmek kolay. Zor olan ise yüzleşmek… O zaman 45 dakika dayanın, yüz yılı devirmiş olan insanların tanıklıklarına… Onlar 100 yıldır, bir dehşetin anıları ile yaşıyor ve dayanıyorlar. Siz de 45 dakika dayanın. Dayanmakla kalmayın o insanlarla empati kurun, aynileşin. Ki “bir daha asla” diyebilesiniz.
    Adorno, “Auschwitz’den sonra şiir yazılmaz” demişti.
    1915’ten sonra bırakın şiir yazmayı, kendini insan hissetmek zor.
    İnsanın insana yaptığına inanmak zor, bunu kabullenebilmek çok daha zor.
    Ve düşünün ki, o insanlar, yani sağ kalanlar, her şeye karşın yaşama yeniden sarılabildiler. Çalıştılar, sevdiler, çocuk yaptılar ve torunlarını kucakladılar. Sadece kendileri için değil, tüm yitik canları adına, bambaşka bir duyguyla, ve bazen içlerine sessiz yaş dökerek.
    Bir fidan dikmek için toprağı eşelediler, tuğlayla duvar ördüler yeni ev için.
    Çivi çaktılar, tahtanın pürtüğünü aldılar ve iğneye iplik geçirdiler dikmek için.
    Duduk çaldılar hüzünlü düğünlerinde, neşeyle coşacak, horon tepecek yerde.
    Halı dokudular, gümüşü dövdüler.
    Sirkeye yatırdılar biberlerini.
    Yeni coğrafyalarda, yeni hayatlar inşa edip, kök saldılar.
    Ama bir yerleri hep eksik, hep yarım kaldı.
    Sağ kaldıkları için utanç duydular, en sevdiklerini terk ettikleri için, gömmeden, hatta dönüp de arkalarına bakmadan bile.
    Onlar için mezarlar hep açık kaldı.
    Asla gömülmedi onlar.
    Ölüsünü gömememek ne demek bilir misiniz, ilelebet onunla yaşamaya mahkum olmak…
    Ağlayamamak bile, yasını tutamamak…
    Bedenleri belki sağlamdı, ama ruhları hep yaralı kaldı.
    Yaşamlarının yarısı, ruhlarının yarısı sanki çalınmıştı.
    Bir yaşar-ölü gibiydiler.
    Hep yarım yaşadılar her şeyi, mutlu olsalar bile, buruk bir tat vardı ağızlarında.
    Geceleri ise hep gidip gelen kabuslarla doluydu.
    Apo Torosyan niçin bu ağlayan insanları gösterip, bizi rahatsız ediyor? diyebilirsiniz.
    Ama rahatsız olun biraz, günlük rahatlığınız içinde.
    Sizin hiç kapınız çalındı mı gece yarısı, korkuyla kimler kapımda, diye uyandınız mı?
    Haydi, hemen yola döküleceksiniz dendi mi size hiç, çoluk çocuk, yaşlı ayırmadan…
    Siz kendi çocuğunuzu boğdunuz mu korkuyla, ya da attınız mı ırmağa?
    Irzınıza geçildi mi, onlarca defa? ..
    Hayal etmek bile zorunuza gider değil mi?
    Çocuklarınıza, en güzel kızlarınıza köle gibi el konuldu mu?
    Yaşlı bir dostum Suriye kamplarında doğmuş, “sözde, öyle mi” diye mektup yazmıştı General Evren’e, inkarcı bir söylevinden sonra, “sözde öyle mi? ”
    Harput’tan İzmir’e
    Apo Torosyan “Sesler” adlı belgeselinde, Harput’tan, Dört Yol’dan, Antep’ten, İzmir’den tanıklıklar aktarıyor bize… Yeghsapet tam 107 yaşında, Harputlu komşusu kurtarmış onu, hâlâ unutmuyor onu. (Aslında komşusu onu değil, kendi insanlığını kurtarmış. O da teşekkür borçlu.) Hovhannes 105 yaşında Bedevi Araplara satmışlar onu da, öyle sağ kalabilmiş. Luther, Protestan bir Ermeni, o da 96 yaşında, Antep’te yaşanan ikinci kıyımın tanığı. Sossos ise Midillili bir Rum, 88 yaşında, İzmir yangınının ve kıyımının tanığı. (Bedeniniz hiç alevlerle tanıştı mı? İnsan bedeni nasıl yanar, bilir misiniz? Hele toplu halde, kucaklaşmış halde. Suda boğulmak nasıl bir duygu bilir misiniz? Ateşle su arasında hiç kaldınız mı?)
    O dehşet günlerini hâlâ gözyaşı dökmeden anlatamıyorlar.
    Her anı bire bir yaşıyorlar.
    İnsanoğlu, ayakta kalabilmek, çocukların ruhunu kurtarabilmek adına, önce unutmak isterler tüm yaşadıklarını. İçlerinde taşırlar her şeyi sessizce.
    Ne kendileri hatırlamak ister, ne de çocuklarına anlatmak isterler.
    Unutmak bir merhem gibi gelir ruhlarındaki ve bedenlerindeki yaralara.
    Ama insan ne zaman ki yaşlanır, o zaman bütün anılar yeniden sökün eder geri gelir bütün dehşeti ile.
    Ve yeniden yaşamağa başlarsınız her anı.
    Açık yaraya tuz basmak gibidir bu. İnanın yaşarken olaya dayanmak, belki daha kolaydır. O panik ve hayatta kalma dürtüsü ile…
    Bütün o acılar, yeniden sökün edip gelir geri, çığlık çığlığa, bütün o enstantaneler, bütün o görüntüler, o karanlık ve ışık….
    Ve sesler…
    Kulağınızdan asla gitmeyen o sesler…

    İşte bunun içindir,
    inkar, soykırımın asla bitmeden,
    kesintisiz devam etmesidir
    insan ruhunda.
    Ve yaşayanları,
    yeni doğanları da
    ortak etmektir suça.
    Yaşarken bir cehenneme mahkum olmak,
    - hepbirlikte! -
    bundan başka ne olabilir ki?
    ----------
    Nefret değil umut!

    RAGIP ZARAKOLU

  • aşk29.03.2007 - 16:00

    Sadece iç çekerek bakışmak,ayışığında dolaşmak değildir aşk.
    El üstünde tutmak gerekir onu ve üstüne titremek.Hele yıllar geçtikçe...
    Unutulmayan bir şarkıya benzer.Ve böyle bir şarkıyı,ancak acısını çeken yazabilir.

  • nazım hikmet27.03.2007 - 16:44

    Nazım Hikmet,dünya ve Turk şiirinde bir mihenk taşıdır.Turk dilinin ve kültürünün dünyada tanınıp sevilmesinde önemli bir payı vardır.
    Çok yönlü bir insandır:şair,yazar,politikacıdır.Tutarlıdır:Yaşadığı gibi yazmış,şiiri gibi yaşamıştır.Cesurdur:İlkeleri uğruna kendini feda etmekten çekinmemiştir.
    Ömrünü dolu dolu yaşamıştır.Büyük bir şair ve yurtseverdir.
    Türkiye'nin onurudur.

  • deniz gezmiş25.03.2007 - 09:44

    Deniz Gezmiş,bağımsızlığın,özgürlüğün,onurlu bir yaşamın,insanın insana kulluk etmediği,bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine yaşamanın mümkün olduğunun simgesidir.