bir çare bulamadım derd-i efganıma içimdeki iştiyak bilmemki yetermi bana ceyhun edip gözyaşlarımı ağlasam da kalbim dayanamaz oldu senin yokluğuna ya Resulallah
ibadet-ü taatımmı eksik bilmem rabbime karşı nedir bu hal nasıl arzederim sana aşkı yaralı bülbül gibi şakı da şakı ruhum bedende durmaz oldu senin hasretinden ya Resulallah
keşke cürmümü istiğfarımla yunsaydım her nameni gönlüme ser levha yapsaydım ibadetimle bir ihtimal rızana kavuşsaydım seni düşününce bedenim titrer yine senin olmayışından ya Resulallah
kalbim bu aht-ü peymanla seni nasıl unutsun unutursam bu damarlardaki demler kurusun sıratta bizi kurtaracak birtek sen olursun ruhumun her zerresinde ve her lahza bir sızı senin şefaatini ümid etmekten ya Resulallah(sallallahu aleyhi vesellem)
... Öyle bir Kitap ki, Şân-ı Azîm, Kur'ân-ı Azîmü'ş-Şân! Bir harfine on ecir; sonu sonsuz rıza! Tekrarlanan her âyet-i kerîme, hıfzı için dökülen her gözyaşı, her ter damlasına paha biçilmeyen inciler deryası…Dediler ki, şeytan hafızlığın başında, ortasında dikilir ve oturur doğru yolunun üstüne… Öyleyse önü Aşk, ortası Aşk, sonu Aşk! Hıfza gönül vermiş zihinler! Diller, 'gönüllü zihinlere' tercümân sadece… Ey hâfız, sen artık yürüyen Kur'ân-ı Kerîm'sin! Gönderilen Gönderen'in kadrince olduğuna göre; Gönderilen'i yüklendin sen, Gönderen'i sakın unutma! .. Unutma! … O'nu hıfzeden zihnin değil, yalnız gönlündür aslında… Kalbini başka şeylerle doldurma ki, gönlün her dâim bu şerefli hazîneye temiz, şanlı bir mahfaza olsun… Ve zihninden, yüreğinden diline aksın bu hazînenin incileri, mercanları... İnsanlar da nasiplensin bu hazineden ki, hakkını veresin bu cevherin! Sırrına denizler mürekkep olup yetişemiyorsa, yüklendiğin yükü anla da sakın hafif zannedip gönlünü, zihnini boşlama ey hâfız! Sen hâfızsın, yürüyen Kur'ân-ı Kerîm! Hıfzın yalnız zihninde kalmasın, önce yüreğine, sonra diline insin inşâallâh! 'Ne yücedir o Allâh ki, bütün alemlere bir uyarıcı olarak kuluna Furkân'ı (Kur'ân'ı) indirmiştir.' (el-Furkân, 1)
………….. / dostum, “elif” olmayı dilemişim sanırım bir vakt-i seherde, bir cesaretle….zor(luğunu) bilmemişim o zamanlarda; dilemişim.. yar’ın huzurunda bir “elif” misali durabilmeyi dilemişim; oysa şimdilerde dizlerimin bağı çözülür; diz çökerim.. be’ye meylederim; “başlasın bu cümle artık! ” derken yine “elif” misali kalıveririm bir bir’in huzurunda.. yine zorlukla, yalnızca, yalın-ca…/
“elif” olmak zor imiş!
ama her elif’in yanında akvâ olan’ın yardımı, yar’lığı var imiş! !
dostum, bilir misin “elif “ olmaya talip olmak nedir, bilir misin insan nasıl “elif” olur? dilersin o’ndan sadece o’nun yar-lığını, dilenirsin… o’nun kucağından başka mekanlar sana soğuk gelir, üşürsün bir ağustos sıcağında..yürüdüğün yollar sana yabancı gelir; bildik mekanlar sıkar seni.. tanımadığın sîmalar sana âşina gelir, tanımadığın kişiler senin niyazına girer; tanıdıkların ise yabancı nazarlarla bakarlar sana. hikmetine eremediğin hallerle örülür hayatın; susmayı seversin; sükûtu seversin; sükûtu hal edinenleri seversin…
dostum, bilir misin, “elif” bağlanmaz kendisinden sonraki harfe… sadece kendinden önceki harfe bağlanır; en önceki’ne belki de.. sen, dünyana sonradan girenlere sıkıca bağlandığın vakit “elif” olmaz adın..sanırsın ki o zaman üzerindeki zorluklar kalkacak; ama herkes yüklenir üzerine.. yardımsız yar’lar doluşur dünyana.. ”yardımıyla gelen yar” gitti diye…
aklımın al(a) madığı hallerin eteğinde gezinir dururum; belki aklım acziyetiyle susabilmeyi öğrenir diye.. başımı tâ yüreğime kadar eğer, dinlerim o kısık fısıltıyı şimdilerde… …yüreğim dünyadaki kimsenin isminde titremez; bu belki de lütuftur, yar’dandır … bu, belki de “elif “olmanın gereğidir.
İnanan bir gönül sürekli “Rabbimi anlatamayacağım bir dünyada yaşamaktansa ölürüm daha iyi.” düşünce ve hissini taşır. Zaten O’nu anlatamayacak, sevip başkalarına sevdiremeyeceksek bu dünyada yaptığımız herşey abesle iştigaldir. Bunun dışındaki bütün mülahazaları balyozla vurup kırmak lazım. Her mümin, “Bu din benim dinim, dinimi anlatmak vazifemdir.” demeli. Müslüman sadece kendi olarak kalamaz. Kendiniz olarak kalmaya kalkarsanız bitersiniz. Ancak meyve verdiğiniz sürece yaşayabilirsiniz. İnsanlara faydalı olarak Cenab-ı Allah’ın rızasını kazanma duygusuyla hayırlı hizmetler ardında koşmuyorsanız pas tutup çürümeniz mukadderdir. Ayrıca, İslam’dan başka hiçbir sistem ya da ideolojinin insanlığa verecek birşeyi kalmamıştır. Öyleyse biz, insanlık için bir ışık olmalıyız; bir mum kadar da olsa etrafımızı iman nuruyla aydınlatmaya bakmalıyız. Karanlığı aydınlatmak ancak iyi bir müslümanlıkla mümkündür. Biz istikamet müslümanları olarak güven vadeden tavırlarımızla gönüllere akmalıyız. Bugün bazı insanlar bize inanmıyor olabilir; müslümanlar olarak yapageldiğimiz samimi işlerin ardında başka gayeler arayabilirler. Bu meselede de, başkalarını suçlama yerine bizim kendimizi tam ifade edemediğimiz hususu üzerinde durmalıyız. İnsanlar en az 40 sene bizi seyretmeli; hiç sapmadan, Cenab-ı Hakk’ın rızası dışında bir beklentiye girmeden, doğru müslümanlığı yaşamaya çalıştığımızı görmeli. İşte böyle bir kıvamda olduğunuz zaman göreceksiniz, insanlık fevç fevç size müracaat edecek ve sizi siz yapan hakikatlere koşacak.
Kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara: 'Ben Risale-i Nur'larla insanların ve İslâmların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda 'kara sevda' hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır? ' diye sorular yöneltiyordu. Uzun, ince, tığ gibi ve gerilmiş yay gibi bir vücut. Her zaman, ayakta ve yatakta üzerindeki elbiseleri, her an sefere hazır akıncı fedâilerin ruh halinde bir fedâi. Daima düşünen, nurların tefekkür dünyasında yaşayan bir bahadır. Düşman karşısında, İslâm askerlerinin önünde kılıç sallayan, Osmanlı paşaları gibi, cevvaliyet ve hareket dolu. Bahtsız insanların, Kur'an talebelerini sanki birer adi suçlu gibi çamurlu ayaklarıyla, evlerindeki tertemiz halıların üzerlerinde dolaşarak alıp gittikleri günlerde, Selimler'in, Sinanlar'ın edası içinde, İstanbul'daki Fatih-Yavuz Selim durakları arasında, kaldırımlarda bir yürüyüşü vardı ki... bazı görülen, yaşanan ve tadılan durumlarını, ne anlatmak ne de yazmak mümkün değildir!
'Yanmayan, yakamaz! ' Konuştuğu zamanlarda gür ve tok sesiyle, kesin ve keskin cümleler kullanırdı. Sözler ağzından vecizeler halinde dökülürdü. Muhatabını ikna eden, ona yön veren, hedef gösteren cümle ve fikirler serdederdi. İstanbul-Süleymaniye'nin aydınlık dershanesinde, Kirazlı Mescid'in saadet dünyasına, dünyanın çeşitli belde ve ülkelerinden birçok alim insanlar gelirdi. Bunlara tesadüf ettiğim üç insan tercümanlık yaparlardı. Bazen merhum Gündüzalp Ağabey öyle ateşli ve âhenkli bir şekilde anlatırdı ki; gelen yabancılar, Türkçe bilmedikleri halde, tercümanlar da, daha tercüme etmedikleri halde, gülerek, Zübeyir Gündüzalp, anlatmak istediği o ateşîn cümle ve mânâları anladıklarını söylerlerdi. Artık tercümeye lüzum olmadığını ifade ederlerdi. En ümitsiz günlerde ve zamanlarda kendisiyle görüşen İslâm alimleri yanından sevinçlerle, ümit ve şevkle ayrılırlardı. Hazret-i Mevlânâ'nın veciz bir ifadesini duymuştum. Büyük Celaleddin Rumi Hazretleri: çok büyük bir gerçeği veciz şeklinde ifade buyurmuş. İşte, Kafkasları'ın bu alperen insanı, Kafkas insanın Mücahid ruhunu alan bu insan inandığı kesin hakikatın Kur'ân gerçeğini öyle ifade ederdi ki; içindeki iman ateşini karşısındaki de duyardı. Kalbindeki iman ateşiyle konuştuğu kimseleri hemen yakardı. Hayatı İslâmın dert ve çilesi ile geçmiş, davası yolunda birçok meşakkatler çekmişti. Meşakkatler karşısında yılmayan bir kimseydi. Kur'ân davasına bağlılığın müşahhas bir timsâli, sıddıkıyetin mümtaz bir ferdiydi. 'Anam, babam ve nefsim sana feda olsun Ya Resulallah! ' diyen Sahabilerin bu asırda fedakâr bir varisi, onlar gibi herşeyini Resulullahın nuruna ve bu nurun yayılmasına hizmet için fedâ eden, bir zatı, alperendi. Mezkur gerçekleri kendisine adeta bir kartvizit yapmıştı, isim ve soy isim yapmıştı. Gündüzlerin, aydınlıkların ve Nur dünyalarının Gündüz Alp'iydi bu yiğit adam. Genç yaşında ölmüştü. Henüz elli yaşını bile bulamamıştı. Yayınlanan mahkeme müdafaaları ve notlarından derlenen kitap ve kitapçıklar onun muhteşem şahiseyetini gösteren aynalardır. Kendisine zulmeden zalimler bile, onun 'Vur! Vur! diye haykırışından korkarak, vurmalarını bırakırlardı. Öyle bir rehber şahsiyetti ki, iman ve Kur'ân yolunda hizmet etmek isteyenlere herşeyiyle yardımcı olur ve yol gösterirdi.
kalbim dayanmaz oldu
bir çare bulamadım derd-i efganıma
içimdeki iştiyak bilmemki yetermi bana
ceyhun edip gözyaşlarımı ağlasam da
kalbim dayanamaz oldu
senin yokluğuna ya Resulallah
ibadet-ü taatımmı eksik bilmem rabbime karşı
nedir bu hal nasıl arzederim sana aşkı
yaralı bülbül gibi şakı da şakı
ruhum bedende durmaz oldu
senin hasretinden ya Resulallah
keşke cürmümü istiğfarımla yunsaydım
her nameni gönlüme ser levha yapsaydım
ibadetimle bir ihtimal rızana kavuşsaydım
seni düşününce bedenim titrer
yine senin olmayışından ya Resulallah
kalbim bu aht-ü peymanla seni nasıl unutsun
unutursam bu damarlardaki demler kurusun
sıratta bizi kurtaracak birtek sen olursun
ruhumun her zerresinde ve her lahza bir sızı
senin şefaatini ümid etmekten ya Resulallah(sallallahu aleyhi vesellem)
Abdullah Demir
Yürüyen Kur'an-ı Kerim
...
Öyle bir Kitap ki, Şân-ı Azîm, Kur'ân-ı Azîmü'ş-Şân!
Bir harfine on ecir; sonu sonsuz rıza! Tekrarlanan her âyet-i kerîme,
hıfzı için dökülen her gözyaşı, her ter damlasına paha
biçilmeyen inciler deryası…Dediler ki, şeytan hafızlığın başında,
ortasında dikilir ve oturur doğru yolunun üstüne…
Öyleyse önü Aşk, ortası Aşk, sonu Aşk!
Hıfza gönül vermiş zihinler! Diller, 'gönüllü zihinlere' tercümân sadece…
Ey hâfız, sen artık yürüyen Kur'ân-ı Kerîm'sin!
Gönderilen Gönderen'in kadrince olduğuna göre;
Gönderilen'i yüklendin sen, Gönderen'i sakın unutma! ..
Unutma!
…
O'nu hıfzeden zihnin değil, yalnız gönlündür aslında…
Kalbini başka şeylerle doldurma ki, gönlün her dâim bu şerefli
hazîneye temiz, şanlı bir mahfaza olsun… Ve zihninden,
yüreğinden diline aksın bu hazînenin incileri, mercanları...
İnsanlar da nasiplensin bu hazineden ki, hakkını veresin bu cevherin!
Sırrına denizler mürekkep olup yetişemiyorsa, yüklendiğin yükü
anla da sakın hafif zannedip gönlünü, zihnini boşlama ey hâfız!
Sen hâfızsın, yürüyen Kur'ân-ı Kerîm! Hıfzın yalnız zihninde kalmasın,
önce yüreğine, sonra diline insin inşâallâh!
'Ne yücedir o Allâh ki, bütün alemlere bir uyarıcı olarak
kuluna Furkân'ı (Kur'ân'ı) indirmiştir.' (el-Furkân, 1)
…………..
/ dostum, “elif” olmayı dilemişim sanırım bir vakt-i seherde, bir cesaretle….zor(luğunu) bilmemişim o zamanlarda; dilemişim..
yar’ın huzurunda bir “elif” misali durabilmeyi dilemişim;
oysa şimdilerde dizlerimin bağı çözülür; diz çökerim..
be’ye meylederim; “başlasın bu cümle artık! ” derken yine “elif” misali kalıveririm bir bir’in huzurunda..
yine zorlukla, yalnızca, yalın-ca…/
“elif” olmak zor imiş!
ama her elif’in yanında akvâ olan’ın yardımı, yar’lığı var imiş! !
dostum, bilir misin “elif “ olmaya talip olmak nedir,
bilir misin insan nasıl “elif” olur?
dilersin o’ndan sadece o’nun yar-lığını, dilenirsin…
o’nun kucağından başka mekanlar sana soğuk gelir,
üşürsün bir ağustos sıcağında..yürüdüğün yollar sana yabancı gelir;
bildik mekanlar sıkar seni..
tanımadığın sîmalar sana âşina gelir,
tanımadığın kişiler senin niyazına girer; tanıdıkların ise yabancı
nazarlarla bakarlar sana. hikmetine eremediğin hallerle örülür hayatın;
susmayı seversin; sükûtu seversin;
sükûtu hal edinenleri seversin…
dostum, bilir misin, “elif” bağlanmaz kendisinden sonraki harfe…
sadece kendinden önceki harfe bağlanır; en önceki’ne belki de..
sen, dünyana sonradan girenlere sıkıca bağlandığın vakit “elif” olmaz adın..sanırsın ki o zaman üzerindeki zorluklar kalkacak;
ama herkes yüklenir üzerine..
yardımsız yar’lar doluşur dünyana..
”yardımıyla gelen yar” gitti diye…
aklımın al(a) madığı hallerin eteğinde gezinir dururum;
belki aklım acziyetiyle susabilmeyi öğrenir diye..
başımı tâ yüreğime kadar eğer, dinlerim o kısık fısıltıyı şimdilerde…
…yüreğim dünyadaki kimsenin isminde titremez; bu belki de lütuftur,
yar’dandır … bu, belki de “elif “olmanın gereğidir.
/Allahu a’lem…/
“elif” olmayı dileten de “var”imiş dostum;
“yar” olmayı dileyen imiş…..
GEL EFENDİM
Ah efendim şu gurbetlik tez bitsin
Seven gönül bilsen ne çok özlüyor
Nağmeler hüzünlü, mızrabım kırık
Sevenlerin hep yolunu gözlüyor
Aman gurbet n'olur üç gün ara ver
Al selamım götür aziz dosta ver
Üç günden fazlası zulüm gurbetin
Bir adım ötesi ölüm gurbetin
Dostun dosta muhabbeti derindir
Gel efendim sohbetimiz şenlensin
Biz vuslatın sevinciyle coşalım
Şu ayrılık varsın biraz dinlensin.
Hedef ve İstikamet
İnanan bir gönül sürekli “Rabbimi anlatamayacağım
bir dünyada yaşamaktansa ölürüm daha iyi.”
düşünce ve hissini taşır. Zaten O’nu anlatamayacak,
sevip başkalarına sevdiremeyeceksek bu dünyada
yaptığımız herşey abesle iştigaldir. Bunun dışındaki
bütün mülahazaları balyozla vurup kırmak lazım.
Her mümin, “Bu din benim dinim, dinimi anlatmak vazifemdir.”
demeli. Müslüman sadece kendi olarak kalamaz.
Kendiniz olarak kalmaya kalkarsanız bitersiniz.
Ancak meyve verdiğiniz sürece yaşayabilirsiniz.
İnsanlara faydalı olarak Cenab-ı Allah’ın rızasını
kazanma duygusuyla hayırlı hizmetler ardında
koşmuyorsanız pas tutup çürümeniz mukadderdir.
Ayrıca, İslam’dan başka hiçbir sistem ya da ideolojinin
insanlığa verecek birşeyi kalmamıştır. Öyleyse biz,
insanlık için bir ışık olmalıyız; bir mum kadar da olsa
etrafımızı iman nuruyla aydınlatmaya bakmalıyız.
Karanlığı aydınlatmak ancak iyi bir müslümanlıkla mümkündür.
Biz istikamet müslümanları olarak güven vadeden tavırlarımızla
gönüllere akmalıyız. Bugün bazı insanlar bize inanmıyor olabilir;
müslümanlar olarak yapageldiğimiz samimi işlerin ardında
başka gayeler arayabilirler. Bu meselede de, başkalarını
suçlama yerine bizim kendimizi tam ifade edemediğimiz hususu
üzerinde durmalıyız. İnsanlar en az 40 sene bizi seyretmeli;
hiç sapmadan, Cenab-ı Hakk’ın rızası dışında bir beklentiye
girmeden, doğru müslümanlığı yaşamaya çalıştığımızı görmeli.
İşte böyle bir kıvamda olduğunuz zaman göreceksiniz,
insanlık fevç fevç size müracaat edecek ve sizi siz
yapan hakikatlere koşacak.
kıymetini bilmediler...
Arkadaşlar beni öldürün! .
Benim yerime;
hyperactiv, görev bilincine ve
mesuliyet duygusuna sahip bir
genç yetiştirin! .
Benim yerime; günün 24 saati, her saatin 60
dakikası, her dakikanın 60 saniyesi Allah'ı düşünen bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
Allah için yaşayan, iyiliği emreden,
kötülüğü yasaklayan bir
genç yetiştirin! .
Benim yerime;
kapı kapı dolaşıp Allah'ı anlatan,
davasını anlatan, yılmadan
yıkılmadan koşan bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
ailesine, akrabalarına, komşularına, is
arkadaşlarına, tüm çevresine Allah’ı anlatan ve
bununla da yetinmeyip, deniz ötesi, okyanus ötesi diyarlara gidip
davasını anlatan bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
namazını tam ve doğru kılan, teheccüd
ve evvabin namazını
kaçırmayan bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
geceleri Allah'a dua dua yalvaran,
seccadesini göz yaşları ile
yıkayan bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
haram nedir bilmeyen, virdini dilinden
eksik etmeyen bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
işinde çok iyi olan bol rızık kazanan
ve kazandığının tamamını
Allah yolunda harcayan bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
az ile yetinen, kirada oturan
bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
Allah'ı, Resulullah'ı ve davasını;
annesinden, babasından, ailesinden, çocuğundan çok seven bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
Kurban denince, her şeyini kurban eden,
o da yetmeyince kendini
kurban eden bir genç yetiştirin! .
benim yerime gazetem, dergim, bursum,
himmetim diyen
bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
cömert olan bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
'Biz nice hayvanlar yarattık
rızıklarını yanlarında taşımazlar'
ayetini anladığını,
kazandığını biriktirmeyip dağıtarak gösteren
bir genç yetiştirin! .
Benim yerime;
aç gezen, çok gezen bir genç
Yetiştirin! .
Benim yerime;
Allah dostları zulüm altında iken tatil yapmayan,
eğlenceye gitmeyen,
televizyon seyretmeyen,
………
Bir genç yetistirin! ..
Benim yerime;
Allah dostu bir genç yetistirin! .
……………….
Alıntı
“Anladım işi; Sanat Allah’ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.
üstad necip fazıl’a göre; Şiir bir iman işi olmadıktan sonra,
çocukların çelik çomak oynamaları değerinde bir oyalanıştır..
Kendisini tedavi etmek isteyen doktorlara:
'Ben Risale-i Nur'larla insanların ve İslâmların imanını kurtarmaları için gece-gündüz çalışma diye bir kara sevda hastalığına tutulmuştum. Sizin tıbbiyenizde, doktorluğunuzda 'kara sevda' hastalığının ilacı ve tedavisi var mıdır? ' diye sorular yöneltiyordu.
Uzun, ince, tığ gibi ve gerilmiş yay gibi bir vücut.
Her zaman, ayakta ve yatakta üzerindeki elbiseleri, her an sefere hazır akıncı fedâilerin ruh halinde bir fedâi.
Daima düşünen, nurların tefekkür dünyasında yaşayan bir bahadır.
Düşman karşısında, İslâm askerlerinin önünde kılıç sallayan, Osmanlı paşaları gibi, cevvaliyet ve hareket dolu.
Bahtsız insanların, Kur'an talebelerini sanki birer adi suçlu gibi çamurlu ayaklarıyla, evlerindeki tertemiz halıların üzerlerinde dolaşarak alıp gittikleri günlerde, Selimler'in, Sinanlar'ın edası içinde, İstanbul'daki Fatih-Yavuz Selim durakları arasında, kaldırımlarda bir yürüyüşü vardı ki... bazı görülen, yaşanan ve tadılan durumlarını, ne anlatmak ne de yazmak mümkün değildir!
'Yanmayan, yakamaz! '
Konuştuğu zamanlarda gür ve tok sesiyle, kesin ve keskin cümleler kullanırdı. Sözler ağzından vecizeler halinde dökülürdü.
Muhatabını ikna eden, ona yön veren, hedef gösteren cümle ve fikirler serdederdi.
İstanbul-Süleymaniye'nin aydınlık dershanesinde, Kirazlı Mescid'in saadet dünyasına, dünyanın çeşitli belde ve ülkelerinden birçok alim insanlar gelirdi. Bunlara tesadüf ettiğim üç insan tercümanlık yaparlardı. Bazen merhum Gündüzalp Ağabey öyle ateşli ve âhenkli bir şekilde anlatırdı ki; gelen yabancılar, Türkçe bilmedikleri halde, tercümanlar da, daha tercüme etmedikleri halde, gülerek, Zübeyir Gündüzalp, anlatmak istediği o ateşîn cümle ve mânâları anladıklarını söylerlerdi. Artık tercümeye lüzum olmadığını ifade ederlerdi. En ümitsiz günlerde ve zamanlarda kendisiyle görüşen İslâm alimleri yanından sevinçlerle, ümit ve şevkle ayrılırlardı. Hazret-i Mevlânâ'nın veciz bir ifadesini duymuştum. Büyük Celaleddin Rumi Hazretleri:
çok büyük bir gerçeği veciz şeklinde ifade buyurmuş.
İşte, Kafkasları'ın bu alperen insanı, Kafkas insanın Mücahid ruhunu alan bu insan inandığı kesin hakikatın Kur'ân gerçeğini öyle ifade ederdi ki; içindeki iman ateşini karşısındaki de duyardı. Kalbindeki iman ateşiyle konuştuğu kimseleri hemen yakardı.
Hayatı İslâmın dert ve çilesi ile geçmiş, davası yolunda birçok meşakkatler çekmişti. Meşakkatler karşısında yılmayan bir kimseydi. Kur'ân davasına bağlılığın müşahhas bir timsâli, sıddıkıyetin mümtaz bir ferdiydi.
'Anam, babam ve nefsim sana feda olsun Ya Resulallah! ' diyen Sahabilerin bu asırda fedakâr bir varisi, onlar gibi herşeyini Resulullahın nuruna ve bu nurun yayılmasına hizmet için fedâ eden, bir zatı, alperendi. Mezkur gerçekleri kendisine adeta bir kartvizit yapmıştı, isim ve soy isim yapmıştı. Gündüzlerin, aydınlıkların ve Nur dünyalarının Gündüz Alp'iydi bu yiğit adam.
Genç yaşında ölmüştü. Henüz elli yaşını bile bulamamıştı. Yayınlanan mahkeme müdafaaları ve notlarından derlenen kitap ve kitapçıklar onun muhteşem şahiseyetini gösteren aynalardır. Kendisine zulmeden zalimler bile, onun 'Vur! Vur! diye haykırışından korkarak, vurmalarını bırakırlardı. Öyle bir rehber şahsiyetti ki, iman ve Kur'ân yolunda hizmet etmek isteyenlere herşeyiyle yardımcı olur ve yol gösterirdi.
risale-inur.org
Bir alp eren..
Nur'un kumandanı...