Ve yalnızlık Sigara külü kadar yalnızlık Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi Sana da Mona Roza taş bebeği bıraktık Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi Senin hatıran kadar yeri büyük ve karanlık Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi Ve yalnızlık...
Moskova Radyosu dün akşamki yayınlarında Kızıl Şair Nazım Hikmet'in Moskova'ya vardığını ve hava alanında beyanatta bulunurken 'beni yaratan Stalindir' diye bağırdığını bildirmiştir. Gene Moskova Radyosu'na göre, kızıl şair, Stalin'i göklere çıkaran şu sözleri de sarf etmiştir: '- Gözlerimin ışığını Staline borçluyum, her şeyimi ona borçluyum, o beni yarattı, o beni yaşatıyor.' (Cumhuriyet,30 Haziran 1951)
Eğer kulumuza parça parça indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, haydi onun gibisinden bir sure meydana getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer iddianızda doğru iseniz. (bakara,23.ayet)
Ve bir vakit: 'Ey Musa, biz allah'ı açıkça görmedikçe, senin sözüne kesinlikle inanmayacağız.' dediniz. Bunun üzerine sizi o yıldırım yakalayıverdi; siz de bakakalmıştınız.(Bakara,55.ayet)
O, öyle bir lütufkardır ki, sizin için yeri bir döşek, göğü bir bina yaptı ve sizin için gökten bir su indirdi de onunla çeşitli mahsullerden size bir rızık çıkardı. Siz de artık bile bile tutup da allah'a ortaklar koşmayın.(Bakara,22.ayet)
Şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini aydınlatınca ışığında yürüyorlar, karanlıklar üzerlerine çökünce de dikilip kalıyorlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini alıverirdi. Şüphe yok ki, Allah her şeye gücü yetendir.(Bakara,20.ayet)
VURGUN YEDİM Ellerinden değil, ayaklarından öpüyorum. Sebebim, ustam, kocababam, Sana yazıyorum ey gidi ihtiyar... Ellerinden değil, ayaklarından öpüyorum.
Köylüydün belki ama onurlu, mağrur, Bilirdin birçok şeyi birçok bilenden. Sıcaklar altında orak sallayan, güneşten kavrulan teni bilirdin, Kendini bilirdin kendini, Köylüydün belki ama...
Onaltı yaşındaydım, 'Birgün Türkiye tanıyacak' diyordum beni. Rençberiydim vahşi ve çılgın zaferlerin. Gülerdim benden ileri ve geri olanlara, Dengesiydim her ikisininde. Çocuksu, saf, masum gülerdim. Birazda erkekçe. Onaltı yaşındaydım...
Kırıldım belki defalarca, bilki eğilmedim. Utanmadım ruhuma çizilen resminin yırtılışından. Bir gül dalıydım koparılan, çelik bir kol. Her fırsatta kasırgalaşan yellerinde, Yerlerinde yeller eser diyebilecek kadar büyümüştüm. Kırıldım belki defalarca bilki eğilmedim.
Bu ezan hani selaya çıkar baba, nefesim acıyor. Sözlerim gözde kaldı artık, kaşlarım sual. Duymasın güzellerin gülü can birazdan giedeceğimi, Birikmesin gözlerinde intihar yüklü bulutlar. Bende yolculuk telaşı var, Bu ezan hangi selaya çıkar baba.
Vurgun yedim baba vurgun... Oltu taşı tesbihim, tütün tabakam ve siyah çakmağım şahit, Birde yüreğime çizdiğim resmin vardı yanımda. Üç damla kan düştü geceye, üç damla baldıran zehri. Vurgun yedim baba vurgun...
Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba, Altından azgın suların geçtiği demir köprüde olacaktık, rakipte olacaktı, İkimizin elinde iki ondörtlü ve gece, Birbirimize sıkarak koşacaktık birbirimize, Yıldızlar yağacaktı üzerime, beni sabaha götüren. Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba.
Bir gece düşüme giren ihtiyar adam, 'Muradolsun söyleyim oğul' dedi. 'Zafer nerde gizlidir' dedim. Ömrüne ömür can güzelin yüreğinde, 'Peki, güneş nerde saklanır' dedim 'Yavuzun atının ak yelesindesindeki sırdır oğul' dedi, bir gece düşüme giren ihtiyar adam.
Burda insanların yalnız ağzı var. Siyah beyaz bir fotoğrafın içindeyim muzdarip. Düşüncelerim kurşuna dizildi sabaha karşı, Esselatu hayrun minen nevm derken ezanlar, açıldı sonsuza giden yol. Burda insanların yalnız ağzı var...
Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can nede beyaz atın yelesindeki sırra erdim... Ve buyureyledi ötelerden o ihtiyar adam, Hoşgeldin oğlum Osman, hoşgeldin. Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can nede beyaz atın yelesindeki sırra erdim.
Çorum'un güzel bir ilçesi...
Ve yalnızlık
Sigara külü kadar yalnızlık
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi
Sana da Mona Roza taş bebeği bıraktık
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi
Senin hatıran kadar yeri büyük ve karanlık
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi
Ve yalnızlık...
Kullarına selamet veren, onları emniyete kavuşturan, gözetip koruyan...
Görüneni ve görülmeyeni bilen...
Yaradan, var eden, şekil veren...
Moskova Radyosu dün akşamki yayınlarında Kızıl Şair Nazım Hikmet'in Moskova'ya vardığını ve hava alanında beyanatta bulunurken 'beni yaratan Stalindir' diye bağırdığını bildirmiştir. Gene Moskova Radyosu'na göre, kızıl şair, Stalin'i göklere çıkaran şu sözleri de sarf etmiştir: '- Gözlerimin ışığını Staline borçluyum, her şeyimi ona borçluyum, o beni yarattı, o beni yaşatıyor.' (Cumhuriyet,30 Haziran 1951)
Eğer kulumuza parça parça indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, haydi onun gibisinden bir sure meydana getirin ve Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın, eğer iddianızda doğru iseniz. (bakara,23.ayet)
Ve bir vakit: 'Ey Musa, biz allah'ı açıkça görmedikçe, senin sözüne kesinlikle inanmayacağız.' dediniz. Bunun üzerine sizi o yıldırım yakalayıverdi; siz de bakakalmıştınız.(Bakara,55.ayet)
O, öyle bir lütufkardır ki, sizin için yeri bir döşek, göğü bir bina yaptı ve sizin için gökten bir su indirdi de onunla çeşitli mahsullerden size bir rızık çıkardı. Siz de artık bile bile tutup da allah'a ortaklar koşmayın.(Bakara,22.ayet)
Şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini aydınlatınca ışığında yürüyorlar, karanlıklar üzerlerine çökünce de dikilip kalıyorlar. Allah dileseydi işitme ve görmelerini alıverirdi. Şüphe yok ki, Allah her şeye gücü yetendir.(Bakara,20.ayet)
VURGUN YEDİM
Ellerinden değil, ayaklarından öpüyorum.
Sebebim, ustam, kocababam,
Sana yazıyorum ey gidi ihtiyar...
Ellerinden değil, ayaklarından öpüyorum.
Köylüydün belki ama onurlu, mağrur,
Bilirdin birçok şeyi birçok bilenden.
Sıcaklar altında orak sallayan, güneşten kavrulan teni bilirdin,
Kendini bilirdin kendini, Köylüydün belki ama...
Onaltı yaşındaydım, 'Birgün Türkiye tanıyacak' diyordum beni.
Rençberiydim vahşi ve çılgın zaferlerin.
Gülerdim benden ileri ve geri olanlara,
Dengesiydim her ikisininde.
Çocuksu, saf, masum gülerdim. Birazda erkekçe.
Onaltı yaşındaydım...
Kırıldım belki defalarca, bilki eğilmedim.
Utanmadım ruhuma çizilen resminin yırtılışından.
Bir gül dalıydım koparılan, çelik bir kol.
Her fırsatta kasırgalaşan yellerinde,
Yerlerinde yeller eser diyebilecek kadar büyümüştüm.
Kırıldım belki defalarca bilki eğilmedim.
Bu ezan hani selaya çıkar baba, nefesim acıyor.
Sözlerim gözde kaldı artık, kaşlarım sual.
Duymasın güzellerin gülü can birazdan giedeceğimi,
Birikmesin gözlerinde intihar yüklü bulutlar.
Bende yolculuk telaşı var, Bu ezan hangi selaya çıkar baba.
Vurgun yedim baba vurgun...
Oltu taşı tesbihim, tütün tabakam ve siyah çakmağım şahit,
Birde yüreğime çizdiğim resmin vardı yanımda.
Üç damla kan düştü geceye, üç damla baldıran zehri.
Vurgun yedim baba vurgun...
Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba,
Altından azgın suların geçtiği demir köprüde olacaktık, rakipte olacaktı,
İkimizin elinde iki ondörtlü ve gece,
Birbirimize sıkarak koşacaktık birbirimize,
Yıldızlar yağacaktı üzerime, beni sabaha götüren.
Ben böyle düşünmüyordum ölmeyi baba.
Bir gece düşüme giren ihtiyar adam,
'Muradolsun söyleyim oğul' dedi.
'Zafer nerde gizlidir' dedim. Ömrüne ömür can güzelin yüreğinde,
'Peki, güneş nerde saklanır' dedim
'Yavuzun atının ak yelesindesindeki sırdır oğul' dedi, bir gece düşüme giren ihtiyar adam.
Burda insanların yalnız ağzı var.
Siyah beyaz bir fotoğrafın içindeyim muzdarip.
Düşüncelerim kurşuna dizildi sabaha karşı,
Esselatu hayrun minen nevm derken ezanlar, açıldı sonsuza giden yol.
Burda insanların yalnız ağzı var...
Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can nede beyaz atın yelesindeki sırra erdim...
Ve buyureyledi ötelerden o ihtiyar adam, Hoşgeldin oğlum Osman, hoşgeldin.
Ne açtı yüreğini güzellerin gülü can nede beyaz atın yelesindeki sırra erdim.
Osman Öztunç