Kültür Sanat Edebiyat Şiir

Devrim Aydın
Devrim Aydın

KIYISINDA DEĞİL,TAM ORTASINDAYIM YALNIZLIĞIMIN,NE TARAFA GİTSEM ACABA? ? ? BAŞLANGICAMI,YOKSA SONAMI! ! !

  • özgürlük29.09.2008 - 01:32

    ÖZGÜRLÜK

    Özgürlük, dağların yıkılmazlığı.
    Özgürlük, ırmakların sel olup taşması.
    Özgürlük, bulutların gürlemesi.
    Sonra yağmur olup akması demek özgürlük.
    Özgürlük, güneşin, ayın ve yıldızların ışıltısı.
    Özgürlük ateş demek.
    Özgürlük rüya demek.
    Düş demek.
    Hayal edilen tatlı duygu demek.
    Özgürlük,kuşların ve böceklerin söylediği,
    Ruhları dinlendiren, duyguları okşayan, şarkı demek.
    Bağlamanın tellerinden doğan türkü demek özgürlük.
    Özgürlük, gül kokulu sevgilinin saçları demek.
    Özgürlük, mavi demek.
    Pembe demek.
    Mor demek.
    Gökkuşağının renkleri demek özgürlük.
    Özgürlük, dostluk, barış, kardeşlik demek.
    Özgürlük, şairin söylediği şiir demek.
    Özgürlük, yarın demek.
    Çocuk demek.
    Sen demek özgürlük.
    Özgürlük, sevgi demek.
    Özlem demek.
    En kutsal sözcük 'ÖZGÜRLÜK' demek

  • kadın23.07.2008 - 03:33

    Bir kadın güçlüdür aslında.

    Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını
    sevmez. İster ki erkeğin gücü kendisine huzur versin. Kendi kendine
    yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın
    olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
    Ancak kadını gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak
    istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

    Bir kadın sevgilidir aslında.

    İçinde her zaman sevgiyi taşır. Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz.
    Sevdiklerini kolay kolay. kıramaz. Zor sever ama tam sever. Bir kadının tam
    anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi
    gerekir. Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız. Belki kolayca
    yüreğine girebilirsiniz. Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk
    edilebilirsiniz. Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun
    nedeni ise engelleyemedikleri 'acımak' duygusudur.

    Bir kadın yalnızdır aslında.

    Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz. Kendisine ait bir dünyası
    vardır ve orada hep yalnızdır. O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
    Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz. Yalnızlık onun sığınağıdır. O
    sığınağa ne zaman gireceğine,ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
    Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

    Bir kadın çılgındır aslında.

    Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez. Yaratıcılığının sınırı
    yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça
    harcamaz yaratıcılığını. Sadece erkeğine saklar. Bir kadının gerçek erkeği
    olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü yaşamınız asla
    sıradan olmayacaktır.

    Bir kadın hayattır aslında.

    Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
    Yemek yemek. su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi
    kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını
    anlayabiliyor musunuz?
    Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz.

  • deniz gezmiş19.07.2008 - 02:58

    Olayıdım olayıdım oyy
    Okur yazar olayıdım oyy
    Deniz mahkemeye düşmüş
    Avukatı ben olaydım...”

    Şarkışla türküsünü Deniz için yakan yaşı yetmişe ermiş bir Türk anası-

  • kürt13.07.2008 - 02:55

    Kimdir Kürt? Kimlerdendir? Dağdan mı gelmiştir, yoksa bağdan mı
    kovulmuştur? Kürt kelimesi, bizim toplumsal skalamızda nereye oturuyor?

    Bu, kimliği olmayan 'sözde vatandaş' yaşamımızın hangi köşesinde kendinebir yer buluyor? 'Türkiye Türklerindir', 'Türk'ün Türk'ten başka dostu
    yoktur' vs. cümlelerinin ülkenin dağını/taşını, köyünü/kentini,
    caddesini/mahallesini, gazetesini/televizyonunu kapladığı bu diyarda, Kürt
    ne anlam ifade ediyor bizler için, herkes için?

    Sahiden 'Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur' derken, 'Türk'ün Türk'ten
    başka dostu vardır; o da Kürt'tür' diyebilecek olgunluğa erişebilecek mi
    bu topraklar?

    Türkiye'de yaşayanlar, Kürtler üzerine hayata kazınmışları bilirler. İşte
    onlardan birkaçı: 'İstanbul'a gelmesinler, Ankara ya da başka büyük
    kentlere de gelmesinler, tatil bölgelerine de gitmesinler, Irak'taki
    soydaşlarıyla gönül bağı kurmasınlar, kendilerine ait bir dilleri olduğunu
    öne sürmesinler, DTP'ye oy vermesinler, Meclis'te temsil edilmesinler,
    işportacılık yapmasınlar, tezgâhtarlık da yapmasınlar, bir araya
    gelmesinler, sokaklarda çok dolaşmasınlar, aralarında Kürtçe dedikleri
    şeyi konuşarak alenen ortaklıkta olmasınlar, yurtdışına filan gitmesinler,
    gidenleri de bir araya gelip dernek filan kurmasınlar, maazallah Irak'a da
    gitmesinler, oturdukları yerlerdeki ekonomik ve sosyal koşullardan şikâyet
    etmesinler, dırdır yapmasınlar, mümkünse tiplerini değiştirsinler; sarışın
    ve yakışıklı olsunlar'. Kürtlerin şehirlerde, dağlarda, Kerkük'te ve
    dünyanın her yerinde bir sorun olarak karşımıza dikilmesinin ardında ne
    var sizce?

    Farkında mıyız, ötekileştiriyoruz...

    'Yahudi Psikanalist' Freud, Slovaj Zizek'in altını çizdiği gibi, Nazi
    ideolojisinin tırmanış dönemine denk düşen Monoteizm ve Tek Tanrılı
    Dinler'de Yahudi kimliğinin mihenk taşı olan Peygamber Musa'nın kökeninin
    gerçekte Mısır olduğunu yazmıştı.

    Eğer Musa Mısırlı ise, Yahudi kimliğinin otantikliği yok demektir. Başka
    bir deyişle, 'Yahudi yoktur' diyor Freud anti-Semitizm'e cevaben. Musa'nın
    kökenine ilişkin tezin doğruluğu-yanlışlığı bir yana, ilginç soru şu:
    Niçin bu stratejiyi seçerek en başta Yahudi'yi kimliğinden ediyor Freud?
    Bu soruyu ilk aşamada Zizek'in milliyetçiliği tartışmak için kullandığı,
    tren seyahatinde karşılaşan bir Polonyalı ile bir Yahudi'ye dair 'Yahudi
    fıkrası' ile yanıtlayalım.

    Vagonda Yahudi'yle karşılıklı oturan Polonyalı, hazır rastlamışken punduna
    getirip, Yahudi'den zengin olmanın sırlarını öğrenmek istemektedir ve
    sonunda merakını yenemeyip, muhabbetin bir yerinde sorar: 'Söyler misin,
    siz Yahudiler insanların cebini son kuruşuna kadar boşaltıp servet
    biriktirmeyi nasıl başarıyorsunuz? '

    Yahudi cevap verir: 'Tabii söylerim; ama bedavaya olmaz, önce bana 5 zloty
    ver.' Yahudi bu parayı aldıktan sonra anlatmaya başlar: 'Önce ölü bir
    balık bul, kafasını kes ve içine içi su dolu bir bardak yerleştir. Sonra
    gece yarısı, ay tam tepedeyken, bir bardağı bir kilisenin bahçesine
    göm...' Polonyalı açgözlü bir tavırla, 'Ee' diye sözünü keser, 'Bütün
    bunları yaparsam, ben de zengin olur muyum? ' 'Öyle hemen olmaz' diye cevap
    verir Yahudi, 'Daha başka şeyler de yapman lazım; ama geri kalanını
    öğrenmek istiyorsan 5 zloty daha vermelisin! ' Yahudi parayı aldıktan sonra
    hikâyesine devam eder: 'Seni aşağılık herif, ne yapmak istediğini
    anlamadım mı sandın? Bu işin sırrı mırrı yok, sen sadece cebimi son
    kuruşuna kadar boşaltmaya çalışıyorsun! ' Yahudi sakin sakin, uysal bir
    tavırla cevap verir: 'İşte şimdi biz Yahudilerin bu işi nasıl yaptığını
    anladın...'

    Bu fıkrada, Zizek'in önemli bulduğu nokta, Yahudi'nin Polonyalıyı
    aldatmamış olması, sözünü tutup ona insanların cebini nasıl
    boşaltabileceğini öğretmesi ve Polonyalının farkında olmaksızın gerçeği
    söylemesidir; bu gerçek orada 'sır' olmadığı gerçeğidir. Çünkü Yahudi'nin
    'sırrı', 'Polonyalının Yahudi hakkındaki fantezisinden -ya da 'bizim',
    'onların' davranış kalıplarına, kimliğine özgü beklentilerimizden- başka
    bir şey değil aslında.

    Aynı nedenle, Polonyalının aldatıldığını söyleyemeyiz; aldatılıyorsa bile,
    bunun nedeni Yahudi değil, kendisinin 'ötekine' (Yahudi'ye) ait
    fantezileridir.' Bizim de Kürtlere karşı beslediğimiz duyguların
    temelinde, onları ötekileştirip fantezi dünyamıza hapsettiğimiz gerçeği
    olmasın? Ya da onlara karşı hissettiğimiz şey, tam anlamıyla 'içimizdeki
    terör'ün bir yansıması olmasın?

    İnsanı gıdıkladığı kadar işaret ettiği tuhaf insanlık hali nedeniyle derin
    derin düşündüren bir fıkra da bizden verelim:

    Bir Lazla bir Kürt birlikte idam sehpasına çıkarılır. Cellât, iki
    kurbanından önce Kürt'e son arzusunu sunar. Kürt, 'Anamı görmek isterim'
    der. Cellât, 'Kabul' deyip Laz'a döner; 'Senin son arzun nedir? ' Laz cevaplar; 'Kürt, anasını görmesin.'

    Bu iki fıkranın bize gösterdiği şu: Semptom yoksa kimlik de yoktur. Yahudi
    figürü olmasaydı Nazi milliyetçiliğinin söyleyebileceği pek bir şey de
    olmayacaktı.

    Aynı şekilde, Kürtler de olmasaydı, Türklerin söyleyecek hiçbir şeyleri
    olmayacaktı. 'Kimliğin ardındaki travmatik boşlukla karşılaşmayı semptom
    sayesinde (ve 'öteki' pahasına!) yapay bir şekilde önleyerek illüzyonlarla
    yaşayabilir insan; bunu seçmeyenler içinse, semptomu yorumlamak tek çare.'
    Ve semptomu yorumlamanın mantıki uzantısı, semptomla özdeşleşmek (ki
    Lacancı etik de bu şekilde beliriyor) : 'Biz hepimiz Kürt'üz' diyebilmek.
    Ya da: Biz hepimiz zenciyiz, Ermeni'yiz, Alevi'yiz...

    Çıkış noktası olarak, toplumu ve toplumsal bağları homojen, antagonizm
    içermeyen statik bir 'bütünlük' olarak görmekten vazgeçmek gerekiyor.

    Vazgeçmemiz gereken bu 'makro' bakış, ister istemez, bir semptom olarak
    'öteki' figürüne ihtiyaç duyacaktır. Bunun tersine, sadece Lacan, Zizek
    değil, Levinas, Derrida gibi birçok başka filozofun da öne sürdüğü gibi,
    toplumsallığı 'ötekine' karşı duyulan bir sorumluluk çerçevesinde yeniden
    tariflemek gerekiyor.

    Etik/politik tavır da, böylece, 'millet', 'biz' gibi bağların
    gerektirdiği/dayattığı normları, kuralları ve inançları izlemekte değil,
    bunları öteki ile karşılaşma çerçevesinde yeniden gözden geçirmekte
    belirecektir.

    'Öteki' sadece yakınımızda oluşandan ötürü bile bizi bu yeniden düşünmeye,
    'refleksiyona' zorlayan kişi.

    İçimizdeki terörle yüzleşmek...

    Etik tavır, 'biz' ya da 'ötekinin' kimliğine ilişkin sorulardan ve hatta
    'toplum'dan önce gelen bir tavır. Öteki ile karşılaşma, toplumsal bağın
    kendisinin kurulması için yapısal olarak gerekli; zira yabancı figürü
    olmadan ne 'biz'den ne de 'onlar'dan söz edebiliriz.

    Öteki olmazsa, tam da varlığını öteki ile karşılaşmaya dayandırdığı için,
    toplumsal bağ da yok olmaya mahkûm (Bu nedenle Yahudi kıyımı, Nazizm'in de
    yıkımı ya da toplumsal akışkanlığın kendini yok etmeye yönelen 'ölüm
    çizgileri'ne dönüşmesi anlamına gelmiyor mu?) .

    Kürtler şu anda çıplak ve çıplaklık, gerçek bir kimliğin oluşumu
    engellendiğinde ortaya çıkar. Bu çıplaklık, toplumsal bağlam tarafından
    imkânsız kılındığında dağılan performansa dayalı sahte bir kimliğin
    parçasıdır.

    Bu noktadan sonra, Kürtleri sevdiğimizi söylememiz de, bu sahte kimliği
    yeniden üretmekten başka bir işe yaramayacaktır. Peki, bütün bu
    belirtilenlerden sonra, içimizdeki terör nereye oturuyor?

    Kürtler neden sürekli 'içimizdeki terör'ün ve 'içimizdeki faşizm'in
    görünür/gönüllü kurbanları oluyorlar? Neden onlardan nefret ediyoruz?
    Sürekli böyle düşünmekle, Kürtleri ağır ağır öldürmekte olduğumuza
    inanmıyor muyuz?

    En büyük kötülük bu değil mi, insanın ağır ağır ölmekte oluşu? Bu tersine
    dönüş, ruhumuzun derinliklerine işlemiş durumda. Bunun çözülmesinin tek
    yolu, ardında gizlenen terörle yüzleşip onu güncelleştirmektir. Çünkü her
    birimiz, gerçekle karşılaşmaktan duyduğumuz korkunun tutsağıyız.

    Bachmann ne demişti: 'İnsanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir,
    insanın insana yaptıklarındandır.'

    İçimizdeki terörle yaşanılacak yüzleşme, kendiliklerin de daha bir güzel
    ortaya dökülmesini, ifade alanları bulabilmesini sağlayacak.

    Kendiliğimizin asıl kurbanı 'içimizdeki terör', 'içimizdeki yabancı' ve
    'içimizdeki faşizm' çözülecek.

    Bu kendilik, tüm sürecin gerçeğini görmeyi neredeyse imkânsız hale getiren
    bir itaat tarafından çarpıtılmış bir kendilik olmaktan çıkacak. İşte tam
    da burada, biz Kürtleri yeniden göreceğiz.

    O zaman içimizdeki yabancı olan Kürtlerle ilişki kuracak ve böylece
    kendimizi yeniden tanıyacağız. Çünkü unutmayalım ki, bir yabancıyı nasıl
    düşündüğünüz, onunla nasıl ilişkili olduğunuzdan bağımsız değildir;
    yabancıyla nasıl ilişkili olduğunuz da kendinizle nasıl ilişkili
    olduğunuzdan bağımsız değildir.

    Yani, Kürtleri tanımakla aslında kendinizi tanıyacaksınız. Kürtlere bakın,
    onlarda kendinizi göreceksiniz...

    ALINTIDIR...

  • Kürt İsimleri111.07.2008 - 21:05

    Agîr (ateş)
    • Amed (diyarbakır)
    • Alân (yankı)
    • Aram (huzurlu)
    • Arî (kül)
    • Ardil (yürek ateşi)
    • Aştî (barış)
    • Azad (özgür)
    • Asmîn (dağ çiçeği)
    • Bargiran (Dertli)
    • Baran (yağmur)
    • Berfin (kardelen)
    • Berfo (kar)
    • Bawer (inanan)
    • Berat (serbest)
    • Bengî (tutku)
    • Berken (güleryüzlü)
    • Berzan (rehber,bilen)
    • Birîndar (yaralı)
    • Berdan (bırakılmak)
    • Berîvan (süt sağan kadın)
    • Bervan (Berîvan’ın erkeği)
    • Beritan (Yaylaya giden kız)
    • Cejn (bayram)
    • Cîwan (genç,delikanlı)
    • Çîya (dağ)
    • Derbas (geçen)
    • Delal (sevgili,değerli,aziz)
    • Dewran (çağ, zaman)
    • Dilan (halay)
    • Dîcle (dicle)
    • Dîldar (aşık, sevdalı)
    • Dijvar (zor, çetin)
    • Dîyar (belli, belirgin
    • Dîlaver (cesur)
    • Dîlovan (alçakgönüllü)
    • Dilxweş (memnun)
    • Dilbirîn (yaralı gönül)
    • Êgit (yiğit)
    • Êzman (gök yüzü)
    • Êvdal (yoksul, gezgin)
    • Férat (Fırat)
    • Gewrî (kumral)
    • Gûlé (Gülüzar)
    • Hawar (çığlık)
    • Hélîn (kuş yuvası)
    • Héjâ (değerli)
    • Hébûn (varoluş)
    • Heval (arkadaş)
    • Hogîr (cana yakın)
    • Hûner (sanat)
    • Jîyan (yaşam)
    • Jîr (akıllı, zeki)
    • Kânî (su çeşmesi)
    • Kendal(eşik)
    • Kévin (Saçaklardan sarkan buz)
    • Kulîlq (çiçek)
    • Peyman (anlaşma)
    • Pélîn (yaprak)
    • Lérzan
    • Mérxas (yiğit)
    • Mîzgîn (müjde)
    • Mîran (mir)
    • Nalîn (inlemek)
    • Newroz (Nevruz)
    • Neçirvan (avcı)
    • Rezan (öncü)
    • Reber (rehber)
    • Rében (zavallı)
    • Rizgar (kurtuluş)
    • Ronî (göz ışığı)
    • Robin (güneşi görmek)
    • Rojda(güneş doğuşu)
    • Rojbîn (gün kokusu)
    • Roza (gündoğumu)
    • Rozerîn (tanyeri)
    • Ronahî (aydın)
    • Rûken (sempatik)
    • Rûhat (gelen gün)
    • Serhad(doğuanadolu)
    • Sérger(öncü, rehber)
    • Sérdal (dal üstü)
    • Sosin(çiçek çeşidi)
    • Şérwav (savaşçı)
    • Şérin (tatlı)
    • Şérmîn (utangaç)
    • Şîlan (Tomucuk)
    • Şiwan (çoban)
    • Şîrwan (sütçü)
    • Şîyar (uyanık,hedef)
    • Wélat (vatan)
    • Xane (hanım)
    • Xemgîn (üzgün)
    • Xezal (ceylan)
    • Yékbûn (tek)
    • Zana (bilge)
    • Zélal (berrak, duru)
    • Zîlan (çığlık)
    • Zınar (kaya)
    • Zozan (yayla)

  • nazım hikmet01.07.2008 - 04:09

    Yarı dalgalı deniz olmaz.
    Deniz ya durulmalı;
    Ya da kudurmalı.
    Bıçak ya kınında durmalı;
    Ya da kemiğe kadar oturmalı.
    Yarım dudak verilmemeli sevgiliye,
    Öpülmeyecekse eğer.
    Sen ya benim olmalısın.
    Ya hiç kimsenin.
    Bense ya senin olmalıyım;
    Ya da yok olmali

    Nazim Hikmet

  • ateist28.06.2008 - 02:39

    Ateizm,bazilarimizin sandigi gibi kin ve nefretten olusan bir düsünce akimi degil,mantiksal yaklasimlarla tanrinin varolup olamayacagini sorgulayan ve buna inanan bir düsüncedir.Saygi duymak gerekir,inanip inanmamak kisilerin kendi tercihleridir.bu yüzden kimsenin kimseye hakaret etmeye hakki yoktur.

  • ölüm27.06.2008 - 02:17

    ÖLÜMDEN NEDEN KORKAYIM Kİ
    BEN VARKEN O YOK
    O VARKEN
    BEN YOKUM

  • istanbul24.06.2008 - 21:11

    Bence Orhan Veli Kanik cok güzel tarif etmis Istanbul´u

    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
    Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
    Yavaş yavaş sallanıyor
    Yapraklar, ağaçlarda;
    Uzaklarda, çok uzaklarda,
    Sucuların hiç durmayan çıngırakları
    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Kuşlar geçiyor, derken;
    Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
    Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
    Bir kadının suya değiyor ayakları;
    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Serin serin Kapalıçarşı
    Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
    Güvercin dolu avlular
    Çekiç sesleri geliyor doklardan
    Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
    Loş kayıkhanelerıyle bir yalı;
    Dinmiş lodosların uğultusu içinde
    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Bir yosma geciyor kaldırımdan;
    Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
    Bir şey düşüyor elinden yere;
    Bir gül olmalı;
    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

    İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
    Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
    Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
    Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
    Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
    Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
    İstanbul'u dinliyorum.

    Orhan Veli Kanik

  • dost23.06.2008 - 05:00

    DOST DEDİĞİN SENİ SEVEN
    BİRİ OLMADIĞINDA BİLE
    SENİ SEVENDİR
    SARILACAK BİRİ OLMADIĞINDA
    SANA SARILANDIR
    KATLANILMAZ OLDUĞUNDA
    SANA KATLANAN
    SENİNLE AĞLAYAN SENİNLE GÜLENDIR