Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • Abdurrahman Gazi (Erzurum)19.03.2007 - 16:06

    Abdurrahman Gazi, Erzurum’un kuzeydoğu istikametinde türbesi bulunup, kendisinin Sahabe-i Kiram’dan olduğu bilinen bir zat-ı muhteremdir. Türbe, kesme taşlardan yapılmıştır. Hemen yanıbaşında aynı adla bir cami vardır. Türbe içindeki mezar bir sandukadan ibaret olup boyu yaklaşık 3.5 m kadardır. Bu uzunluğun şahsın kendi uzunluğu olduğuna inanılır. Bu türbe hakkında şöyle bir rivayet dilden dile dolaşır. Münkire karşı verilen savaşta Abdurrahman Gazi kellesi kopmuş olduğu halde başını koltuğuna alıp başsız olarak düşmanı kovalamaktadır. Bunu gören bir bayan sesli olarak “şu adama bakın başı koltuğunda yinede düşmanı kovalıyor” diyince Abdurrahman Gazi oracıkta şehit düşer ve üzerine bugün ki türbe inşa edilir. Şehri adeta kucağına almış olan Abdurrahman Gazi hazretleri, bir manevi mimar ve muhafız görevi üslenmiştir. Özellikle yaz aylarında bahçesi bir seyrangah olarak kullanılır.

  • Abdurrahman Gazi19.03.2007 - 16:02

    Abdurrahman Gazi, Erzurum’un kuzeydoğu istikametinde türbesi bulunup, kendisinin Sahabe-i Kiram’dan olduğu bilinen bir zat-ı muhteremdir. Türbe, kesme taşlardan yapılmıştır. Hemen yanıbaşında aynı adla bir cami vardır. Türbe içindeki mezar bir sandukadan ibaret olup boyu yaklaşık 3.5 m kadardır. Bu uzunluğun şahsın kendi uzunluğu olduğuna inanılır. Bu türbe hakkında şöyle bir rivayet dilden dile dolaşır. Münkire karşı verilen savaşta Abdurrahman Gazi kellesi kopmuş olduğu halde başını koltuğuna alıp başsız olarak düşmanı kovalamaktadır. Bunu gören bir bayan sesli olarak “şu adama bakın başı koltuğunda yinede düşmanı kovalıyor” diyince Abdurrahman Gazi oracıkta şehit düşer ve üzerine bugün ki türbe inşa edilir. Şehri adeta kucağına almış olan Abdurrahman Gazi hazretleri, bir manevi mimar ve muhafız görevi üslenmiştir. Özellikle yaz aylarında bahçesi bir seyrangah olarak kullanılır.

  • kazım yurdalan01.03.2007 - 12:45

    • Manda ve himaye kabul edilmez
    • Kuva-ı Milliyeyi amil, Milli İradeyi hakim kılmak esastır.
    • Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür asla parçalanamaz.

    Bu kararlara bakıldığında akla hemen Erzurum ve ERZURUM KONGRESİ gelir. Yıl 1918, mevsim yaz ve aylardan Temmuz. Bu mevsimde Anadolu köylüsünün, işçisinin, çiftçisinin kısacası bilumum insanın işten ve çalışmaktan başka bir düşüncesinin olamayacağı akla gelir. Zira aklına bu düşünceyi getirenlerde haksız sayılmazlar. Çünkü zaman dirlik yığma zamanı, zaman dağ gibi gelip 9 ay hiç gitmek bilmeyen bir kışı en ez sıkıntıyla atlatma hazırlıklarının yapılması zamanı. Ancak ne varki vatanın diğer yerlerinde olduğu gibi Erzurum ve Erzurumlunun da, çift, çubuk, tarla, sapan aklına gelmemekte, bütün gününü düşünerek, planlar yaparak ve bir çıkış yolu bulma gayretiyle geçmektedir. Çünkü vatan işgal altındadır, çünkü Anadolu kuşatılmıştır, çünkü Erzurum düşman çizmesiyle çiğnenmeye başlamıştır. İşte hal böyle olunca “evlat, avrat, yar, tarla tohum, sapan düşünecek zaman değil” diyen Erzurumlu haykırışa geçmenin zamanı gelmiş diye haykırmıştır. “Vatan bir bütündür asla parçalanamaz”. Bu haykırışın tam olarak yerini bulması ve havada kalmaması içinde 23 Temmuz 1918 tarihinde yapılan kongreye büyük bir heyecan ve de kararlılıkla katılmışlardır. Tüm hazırlıklarını tamamlayan Mustafa Kemal ve beraberindekiler kongre günü çok önemli bir sorunla karşılaşmışlardır. O da, kongrenin delege sayısının tamam olması, Mustafa Kemal ile Rauf Orbay’a boş kontenjan bulunmaması. Şayet delegelerden birileri istifa edipte boş yer açılmasa Mustafa Kemal ve Rauf Orbay kongreye üye olarak katılamayacaklardı. Böylelikle de Mustafa Kemal’in kongreye başkanlık etmesi sözkonusu olmayacaktı. Bunun üzerine gerçek amacın ve niyetin delege yada şu bu olmak olmadığı, asıl amacın vatanın kurtulması olduğu şuurunda olan kongre delegelerinden Cevat DURSUOĞLU ve KAZIM YURDALAN istifa etmiş ve yerlerine Mustafa Kemal ile Rauf Orbay seçilmiştir. İşte vatanın kurtuluşunda emeği geçen bu kişilerin nelerin önünü açtıklarını, nelere vesile olduklarını varıp düşünüz. Görünüşte basit bir istifa gibi görülen olay, gerçekleşmemesi halinde umutların, şevklerin ve gayretlerin nasıl sonu olacağı iyi düşünülmelidir.

  • cevat dursunoğlu01.03.2007 - 12:43

    • Manda ve himaye kabul edilmez
    • Kuva-ı Milliyeyi amil, Milli İradeyi hakim kılmak esastır.
    • Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür asla parçalanamaz.

    Bu kararlara bakıldığında akla hemen Erzurum ve ERZURUM KONGRESİ gelir. Yıl 1918, mevsim yaz ve aylardan Temmuz. Bu mevsimde Anadolu köylüsünün, işçisinin, çiftçisinin kısacası bilumum insanın işten ve çalışmaktan başka bir düşüncesinin olamayacağı akla gelir. Zira aklına bu düşünceyi getirenlerde haksız sayılmazlar. Çünkü zaman dirlik yığma zamanı, zaman dağ gibi gelip 9 ay hiç gitmek bilmeyen bir kışı en ez sıkıntıyla atlatma hazırlıklarının yapılması zamanı. Ancak ne varki vatanın diğer yerlerinde olduğu gibi Erzurum ve Erzurumlunun da, çift, çubuk, tarla, sapan aklına gelmemekte, bütün gününü düşünerek, planlar yaparak ve bir çıkış yolu bulma gayretiyle geçmektedir. Çünkü vatan işgal altındadır, çünkü Anadolu kuşatılmıştır, çünkü Erzurum düşman çizmesiyle çiğnenmeye başlamıştır. İşte hal böyle olunca “evlat, avrat, yar, tarla tohum, sapan düşünecek zaman değil” diyen Erzurumlu haykırışa geçmenin zamanı gelmiş diye haykırmıştır. “Vatan bir bütündür asla parçalanamaz”. Bu haykırışın tam olarak yerini bulması ve havada kalmaması içinde 23 Temmuz 1918 tarihinde yapılan kongreye büyük bir heyecan ve de kararlılıkla katılmışlardır. Tüm hazırlıklarını tamamlayan Mustafa Kemal ve beraberindekiler kongre günü çok önemli bir sorunla karşılaşmışlardır. O da, kongrenin delege sayısının tamam olması, Mustafa Kemal ile Rauf Orbay’a boş kontenjan bulunmaması. Şayet delegelerden birileri istifa edipte boş yer açılmasa Mustafa Kemal ve Rauf Orbay kongreye üye olarak katılamayacaklardı. Böylelikle de Mustafa Kemal’in kongreye başkanlık etmesi sözkonusu olmayacaktı. Bunun üzerine gerçek amacın ve niyetin delege yada şu bu olmak olmadığı, asıl amacın vatanın kurtulması olduğu şuurunda olan kongre delegelerinden Cevat DURSUOĞLU ve KAZIM YURDALAN istifa etmiş ve yerlerine Mustafa Kemal ile Rauf Orbay seçilmiştir. İşte vatanın kurtuluşunda emeği geçen bu kişilerin nelerin önünü açtıklarını, nelere vesile olduklarını varıp düşünüz. Görünüşte basit bir istifa gibi görülen olay, gerçekleşmemesi halinde umutların, şevklerin ve gayretlerin nasıl sonu olacağı iyi düşünülmelidir.

  • eşo(erzurumlu eşref)01.03.2007 - 12:01

    Eşo (Erzurumlu Eşref) , efsane buya. Tarih hep bir rivayet üzere yol almıştır. Bazen kaftan kafa hükmeden hükümdarlar, bazen bir dağdan diğer dağa kılıç çalarak on küffarın kellesini uçuran kahramanlar, bazen de vücudunda sağlam yer kalmadığı halde yinede gelen oklara aldırmadan bayrağı burçlara diken yiğitler. İşte Eşo da bu böyle bir kervandan. Asıl adı Eşref’tir. Ancak Erzurum’da kültürünün derinliğinin ve yüreklerdeki sıcaklığın dillerdeki samimiyete yansımasıyla oluşan bir ahenkle Eşo denmiştir. Erzurum’da Üç Kümbetler mevkiinde ikamet etmekteydi. Kendisi hiç evlenmemiş ailesiyle birlikte oturmuştur. İlk bakıldığında hasta olduğu izlenimi bırakan Eşo, ancak gerçekte dünyaya ve onun nimetlerine meyletmeyen bir saki, bir Allah dostudur. Sürekli ağlardı. Evet sürekli ağları, ancak kimse onun neden ağladığını bilemezdi. Bazen, halk ağzıyla “Eşo yine acıkmış yada bir şey istiyorki ağlıyor” denilip geçilirdi. Ancak o hiçbir zaman isteyeceği yada alamadığı şeylere ağlamazdı. Ancak bir gerçek vardı ki o hep ağlardı, hep ağlardı. Elbetteki güldüğüde olmuştur. Ancak görenler pek nadirdir. Belkide hiç yoktur. Çünkü o hep geceleri sokağa çıkardı. Kim bilir, dünyanın ışığıyla ayan beyan ortaya çıkan ve görülmemesi gereken şeyleri görmektem korkardı ki hep gece çıkardı. Dedim ya elbette güldüğüde olmuştur. Ancak onu güldüren şeylerin ne olduğunu ancak onunla beraber gülen simalar fark eder ve onunla beraber gülen gözler görürdü. Taki yine bir akşam vakti onu görünce üzerine atlayıp, boynuna sarılıp yüzünü gözünü öpen subayın bu hareketiyle ortalığı saran karanlık gibi. Bu hareketinin nedeninin ne olduğu sorulduğunda subay, Kore’de nam-ı diyar yedi kat çemberin yarılmasında onun en ön saflarda yer aldığını söylemesiyle bu karanlık aydınlanmıştır. Evet demek ki o meşhur yedi kat çember, o meşhur kuşatma ve o meşhur sarılma, yanı anlayacağınız o Türk Tugayı henüz 10-12 günlük bir zamandır gitmişken içine düştüğü ve takvimlerin 7 Kasım 1950 yi gösterdiği o meşhur Kunuri Savaşları. İşte Erzurum’un dışında ki türbe ve ziyaretgahlarda namaza durduğu görülüp aynı anda başka başka yerlerde görülen Eşo, Kunuri’de Allah için masumiyet için kılıç çekme kerameti.

  • Ali Şükrü bey01.03.2007 - 12:00

    Ali Şükrü Bey, Ali Şükrü Bey, deniz yüzbaşı rütbesindeyken askerlikten istifa ederek Trabzon milletvekili olarak siyasete atılmış, İttihat ve Terakki'ye muhalif bir çizgi izlemiştir. İngilizlerce İstanbul'un işgalinden son Osmanlı Meclisi Mebusan'ının Misakı Milli kararını almasında rol oynamış, ardından Mustafa Kemal'in çağrısına uyarak Ankara'ya gelmiştir. Dini hassasiyetleri ve karşı çıktığı konularda sözünü sakınmamasıyla dikkati çeken Ali Şükrü Bey, bu özellikleri dolayısıyla muhalif milletvekillerin çevresinde toplandığı kişi olmuştur. 'Hakimiyeti Milliye Gazetesi'ne karşılık 'Tan Gazetesi'nı neşretmeye başlamıştır. İngilizceye hâkimiyeti sayesinde Ankara'nın izlediği siyasetin uluslararası alandaki yansımalarını dış basından takip ediyor, özellikle Lozan müzakerelerinin gidişatıyla ilgili olarak zaman zaman TBMM'ye verilen resmi bilgiyle dış kaynaklı haberler arasında çelişkileri gündeme getiriyordu. İsmet İnönü'nün Lozan'da, 'hariciyeci olmaması sebebiyle' acemice davrandığı, daha ötesi TBMM'nin verdiği yetki sınırlarının dışına çıkarak müzakereleri yürüttüğü kanısındaydı. Siyasette ve takibatta önemli bir şahsiyete sahip olan Ali Şükrü Bey, Topal Osman tarafından bugün bile tam olarak açıklanamayan bir sebeple öldürülmüştür.

  • alaca24.02.2007 - 16:34

    ALACA, Erzurum’da ermeni mezaliminin en dayanılmazını yaşamış bir köydür. Binsekizyüzlü yılların sonlarına doğru, kendilerine yıllarca ekmek ve güven vermiş Osmanlı Devletine karşı, İngilizlerin lojistik, Rusların ise silah desteğiyle saldıran ve isyanlar çıkaran Ermeniler, Kafkas bölgesinden yavaş yavaş iç bölgelere ilerlemeye başlamışlardır. Sarıkamış dramı ve Kars’ın düşmesinden sonra iyice yüz bulan Ermeniler, Hınçak ve Taşnak ermeni örgütlerini kurarak katliamlarına hız vermişlerdir. Bu iki ermeni örgütü ideolojik olarak birbirlerine çok ters olmalarına rağmen, ermeni saldırganlığı sözkonusu olunca hiçbir ayrım gözetmeksizin birlikte hareket etmişlerdir. Rus Çarlığı tarafından bölgeye görevlendirilen General Mazmanov, bu çeteleri kayıtsız ve şartsız destekleyerek ilerlemelerine yardımcı olmuştur. Ermeniler, böylesi bir destekle Erzurum ili Oltu ilçesinde 3 yıl kadar süren bağımsız bir devlete hükümet ortaklığı dahi yapma konumuna gelmişlerdir. Bununla da yetinmeyerek Ardahan, Narman bölgelerini sinsi plan ve gayriyasal hareketlerle geçip Erzuruma gelmişlerdir. Her geçtikleri yerde taş üstünde taş, çocuk ve kadın gövdesi üstünde baş bırakmamışlardır. Gebe kadınlar karınlarından hançerlenmiş, camilere doldurulan insanların üzerlerine gaz yağı dökülerek yakılmış, kapalı mekanlara doldurulan insanların içine üzerine gaz yağı dökülüp ateş verilmiş mandalar salınmış ve daha nice nice akla gelmeyecek işkenceler yapılmıştır. Bu olayların vahametini o dönemler bu bölgelerde görev yapan Fransız bir gazeteciden dinlemek bile insanın kanını damarlarında dondurmaya yetmektedir. Ermeni çeteleri Erzurumdan, Mamahatun, Humlar, Mercan, Erzincan istikametinde katliamlarla ilerlerken, Erzurumun batı kısmında yer alan ve şehre yaklaşık 35 km mesafede olan ALACA KÖYÜNE de girmişlerdir. Bu köyde 260 tanesi çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere toplam 500 insanı hunharca katletmişler ve toplu olarak gömmüşlerdir. Bu hunharlıkları ALACA KÖYÜ’yle sınırlı kalmayıp Merdiven, Kandilli vb köylerde de devam etmiştir. Alaca köyündeki bu toplu mezar daha sonraki kazılarda ortaya çıkarılarak, katliam ve vahşet dünyaya gösterilmiştir. Yıl içinde anma gününde tüm dünyaya neşredilmesine rağmen medeniyet beşikleri (!) halen daha görmemeye ısrar etmektedirler.

  • aziziye tabyası24.02.2007 - 15:55

    Bir şimşek çakıyor yine bir şimşek
    Çakıyor Erzurum tabyalarından
    Dizilmiş nameler nineler tek tek
    Bakıyor Erzurum tabyalarından

    Aziziye Tabyası, dış kaynaklı bir bütçe ile şehrin doğu girişine siyah kesme taşlarla Erzurum Halkının güvenliğini muhafaza amacıyla inşa edilmiş bir sığınaktır. Özellikle 1877-1878 yani halk deyimiyle 93 Harbi (Rumi 1293) ile Moskof baskısı artmış ve o dönemlerde kendilerine devletin çok üst makamlarında yer verilen Ermeniler, çeteleşerek ciddi katliamlarla moskofun tetikçiliğini yapmaya başlamışlardır. Aynı dönemlerde birçok cephede mücadele vermek zorunda kalan Osmanlı Devleti, ciddi bir yıpranma ve bunun akabinde de zayıflama konumuna gelmiştir. Öyleki devlet, bir yandan ayakta kalma mücadelesi verirken, diğer yandan da tabya diye tabir edilen sığınaklarda halkını şiddetli çatışmalara karşı koruma yoluna gitmiştir. Aziziye Tabyasıda böyle bir düşüncenin ürünü olarak bugün aynı mahalde abide olarak durmaktadır. Tabya, döneminde çok ciddi ve de kanlı çatışmalara şahitlik yapmıştır. Bu çatışmaların şiddeti tabya gezildiği zaman çok daha iyi anlaşılmaktadır. Gelen top mermilerinin etkisiyle surlardan kopan onlarca tonluk parçalar metrelerce ötelere giderek bu olaylara belgelik yapmaktadır.

  • sarıkamış24.02.2007 - 15:21

    Sarıkamış, kimine göre uygun pistleriyle kış sporları ve turizmi için bir kayak merkezi, kimine göre serhat bir ilin ilçesi, kimine göre Kınalı Kuzuların bağrında ebedi istirahata çekildiği bir seyrangah, kimine göre ise geniş ormanlarıyla çok sayıda ormancı ve evlatlarını yutmuş bir kuyu. Her kesime göre değişen bir efsane ve değişen bir hikaye ve değişen bir destan. Ancak geçmişte her ne olursa olsun, bugün bağrını Allahuekber Dağlarına dayayıp, Erzurum Tabyalarına selama durmuş vaziyette Kazım Karabekir Paşa ve beraberindeki emsali nadir ordusunu beklemekte olan bir abide.

  • Hüseyin Avni Ulaş24.02.2007 - 15:15

    Hüseyin Avni Ulaş, 1887'de o gün Erzurum’ a bağlı Kığı-Kümbet köyünde doğmuştur. İstanbul'da hukuk öğrenimi görüp, 1919'da Erzurum ve Sivas Kongrelerine katılmıştır. Birinci TBMM milletvekilliğine kadar Son Osmanlı Mebusan Meclisi üyeliğini yapmıştır. 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplanan Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nin kapatılmasından sonra, 23 Nisan 1920'de Ankara'da açılan TBMM'ye katılmıştır. 1921'in sonlarında İkinci Grubun önde gelen isimlerindendir. Bu grubun desteğiyle 9 Kasım 1922'de TBMM ikinci başkanlığına seçilmesine rağmen 1923 seçimlerinde meclis dışı kalmıştır. Siyasi ve kültürel manada önemli bir kişiliğe sahip olan Hüseyin Avni ULAŞ, 1945'de kurulan Millî Kalkınma Partisi'nin kurucuları arasında olup, 23 Şubat 1948'de İstanbul'da ölmüştür.