İsmail Emre (1900-1970) İsmail Emre Adana'da yasamis, mektep, medrese yüzü görmemiş ümmi bir mutasavvuftur. Okuyup yazmasi yok denecek kadar azdır. Buna rağmen o, tasavvufi değeri çok yüksek olan şiirler söylemistir.
Babam, Kabe'yi yaptı, Taşı aldı Dünya'dan. Ben geldim, Gönül yaptım, Kapısı Bütün İnsan.
(1630-1694) Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet Beşiri’nin torunudur.Tasavvuf ehlidir. Taassup ve cehaletle mücadele etmiş, pürüzsüz bir Türkçe kullanmıştır.Gaybi Divanı, Sohbetname, Biatname, Ruhul Hakika, Akaidname, Makasıdı Ayniye ve Hüda Rabbim başlıca eserleridir.
Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda, Hep hüviyettir görünen, yok Huda dan maada...
«İnsanı Kâmil» diye anilan ÖZe ermişlerden Abdülkerim Ceylî «âlemlerin hepsinin aslının hayâl» olduğunu «İnsanı Kâmil» adli eserinde oldukça geniş bir şekilde izah etmistir.
« Halkın misali kar gibidir yağan; Sen ondaki suya benzersin akan.. Tahkimimizde kar ne? Sudan başka; Bir de hükmünü icraya çağıran.. Lakin kar eriyince hükmü kalkar; İş biter. Hüküm suyun olur kalan.. Zıtları topladın bir güzellikte; Kar yok oldu, odur ancak parlayan.. »
Aya öfkelenmişim ben işte böyle kapkaranlık bir gece olmuşum
Padişaha kızmışım çırılçıplak bir yoksul olmuşum
Güzeller sultanı gel demiş evine çağırmış beni
Ben bir yolunu bulmuşum, yola başkaldırmışım.
Sevgilim baş çeker, naz ederse, gamlara atar kararsız korsa beni
Bir kere bile ah demeyeceğim inad için, ah’a da kızmışım ben.
Oraya gitme demedim mi sana?
Seni yalnız ben tanırım demedim mi?
Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi benim?
Bir gün kızsan bana, alsan başını yüzbin yıllık yere gitsen
Dönüp kavuşacağın yer benim demedim mi?
Demedim mi şu görünene razı olma
Demedim mi sana yaraşır otağ kuran benim asıl.
Onu süsleyen bezeyen benim demedim mi?
Ben bir denizim demedim mi sana.
Sen bir balıksın demedim mi,
demedim mi o kuru yerlere gitme sakın.
Senin duru denizin benim demedim mi?
Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?
Demedim mi senin uçmanı sağlayan benim,
senin kolun kanadın benim, demedim mi?
Demedim mi yolunu vururlar senin,
demedim mi tövbeni bozarlar senin.
Oysa senin ateşin benim, sıcaklığın benim demedim mi?
Türlü şeyler derler sana demedim mi.
Ölmezlik kaynağını kaybedersin, yani BEN’ i kaybedersin demedim mi?
Söyle, bunları sana hep demedim mi?
Mevlana
Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben hem de o sırları saklayanım.
Bu gönül ne vakit durulacak bilmem
Ama şu anda hiç kımıldamadan da duran benim,
Yürüyüp giden de ben.
Ben bir denizim kendi varlığı içinde taşan,
Uçsuz bucaksız,alabildiğine geniş, kıyısız, hür bir deniz.
İki dünya da yok oldu gitti bende
Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni, ne o dünyadan.
Sen bizim aynımızsın dedim ey can!
Amma yaptın dedi, o da ne demek.
Şu gördüklerin hep benim.
Yoksa dedim sen O musun?
“Hey, kendine gel! Sus! ” dedi.
“Benim ne olduğum dile gelmez..”
Öyleyse dedim sana işte dilsiz, dudaksız konuşan biri.
Yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi.
İşte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri.
“Böyle koşup durmak” dedi bir ses “senin nene gerek? ”
Bak bana, apaçık ortadayım da gene gizliyim
Sen beni gör asıl Beni!
Eşi bulunmaz bir gizli maden olmuşum
Eşi bulunmaz bir deniz olmuşum ben
Tebrizli Şems’i gördüm göreli.
Mevlana
Beri gel daha beri daha beri,
Bu yol vuruculuk nereye dek böyle.
Bu hır gür bu savaş, nereye dek.
Sen bensin işte, ben senim işte.
Ne diye bu direnme böyle ne diye,
Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık ne diye.
Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek.
Ne diye böyle şaşı olmuşuz ne diye.
Zengin yoksulu hor görür ne diye,
Sağ soluna yan bakar ne diye.
İkisi de senin elin ikisi de.
Peki kutlu ne kutsuz ne?
Topumuz bir tek inciyiz, bir tek.
Başımız da tek, aklımız da tek.
Ne diye iki görür olup kalmışız,
İki büklüm gök kubbenin altında ne diye?
* * *
Sen habire gevele dur bakalım
Habire usul boylu birlik çam ağacı de
Sonu nereye varır bunun nereye
Şu beş duyudan, altı yönden
Varını yoğunu birliğe çek birliğe
Kendine gel benlikten çık uzak dur
İnsanlığa karıl, insanlara,insanlarla bir ol
İnsanlarla bir oldun mu bir madensin bir ulu deniz
Kendinde kaldın mı, bir damlasın, bir dane
Ama sen canı da bir bil bedenide
Yalnız sayıda çoktur onlar alabildiğine
Hani şu bademler gibi, bademler gibi
Ama hepsindeki yağ bir.
Dünyada nice diller var, nice diller
Ama hepsinde anlam bir
Sen kapları testileri hele bir kır
Sular nasıl bir yol tutar gider
Hele birliğe ulaş, hır gürü savaşı bırak
Can nasıl koşar, bunu canlara iletir.
O, yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân'ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?
Sonra gözünü tekrar tekrar döndür (bak) . Göz âciz ve bitkin halde sana dönecektir. (Mülk 3.4)
Bu gün AHMED benim
ama dünkü Ahmed değil.
Bu gün anka benim,
ama yemle beslenen kuşcağız değil.
Enel hak kadehiyle bir yudum içen sızdı hak şarabından,
Şişelerle, küplerle içtim ben sızmadım.
Ben sultanların aradığı sultan,ben hacetler kıblesiyim.
Gönül kıblesiyim ben.
Ben Cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben.
Ben saf aynayım, sırrım dökülmemiş paslanmamışım.
Ben kin dolu bir gönül değilim, tur i sina nın gönlüyüm ben.
Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum
benim sarhoşluğumun sonu yok.
Tarhana çorbası içmem ben,
can yemeği yerim, içerim can şerbeti.
İşte sararttı seni bir gümüş bedenlinin özlemi, altın haline geldin artık.
Sen altına aşıksın, altın benim rengime aşık.
Gönlü saf sufiyim ben,
benim tekkem alem, medresem dünya benim.
Değilim abalı sufilerden.
İster yakarış eri ol sen, meyhane eri istersen,
bundan sanki ne çıkar.
Yok Cumartesi imiş yok Cuma imiş, bence ne farkı var.
Gerçeğin tadını alan er,
ne altına aldırış eder,
ne kalender tacına bakar.
Ne tasası vardır, ne kini.
Ey Tebrizli hak Şemsi,
yüzünü göstermeseydin sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun,
ne gönlü olurdu, ne dini...
Seni bu hüsnü cemal ile kemal ile görüp, korktular Hak demeye; döndüler insan dediler.
Bu yol sevdadan geçer,
Sevenler 'lâ' dan geçer.
İsmail Emre (1900-1970)
İsmail Emre Adana'da yasamis, mektep, medrese yüzü görmemiş ümmi bir mutasavvuftur.
Okuyup yazmasi yok denecek kadar azdır. Buna rağmen o, tasavvufi değeri çok yüksek olan şiirler söylemistir.
Babam, Kabe'yi yaptı,
Taşı aldı Dünya'dan.
Ben geldim, Gönül yaptım,
Kapısı Bütün İnsan.
(1630-1694)
Kalburcu Şeyhi Pir Ahmet Beşiri’nin torunudur.Tasavvuf ehlidir. Taassup ve cehaletle mücadele etmiş, pürüzsüz bir Türkçe kullanmıştır.Gaybi Divanı, Sohbetname, Biatname, Ruhul Hakika, Akaidname, Makasıdı Ayniye ve Hüda Rabbim başlıca eserleridir.
Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,
Hep hüviyettir görünen, yok Huda dan maada...
«İnsanı Kâmil» diye anilan ÖZe ermişlerden Abdülkerim Ceylî «âlemlerin hepsinin aslının hayâl» olduğunu «İnsanı Kâmil» adli eserinde oldukça geniş bir şekilde izah etmistir.
« Halkın misali kar gibidir yağan; Sen ondaki suya benzersin akan.. Tahkimimizde kar ne? Sudan başka; Bir de hükmünü icraya çağıran.. Lakin kar eriyince hükmü kalkar; İş biter. Hüküm suyun olur kalan.. Zıtları topladın bir güzellikte; Kar yok oldu, odur ancak parlayan.. »