.... Çözüyorsun yüzünü benden Bir darağacına bağlıyorsun Suda eriyen renkli gözlerini. Karakalemim kırılıyor Gölgen olmaya yetemiyorum Yeniden diriliyor kanımda Sesli harflerle başlayan intiharım.. Kaybediyorum seni Can kaybediyorum Sen gidiyorsun İçinde taşıyorsun cinayetimi.
Ey Hasan Hüseyin’im! Benim gibi acemi şaire ilham veren, Karacaoğlan’a “bacanak” diyen usta şairim! “Haziranda ölmek zor.” Diyorsun. Bırak bu ağızları, Temmuzda da ölmek zor,Ağustosta da, Biliyorsun. Var mı ki ölümün kolay zamanı? Değişmez hiçbir şey Eylül olsa da, Ha Mayısta ölmüşsün / ha Haziranda.
Aslında / ölüm değil belimizi büken, Dağ başında yalnız yaşayan bir ağaç gibi Sevgiliyi / sevgilisiz bırakması zor. Bir zamanlar sende akan ırmağının, Kendine başka yatak araması zor.
Ah Hasan Hüseyin! Nasıl inanırım sözüne? Nerede / ne zaman olursa olsun, Bir gün ölüm gelecek / bunu bilmek zor, Haziranda olmuş / Temmuzda olmuş, Sevgiliyi bırakıp dört yol ağzında Çaresiz / meçhule / yalnız gitmek zor.
Dinle beni Karacaoğlan’ın bacanağı: Ölümün zamanı önemli değil, Sonrasında herşeye veda etmek zor! İçememek kahve ve sigarayı Başkaları keyfine dem vururken Yaşama bir kalem çekivermek zor! Aslında ölümden beter olanı, Sevgiliyi başka elde görüvermek zor!
Bembeyaz akşamlara çıkmak Deniz kıyılarında ya da dağ başlarında Daha doğar doğmaz sarhoş Pırıl pırıl bir günden Akşam gelin gibi süzüle süzüle Yamaçlardan ağır ağır inerken Seni duymak seni sevmek seni okşamak Seni konuşmak ve seni susmak İlk karanlıkla birlikte erkenden
Senin hazırladığın sofraya oturmak Senin yaydığın çarşafların üzerine Uzanıp uzun uzun düşünmek seni Dünyayı yepyeni güzelliklerle Yeniden yaratır gibi Elinle kapladığın yorganı örtünüp Seni duymak seni düşünmek seni bulmak Haritaya yeni bir ada yazdırır gibi Her yanını her şeyini öğrenmek Saçlarını boynunu sırtını belini Kollarını omuzlarını dizlerini ayaklarını Hatta ayıp olmasın en gizli yerlerini Yani baştan sona seni ezberlemek
“nedir bu? ... -içinde yaramın kabuğu var... -yaranın kabuğu mu? -düşündüm ki fotoğraf vermekten iyidir, fotoğrafa bakar bakar alışırsın...ama yara öyle değildir,etimden bir parçadır, ne zaman baksan acırsın... -insan sevdiğine yarasını verir mi? ”
Bu sözler miydi beni bu kadar etkileyen yoksa, ben miydim sözlere fazladan mana yükleyen bilemiyorum... İnsan sevdiğine yarasını verir miydi, onu hiç bilmiyorum... Sadece ağlamaklı bir ruh, hüzün taşıyan bir çift göz taşıyorum küçücük bedenimde... Aklımda binlerce fotoğraf karesi taşıyorum, içlerine girdiğimde yolumu kaybettiren! Susa durduğum binlerce fotoğraf karesi... Yüzleşemediğim anılarım var kalbimin her köşe başında... İnsan kalbinden kaçar mı? Evet, kaçar! Onunla yüzleşemediği anlar da, yaralarını görmek istemediği anlar da kaçar... Her yolun en keskin virajında eli bırakılan bir çocuksan eğer, kalpten de kaçarsın bu diyarlardan da…
Kalan, Senfonisi kırık bir zaman, Üstü yağmur, Altı çamur bir şehrin hikayesi, Kaldırım yontan ayakların, Sevda mesafesi, İpek han içinde, Bekleşen silüetlerin, Kafeterya güncesi, Ve tutuşmanın yerine, Küllenmenin, Gecelenen gölgesi, Anlat sevdiğim, Savur beni rüzgarınla, Dinler seni serçe ürkekliğinde, Kanat çırpan gençliğim, Bu kaçıncı gelmeyişin, Kaçıncı mekan, Zamansız sırtımdan bıçaklandığım, Bu kaçıncı sevda sevdiğim, Anlaşılmayan, Dokunma artık aşk’a, Kaç hayat var, Bizi bizden saklayan, Yürekte paylaşılandan başka, Gel gör ki, Bir masal değil hayat, Düşlerinde bir hayal, Kendi kaderine suskunluk, Tarihine şairsiz kalan sanat, Gözleri ela, Sözleri yüreğimde saklanan, Takvim yaprağı sevdiğim, Durma benden öte, Yürürken, Karşına aldığın denize bak, Martıların çığlıklarında, Aforizmalar tünerken, Paradokslarında felsefe, Götürülürken sınırsızlığına, Elimdeki son mumu da sen yak, Ki bilsin seni yüreğim, Tanısın gözlerinden, Öpüşsün dudakların kumsalda, Yağmurla yıkansın, Uzaklığındaki bedenim, Kalsın ne kalacaksa, Sonrasına, Şehrimden sana, Aşk gibi, Erişemediğim...
rahat uyu dehlizinde yeni pijamalar alacağım sana ölümün bile tanımadığı dükkanlardan yeni piranalar salacağım denizine bir kaldırımdan ötekine koşuşturan telaşlı şehir budalalığı her seferinde gözlerine yazılan
güvercinlere yem atıyorum
üşüşüyorlar
biri sensin biliyorum
biri sensin
bulamıyorum
....
Çözüyorsun yüzünü benden
Bir darağacına bağlıyorsun
Suda eriyen renkli gözlerini.
Karakalemim kırılıyor
Gölgen olmaya yetemiyorum
Yeniden diriliyor kanımda
Sesli harflerle başlayan intiharım..
Kaybediyorum seni
Can kaybediyorum
Sen gidiyorsun
İçinde taşıyorsun cinayetimi.
''Acemi bir kalemden çıkmış gibi alınyazım
Biraz okunaksız biraz da kafiyesiz ''
demiş şair..
Ey Hasan Hüseyin’im!
Benim gibi acemi şaire ilham veren,
Karacaoğlan’a “bacanak” diyen usta şairim!
“Haziranda ölmek zor.” Diyorsun.
Bırak bu ağızları,
Temmuzda da ölmek zor,Ağustosta da,
Biliyorsun.
Var mı ki ölümün kolay zamanı?
Değişmez hiçbir şey Eylül olsa da,
Ha Mayısta ölmüşsün / ha Haziranda.
Aslında / ölüm değil belimizi büken,
Dağ başında yalnız yaşayan bir ağaç gibi
Sevgiliyi / sevgilisiz bırakması zor.
Bir zamanlar sende akan ırmağının,
Kendine başka yatak araması zor.
Ah Hasan Hüseyin!
Nasıl inanırım sözüne?
Nerede / ne zaman olursa olsun,
Bir gün ölüm gelecek / bunu bilmek zor,
Haziranda olmuş / Temmuzda olmuş,
Sevgiliyi bırakıp dört yol ağzında
Çaresiz / meçhule / yalnız gitmek zor.
Dinle beni Karacaoğlan’ın bacanağı:
Ölümün zamanı önemli değil,
Sonrasında herşeye veda etmek zor!
İçememek kahve ve sigarayı
Başkaları keyfine dem vururken
Yaşama bir kalem çekivermek zor!
Aslında ölümden beter olanı,
Sevgiliyi başka elde görüvermek zor!
İllegal bir sevdanın eyleminde yüreğim
Pusatlanmış
Militan duruşlar barınır dağlarımda gayrı
Yarım kalmış duygular yüklenir sırtıma
Nazlı yarin kokusu tüter burnumda buram buram
Bekleme beni her sabah ezanında
Ağlama anne
...
..
.
Bembeyaz akşamlara çıkmak
Deniz kıyılarında ya da dağ başlarında
Daha doğar doğmaz sarhoş
Pırıl pırıl bir günden
Akşam gelin gibi süzüle süzüle
Yamaçlardan ağır ağır inerken
Seni duymak seni sevmek seni okşamak
Seni konuşmak ve seni susmak
İlk karanlıkla birlikte erkenden
Senin hazırladığın sofraya oturmak
Senin yaydığın çarşafların üzerine
Uzanıp uzun uzun düşünmek seni
Dünyayı yepyeni güzelliklerle
Yeniden yaratır gibi
Elinle kapladığın yorganı örtünüp
Seni duymak seni düşünmek seni bulmak
Haritaya yeni bir ada yazdırır gibi
Her yanını her şeyini öğrenmek
Saçlarını boynunu sırtını belini
Kollarını omuzlarını dizlerini ayaklarını
Hatta ayıp olmasın en gizli yerlerini
Yani baştan sona seni ezberlemek
“nedir bu? ...
-içinde yaramın kabuğu var...
-yaranın kabuğu mu?
-düşündüm ki fotoğraf vermekten iyidir, fotoğrafa bakar bakar alışırsın...ama yara öyle değildir,etimden bir parçadır, ne zaman baksan acırsın...
-insan sevdiğine yarasını verir mi? ”
Bu sözler miydi beni bu kadar etkileyen yoksa, ben miydim sözlere fazladan mana yükleyen bilemiyorum... İnsan sevdiğine yarasını verir miydi, onu hiç bilmiyorum... Sadece ağlamaklı bir ruh, hüzün taşıyan bir çift göz taşıyorum küçücük bedenimde... Aklımda binlerce fotoğraf karesi taşıyorum, içlerine girdiğimde yolumu kaybettiren! Susa durduğum binlerce fotoğraf karesi... Yüzleşemediğim anılarım var kalbimin her köşe başında... İnsan kalbinden kaçar mı? Evet, kaçar! Onunla yüzleşemediği anlar da, yaralarını görmek istemediği anlar da kaçar... Her yolun en keskin virajında eli bırakılan bir çocuksan eğer, kalpten de kaçarsın bu diyarlardan da…
Kalan,
Senfonisi kırık bir zaman,
Üstü yağmur,
Altı çamur bir şehrin hikayesi,
Kaldırım yontan ayakların,
Sevda mesafesi,
İpek han içinde,
Bekleşen silüetlerin,
Kafeterya güncesi,
Ve tutuşmanın yerine,
Küllenmenin,
Gecelenen gölgesi,
Anlat sevdiğim,
Savur beni rüzgarınla,
Dinler seni serçe ürkekliğinde,
Kanat çırpan gençliğim,
Bu kaçıncı gelmeyişin,
Kaçıncı mekan,
Zamansız sırtımdan bıçaklandığım,
Bu kaçıncı sevda sevdiğim,
Anlaşılmayan,
Dokunma artık aşk’a,
Kaç hayat var,
Bizi bizden saklayan,
Yürekte paylaşılandan başka,
Gel gör ki,
Bir masal değil hayat,
Düşlerinde bir hayal,
Kendi kaderine suskunluk,
Tarihine şairsiz kalan sanat,
Gözleri ela,
Sözleri yüreğimde saklanan,
Takvim yaprağı sevdiğim,
Durma benden öte,
Yürürken,
Karşına aldığın denize bak,
Martıların çığlıklarında,
Aforizmalar tünerken,
Paradokslarında felsefe,
Götürülürken sınırsızlığına,
Elimdeki son mumu da sen yak,
Ki bilsin seni yüreğim,
Tanısın gözlerinden,
Öpüşsün dudakların kumsalda,
Yağmurla yıkansın,
Uzaklığındaki bedenim,
Kalsın ne kalacaksa,
Sonrasına,
Şehrimden sana,
Aşk gibi,
Erişemediğim...
rahat uyu dehlizinde
yeni pijamalar alacağım sana ölümün bile tanımadığı dükkanlardan
yeni piranalar salacağım denizine
bir kaldırımdan ötekine koşuşturan telaşlı şehir budalalığı
her seferinde gözlerine yazılan
saati geri al yeniden yazılsın ayrılık
Seni unutmamaya karar verdim.
İsteseydim çok rahat yapardım bunu...!