Denizde bir su damlacığıydı.. Güneşin yakıcı sıcağına dayanamadı, buhar oldu aşık oldu güneşe. Yükseldi güneşine varmak için.. yükseldi yükseldi.. Tam 'yetiştim' derken sevdanın soğuğunu tattı. Sevgiye dair bütün şevki kırıldı. Su damlacığına dönüştü sonra. Ağırlaşığını hissetti dayanamadı ağlamaya başladı. Arzın o muhteşem görüntüsünü seyre dalmaya mecali yoktu, bıraktı kendini dünyaya. Tam 'buna da alıştım' derken daha soğuk olan nefretle karşılaştı. Nefret etti herşeryen. Kini kendine zarar verdi ne yazık ki! Ama ölüm yoktu kar tanesi için. Bir tanesi daha olmayacak şekilde farklı ve bir o kadar da mükemmel bir şekle büründü. Bıraktı okyanusların engin sularına kimseye benzemeyen vücudunu. Bırakmasaydı keşke.. Bırakmasaydı, çünkü herkes gibi olacaktı. Heyhat! Reva mıydı onca acıdan sıkıntıdan sonra kazandıklarını karşılıksız iade etmek..
Dogmadan bahsediliyor ateizmde. Ben de eskiden ateistim derdim. Eğer birşey sonsuzsa değişmemesi gerekmezz mi? Dogma olan şey sabit kalır, birşey zamanla değişiyorsa onun başı ve başı oduğu için sonu da vardır...
Ağzını, kalemini, klavyesini ve terbiyesini gereksiz yere, birilerine saçma sapan hakaret etme duygusunu tatmin etmek için bozanları temizleyecek kadar kuvvetli bir sabun satın almak istiyorum. Öyle çok olsun ki ülkem cennete dönene kadar bitmesin...
Aklımın kaçmak istediği noktalarda o kadar çok tabular var ki.. Kendilerine yer yurt edinmişler. Bırakmıyorlar beni çıkayım dışarı.. Bırakmıyorlar ki gökyüzünün tadına varayım.. ılık ılık esen rüzgarın tenimi okşaması onlara çok geliyor. Beni ben olmaktan çıkaran tabular olduğu gibi insanları insan olmaktan çıkaran da tabulardır sanırım. Ne mümkündür ki bunlardan kurtulmak! Bari birlikte yaşamayı öğrensem.. o da yok ki.. 'Eflatun Kar'ın kazandığı geceye ben de şahidim. Darısı us tabularımın başına...
Bediüzzaman hakkında düşüncelerimi yazmaya kalksam sayfalar dolusu yazı çıkar. Onu anlatmak yerine Bediüzzaman kelimesini anlatayım: Bediüzzaman zamanın en iyisi demektir. Bu lakap herkese verilen bir lakap değildir. Dünayada sadece iki kişi bu lakabı almaya layık görülmüştür. Bu lakap tüm islamla yönetilen ülkelerin hocalarının şeyhlerinin vs. ortak olarak aldıkları bir karardır. Yani birinin itiraz etmesi bu lakabı geri almaya yeter.Geri aldıran olmamış.. Tarihte sadece iki kişi var. Biri Bediüzzaman-ı Hamedani, diğeri Bediüzzaman Said Nursi. Avrupa'nın tüm filozoflarını yere sermiştir, kimse yazdıklarına itiraz edememiştir, çünkü yazdğı herşeyi delillerle anlatmaktadır.. Şu anda hızla artan ve katılımcısı artan sempozyumlarla hala ne kadar emsalsiz bir şahıs olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Amerika, İngiltere, Rusya, Filipinler ve daha bir çok ülkenin seçkin üniversitelerinin profesörleri sempozyumlara gelebilmek için fikir beyan edebilmek için sıraya giriyorlar. Yazdığı kitaplar; Allah, Peygamberler, Dünya ölüm sonrası vs yani kısaca iman hakkında herşeye delillere dayandırarak cevap vermektedir. Ki bunu 35'in üstünde dile çevrilmesiyle de anlamak sanırım kolay. Burdan herkese sesleniyorum: Kimin aklında ne soru varsa Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'una danışsın.. Cevapsız soru yok. Ben tüm sorularıma cevap bulamanın keyfi ve mutluluğu içinde yaşıyorum... Bu sebeple Bediüzzaman deyince aklıma yaşama zevki geliyor. Soru işaretsiz bir hayat!
İnsanlar sıkıntıya düştüklerinde, bu sıkıntı, kendisi yada etrafındaki insanların düzeltebileceği türden değilse eğer, bilinçaltında da olsa kendisinin aciz olduğunu, her şeyin bu kadar muntazam ve düzen içinde işlediğini görüp kendisi üzerinde işleyen gerçek gücü görür. Ve O'na el açar. Fakat ateistler için şöyle bir durum vardır; Ateistler asi ruhlu olduklarından dolayı başlarına yukarıda bahsettiğim gibi bir olay geldiği zaman(fakir olsun zengin olsun fark etmez) kendi üzerindeki güce boyun eğmek yerine hayatın kendisine hak olarak verilmesiyle, sanki her şeyin kendisine verilmesi gerekiyormuş gibi bir düşünce hezeyanına kapılıp isyan eder. Fakat isyan etmek de çare olmadığından[çünkü eğer varsa(ki var) isyan etmesinin ona zarar vereceğini bilir.] inanmama yolunu seçerek kendisi için en kolay en rahat yolu seçmiş olur.
Ateizm bir inançsızlık değildir bence. Ateizm de bir inanç çeşididir. Ortada sanatlı bir eserin olması onun sanatkarının olduğunu açıkça ortaya koyar. Çorba için gerekli olan yağı suyu mercimeği tuzu vs. leri yanyana koyup kendi kendine çorba olmasını beklemek ahmaklıktır. Bu sebepten ateizm denilen şey aslında hiçbirşeye inanmamak değil, mevcut inanılanlara inanmamaktır. Ateism, bir inanç olduğu kadar mevcut durumlara isyan edenlerin seçtiği bir yoldur. Ayrıca atesim dinlerin getirdiği sorumluluklardan kaçmak için kullanılan bir kaçış yoludur. Ateism denilince, aklıma akıntının tersine yüzmeye çalışan balıklar geliyor.. Milyonlarca aklın birleştiği bir konuya ters düşmek akıntıya ters yüzmek yada rüzgara karşı işemek gibi bir durum sanırım. Ve son olarak atesim denilince araştırmayan ve araştırmadan yaşamayı seçen güruh geliyor. Kim olursa olsun,hangi dine inanır olursa olsun terbiyeli olmalı ve istisnasız herkes, herkesin inancına saygı duymalı. Dinlerin temelinde hoşgörü yatar, ki Ateism de bir inançsızlık inancı olması hasebiyle Ateistlerin de, müslümanların da ve diğer tüm dinlere inanan insanların birbirlerine saygılı olması gerekir. Şahıs rencidesi ve değer verilen kişilere dil uzatılması çok ayıptır ve Türkiye'de yaşayan hiçbir insanıma yakışmadığını düşünüyorum. Eğer Allah yoksa müslümanların çektiği, sadece sıkıntıdır ateistlerin gocunmasına gerek yok, ve eğer varsa Ateistlerin çekeceği cezayı da kimin vereceğini çok iyi biliyoruz. Bunu yazmak istemezdim çünkü buraya insana kelime ne çağrıştırıyorsa o yazılmalı. Laf atışmaları, bir kelimede yada kelime gurubunda onunla ilgisi hiç olmayan şeyleri anlatmak bu siteye üye olma şerefine sahip kültürlü insanlara hele hiç yakışmıyor. İşe yarayacağını ümit ediyorum...
Kürt insanın ortası yoktur. Riyakarı arkadan vuranı yoktur. Doğuya gidenler bilirler. Kürdün iyisi dünyanın en iyisidir, kötüsü de en kötüsü... Örnek mi istersiniz; Selahaddin Eyyubi iyiler arasında iken, Abdullah Öcalan denilen alçak da en kötüler arasında...
Bazı yiyecekler vardır kurutulmak için.. kurutulduktan sonra da aynı sene içinde büyük ihtimalle tüketilir. Kız kurusu adını taşıyanlar korkmasın, isteyen çıkar elbet... Fakat rutubetli ortamda kalıp küflenmemek koşuluyla..
Hayallerim mesken tutmuş zihnimin ta en derin noktalarını. Öyle derindeki, ne bulup çıkarmaya imkan var nede onları yok etmeye. Bekliyorlar işte kısaca. Sıkılmanı, kendisine başvurulmasını bekliyorlar. Değişmiyorlar da.. Olmayacak hayallerin peşinde koşup duruyorsun sonra. Bazen şevke geliyorsun. Yapacağına dair ümitler peydahlanıyor yüreğinde. Koşmaya başlıyorsun acemice. Bütün gücünle bütün yüreğinle koşuyorsun, maksut noktaya ulaşmak için. Dakikalar saatleri, aylar yılları takip ediyor.. Bir ara dönüp de arkana bakmak, ne kadar yol kat ettiğine bakıyorsun. O da ne! Arpa boyu kadar yol alamamışsın. O şevkin seni o saçma sapan hayallerinle seni zihninin o derin noktalarına terk ediyor. Bu çorbanın üstüne bir de ne kadar salak olduğunu hissetmen tuz biber oluyor. Salaklığın da hayallerinle birlikte boşuna koşturduğun yüreğinde yaralar açıyor. Ve ne yazık ki akıllanmak bilmeyip zihnini yine başlıyorsun taramaya…
Denizde bir su damlacığıydı.. Güneşin yakıcı sıcağına dayanamadı, buhar oldu aşık oldu güneşe. Yükseldi güneşine varmak için.. yükseldi yükseldi.. Tam 'yetiştim' derken sevdanın soğuğunu tattı. Sevgiye dair bütün şevki kırıldı. Su damlacığına dönüştü sonra. Ağırlaşığını hissetti dayanamadı ağlamaya başladı. Arzın o muhteşem görüntüsünü seyre dalmaya mecali yoktu, bıraktı kendini dünyaya. Tam 'buna da alıştım' derken daha soğuk olan nefretle karşılaştı. Nefret etti herşeryen. Kini kendine zarar verdi ne yazık ki! Ama ölüm yoktu kar tanesi için. Bir tanesi daha olmayacak şekilde farklı ve bir o kadar da mükemmel bir şekle büründü. Bıraktı okyanusların engin sularına kimseye benzemeyen vücudunu. Bırakmasaydı keşke.. Bırakmasaydı, çünkü herkes gibi olacaktı. Heyhat! Reva mıydı onca acıdan sıkıntıdan sonra kazandıklarını karşılıksız iade etmek..
Dogmadan bahsediliyor ateizmde. Ben de eskiden ateistim derdim. Eğer birşey sonsuzsa değişmemesi gerekmezz mi? Dogma olan şey sabit kalır, birşey zamanla değişiyorsa onun başı ve başı oduğu için sonu da vardır...
Ağzını, kalemini, klavyesini ve terbiyesini gereksiz yere, birilerine saçma sapan hakaret etme duygusunu tatmin etmek için bozanları temizleyecek kadar kuvvetli bir sabun satın almak istiyorum. Öyle çok olsun ki ülkem cennete dönene kadar bitmesin...
Aklımın kaçmak istediği noktalarda o kadar çok tabular var ki.. Kendilerine yer yurt edinmişler. Bırakmıyorlar beni çıkayım dışarı.. Bırakmıyorlar ki gökyüzünün tadına varayım.. ılık ılık esen rüzgarın tenimi okşaması onlara çok geliyor. Beni ben olmaktan çıkaran tabular olduğu gibi insanları insan olmaktan çıkaran da tabulardır sanırım. Ne mümkündür ki bunlardan kurtulmak! Bari birlikte yaşamayı öğrensem.. o da yok ki..
'Eflatun Kar'ın kazandığı geceye ben de şahidim. Darısı us tabularımın başına...
Bediüzzaman hakkında düşüncelerimi yazmaya kalksam sayfalar dolusu yazı çıkar. Onu anlatmak yerine Bediüzzaman kelimesini anlatayım: Bediüzzaman zamanın en iyisi demektir. Bu lakap herkese verilen bir lakap değildir. Dünayada sadece iki kişi bu lakabı almaya layık görülmüştür. Bu lakap tüm islamla yönetilen ülkelerin hocalarının şeyhlerinin vs. ortak olarak aldıkları bir karardır. Yani birinin itiraz etmesi bu lakabı geri almaya yeter.Geri aldıran olmamış.. Tarihte sadece iki kişi var. Biri Bediüzzaman-ı Hamedani, diğeri Bediüzzaman Said Nursi. Avrupa'nın tüm filozoflarını yere sermiştir, kimse yazdıklarına itiraz edememiştir, çünkü yazdğı herşeyi delillerle anlatmaktadır.. Şu anda hızla artan ve katılımcısı artan sempozyumlarla hala ne kadar emsalsiz bir şahıs olduğu anlaşılmaya çalışılmaktadır. Amerika, İngiltere, Rusya, Filipinler ve daha bir çok ülkenin seçkin üniversitelerinin profesörleri sempozyumlara gelebilmek için fikir beyan edebilmek için sıraya giriyorlar. Yazdığı kitaplar; Allah, Peygamberler, Dünya ölüm sonrası vs yani kısaca iman hakkında herşeye delillere dayandırarak cevap vermektedir. Ki bunu 35'in üstünde dile çevrilmesiyle de anlamak sanırım kolay. Burdan herkese sesleniyorum: Kimin aklında ne soru varsa Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'una danışsın.. Cevapsız soru yok. Ben tüm sorularıma cevap bulamanın keyfi ve mutluluğu içinde yaşıyorum... Bu sebeple Bediüzzaman deyince aklıma yaşama zevki geliyor. Soru işaretsiz bir hayat!
İnsanlar sıkıntıya düştüklerinde, bu sıkıntı, kendisi yada etrafındaki insanların düzeltebileceği türden değilse eğer, bilinçaltında da olsa kendisinin aciz olduğunu, her şeyin bu kadar muntazam ve düzen içinde işlediğini görüp kendisi üzerinde işleyen gerçek gücü görür. Ve O'na el açar. Fakat ateistler için şöyle bir durum vardır; Ateistler asi ruhlu olduklarından dolayı başlarına yukarıda bahsettiğim gibi bir olay geldiği zaman(fakir olsun zengin olsun fark etmez) kendi üzerindeki güce boyun eğmek yerine hayatın kendisine hak olarak verilmesiyle, sanki her şeyin kendisine verilmesi gerekiyormuş gibi bir düşünce hezeyanına kapılıp isyan eder. Fakat isyan etmek de çare olmadığından[çünkü eğer varsa(ki var) isyan etmesinin ona zarar vereceğini bilir.] inanmama yolunu seçerek kendisi için en kolay en rahat yolu seçmiş olur.
Ateizm bir inançsızlık değildir bence. Ateizm de bir inanç çeşididir. Ortada sanatlı bir eserin olması onun sanatkarının olduğunu açıkça ortaya koyar. Çorba için gerekli olan yağı suyu mercimeği tuzu vs. leri yanyana koyup kendi kendine çorba olmasını beklemek ahmaklıktır. Bu sebepten ateizm denilen şey aslında hiçbirşeye inanmamak değil, mevcut inanılanlara inanmamaktır. Ateism, bir inanç olduğu kadar mevcut durumlara isyan edenlerin seçtiği bir yoldur. Ayrıca atesim dinlerin getirdiği sorumluluklardan kaçmak için kullanılan bir kaçış yoludur. Ateism denilince, aklıma akıntının tersine yüzmeye çalışan balıklar geliyor.. Milyonlarca aklın birleştiği bir konuya ters düşmek akıntıya ters yüzmek yada rüzgara karşı işemek gibi bir durum sanırım. Ve son olarak atesim denilince araştırmayan ve araştırmadan yaşamayı seçen güruh geliyor. Kim olursa olsun,hangi dine inanır olursa olsun terbiyeli olmalı ve istisnasız herkes, herkesin inancına saygı duymalı. Dinlerin temelinde hoşgörü yatar, ki Ateism de bir inançsızlık inancı olması hasebiyle Ateistlerin de, müslümanların da ve diğer tüm dinlere inanan insanların birbirlerine saygılı olması gerekir. Şahıs rencidesi ve değer verilen kişilere dil uzatılması çok ayıptır ve Türkiye'de yaşayan hiçbir insanıma yakışmadığını düşünüyorum. Eğer Allah yoksa müslümanların çektiği, sadece sıkıntıdır ateistlerin gocunmasına gerek yok, ve eğer varsa Ateistlerin çekeceği cezayı da kimin vereceğini çok iyi biliyoruz. Bunu yazmak istemezdim çünkü buraya insana kelime ne çağrıştırıyorsa o yazılmalı. Laf atışmaları, bir kelimede yada kelime gurubunda onunla ilgisi hiç olmayan şeyleri anlatmak bu siteye üye olma şerefine sahip kültürlü insanlara hele hiç yakışmıyor. İşe yarayacağını ümit ediyorum...
Kürt insanın ortası yoktur. Riyakarı arkadan vuranı yoktur. Doğuya gidenler bilirler. Kürdün iyisi dünyanın en iyisidir, kötüsü de en kötüsü...
Örnek mi istersiniz; Selahaddin Eyyubi iyiler arasında iken, Abdullah Öcalan denilen alçak da en kötüler arasında...
Bazı yiyecekler vardır kurutulmak için.. kurutulduktan sonra da aynı sene içinde büyük ihtimalle tüketilir. Kız kurusu adını taşıyanlar korkmasın, isteyen çıkar elbet... Fakat rutubetli ortamda kalıp küflenmemek koşuluyla..
Hayallerim mesken tutmuş zihnimin ta en derin noktalarını. Öyle derindeki, ne bulup çıkarmaya imkan var nede onları yok etmeye. Bekliyorlar işte kısaca. Sıkılmanı, kendisine başvurulmasını bekliyorlar. Değişmiyorlar da.. Olmayacak hayallerin peşinde koşup duruyorsun sonra. Bazen şevke geliyorsun. Yapacağına dair ümitler peydahlanıyor yüreğinde. Koşmaya başlıyorsun acemice. Bütün gücünle bütün yüreğinle koşuyorsun, maksut noktaya ulaşmak için. Dakikalar saatleri, aylar yılları takip ediyor.. Bir ara dönüp de arkana bakmak, ne kadar yol kat ettiğine bakıyorsun. O da ne! Arpa boyu kadar yol alamamışsın. O şevkin seni o saçma sapan hayallerinle seni zihninin o derin noktalarına terk ediyor. Bu çorbanın üstüne bir de ne kadar salak olduğunu hissetmen tuz biber oluyor. Salaklığın da hayallerinle birlikte boşuna koşturduğun yüreğinde yaralar açıyor. Ve ne yazık ki akıllanmak bilmeyip zihnini yine başlıyorsun taramaya…