bir od ayerde bir mum perdler indirilmiş yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi yatıyor yatağında didik upuzun ölü üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü bezin üstünde ayak parmaklarının izi mum alevinden sarı baygın ve donuk benzi son nefeste göğsü boş eli uzanmış yana gözleri renkli bir cam mıhlı ahşap tavana sarkık dudaklarının ucund abir çizgi var küçük bir çizgi küçük titreyen bir an kadar sarkık dudaklarında asılı titrek bir an belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm ban geldiği zaman böyle olacak ölüm
odamda yanan mumu üfledi bir çan sesi gözlerim halka halka gördü bu uçan sesi önümden bir hız geçti aktı ateşten izler açıldı kızrım kıvrım toprak altı dehlizler şimşekler yandı söndü şimşekler sönüp yandı derindeki sarnıçta durgun sular uyandı sağa sola sallanıp dan dan dan çaldı çanlar durmadan çaldı çanlar durmadan çaldı çanlar sular ürperdi eşya ürperdi tunç ürperdi çanlar kocaman çanlar korkunç korkunç ürperdi gördüm ki adım adım gölge gölge keşişler ebedi karanlığın mahzenine inmişler
bendedir
ne azap ne sitem bu yalnızlıktan
kim ene aşılmaz duvar bendedir
süslenmiş gemiler geçse açıktan
sanırım gittiği diyar bendedir
yaram var havanlar dökemez merhem
yüküm var bulamaz pazarlar dirhem
ne çıkar bir yola düşmemiş gölgem
yollar ki Allah a çıkar bendedir
ben
ben kimsesiz seyyahı meçhuller caddesinin
ben yankısından kaçan çocuk kendi sesinin
ben sırtında taşıyan işlenmedik günahı
Allah ın körebesi cinlerin padişahı
ben usanmaz bekçisi yolcu inmez hanların
ben tükenmez ormanı ısınmaz külhanların
ben kutup yelkenlisi buz tutmuş kayalarda
öksüzün altın bahtı yıldızdan mahyalarda
ben başı ağır gelmiş boşlukta düşen fikir
benliğin dolabında kör ve çilekeş beygir
ben Allah diyenlerin boyunlarınd avebal
ben bugünküne mazi yarın kine istikbal
ben ben ben haritada deniz görmüş boğulmuş
dokuz köyün sahibi dokuz köyden kovulmuş
hep ben ayna ve hayal hep ben pervane ve mum
ölü ve münker nekir başdönmesi uçurum
..
serseri
yeryüzünd eyalnız benim serseri
yeryüüznd eyalnız ben derbederim
herkesin dünyad avars abir yeri
bende büütn dünya benimdir derim
yıllarca gezdidim hoyrat başımı
aradım bir ömür arkadaşımı
ölsem dikecek yok mezar taşımı
halime ben bile hayret ederim
gönlüm ne dertlidir nede bahtiyar
ne kendiisne yar ne kimseye yar
bir rüya uğrunda ben diyar diyar
gölgemin peşinden yürür giderim
nefs
geceler toprağa benimle girmiş
kasırga benimle kopmuş denizde
sanırım vabalı elim gezinmiş
çürüyen ağaçta hasta denizde
cinnet şüphe korku benim eserim
sıcak kalbinizde gizlidir yerim
bir kurdum ki sizi hep diş diş yerim
ve gezerim her gün elbisenizde
benim nefsim
ruhuma bir kefen bezi yeterde
yetmez aç nefsime sırma ve ipek
çare yok yüzünden düştüğüm derde
yesemde toprakla karışık kepek
güneşle bir tutsam girmez hızaya
dar bulur sığmam der dipsiz fezaya
kuyruk sallar sonra hırlar ezaya
benim nefsim benim nefsim ne köpek
ölmemek
kesilmiş bir kamış ormanlıklardan
insan..rüzgarlara bağlı bir düdük
indik de dünyaya karanlıklardan
sıra sıra mezar başka ne gördük
ölmemek ilk ve son büyük kelime
çarpıldık ölmemek için ölüme
ver Allahım büyük sırrı elime
geçmez an solmaz renk kopmaz bütünlü
eski rafta
oyuncak kırılır haydi ya insan
nasıl parçalanır nasıl bölünür
söylerler mezara kulak dayasan
bir daha ölmemek için ölünür
çekilmez akılda bu kadar sancı
akıl bir çürük diş at kurtulursun
ölmemenin olsa gerek ilacı
eski rafta ara belki bulursun...
dövün
ben ölünce etsin dostlarım bayram
üstüste tam kırk gün kırk gece düğün
açı doyurmaksa kabirde meram
yemeğim fatiha günde beş öğün
hey gidi gölgeler ülkesi dünya
bir görünmez şeyin gölgesi dünya
boşlukta ayrılık bölgesi dünya
bu dünyada yeme içme ve dövün
ölünün odası
bir od ayerde bir mum perdler indirilmiş
yerde çıplak bir gömlek korkusundan dirilmiş
süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi
artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi
yatıyor yatağında didik upuzun ölü
üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü
bezin üstünde ayak parmaklarının izi
mum alevinden sarı baygın ve donuk benzi
son nefeste göğsü boş eli uzanmış yana
gözleri renkli bir cam mıhlı ahşap tavana
sarkık dudaklarının ucund abir çizgi var
küçük bir çizgi küçük titreyen bir an kadar
sarkık dudaklarında asılı titrek bir an
belli ki birden bire gitmiş çırpınamadan
bu benim kendi ölüm bu benim kendi ölüm
ban geldiği zaman böyle olacak ölüm
çan sesi
odamda yanan mumu üfledi bir çan sesi
gözlerim halka halka gördü bu uçan sesi
önümden bir hız geçti aktı ateşten izler
açıldı kızrım kıvrım toprak altı dehlizler
şimşekler yandı söndü şimşekler sönüp yandı
derindeki sarnıçta durgun sular uyandı
sağa sola sallanıp dan dan dan çaldı çanlar
durmadan çaldı çanlar durmadan çaldı çanlar
sular ürperdi eşya ürperdi tunç ürperdi
çanlar kocaman çanlar korkunç korkunç ürperdi
gördüm ki adım adım gölge gölge keşişler
ebedi karanlığın mahzenine inmişler