sanırım herkesin ortak tarafı, bu olayın bir düzmece olduğu konusundaki kesin kanaatte olması. ve bu sayede güzel ülkemiz 'yetenekl' bir köşe yazarı daha kazanmıştı. ne güzel değil mi? h0er an herkes köşe yazarı olbiliyor memleketimizde...
kişinin kendisini en iyi hisssettiği andır sevdiği zaman. sırf karşı cinse de indirgenmemeli bu olgu. çiçeği, böceği, kurdu. kuşu, dalı yaprağı... neyin adına sevgi diyorsanız sevgi o olsun, ama sevgi olsun...
hüznün şiire en yaklaştığı ve ölümün en yüreklice selamladığı zamandı. bir alkol spazmı kokluyordu, martılar. her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir. utanmasaydı...
bir de: aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı, gözlükleri çıkartmak hiç aklımıza gelmedi der yılmaz erdoğan
yalnızca 'İNSAN' cevabı kaçınızı tatmin eder bilemem, ama genel olarak bunları tartışmamız hepimizin suçu değil mi sizce de? nedir yani. yıllardır oralara eğitim, iş, istihdam götürememizin faturasını o insanlara kesip, neredeyse sokakta gördüğümüzde çocukları içeri alan bir toplum olma yoluda ilerlediğimizin kaçınız farkındasınız? ikinci, hatta üçüncü sınıf insan muamelesi yaparken, yumruklarını sıkarak yolda yürüyen bir topluluk kazandırmaktan başka ne yaptık sizce insanlık adına?
yahu onlar sabahın köründe sarımsak yiyorlar. sarımsak kokulu bir öpücük... ayık olmamalıyım sanırım. alt dudak falan anlamam. sızmaya yakın olmadan olmaz eğer öpecek olan fransızsa. yok değil de stil olarak soruyorsanız pek önemi olmamalı. öpüşmenin de ırkı, dini, dili olacaksa geriye ney kalıyorsa onu yapmalı artık.
'balkon'daki fesleğen için herşeyimi verirdim. ama sanırım onu ben kendi beceriksizliğimle kuruttum. binlerce özür dilesem, ne gerekiyorsa yapsam... acaba eskiye döner mi?
istanbul bana göre işinin bilincinde olan profosyonel bir fahişedir. kutsal bir fahişe... ne olursan ol, kim olursan ol, seni koynuna alır. nedenlerini sorgulamadan kabullenir seni. ama her hareketinin bedelini ödersin ona. ne kadar pozisyon, o kadar bedeldir felsefesi. bazen istanbul' a kocaman bir kutu ilaç muamelesi yaparım... ve 'çocuklardan uzak tutunuz' yazmak isterim, giriş tabelasına
ruhun ağırlığı 21 grammış. öyle deniyor en azından. daha da ağırlaştığı zamanlar olur ara sıra, neden gerekmeksizin. işte bu ağırlık bazen bedenden daha da ağır bir hal alır ve ' üzerinizde öküz oturuyormuş' gibinize gelir. nedenini bilmeden, nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın 'bedene sığamama' hali kaplar benliğinizi. işte bu zaman yapmamanız gereken tek şey, eski sevgilinizi aramak olmalı. doğum günlerine yakın bir tarihte değilse bile, 'rüyamda gördüm, kaygılandım senin adına.. nasılsın neler yapıyorsun' diy başlayıp, 'oturup bir şeyler içelim mi bir gün? ' diye bitireceğiniz bir konuşma, olduğundan daha sıkıcı bir hale salacaktır inanın. anı kurtarmak adına daha büyük tahribatlar açmayasınız iki tarafa da... kendimden biliyorum denennmiştir ona göre. demedi demeyin
gelmedimi daha o
sanırım herkesin ortak tarafı, bu olayın bir düzmece olduğu konusundaki kesin kanaatte olması. ve bu sayede güzel ülkemiz 'yetenekl' bir köşe yazarı daha kazanmıştı. ne güzel değil mi? h0er an herkes köşe yazarı olbiliyor memleketimizde...
kişinin kendisini en iyi hisssettiği andır sevdiği zaman. sırf karşı cinse de indirgenmemeli bu olgu. çiçeği, böceği, kurdu. kuşu, dalı yaprağı... neyin adına sevgi diyorsanız sevgi o olsun, ama sevgi olsun...
hüznün şiire en yaklaştığı ve ölümün en yüreklice selamladığı zamandı. bir alkol spazmı kokluyordu, martılar. her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir.
utanmasaydı...
bir de: aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı, gözlükleri çıkartmak hiç aklımıza gelmedi der yılmaz erdoğan
yalnızca 'İNSAN' cevabı kaçınızı tatmin eder bilemem, ama genel olarak bunları tartışmamız hepimizin suçu değil mi sizce de? nedir yani. yıllardır oralara eğitim, iş, istihdam götürememizin faturasını o insanlara kesip, neredeyse sokakta gördüğümüzde çocukları içeri alan bir toplum olma yoluda ilerlediğimizin kaçınız farkındasınız? ikinci, hatta üçüncü sınıf insan muamelesi yaparken, yumruklarını sıkarak yolda yürüyen bir topluluk kazandırmaktan başka ne yaptık sizce insanlık adına?
yahu onlar sabahın köründe sarımsak yiyorlar. sarımsak kokulu bir öpücük... ayık olmamalıyım sanırım. alt dudak falan anlamam. sızmaya yakın olmadan olmaz eğer öpecek olan fransızsa. yok değil de stil olarak soruyorsanız pek önemi olmamalı. öpüşmenin de ırkı, dini, dili olacaksa geriye ney kalıyorsa onu yapmalı artık.
'balkon'daki fesleğen için herşeyimi verirdim. ama sanırım onu ben kendi beceriksizliğimle kuruttum. binlerce özür dilesem, ne gerekiyorsa yapsam... acaba eskiye döner mi?
istanbul bana göre işinin bilincinde olan profosyonel bir fahişedir. kutsal bir fahişe...
ne olursan ol, kim olursan ol, seni koynuna alır. nedenlerini sorgulamadan kabullenir seni. ama her hareketinin bedelini ödersin ona. ne kadar pozisyon, o kadar bedeldir felsefesi. bazen istanbul' a kocaman bir kutu ilaç muamelesi yaparım... ve 'çocuklardan uzak tutunuz' yazmak isterim, giriş tabelasına
ölümdür tek başına yaşanan. aşk iki kişiliktir...
ruhun ağırlığı 21 grammış. öyle deniyor en azından. daha da ağırlaştığı zamanlar olur ara sıra, neden gerekmeksizin. işte bu ağırlık bazen bedenden daha da ağır bir hal alır ve ' üzerinizde öküz oturuyormuş' gibinize gelir. nedenini bilmeden, nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın 'bedene sığamama' hali kaplar benliğinizi. işte bu zaman yapmamanız gereken tek şey, eski sevgilinizi aramak olmalı. doğum günlerine yakın bir tarihte değilse bile, 'rüyamda gördüm, kaygılandım senin adına.. nasılsın neler yapıyorsun' diy başlayıp, 'oturup bir şeyler içelim mi bir gün? ' diye bitireceğiniz bir konuşma, olduğundan daha sıkıcı bir hale salacaktır inanın. anı kurtarmak adına daha büyük tahribatlar açmayasınız iki tarafa da... kendimden biliyorum denennmiştir ona göre. demedi demeyin