Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • hümanizm23.10.2006 - 01:14

    İnsancıl bir yaklaşımı belirten hümanizm, Rönesans Avrupası'nda hem edebiyat hem düşünce alanında ortaya çıkan yenileşme hareketidir. Temeli Rönesans'ta Antikçağ metinlerinin incelenmesine dayanan ve XIII. yy’da, İtalya'da ortaya çıkan hümanizm, XVI. yy’a kadar gelişen bir yenileşmeyi belirtir. Hümanizm terimi, çeşitli anlamlar taşır. Bu anlamların biricik ortak noktası, insanoğlu hakkında tam anlamıyla iyimser bir felsefeyi yüceltmesidir.
    Dilerseniz ilkin kavramdan başlayalım: Hümanizm nedir? Genel anlamıyla hümanizm, insana iman etmek demek. Kökenini ta Eski Yunan düşünürü Protagoras’ta bulabileceğimiz “İnsan her şeyin ölçüsüdür” kabulünün zaman içinde bir inanç bütünlüğüne erdirilmesi ve değer ölçütü olarak ‘insan’ın merkeze oturtulması; hümanizm bu. Peki, “Merkeze oturtulacak ve ölçüt olarak kabullenilecek ‘insan’ kimdir? ” diye sorulduğundaysa hümanizmin terim anlamına ulaşılmış olur: insan Eski Yunanlıdır ve insan olmak demek, bu kültürün canlandırılmasıyla ulaşılacak erginliğe kavuşmuş olmak demek. İyi de, niçin Eski Yunan?
    İşte bu soru, bizi düpedüz Batı Medeniyeti’nin temel paradigmalarına götürür: temel direk niteliğindeki Eski Yunan düşüncesi, onun örgüleştirilmesi ve gündelik yaşama uyarlanması niteliğindeki Latin kültürü ve bu iki öğeyi kendinde birleştiren, giderek eriten, kaynaştıran, ardından da başka bir şeye dönüştüren Hristiyanlık inancı. Batı’ya göre Eski Yunan, her türlü verimi yüksek insana kazandıran, yüksek insanı her şeyin temeli haline getiren; yüksek insandan, her şeyi yoğurup biçimlendirdikten sonra apaçık bir gerçeklik haline getiren ve her şeyin arasında bir ahenk örüntüsü kuran anlayış. İnsanlık tarihinde ilk kez Eski Yunan’da kendisi ve doğa arasındaki ilgi ve ilişkiyi bir düzeneğe kavuşturan kaynak. Bilim alanında Ortaçağ, Batı için karanlık dönem olduğu halde düşünce alanında tam bir aydınlık hazırlığı evresi olduğu için, ne denli Eski Yunan ve Latin ürünü varsa tümünün üzerinde sıkı bir çalışmayla günyüzüne çıkarıldığını görürüz bu dönemde. Batılı ancak böylelikle biricik güç niteliğindeki kilisenin baskısını çatırdatabilmiş, ardından da en yetkin örneğini Erasmus’ta gördüğümüz insan merkezli yeni düşünce anlayışını örgüleyebilmiş.