manasını bilmek istemediğim bir hüzündü benimkisi, birden beliren ve hiç yalnız bırakmayan bir hüzün. kollarıyla beni sımsıkı saran bir hüzün. yüreğimin coğrafyasına egemenliğini kurmuş, ve başka hiç bir duyguyu sınırlarına dokmayan bir hüzün. yalnızlığımı isteyen ama beni bir an olsun yalnız bırakmayan bir hüzün bu hüzün ki beni onlarca yılın emeğinin çığlıklar ve ağıtlar arasında yok olduğu bir anda yakalayıp, ölene kadar bırakmayacak bir hüzün....
ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna. usulca okşuyorsun yalnızlığını, usulca ve sessizce, yaşamak diyorsun buna oysa hayat; açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde....
Akrep gibisin kardeşim, korkak bir karanlık içindesin akrep gibi. Serçe gibisin kardeşim, serçenin telaşı içindesin. Midye gibisin kardeşim, midye gibi kapalı, rahat. Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim. Bir değil, beş değil, yüz milyonlarlasın maalesef.....
Saat beşte akşam oluyor: insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla. Yağmur taşıdıkları belli. Birçoğu elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar... Bizim odanın yüz mumluğu, terzilerin gaz lambası yandı. Terziler ıhlamur içiyorlar...
Saat dört yoksun Saat beş yok Altı, yedi, ertesi gün, daha ertesi ve belki kim bilir... Hapisane avlusunda bir bahçemiz vardı. Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı. Gelirdin, yan yana otururduk, kırmızı ve kocaman muşamba torban dizlerinde... Kelleci Memedi hatırlıyor musun? Sübyan koğuşundan. Başı dört köşe, bacakları kısa ve kalın ve elleri ayaklarından büyük. kovanından bal çaldığı adamın taşla ezmiş kafasını.
şeytan diyor aç pencereyi bağır,bağır,bağır sabaha kadar.....
hüznün isyan olur.....
manasını bilmek istemediğim bir hüzündü benimkisi,
birden beliren ve hiç yalnız bırakmayan bir hüzün.
kollarıyla beni sımsıkı saran bir hüzün.
yüreğimin coğrafyasına egemenliğini kurmuş,
ve başka hiç bir duyguyu sınırlarına dokmayan bir hüzün.
yalnızlığımı isteyen ama beni bir an olsun yalnız bırakmayan bir hüzün
bu hüzün ki beni onlarca yılın emeğinin
çığlıklar ve ağıtlar arasında yok olduğu bir anda yakalayıp,
ölene kadar bırakmayacak bir hüzün....
ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun
gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna.
usulca okşuyorsun yalnızlığını,
usulca ve sessizce,
yaşamak diyorsun buna
oysa hayat; açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde....
çocuksun sen,büyümek yakışmazdı hiç...
çocuksun sen,ve bu dünya sana göre değil.....
kimse bilmez
yıllar yılı hep aynı beyazla gezmek nedendi
olsun!
Yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi...
Çünkü sen buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın
yarısısın
sen sağanakla gelen sabahlarda çok eski
çok eski bir şarkının adısın...
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.....
Saat beşte akşam oluyor:
insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
Yağmur taşıdıkları belli.
Birçoğu
elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanın yüz mumluğu,
terzilerin gaz lambası yandı.
Terziler ıhlamur içiyorlar...
Saat dört
yoksun
Saat beş
yok
Altı, yedi,
ertesi gün, daha ertesi
ve belki
kim bilir...
Hapisane avlusunda
bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kırmızı ve kocaman
muşamba torban dizlerinde...
Kelleci Memedi hatırlıyor musun?
Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
bacakları kısa
ve kalın
ve elleri ayaklarından büyük.
kovanından bal çaldığı adamın
taşla ezmiş kafasını.