Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • fethullah gülen10.08.2007 - 03:18

    'Allah'ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabbleri katındadır.'
    (Âl-i imran Sûresi, 119. Âyet-i kerime)


    Kur’an-ı kerim’de Müslümanların birleşmelerini emreden, tefrikayı bölücülüğü şiddetle yasaklayan pek çok Âyet-i kerime mevcuttur.

    E z c ü m l e:
    Hucurat Sûresi: 10.
    Mâide Sûresi: 2.
    Âl-i imran Sûresi: 103. ve 105.
    Rum Sûresi: 32.
    Enfâl Sûresi: 46.
    Yunus Sûresi: 19.
    En’am Sûresi: 153. ve 159.
    Şûrâ Sûresi: 13. 14. ve 15.
    Zuhruf Sûresi: 65.
    Enbiyâ Sûresi: 92. 93. ve 94.
    Müminun Sûresi: 52-56. Âyet-i kerime’leri; dinde ayrılık yapmanın mesuliyetinin, suç ve cezasının ne kadar ağır olduğunu beyan buyurmaktadır.

    İlâhi hükümleri hiçe sayan bu bölücüler bu Âyet-i kerime’leri görmüyorlar mı? Yoksa görmek işlerine gelmiyor da mı bize isnad ediyorlar?

    Allah-u Teâlâ onları En’am Sûresi 159. Âyet-i kerime’si ile kulluğuna kabul etmiyor, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ümmetliğine.

    Bu apaçık Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lere rağmen “Niçin bize küfür isnad ediyorsunuz? ” diyorlar.

    Bunu bize söyleyeceklerine Hazret-i Kur’an’a karşı çıksınlar. Zira biz Kur’an-ı azîmüşan’daki Âyet-i kerime’leri önlerine koyuyoruz ve Allah-u Teâlâ’nın, haklarındaki hükmünü onlara bildiriyoruz. Tevbe edip bölücülükten vazgeçsinler diye.

    Bu Âyet-i kerime’ler Allah-u Teâlâ’nın kelâmı mı, yoksa bizim beyanımız mıdır?

    Elcevap Allah kelâmıdır. Şu halde niçin bana isnad ediyorsunuz? Allah-u Teâlâ’nın sizin hakkınızda verdiği küfür hükmünü niye bize atfediyorsunuz?

    Ya Âyet-i kerime’lere iman edip müslüman olacaksınız, veyahut dalâlet batağında olduğunuzu kabul edeceksiniz! Amma “Bize kâfir diyor! ” demeye hakkınız yoktur. Âyet-i kerime’lere bakın da hakkınızda verilen hükm-ü ilâhi’yi görün.

    İslâm dinini âlet ederek cep cihadcılığı yapacağınıza, İslâm dinine uyun da dalâlet ehliyle cihad edin!

    Hakikat ile dalâletin ayrılık noktası:

    Hâlık’ın kelâmı ile mahlûkun kelâmını cehalet ve küfr-i inâdî sebebiyle ayırt etmek istemiyorlar. Onların kitapları ayrı olduğu için kendi kitaplarına göre iş ve icraat yapıyorlar. Dinleri ayrı olduğu için kendi dinlerine göre hareket ediyorlar. Partileri ayrı olduğu için kendi tüzüklerine göre hareket ediyorlar.

    Bütün bölücüler yalancıdır. Kitaplarına ve sözlerine hiç itibarımız yoktur.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyuruyor:

    “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde benden korkun.

    Amma ne var ki, insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler, çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her bölük, her parti kendi tuttuğu yoldan memnundur, yanında bulunan (din veya kitapla) sevinmektedir.

    Şimdi sen onları bir süreye kadar kendi sapıklıkları ile başbaşa bırak!

    Kendilerine verdiğimiz servet ve oğullar ile, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu zannediyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller.” (Müminun: 52-56)

    İşte bakın Âyet-i kerime’lere! Hazret-i Allah sizin hakkınızdaki hükmünü vermiş. Kitabınızın ayrı olduğunu, dininizin ayrı olduğunu, partinizin ayrı olduğunu beyan etmiş. Ne diye bana isnad ediyorsunuz? İşte bak da gör!

    Doğru sözlü iseniz Âyet-i kerime’lere cevap verin. Bu Âyet-i kerime’ler sizin iç yüzünüzü bize öğretiyor, biz de çok rahat konuşuyoruz.

    Sizin kitabınızda bu Âyet-i kerime’ler yok ki! Bunun için daima susmak mecburiyetindesiniz. Âyet-i kerime’lere cevap veremezsiniz.

    Onlar bu Âyet-i kerime’leri bölücülere hitap etmiyormuş gibi, işi çevirip kendi kitaplarına göre yorum yapıyorlar. Böyle yapmakla Allah-u Teâlâ’nın emirlerini çevirmek ve değiştirmek istedikleri için de, dalâlet ve küfür batağına düşmüşlerdir.

    Bunca Âyet-i kerime’ler önlerine seriliyor. İmanları olsaydı yürekleri titrerdi. Onların ise kılları titremiyor, çünkü ruhları ölmüş.

    Müslüman oluncaya kadar onlarla mücadele etmeye azimliyiz. Zira bütün insanlar, cinler ve melekler dahi bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler, hepsi kâfir olurlar.

    Bölücüler ise önlerine serdiğimiz bunca Âyet-i kerime’leri, sanki onlara hitap etmiyormuş gibi, duymamazlıktan ve görmemezlikten geliyorlar, bu suretle de inkâr etmiş oluyorlar. Kendi mesnetsiz iddiâlarını -ahkâm yerine koymak istemekle- öne sürmeye çalışıyorlar. Halbuki her bölücü yalancıdır, sözüne de fetvâsına da itibâr edilmez.

    Âyet-i kerime’de buyuruluyor:

    “Onlara de ki: Yanınızda bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz! ” (En’am: 148)

    Onlar bunca Âyet-i kerime’leri hiçe saydıkları halde, bu bölücülerin hâlâ müslüman olduğu, doğru yolda bulunduğu zannındasınız.

    “Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyun. Onlar doğru yoldadırlar.” (Yâsin: 21)

    Âyet-i kerime’sine bak! Bak da onların durumlarını açık açık gör!

    Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde de buyururlar ki:

    “Fakir ve ihtiyaç olmaksızın tese’ül eden kimsenin ahz ve tenavül ettiği (eline aldığı) şey ateştir.” (Ahmed bin Hanbel)

    “Üç günlük kut’a (azığa) malik olan kimse için dilenmek helâl olmaz.” (Münavî)

    Allah-u Teâlâ âhiret âlimleri hakkında şöyle buyurmaktadır:

    “Allah’ın âyetlerini az ve önemsiz bir pahaya değiştirmezler. Onların mükâfâtı da Rabb’leri katındadır.” (Âl-i imran: 199)

    Kötü âlimleri ise “ilmi ile dünyalık elde edenler” diye vasıflandırarak şöyle buyurur:

    “Onlar ise bunu arkalarına attılar ve az bir dünyâlığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kötü! ” (Âl-i imran: 187)

    Kürsüye çıkar, çın çın öter, yani davulunu çalar parti toplamak için.

    İlâhi hükme bir bakın, bir de bunların icraatlarına bakın.

    “Âyet-i kerime’ye Âyet-i kerime ile cevap verilmez” diyorlar. Bu Âyet-i kerime’ler sizin iç yüzünüzü ortaya koyuyor ve açıyor, küfrünüzü ilân ediyor. Bu Allah kelâmıdır, bu Âyet-i kerime’lere tabii ki cevap veremezsiniz. Çünkü sizin kitabınızda bu Âyet-i kerime’ler yok.

    Hakk Celle ve A’lâ Hazretleri Kelâm-ı kadim’inde şöyle buyuruyor:

    “Şüphesiz sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin.

    Amma ne var ki insanlar din hususunda kendi aralarında parçalara bölündüler. Halbuki hepsi bize dönecekler.

    İnanmış olarak salih amel işleyenlerin ameli inkâr edilmeyecektir. Biz onu yazmaktayız.” (Enbiyâ: 92-93-94)

    Âyet-i kerime’lere bakın. Ya tevbe edip bölücülükten vazgeçip müslüman olun veya küfürde sabit kalın. Bize Allah-u Teâlâ’nın kelâmını isnad etmeyin, bizi söylüyor gibi göstermeyin.

    Hâlik-ı Azîmüşşân’ın apaçık beyanlarını hiçe sayan bölücülere sorun: Hangi Âyet-i kerime’yi inkâr ediyorlar, hangisine itiraz ediyorlar, hangisini yersiz buldular da itiraza kalkıştılar? Onlara Âyet-i kerime’leri gösterin. İlâhi beyanlar onlara cevap versin. Âyet-i kerime’ler onların iç yüzünü ortaya koyuyor. Bu ilâhi beyanlarla onları öğrenmiş oluyoruz ve beşeriyete iç durumlarını ilân etmiş oluyoruz.

    Âyet-i kerime’de buyuruluyor:

    “İnandıktan sonra yoldan çıkmış olmak ne kötü bir addır. Kim de tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerdir.” (Hucurat: 11)

    Onlara sorun: Hazret-i Allah ve Resulü’ne mi inanıp iman ediyorlar, yoksa liderlerine veyahut önderlerine mi inanıp iman ediyorlar?

    Eğer derlerse ki Hazret-i Allah’a iman ettik, o halde bu önünüze sürülen Hazret-i Allah’ın Âyet-i kerime’leridir. Ya bunlara inanıp iman edeceksiniz veyahut küfrünüzü ilân edeceksiniz. Üçüncü bir tevil yolu yok! Varsa siz söyleyin.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

    “Allah ‘Sizden önce geçmiş cin ve insan ümmetleriyle beraber ateşe girin! ’ der. Her ümmet girdikçe kendini sapıtan yoldaşına lânet eder. Hepsi birbiri ardından cehenneme toplanınca, sonrakiler öncekiler için ‘Rabbimiz! Bizi sapıtanlar işte bunlardır, onlara ateş azabını kat kat ver’ derler. Allah ‘Hepsinin kat kattır, amma bilmezsiniz’ der.

    Öncekiler sonrakilere ‘Sizin bizden üstünlüğünüz yoktu kazandığınıza karşılık azâbı tadın’ derler.

    Âyetlerimizi ve onlara iman etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe de cennete giremezler. Suçluları işte biz böyle cezalandırırız.

    Onlar için cehennemden bir yatak ve üstlerine de örtüler vardır. Biz zâlimleri işte böyle cezalandırırız.” (A’raf: 38-41)

    Dikkat edin! Onların lâf kitabına inanmayın, itibar etmeyin. Siz onlarla muhatap değilsiniz. Daima kitaptan konuşun, lâfa boğulmayın ve onlarla sohbet etmeyin. Sizin elinizde Hazret-i Kur’an var iken onlarla savaş yapabilirsiniz. Tâ ki iman edip bu Âyet-i kerime’lere boyun eğinceye kadar savaşınızı yürütün.

    Hadis-i Şerif:

    “Ümmetimin âlimleri hak olmayan bir şeyde ittifak etmezler.” (Münâvî)







    İrancılar İran’a hayran, Saddam’cılar Irak’a hayran, dinsizler komünistliğe hayran... Hayran oldukları yerlere gidiversinler.

    Bu, dinimiz ve vatanımız için büyük bir ihanet ve nankörlüktür. Amma bunların şu güzel vatanımızda bölücülük ve bozgunculuk yapmaya hakları yoktur.

    Bunun içindir ki bu yetmişiki fırka dini ve vatanı paramparça ettiklerinden, dış düşmandan çok daha tehlikelidirler. Çünkü dış düşmandan daha çok tahrip ve tahrif yapabilirler, bunun için cehennemliktirler.

  • muhammed10.08.2007 - 03:15

    Hâtemü'r-Rüsul'ü Mîraç'ta Öne Geçiren Velâyet'in,
    'İlmullah'a Mazhar Olan Ârifteki Tecellîsi:

    Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri 'el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs'un başka bir noktasında Hâtemü'r-rüsul'ü Mîraç'ta öne geçiren şeyin 'Hâtemü'l-velâye' olduğuna işâret etmiş; bu velâyetin, âriflerden 'İlmullah'la desteklenen bir kimseye daha tevdî edildiğini haber vermiştir:

    'Âriflerden birinin makâmı hakkındaki bu üstünlük, zihnindeki kuvvetle ve keşfinin kendisine hükmetmesiyle bir tahsise sâhip olup, Mîrâç'ta onu ileriye geçiren velâyet-i Muhammediyye'nin Hâtem'inin iktizâsı olan ibârenin, zihinde zâhiren meydana getirdiği şeyin dışında anlaşılamaz. Zîrâ bu, Hakk'a mutâbık bir keşif karşılığında, Ömer'in Ebu Bekir üzerine -radıyallâhu anhümâ- Bedir esirleri hakkında hükmettiği şeye nisbetle tahsis edilmiştir ki, konuşma ilmi bakımından 'İlmullah'; yâni 'Allah'ın ilmi' hakkında âriflerden biri için de aynı şey geçerlidir.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52a)



    'Kâf' Harfinin Sırrı, Hâtemü'r-Rüsul ve
    Hâtemü'l-Evliyâ'ya Verilmiştir:

    Velîlerin sonuncusu olan Hâtemü'l-evliyâ'nın, Allah'ı bilen âriflerin en üstünü olduğuna dikkati çeken Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri, onun tâbî olduğu Hâtemü'r-rüsul'le birlikte, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye vâsıl ve 'Kâf' harfinin sırrına mazhar olduğunu ifşâ ederek, 'el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs' adlı eserinde şöyle buyurmuştur:

    'O, O'nu başka bir şeyle değil, kendi nefsiyle bilir. Allah'ı bilmenin en üstünü işte budur (ve bu) velîlerin hakîkatlerini tasvir eden Hâtem'e müyesser olmuştur. Dolayısıyla Allah'ı bilenlerin en üstünü de odur. Bu ilim, Hâtemü'r-rüsul ve Hâtemü'l-evliyâ'dan başkası için geçerli olamaz. Hâtemü'r-rüsul'ün Hâtemü'l-evliyâ'dan daha önde olduğu husûsunda, Hâtemü'l-evliyâ'nın 'tâbi' olması bir işârettir. Hâtem yalnız iki olduğu için, etrâfı çepeçevre kuşatan hazîreye ancak onlar vâsıl olmuşlar ve kendilerine 'Kâf'ı müşâhade ettiren 'Kâf' harfinin sırrına yalnız onlar vâkıf olmuşlardır.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 52b-53a)



    İlmi 'Kâf' Harfinden Çıkarılan ve
    Hâtemü'r-Rüsul'ün 'İhvân'ı Olan
    'Ezelî İnsan'ın Hakîkati:

    Hüseyin bin Abdullah el-Abbâsî -kuddise sırruh- Hazretleri yukarıdaki beyanlarının hemen ardından, tıpkı Hâtemü'r-rüsul gibi ilmi 'Kâf' harfinden çıkarılan Hâtemü'l-evliyâ'nın da; 'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' sözünü söylemeye salâhiyetli, ezelî bir insan olduğuna işâret etmiş ve onun Resulullah Aleyhisselâm'ın 'İhvân'ından, nefsini görmeyen bir kişi olduğunu haber vermiştir:

    'Nebîlerden, resullerden ve onların dışındakilerden herhangi biri (bu sırrı) ancak, hakîkatlerin hakîkati ve ilmi 'Kâf' harfinden, mişkâtı ise ilk Nûr'un kandilinin içinden olan Hâtemü'r-rüsul'ün mişkâtından görebilir. O kadîm (ilk) insan sınıflarının ezelîsi olarak takdir edilmiş, bildirilmiş olan insandır ki, kendisinden:

    'Âdem su ile toprak arasında iken ben peygamberdim.' diye sözetmiştir.

    Onun mişkâtından iktibasta bulunanlarla ilgili olan bu sözü, onun 'İhvân'ından (kardeşlerinden) başkası söyleyemez. Onlardan biri kendi nefsini görmez ki, o da, ondan başka bir 'Kadîm' (ezelî) insandır. Onlar kısa bir dille o, uzun bir dille ondan başkası olmuşlardır. Onlara 'Hakîkatü'l-Muhammediyye'nin cüzleri', belki de 'O'nun sûretinin âzâları' denilir. O ise, kendisiyle tamamlanan bu sûretin kalbidir. İşte ilmi 'Kâf' harfinden vâr edilen Velâyet-i Muhammediyye'nin 'Hâtem'i de aynen böyledir.' ('el-Husûs bi-Edâti'n-Nusûs fî Şerhi'l-Fusûs', İ.Ü. Ktp., AY, nr.: 4480, vr. 53a)

  • hristiyanlık10.08.2007 - 03:07

    'Hıristiyanlar tarihten gelen haçlı zihniyetini, barbarlığını, kinini, katliam ve işkencelerini günümüzde Irak'ta, Afganistan'da ve daha birçok yerde sürdürürken, Papa'nın bu açıklamaları yeni katliamların, savaşların habercisidir.

    Papa'nın Peygamber'imize hakareti, İslâm'ı akıl dışı din diye ilân etmesi, iftira ve yalanlara hakikati örtmeye çalışması köhne karanlık ortaçağ zihniyetinin tezahürüdür. Bugünün papazları aynı papazlar!

    'Aklını kilisenin kapısında bırak içeri öyle gir.' sözünü kilise amentüsü haline getiren bu papa ve papazlar böylece akıl almaz vicdana sığmaz işlerine karışılmasını, konuşulmasını engellemek isterler.

    1) Üç ilâh olur mu? İnsandan Allah olur mu? Bundan büyük akılsızlık olur mu? Papazları ilâhlaştıran da siz değil misiniz?

    2) Cennet-i âlâ satılır mı? Kimin malını kime satıyorsun? Bundan büyük ahmaklık olur mu?

    3) Yeni doğan çocukların vaftiz edilmeyenlerini cehehneme gönderiyorsunuz. Böyle bağnazlık, böyle vahşilik olur mu?

    4) Yüzyıllardır yaptığınız insanlık dışı katliamları hangi vicdana sığdırdınız? 6 milyon endülüslü müslümanı, Sicilya'yı, Kudüs'ü, Amerikalı yerlileri, Bosnayı nasıl izah edeceksiniz? Bu akıl işi değildir.

    5) Kilisenin gelirlerinin çoğalması için yaptığınız entrikaları, kendi papazlarınız açıklıyor. Her türlü gayr-i meşru işin altından kilise ve papazlar çıkmaktadır.

    Siz din adamı mısınız, mafya mısınız

  • Papa 16. BeneDICK10.08.2007 - 03:05

    'Hıristiyanlar tarihten gelen haçlı zihniyetini, barbarlığını, kinini, katliam ve işkencelerini günümüzde Irak'ta, Afganistan'da ve daha birçok yerde sürdürürken, Papa'nın bu açıklamaları yeni katliamların, savaşların habercisidir.

    Papa'nın Peygamber'imize hakareti, İslâm'ı akıl dışı din diye ilân etmesi, iftira ve yalanlara hakikati örtmeye çalışması köhne karanlık ortaçağ zihniyetinin tezahürüdür. Bugünün papazları aynı papazlar!

    'Aklını kilisenin kapısında bırak içeri öyle gir.' sözünü kilise amentüsü haline getiren bu papa ve papazlar böylece akıl almaz vicdana sığmaz işlerine karışılmasını, konuşulmasını engellemek isterler.

    1) Üç ilâh olur mu? İnsandan Allah olur mu? Bundan büyük akılsızlık olur mu? Papazları ilâhlaştıran da siz değil misiniz?

    2) Cennet-i âlâ satılır mı? Kimin malını kime satıyorsun? Bundan büyük ahmaklık olur mu?

    3) Yeni doğan çocukların vaftiz edilmeyenlerini cehehneme gönderiyorsunuz. Böyle bağnazlık, böyle vahşilik olur mu?

    4) Yüzyıllardır yaptığınız insanlık dışı katliamları hangi vicdana sığdırdınız? 6 milyon endülüslü müslümanı, Sicilya'yı, Kudüs'ü, Amerikalı yerlileri, Bosnayı nasıl izah edeceksiniz? Bu akıl işi değildir.

    5) Kilisenin gelirlerinin çoğalması için yaptığınız entrikaları, kendi papazlarınız açıklıyor. Her türlü gayr-i meşru işin altından kilise ve papazlar çıkmaktadır.

    Siz din adamı mısınız, mafya mısınız

  • fethullah gülen26.05.2007 - 19:10

    Başka bir beyanında ise “Tarikatlar bir dönemdeki misyonunu eda etmişlerdir, zaman böyle fert zamanı değil, cemaat zamanıdır.” diyerek necip tarikatlara karşı geliyor.

    Bu konuda, İman abidesi, büyük mücahid, hakikat güneşi, Bediüzzaman Hazretleri’nin 29. mektubu mevcuttur. Şöyle der:

    “Tarikatın dini ve uhrevî ve ruhânî çok mühim ve ulvî neticelerinden sarf-ı nazar, yalnız Âlem-i İslâm içindeki kudsî bir râbıta olan uhuvvetin inkişafına ve inbisatına en birinci, te’sirli ve hararetli vasıta tarikatlar olduğu gibi; âlem-i küfrün ve siyaset-i hıristiyaniyyenin, Nûr-u İslâmiyeti söndürmek için müdhiş hücumlarına karşı dahi, üç mühim ve sarsılmaz kal’a-i İslâmiyyeden bir kal’asıdır.

    Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u, beşyüz elli sene bütün âlem-i hıristiyaniyyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beşyüz yerde fışkıran envâr-ı Tevhid; ve o Merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük camilerin arkalarındaki tekkelerde ‘ALLAH, ALLAH! ’ diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve Mârifet-i İlâhiyyeden gelen bir muhabbet-i ruhanî ile cuş-u huruşlarıdır.

    İşte ey akılsız hakimiyet-füruşlar ve sahtekâr milliyet-perverler! Tarikatın hayat-ı içtimaiyenizde bu hanesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz? .”

    İşte o zât tarikatı böyle ifade ediyor. İman abidesi, büyük mücahid, Bediüzzaman Hazretlerinin izini takip edenler İslâm’da hizmet edenlerdir. Bunlar ise nurculuk dinini kuranlardır.

    Tarikata takındığı tavır ve sözleriyle Evliyaullah hazeratına da karşı gelmiş ve her zaman mevcut bulunan bu topluluğu yok saymıştır.

    Âyet-i kerime’de:

    “İyi bilin ki Allah’ın veli kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” buyuruluyor. (Yunus: 62)

  • fethullah gülen02.05.2007 - 18:37

    İman ve Küfür Berzahı:

    Merakla sorulan bir soru:

    “Fethullah bunlarla dostluğu yani küfrü hoş görmeyi Narcılık dininin namına mı yapıyor, yoksa kendisini müslümanmış gibi mi göstermeye çalışıyor? ”

    Böyle bir sapıtmayı İslâm dini reddeder. “O onlardandır” der. O halde bunun açığa çıkması lâzımdır. Narcılık dini namına yaptığını belirtmesi ve ilân etmesi gerekiyor.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde babalar ve oğullar dahi olsa, küfrü imana tercih ettiklerinde, onlarla dostluktan menederek şöyle buyurmuştur:

    “Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.

    Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir.” (Tevbe: 23)

    Yani, başkaları şöyle dursun öz babalarınızı, öz kardeşlerinizi bile, kâfirliği müminliğe tercih ettikleri takdirde dost edinmeyin, küfre yardımcı olmayın.

    Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime’sinde “Müminler yerine kâfirleri dost edinmek” sıfatı ile vasıflandırmıştır:

    “Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki şeref ve kudret tamamen Allah’a aittir.” (Nisâ: 139)

    Allah-u Teâlâ böyle buyurduğu halde şu duruma bir bakın!

    Bu Âyet-i kerime onların iç durumlarını ne kadar güzel beyan ediyor!

    Allah-u Teâlâ’nın izzet vermediği kimseler hiç bir şekilde şerefli olamazlar. O müminleri şerefli kılmıştır. Şu halde kâfirlerin dostluğundan şeref beklemek ne kadar terstir!

    Allah-u Teâlâ değil onlarla dost olmayı, onlarla oturup kalkmayı bile yasaklamaktadır:

    “O size kitap’ta şunu indirdi:

    Allah’ın âyetlerine küfredildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, onlar başka bir söze geçmedikçe yanlarında oturmayın. Yoksa siz de onlar gibi olursunuz.

    Doğrusu Allah münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisâ: 140)

    Onlarla aralarında hiç bir fark kalmayacaktır. Çünkü kişi sevdiği ile beraberdir. Dünyada hemhal oldukları gibi cehennemde de beraber bulunacaklardır.

    Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde yahudi ve hıristiyanların, aralarında hüküm vermek üzere Allah’ın kitab’ına çağrıldıkları zaman yüz çevirip geri döndüklerini beyan buyurmaktadır. Bu yüz çevirip geri dönüşlerinin sebebi, onların Allah-u Teâlâ’nın aziz edici, zelil edici, mülkün sahibi, her şeye kâdir olduğunu kabul etmeyişleridir.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle duâ etmemizi emir buyurmaktadır:

    “De ki: Ey mülkün gerçek sahibi Allah’ım! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kadirsin.” (Âl-i imran: 26)

    Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

    “Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! ” (Ahzab: 48)

    Bu Âyet-i kerime hakkında Elmalılı Hamdi Yazır Efendi tefsirinde şöyle söylemektedir:

    “Dâvet görevini yerine getirirken onlara dost gibi görünmek, alçaktan almak, tebliğde yumuşak davranmak yasaklanıyor. Yasaklama ve uzlaştırma, abartı ile onları heyecana getirmek için mânâ ‘İtaat etme! ’ biçiminde olumsuz ifade edilmiş ve Allah’ın emirlerini tebliğde bir nebze hoşgörü, kâfirlere ve münâfıklara itaat etmek mânâsında olduğu anlatılmıştır.”

  • fethullah gülen28.04.2007 - 23:42

    Konuşmasında: “Patrik Hazretleri bu centilmenliği yapmışlardır.” demiştir.

    Allah-u Teâlâ’nın en büyük düşmanlarından birine Hazret dediği zaman içi titreyip hiç Hazret-i Allah’tan korkmadı mı?

    İmanın hiç mi eseri kalmadı, tamamen mi sukut etmiş? Siz bu ani dönüşün sebebini sorun ve araştırın. Bu sözü söylerken narcılık dini namına mı söyledi, yoksa kendisini müslüman imiş gibi mi gösterdi?

    Oysa İslâm dini böyle bir dalâleti kesinlikle reddeder.

    Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerifler’inde:

    “Münafık adamlara ‘Efendi’ diye hitap etmeyin. Zira o, efendi denilerek büyütülecek olursa, Allah’ın sevmediğini tâzim ettiğinizden dolayı, Aziz ve Celil olan Rabbinizin gadabını celbetmiş olursunuz.” buyurmuştur. (Ebu Dâvud)

    O ise bu emr-i nebevîyi hafife almış, göz göre göre Allah düşmanına Hazret demek küstahlığında bulunmuştur.

    Biz de diyoruz ki, biz Hazret-i Allah ile övünüyoruz. Hazretimiz Allah’tır. O ise papaza Hazret diyor. Bizim Mevlâmız Allah, onun mevlâsı ise papaz. Biz varlığımızdan utanıyoruz, Var ile övünüyoruz. O ise varlığı ile, kalabalığı ile övünüyor.


  • cennet14.02.2007 - 20:01

    Cennet Allah-u Teâlâ’nın mümin kullarına, bir imtihan sahnesi olan dünyada samimiyetle inanıp sâlih ameller yapmaları, haram ve günahlardan sakınmaları karşılığında vâadettiği zevk ve sefâ yeridir, mükâfat yeridir.

    Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:

    “İman edip de sâlih ameller yapanlar, Rabb’lerinin izniyle içinde ebedî kalacakları ve altlarından ırmaklar akan cennetlere sokuldular.” (İbrahim: 23)

    Cennetin genişliği yerle göğün genişliği kadardır.

    Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

    “Rabb’inizin bağışına ve Allah’tan korkanlar için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! ” (Âl-i imrân: 133)

    Bu beyan-ı ilâhî cennetin büyüklüğünü zihinlere yerleştirmek için verilen bir temsildir. Çünkü insanların gözünde yer ve gökten daha geniş bir şey olmadığından, Allah-u Teâlâ o büyüklüğü kullarına tarif etmek için yerle göğün genişliği ile teşbih buyurmuştur.

    Cennet ve cehennem hâlen mevcuttur. Bulundukları yeri ancak Allah-u Teâlâ bilir. Cehennem kâfirler için hazırlandığı gibi, cennet de müminler için hazırlanmıştır.

    Cennet son derece büyüktür. Milyonlarca insanları ilelebed barındırıp, huzur ve sükuna, rahat ve emniyete eriştiren böyle bir nimetler yurdunun büyüklüğünü tasavvur etmek imkânsızdır.

    Cennet, nimet yurdudur. Göz nereye baksa nimet görür. Her kim nereye baksa nimete bakar. Herkes kendilerine verilen nimetleri seyreder. Hiç kimse hiç bir şeye hasret kalmaz.

    Hem bedenî, hem de rûhî bakımdan son derece güçlü ve kabiliyetli olacaklardır.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde cennete giren her müminin, ataları Âdem Aleyhisselâm’ınki gibi bir bünyeye sahip olacaklarını, hatta altmış zira’ (yaklaşık kırk metre) boyunda olacaklarını beyan buyurmuştur.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “Bir kimse cennetlik olarak ölünce, büyük veya küçük, yaşı ne olursa olsun, otuz yaşında bir kimse olarak cennete girer ve artık bu yaş ebediyen değişmez. Cehennemlikler için de durum böyledir.” (Tirmizî: 2565)

    Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise erkeklerin, bıyıkları yeni terlemiş gençler görünümünde olacaklarını, kadınların ise çok güzel tenli ve çok değerli elbiselere bürünmüş halde bulunacaklarını, onların da on altı yaşlarında olacaklarını beyan buyurmuşlardır.



    Rüyetullah:

    Müminler cennette bütün nimetlerin üstünde, mekandan münezzeh olarak Allah-u Teâlâ’yı zaman zaman görme saâdetine nâil olacaklardır.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “Cennetliklerin Allah katında en kıymetli olanları, Vech-i İlâhi’ye sabah ve akşam nazar ederler.” (Tirmizî: 2556)

    Daha sonra şu Âyet-i kerime’leri okumuşlardır:

    “Nice yüzler vardır ki o gün ışıl ışıl parlar, Rabb’lerine bakarlar.” (Kıyâmet: 22-23)

    Allah-u Teâlâ kendi cemâlini görmekle müşerref kılmak istediği kullarında, görmeye liyakat halkeder. Cennet sakinleri için nimetlerin en büyüğü perdesiz olarak Allah-u Teâlâ’yı görmektir. Bu nimete kavuştukça, diğer bütün nimetleri ve zevkleri unuturlar. O’na bakmaya devam ettikleri sürece hiçbir şeye iltifat etmezler. Cennet, bu nimetin yanında bütün şâşâsı ile sönük kalır.

    Kadın, erkek herkes her cuma Allah-u Teâlâ’nın dâveti üzerine O’nun yüce ziyaretine giderler. Nurdan perde kalkar ve Cenâb-ı Hakk’ı dolunay gibi net olarak görürler. Yüzleri daha da güzelleşmiş olarak köşklerine dönerler. Eşleri onları neşe ile sevinçle karşılar.



    Allah-u Teâlâ’dan Selâm:

    Allah-u Teâlâ cennetlik kullarına Cemâl-i ilâhî’sini şân-ı uluhiyetine layık bir veçhile göstermek lütfunda bulunacak ve onlara hitaben selâm vererek onların kadir ve kıymetini artırmış olacaktır.

    Câbir -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “Cennet ehli bulundukları nimetler içinde zevke ererken ansızın üzerlerine bir nur parıldar. Başlarını kaldırınca bir de ne görsünler, Rabb’leri onlara üstlerinden nazar etmekte ve:

    “Ey cennetlikler! Selâm üzerinize olsun! ” buyurmaktadır.

    İşte:

    “Çok merhametli bir Rabb olan Allah’tan onlara söz olarak selâm gelir.” (Yâsin: 58)

    Âyet-i kerime’si bunu belirtmektedir.

    Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da O’na bakarlar ve baktıkları süre içinde diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Bu hal araya perde girinceye kadar devam eder ve Rabb’lerinin nuru onların ve yerlerin üzerinde kalır.” (İbn-i Mâce. Mukaddime: 13)

    Ebediyet yurdu olan cennetleri rahmeti ile kuşatan Allah-u Telâlâ’nın selâm ve esenlik nuru altında hayat sürmek müminler için tasavvurun fevkinde bir nimettir.

  • kabir azabı14.02.2007 - 19:56

    Kabir Hayatındaki Azap ve Felâket:

    Kâfir ve münafık bir kimse dünyadan ayrılıp ahirete yöneldiği zaman gökten siyah yüzlü melekler gelirler. Yanlarında getirdikleri can yakıcı elbise ile o kişinin etrafında göz alabildiğine bir topluluk halinde otururlar. Ölüm meleği de başucunda oturur.

    “Ey kötü ve pis rûh! Allah’ın gazabına doğru bedenden çık.” der.

    Ölüm meleği ıslanmış yünden kızgın şişin çıkarıldığı gibi ruhu bedeninden çıkarır alır. Ölüm meleği canı alır almaz, melekler onun elinde göz açıp kapanacak kadar bırakmaz, getirdikleri cehennemî elbiseye sararlar.

    Ondan yeryüzündeki cîfe kokularının en kokmuşu gibi bir koku çıkar. Onu alıp yükselirler. Karşılaştıkları melek toplulukları:

    “Bu kötü ruh da kimin? ” diye sorarlar. Refakatçı melekler, dünyada iken isimlendirilmekte olduğu isimlerin en çirkini ile:

    “Falan oğlu falandır.” der. Dünya semâsına geldiklerinde, melekler semânın bu ruha açılmasını isterler, fakat açılmaz.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bu kısımda;

    “Âyetlerimizi yalanlayan ve onlara imân etmeyi kibirlerine yediremeyenlere göğün kapıları açılmaz, deve iğnenin deliğinden geçmedikçe de cennete giremezler.

    Suçluları işte biz böyle cezalandırırız.” (A’râf: 40)

    Âyet-i kerime’sini okumuştur

    Bu, bir devenin iğne deliğinden geçmesinin imkânsız olduğu gibi kâfirlerin de cennete girmelerinin imkânsız olduğunu ifade eden açık bir temsildir. Ve amellerinin kabul olunmayışından kinayedir.

    Onların ruhları o ulvî makamlara yükselmez.

    Allah-u Teâlâ:

    “Bunların amel kitabını yedi kat yerin en alt tabakasındaki mühürlü divana yazın.” buyurur.

    Sonra bu kötü ruh atılır.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz daha sonra şu Âyet-i kerime’yi okumuştur:

    “Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın bir uçuruma attığı şeye benzer.” (Hacc: 31)

    İman; ulviyette semâ gibidir, imandan çıkan kimse semâdan düşüp de kuşların pençesi altında parçalanan ve cesedi lime lime edilen, yırtıcı kuşların kursaklarına lokma lokma giren bir kimse gibi olur.

    Neticede ruh kabirdeki cesedine döner. Kabir onu şu sözlerle karşılar.

    “Yazıklar olsun sana! Üzerimde gezenlerin bana en çirkini sendin. Seni şimdi teslim aldım.”

    O sırada Münker ve Nekir adlı melekler gelir. Arada hiçbir engel yoktur. Onu oturturlar. Müthiş bir korku ve feryat ile oturur.

    “Rabb’in kim? ” diye sorarlar. “Bilmiyorum! ” der. “Dinin ne? ” derler. “Bilmiyorum! ” der. “Size peygamber olarak gönderilen Muhammed Aleyhisselâm hakkında ne dersin? ” diye sorarlar. “Onun hakkında bir şey bilmiyorum. Halk onun için peygamberdir derlerdi.” diye cevap verir. Melekler: “Senin dünyada böyle dediğini, burada da böyle diyeceğini biliyorduk.” derler.

    Bu arada çirkin yüzlü, kötü elbiseli, pis kokulu birisi gelir. “Seni Allah’ın gazabı ile müjdelerim.” der. O da: “Sen kimsin? ” diye sorar. “Ben senin çirkin amelinim.” diye karşılık verir.

    Sonra ona kör, sağır ve dilsiz bir melek musallat edilir. Elinde bütün insanların ve cinlerin kaldıramayacağı ağırlıkta demirden bir topuz vardır. Bu topuzla bir dağa vurulsa, dağ un ufak olurdu. Onunla öyle bir vuruş vurur ki, insan ve cinler hariç her canlı varlık onun bağırışını duyar.

    Daha sonra onun için cehenneme bir kapı açılır ve ateşten bir yatak hazırlanır. Cehennemin kavurucu harareti kabre dolar. Kabir ona daralır da daralır, kaburga kemiklerini sıkar da sıkar.

    Böylece Allah-u Teâlâ’nın huzurunda muhakeme olunmak üzere kabirden kalkacağı güne kadar bu azap devam eder.

    Kâfirler öldükten sonra dirilmeye inanmadıkları için, kabirlerde yatan akrabaları ve dostları ile birleşip buluşmaktan ümitlerini kesmişlerdir. Ahireti hesaplarından çıkardıkları için, hep mutsuzluk içindedirler, ölülerinin tekrar yeni bir hayata erdirileceklerine kani değildirler.

    Hesap korkusu olmayınca da iblis gibi fırsat buldukça her fenalığı yaparlar, kendilerine yardaklık edenleri de ümitsizliğe düşürerek cehenneme sürüklerler.

  • dabbe'tül arz13.02.2007 - 20:51

    Gelelim Dabbet’ül-arz beyanına:

    Kur’an-ı kerim’de kıyametin yaklaştığını ifade eden Âyet-i kerime’ler olmakla birlikte bu müthiş hadisenin alâmetlerine genel olarak işaret eden Âyet-i kerime’ler de bulunmaktadır. (Muhammed: 10 gibi)

    Hadis-i şerif’lerde ise kıyamet alâmetleri büyük ve küçük fiilen vaki olanlar, kıyametle çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olanlar şeklinde çeşitli bölümlerle ifade edilmiştir.

    “Dabbet’ül-arz”ın çıkışı da kıyamet alâmetlerindendir. Dâbbet’ül-arz, âhir zamanda Allah-u Teâlâ’nın emirlerinin terkedildiği, insanların gerçek dini değiştirdikleri sırada çıkacak olan bir hayvandır. Tâkip edenin yetişemeyeceği, kaçanın kurtulamayacağı bir süratte olacaktır.

    Âyet-i kerime’de ise şöyle buyuruluyor:

    “(Kıyametin kopacağına dair) O sözün tahakkuk zamanı yaklaşınca onlara yerden bir dabbe çıkarırız da insanların âyetlerimize yakînen iman etmemiş olduklarını söyler.” (Neml: 82)

    Allah-u Teâlâ bu Dabbe’yi kıyametin kopması gibi büyük bir hadisenin başlangıcı olarak, insanların Kur’an-ı kerim’e kesin olarak inanmayışları sebebiyle ortaya çıkaracaktır.

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “Dabbet’ül-arz, beraberinde Musa -aleyhisselâm-ın asası, Süleyman -aleyhisselâm-ın mührü bulunduğu halde çıkar. Mühür ile müminin yüzünü parlatır, asa ile kâfirin burnunu kırar. Öyle ki insanlar sofra üzerinde biraraya gelirler de, mümin kâfirden ayırt edilip tanınır.” (Tirmizi)

    Böyle bir gün yaklaştığı zaman tevbeler kabul edilmeyecek, içinde bulundukları duruma göre insanların hükümleri verilecek.

    Diğer bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

    “Üç şey vardır ki, bunlar çıktıkları zaman, daha önceden iman etmeyen veya imanında bir hayır kazanamayan hiç bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. Güneşin batıdan doğması, deccal ve Dabbet’ül-arz.” (Müslim: 158)

    Çünkü o zaman edilen imanla, işlenen amel-i salihin hükmü, can boğaza geldiği zaman edilen imanın hükmü gibidir.

    Bir Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:

    “Çıkış itibariyle kıyamet alâmetlerinin ilki, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine Dabbet’ül-arz’ın çıkmasıdır.

    Hangisi arkadaşından önce çıkarsa öteki de onun hemen peşindedir.” (Müslim: 2941)

    İki alâmetten hangisinin önce olacağına dair kesin bir ifade olmamakla beraber, biri çıkınca diğeri çok kısa bir zaman sonra onu takip edecektir.

    Bir diğer Hadis-i şerif’te ise şöyle buyuruluyor:

    “Altı şeyden; güneşin battığı yerden doğmasından, dumandan, Deccal’den, Dabbe’den, birinizin hususi olarak başına gelecek hadiseden ve umuma gelecek fitneden önce amellere koşunuz.” (Müslim: 2947)

    Bunca Âyet-i kerime’leri ve Hadis-i şerif’leri önlerine serdiğimiz halde bunlara iman etmeyişlerinden ötürü Allah-u Teâlâ onlara şöyle buyuruyor:

    “Kendisine Rabbinin Âyetleri hatırlatılarak öğüt verildikten sonra, onlardan yüz çeviren kimseden daha zâlim kim olabilir? Muhakkak ki biz zâlimlerden öç alacağız.” (Secde: 22)