Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • fethullah gülen01.09.2007 - 04:12

    Bediüzzaman Said-i Nursi

    Hazretleri’nin Bir Beyanı:

    “Ey hitabet-i umumiye sıfatı ile, gazete lisanıyla konferans veren muharrir (yazar) ! Sen, kendi nefsini aşağı göstermeye ve nedamet ederek kusurlarını ilân etmeye hakkın var. Fakat şeair-i İslâmiyeye (İslâm’ın sembolü olan hususlara) zıd ve muhalif olan herzeler (saçmalıklar) ile İslâmiyeti lekelendirmeğe katiyyen hakkın yoktur.

    Seni kim tevkil etmiştir (vekil kılmıştır) ? Fetvâyı nereden alıyorsun? Hangi hakka binaen milletin namına, ümmetin hesabına İslâmiyet hakkında hezeyanları savurarak dalâletini neşr ve ilân ediyorsun? Milleti, ümmeti kendin gibi dâll (hak yoldan sapmış) zannetme.

    Dalâletini (sapıklığını) kime satıyorsun? Burası İslâmiyet memleketidir, yahudi memleketi değildir. Cumhur-u mümininin (müminlerin ekserisinin) kabul etmediği bir şeyin gazete ile ilânı, milleti dalâlete dâvettir, hukuk-u ümmete (ümmetin haklarına) tecavüzdür. Bir adamın hukukuna tecavüze cevaz-ı kanunî olmadığı (kanuni ruhsat verilmediği) halde, koca bir milletin belki âlem-i İslâmın hukukuna hangi cesarete binaen tecavüz ediyorsun? Ağzını kapat! ..” (Mesnevî-i Nuriye sh: 89)

    Biz bunlara narcı diyoruz, nurcu demiyoruz. Narcı başka, nurcu başka.

    NURCULAR O BÜYÜK ZEVÂT-I KİRAM’IN İZİNDEN YÜRÜYEN, NURU TAKİP EDEN, ALLAH-U TEÂLÂ’NIN NURUNU YAYMAYA ÇALIŞANLARDIR.

    NARCILAR İSE MÜNAFIKTIR, KÜFÜR İZİNİ TAKİP EDERLER, KÜFRÜ YAYMAYA ÇALIŞIRLAR. BUNLAR BİR TUTULMASIN VE BİR SANILMASIN


    Hıristiyan Haçlılar Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e yazı ve karikatür yolu ile çok çirkin iftira ve yakıştırmalar yaptılar. Bu yüzden İslâm dünyası ayağa kalktı. Çünkü onlar İslâm’ı küçük düşürmek için böyle yaptılar.

    Fetullah Gülen ise şöyle söylüyor:
    “Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslâh etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü yani Muhammed Allah’ın resulüdür kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.” (Küresel Barışa Doğru, 131. sh)

    Bu adam böyle söylüyor. Bu doğrudan doğruya inkârdır. İnkâr ise küfürdür.
    Bu adam resmen inkâr ediyor da kılınız kıpırdamıyor! Bu söz bu karikatürlerden çok daha büyüktür. Hem inkâr ediyor, hem de bütün etrafını küfre sevkediyor.
    Ey müslüman kardeş! Sizler de bu adama ve ona tâbi olanlara bu nazarla bakın!





    Resulullah Aleyhisselâm’ı methetmeye beşerin gücü yetmez. Zira onu bizzat Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri methetmiştir. Kur’an-ı kerim’de birçok Âyet-i kerime’de onun hususiyetleri zikredilmiştir. O madden manen bütün alemlere bir rahmettir. Zira bütün alemler onun nurundan yaratılmıştır. O olmasaydı felekler yaratılmazdı.

    Bunlar ve bunlar gibi daha nice hakikatleri Allah ve Resul’ünün beyanlarından öğreniyoruz.

    Binaenaleyh Allah-u Teâlâ Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ı kabul etmeyen hiçbir kimsenin imanını kabul etmeyecektir. Bu çok açık bir İslâm düsturu ve akaididir.

    Bütün bu hakikatler ortada iken Resulullah Aleyhisselâm’ı kabul etmeyen hıristiyan ve yahudilere iman ehli muamelesi yapanlar Resulullah Aleyhisselâm’ı inkâr etmişlerdir.

    Bunlar Hakk’ın huzurunda; Resulullah Aleyhisselâm’ın sahibi Rabb’in huzurunda hesap verme günü geldiğinde ne kadar büyük cürüm işlediklerini anlarlar. Ancak iş işten geçmiştir.

  • muhammed01.09.2007 - 04:08

    Nur Saçan Kandil”

    Onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ o nurda tecellî ettiği için: “Sirâc-ı münîr = Nur saçan kandil” olmuştur.

    Allah-u Teâlâ kulu ve Resul’ü Muhammed Aleyhisselâm’ın bizzat mübarek şahsını; mücessem bir hidayet, bir rehber ve bir önder kılmıştır.

    Mübarek vücudu serâpâ nurdur. Bu nur ile körler bile görür, duymayan kulaklar duyar, kapalı kalpler açılır, yolunu şaşıranlar yol bulur.

    Bu hususta Allah-u Teâlâ, Zât-ı risaletpenâhî’yi muhatap kılarak şöyle buyuruyor:

    “Ey Peygamber! Biz seni bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb: 45-46)

    Bunun içindir ki vücud-ı şerif’leri, ruhları, lisanları, kalpleri, ahlâk ve amelleri, ilim ve fehimleri nur kaynağıdır.

    Bu öyle bir nur ki, bu nur Allah-u Teâlâ’nın nurudur. Bu öyle bir kandil ki, bütün âlemleri nurlandıran bir kandildir.

    Her ne kadar görünüşü beşer ise de, fıtrî yapısı ayrıdır.

    Cismin beşer oluşu hakkında Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:

    “Resul’üm! De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor.” (Kehf: 110)

    İşte onun hakkındaki bütün yanılmalar bu noktadan doğuyor.

    “Ben de sizin gibi bir beşerim.” beyanı, onun beşer yönüdür, zâhirî görünüşüdür, dışıdır.

    İşte bu perdenin ötesine geçemeyenler:

    “Allah’tan size bir NUR ve apaçık bir kitap gelmiştir.” (Mâide: 15)

    Âyet-i kerime’sinde geldiği haber verilen bu “Nur”u göremediler, cisimde takılıp kaldılar, “Nur”a inemediler, hidayete eremediler ve iman etmiş de olmadılar. Onlar öteye geçemedikleri için, ilâhî nurdan, rahmetten, merhametten mahrum kaldılar.

    Âyet-i kerime’de geçen; “Nur” Muhammed Aleyhisselâm’dır, zira ancak onun vasıtası ile hidayete erilir.

    “Kitap” ise Kur’an-ı kerim’dir, o da hidayet rehberidir.

    “Ben de sizin gibi bir beşerim.” Âyet-i kerime’sini görerek: “O da bizim gibi bir insandır.” diyenler, onun:

    “Asluhu nur, cismuhu âdem” olduğunu, “Sirâc-ı münîr” olduğunu, “Nur saçan kandil” olduğunu bildiren ve buna benzer Âyet-i kerime’leri görememektedirler. Nefisleri onlara onu göstermiş, diğerini göstermemiş. Hakikati göremediklerinden ötürü de Âyet-i kerime’lere iman etmediler ve imandan kaydılar. Bu ise Allah-u Teâlâ’nın onların kalplerini döndürmesinden ileri gelmektedir.

    Resulullah Aleyhisselâm’ı hükümsüz ve hiçe sayanlar;

    “Aslıhu kâfir, cismuhu necis”tir.

    Bu necasetliklerinden ötürü o “Nur”a leke sürmeye çalışıyorlar. Bu necaset halleri ile o “Nur”u görmeleri mümkün değildir. Amma kendilerinin necis olduğunu da bilmiyorlar.

  • fethullah gülen31.08.2007 - 21:33

    İmanı ve İslâm’ı kabul etmeyen kimse apaçık kâfirdir. Artık onu İslâm kardeşliğinin içerisine dahil etmek, müslüman demek, Allah-u Teâlâ’nın Âyet-i kerime’lerini inkâr etmek demektir.

    “Bir kimse müslüman kardeşine fısk ve küfür isnad etmesin. Zira o kimsede bu haller yoksa, sözler sahibine döner.” (Buhari)

    Hadis-i şerif’i mucibince inanan bir müslümana küfür isnad etmek insanı küfre götürdüğü gibi, iman dairesinde olmayan bir kâfiri iman hudutları içine koymak da insanı küfre götürür. Neden küfre götürür? Karşıdaki alenen küfrettiği halde İslâm dairesine sokmak istediği için, bile bile söylediği için, Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hudutları kaldırdığı için kâfir olur.

    Onların dediği olsaydı, Allah-u Teâlâ’nın melekler ve peygamberler göndermesine, kitaplar salmasına lüzum kalmazdı.

    Bunların inişi, iman ile küfrün ayrılmasıdır. Onlar ise iman ile küfrü birleştirmeye çalıştıkları için otomatik olarak küfre giriyorlar.

    Bunun içindir ki, küfrünü alenen ilân eden ve küfrü ile iftihar eden bir kimseye bile bile ‘Bu müslümandır.’ demek küfürdür.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde buyurur ki:

    “Resulüm! De ki: Size amelce en çok ziyana uğrayanları bildirelim mi? Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar iyi yaptıklarını sanıyorlardı.

    İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenlerdir. Bu yüzden amelleri boşa gitmiştir. Kıyamet günü biz onlar için bir terazi kurmayız. (Onlara hiç değer vermeyiz.) ” (Kehf: 103-104-105)

    Bir ayeti inkar eden kafirdir tum mahlukat bir araya toplansa bir harfini inkar etseler dahi yoldan cikar Artik fettullahin durumunu dusunun

  • fethullah gülen31.08.2007 - 21:30

    Bunlara aldanmayin bunlar dis dusmanidir ayet ve hadisle beyan yazanlara iftira etmekten cekinmezler ayet ve hadisleri ifira ve hakaret olarak algilarlar mesela Karabuklu78 gibi insanlar cunku Allah bunlar hakkinda hukmunu veriyor


    Allah-u Teâlâ Ayet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır:
    'Heva ve hevesini ilâh edinen, Allah'ın bile bile saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne perde çektiği kimseyi gördün mü? Onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız? '
    (Câsiye Suresi, 23. Ayet-i kerime)

  • cuma namazı28.08.2007 - 05:30

    Cuma Namazı kılmak Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir, inkâr eden dinden çıkar kâfir olur.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:

    “Ey iman edenler! Cuma günü namaz kılmak için ezan okunduğu zaman hemen Allah’ı zikretmeye koşun, alış-verişi, işi-gücü bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.

    Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın, Allah’ın fazlından nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma: 9-10)

    Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyururlar:

    “Özürsüz olarak üç cuma namazını terkedenler münâfıklar topluluğundan yazılırlar.” (Tirmizî)

    “Her kim cuma namazını üç kere zaruretsiz terkederse Allah onun kalbini mühürler.” (Tirmizî)

    “Bir takım kimseler ya cuma namazlarını terk etmekten vazgeçerler veya Allah-u Teâlâ onların kalblerini muhakkak ki mühürleyecektir. Sonra da onlar gafillerden olurlar.” (Müslim)

    Namaz vakitlerinin başlangıç ve sonları Hadis-i şerif ile belirlenmiştir.

    Rivayet olunur ki Ebu Mesud Ensâri -radiyallahu anh- Irak’ta iken bir gün Muğire bin Şûbe -radiyallahu anh-ın yanına girdi. O gün Muğire nasılsa ikindi namazını geç vakte bırakmıştı. Ona dedi ki:

    “Ya Muğire! Bu yaptığın nedir? Bilmiyor musun ki, Cebrâil inip namaz kıldı. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında) kıldı.

    Sonra (bir daha) kıldı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

    Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

    Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

    Sonra (bir daha) kıldı, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- de (ardında bir daha) kıldı.

    Sonra ‘İşte ben bununla emrolundum.’ dedi.” (Buhari, Tecrid-i sarih: 315)

    Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:

    “Cebrâil Aleyhisselâm iki defa Beyt-i muazzama’nın yanında bana imam oldu. İlk defasında zeval vaktinde güneşin verdiği gölge bir nalın tasması kadar uzandığında bana öğle, her şeyin gölgesi birer misli uzadığında ikindi, oruçlu orucu bozduğu vakitte akşam, şafak kaybolduğunda yatsı, oruçluya yemek-içmek haram olduğu vakitte sabah namazlarını kıldırdı.

    Ertesi gün öğle namazını her şeyin gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu, akşam namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını gecenin üçte birine doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakitte kıldırdı.

    Sonra bana döndü ve ‘Ya Muhammed! Bu senden evvelki Enbiyâ’nın vaktidir. Namaz vakti işte bu ikişer vakitler arasındadır.’ dedi.” (Ebu Davud, Nesâi, Tirmizî) , (Tecrid-i Sarih, cild: 2. sh: 462)

    Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri namaz kılmayı farz kılmıştır. Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’lerde namazın vakitleri, nasıl kılınacağı beyan edilmiştir.

    Cebrâil Aleyhisselâm gelerek Resulullah Aleyhisselâm’a tarif etmiştir.

    “Namaz üç vakittir.” diyenlere sorun:

    1. Siz namaz kılıyor musunuz? Kılıyorsunuz da mı hükm-ü ilâhîyi ve Resulullah Aleyhisselâm’ın emirlerini tahrib ve tahrif ederek değiştirmek istiyorsunuz?

    2. Biz de kılıyoruz derlerse “Kaç vakit kılıyorsunuz? Resulullah Aleyhisselâm’a Cebrâil Aleyhisselâm beş vakti tâlim etti, size üç vakti kim tâlim etti? ”

    3. Onlara sorun asıl gayeniz nedir? Size ne cevap vereceklerine dikkat edin.

  • berat kandili28.08.2007 - 05:20

    Şaban-ı şerif'in on beşinci Berat gecesinde, o sene cereyan edecek bütün hâdiseler Levh-i mahfuz'dan dünya semâsına indirilip, vazifeli meleklere teslim ediliyor.

    Şöyle ki; kâtip melekler bu geceden gelecek senenin aynı gecesine kadar olacak hâdiseleri birer birer defterlere yazarlar. Kimlerin zengin veya fakir, aziz veya zelil olacakları, başa gelecek ibtilâlar, rızıklar, ölümler, doğumlar, hülâsa bütün işler ilm-i ilâhiden topluca meleklere yazdırılır ve hükme bağlanır. Kadir gecesinde ise vazifeli meleklere teslim edilir.

    Rızıkların dağıtımı ile ilgili defter Mikâil Aleyhisselâm'a, amellerle ilgili defter İsrâfil Aleyhisselâm'a, zelzelelerle harplere ait olan nüsha Cebrâil Aleyhisselâm'a, musibetlere ve ecellere ait olan ise Azrâil Aleyhisselâm'a tevdi olunur. Böylece her müvekkil melek vazifesini bilmiş oluyor.

    Bu mevzuda İbn-i Abbas -radiyallahu anh- Hazretleri'nden bir rivayette Cenâb-ı Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

    'Hazret-i Allah Şaban ayının yarısı gecesinde, olacak şeylerin hükümlerini verir. Kadir gecesinde ise onları vazifeli meleklere teslim eder.'

    Bir Hadis-i şerif'te de şöyle buyuruluyor:

    'Şaban-ı şerif ayının yarısı gecesi olunca, onu ibadetle geçirin, gününde de oruç tutun.

    Zirâ Hakk Celle ve Alâ Hazretleri o gece güneşin batmasından itibaren dünya semâsına rahmetiyle tecellî edip, buyurur ki:

    'Yok mu benden mağfiret dileyen, onu affedeyim! Yok mu rızık isteyen, onu rızıklandırayım! Bir musibete uğrayan yok mu, onu kederden kurtarayım! Yok mu şunu isteyen, yok mu bunu isteyen! '

    Bu ilâhî sesleniş sabaha kadar devam eder.' (Tirmizî)

  • fethullah gülen28.08.2007 - 05:18

    İlâh edindikleri adamın daha evvel de Papa’ya gönderdiği mektup tetkik edildiğinde;

    “Papa 6. Paul tarafından başlatılan ve devam etmekte olan dinler arası diyalog için Papalık konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” sözünden hıristiyan, yahudi yakınlaşması ile Papa misyonuna hizmet ettiği görülmektedir.

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde ise;

    “Allah’ın gadap ettiği bir toplulukla dostluk kuranları görmedin mi? Onlar ne sizdendir, ne de onlardan. Bilerek yalan yere yemin ediyorlar.” (Mücadele: 14)

    Bu Âyet-i kerime’yi inkâr etmekte ki, küfrünü ilân etmekte ki, kaynağı nereden aldı? Bu küfür değil midir?

    Bunlar kaynağı görüldüğü üzere küfürden alıyorlar.

    Onlarla öyle bir dostluk kurdu ki Vatikan’a kadar gitti ve devamlı olarak hoşgörü, diyalog adı altında hıristiyan ve yahudileri müslümanlara dost olarak tanıttı.

    Hakk Celle ve Alâ Hazretleri Kelâm-ı kadim’inde:

    “Birbirine hasım iki zümre.” (Hacc: 19)

    Âyet-i kerime’si ile inananlarla inanmayanları ayırmıştır. Hâl böyle olunca bir müminin kâfirleri ve münafıkları dost edinmesi kesinlikle yasaklanmıştır.

    Allah-u Teâlâ’nın koyduğu hüküm ve hudut budur. Bunu inkâr ediyorlar, bu hududu kaldırıyorlar. Bu küfür değil midir?

    Hem de alenen küfürdür. Bu Âyet-i kerime’leri inkârdır.

    İlâh edindikleri adam daha evvel de hıristiyan papazları, yahudi hahamları ile hoşgörü toplantıları yaparak “Keşke her köşeye bir hoşgörü vakfı kursak da herkes hoşgörü soluklasa.” dedi.

    Âyet-i kerime’lerde şöyle buyuruluyor:

    “Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost edinirler. Onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Bilsinler ki, şeref ve kudret tamamen Allah’a aittir.” (Nisa: 139)

    “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. Allah’ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz? ” (Nisa: 144)

    Şimdi onlara soralım. İlâh edindikleri adam:

    Yahudi hahamları ve hıristiyan papazları ile hoşgörü toplantıları yapmakla bu Âyet-i kerime’leri hiçe saydığından, nefsini ilâh edindiğinden bu hakikatı inkâr etmiştir. Bu küfür değil midir? Peki siz bunun kaynağını nereden aldınız?

    “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)

    Gerçek iman budur. Bu, İslâm dinine göredir.



    Günümüzde kâfirden daha tehlikeli olan münafıklar içten türedi, iman kalesini içten yıkmaya başladılar. Bunlar diğerlerinden daha tehlikelidirler. Çünkü kâfirin hedefi var, bunların hedefi yok. Bu sapıtıcı imamlar sûret-i haktan göründüler, hepsi de müslümanları kurdukları dinlerine ayrı ayrı dâvet ettiler.

    Nitekim bu tehlikeyi gören Bediüzzaman Hazretleri buyururlar ki:

    “Bana ızdırap veren, yalnız İslâm’ın mâruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi. Onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt gövdenin içine girdi, şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz. Çünkü düşmanı sezemez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basiret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye vaktim bile yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbâli selâmet olsa.” (Bediüzzaman Said Nursi: Eşref Edip; sh. 16)

    Uyan be kardeş! Bu feryat senin içindir. Senin imanın için feryat ediyor. Dost ve düşmanını tanı artık! Koyun postuna bürünen kurtlardan sakın artık!

    Bu mübarek zât nasıl da bu münafıklıkları görmüş ve ne kadar üzülmüş. Artık bu feryadın karşısında uyanmanız lâzım.

    Uyan be kardeş! Düşmanını tanı! Bunlar daha evvel de kazancınızı aldılar, kanlarınızı emdiler, sizi imanınızdan ettiler.

    Bir bak, ipin ucu kimin elinde! Küfür diyarından kumanda ediyor, küffara yaranmak için peşkeş çekiyor. Din-i İslâm’dan ve güzel vatanımızdan seni mahrum etmek için çalışıyor.

    Dinini, imanını, güzel vatanını kurtarman için; bombasını keşfet artık ve başına patlat.

  • fethullah gülen28.08.2007 - 05:04

    Ben yazilarimi hakikat sitesinden alirim beyanlar ayet ve hadistir zerre kadar imani olan ibret almaldir kimseye de dusmanligim yoktur karabuklu sen de dahil lutfen iftirayi birakalim ic ve dis dusmanlarmizi
    bilelim vatansiz iman imansiz vatan muhafaza edilmez
    www.hakikat.com da tum bu dusmanlarin ic yuzu ayet ve hadislerin isigi altinda beyan edilmistir
    Siz sanirim baska dine mensupsunuz o da fetttullahcilik fettullahcilik dinine gore haklisiniz ben de islam dinine gore sizin dininiz size olsun en buyuk dusman olarak nefsiniz size yeter Ayet ve hadisler muhatabamiz degil demek ben artik islam dininden degil demek oluyor kendi beyaninizla kendi icyuzunuz ortaya konulmus sana yazilarim hakikat sitesinden alirim dendigi halde yalancilikla sucluyorsun sen de ispatlamak zorundasin bunu Alim ilmiyle cahil kufruyle cevap verir sasirmamak gerekir

  • fethullah gülen25.08.2007 - 04:29

    İmam-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri Mektubat adlı eserinin 163. Mektub’unda kâfirlere itaat eden, hoşgörü ile bakan, hatta “Hazret” diyenlere çok ağır cevap veriyor ve buyuruyor ki:

    “...

    İslâm ve küfür birbirinin zıddıdır, bir arada olamazlar. Ta kıyamete kadar, hatta kıyamette dahi. Bunlardan birini isbat etmek, diğerini kaldırmaktır. Birini ağırlamak, diğerini küçük düşürmektir.

    Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, Peygamber’ine hitaben şöyle buyurdu:

    “Ey Peygamber! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne kötüdür! ” (Tevbe: 73)

    Sübhan Allah, en güzel huyla sıfatlanan Resul’üne “Küffarla cihad et ve onlara sert davran.” emrini verdiğine göre, bundan bilinir ki; onlara sert çıkmak en güzel huylar arasındadır.

    İslâm dininin izzet bulması küfrün ve küfür ehlinin zelil düşmesindedir. Buna göre bir kimse, küfür ehlini ağırlarsa İslâm ehlini zelil düşürmüş olur.

    Kâfirleri ağırlamak yalnız onlara tazim edip baş köşeye oturtmak değildir. Onları meclislere almak, onlarla sohbet etmek, onların dili ile konuşmak gibi hareketler dahi onları ağırlamaktır. Asıl uygun olanı; köpekleri uzaklaştırır gibi onları uzaklaştırmaktır.

    Eğer onlarla alâka peyda etmek, dünya işlerine ait zaruretler icabı ise... başka türlü de olmuyorsa... o zaman uygun olan, ancak zaruret mikdarı onlarla olmaktır. Bu arada onları bir şey yerine koymamaya ve kendilerine lüzumsuz yere iltifatta bulunmamaya riayet etmelidir.

    Ama İslâm’ın kemali, böyle bir garazı dahi tamamen terk edip onlara iltifat etmemek ve onlarla karışıp durmamaktır. Zira noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, onları (yani küfür ehlini) , Kelâm-ı Mecid’inde zâtının ve Resul’ünün düşmanı olarak tanıttı:

    “Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Oysa onlar size gelen hakkı inkâr etmişlerdir.” (Mümtehine: 1)

    “Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâil’e ve Mikâil’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkârcı kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara: 98)

    Allah’ın ve Allah’ın Resul’ünün düşmanı olan kimselerle karışık durmak, cinayetlerin en büyüklerindendir.

    Bu düşmanlarla karışık durmanın, onlarla arkadaşlık etmenin en azından zararı; Şer’i hükümlerin icrasındaki kuvvette zaaf ve gevşeklik hâsıl olmasıdır. Bundan başka, onlarla olan arkadaşlığı dolayısıyle küfre sebep olacak şeylerden kaçınmaya utanır. Böyle bir zarar, cidden büyüktür. Kaldı ki, Allah’ın düşmanlığını, Resul’ünün düşmanlığını çeker.

    Böyle bir uygunsuz insan sanır ki, kendisi müslümanlardandır; Allah’a ve Resul’üne imanı vardır. Ama bilmez ki, bu gibi kötü ameller kendisinden İslâm devletini giderir.

    Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden Allah’a sığınırız.

    Bir şiir:

    ‘Kendini hem âlim, hem din adamı sanır,

    Dinle bütün ilgisi böyle sanmasıdır.’

    Bu din düşmanı mel’unların işi İslâm’ı istihzaya ve müslümanları maskaralığa almaktır. Aynı zamanda onlar, eğer bir fırsatını bulsalar bizi İslâm dininden çıkaracaklar ve hepimizi öldüreceklerdir.

    Müslümanlara yakışan utanıp hamiyet sahibi olmaktır. Zira Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurdu:

    ‘Hayâ imandandır.’

    Hamiyet-i İslâmiye zaruridir. Baştaki emir sahiplerine düşer ki; daima bu hizlana düşen kimselerin baş kaldırmalarına fırsat vermeyeler.

    .....

    İslâm devletinin husülünün alâmeti: Küfür ehline buğzedip onları kerih görmektir.

    Allah-u Teâlâ Kelâm-ı Mecid’inde onları “Necis” diye isimlendirdi:

    “Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir necis (pislik) tir.” (Tevbe: 28)

    Bir başka Âyet-i kerime’de ise onlara “Murdar” ismini verdi.

    “Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır.” (Tevbe: 95)

    Eğer o kâfirleri böyle görmüş olsalardı, hiç şüphe yok ki, onlarla arkadaşlık etmekten kaçınır ve onlarla oturmayı kerih görürlerdi.

    Herhangi bir şeyde bu düşmanlara müracaat etmek, onların reyi ve hükmü ile iş tutmak, kendilerini tam mânâsıyla ağırlamaktır. Bunlardan himmet talep edip onları bir vesile bilenin hali n’olur ki? ”

    Gördüğünüz gibi İmam-ı Rabbani -kuddise sırruh- Hazretleri bunların içyüzünü ne güzel tarif buyuruyorlar.

    Pinar ayet ve hadislere itibarin yok bari bu zata kulak ver itibarin olsun

  • fethullah gülen24.08.2007 - 02:16

    Gulenin durumu diyalog mevzusu

    Ibrahim Aleyhisselâm ne yahudi, ne de hıristiyandı. O Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı.

    Asr-ı saâdet’te Medine'deki yahudi ve hıristiyanlar İbrahim Aleyhisselâm'ın dini hakkında münakaşaya tutuşmuşlardı. Her grup en iyi 'İbrahimî Din'in kendi dîni olduğunu iddiâ ediyordu. Durumu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e götürdüler. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onların bu iddiâlarını dinledi ve:

    “Hiçbirinizin dini İbrahimî değildir! ” cevâbını verdi.

    Resulullah'ın bu cevabını beğenmeyen yahudi ve hıristiyanların, buna itirâza kalkışıp;

    “Verdiğin bu hükmü kabul etmiyoruz, dînine de inanmıyoruz! ”

    Demeleri üzerine Allah-u Teâlâ:

    “Yoksa onlar Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar? ” (Âl-i İmrân: 83)

    Âyet-i kerîme'sini inzâl buyurdu. (Kurtubî, “Ahkâmü'l-Kur’an, c. 3, s. 82.)

    Nitekim Allah-u Teâlâ diğer bir Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmuştur:

    “İbrahim ne yahudi, ne de hıristiyandı. O Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi.” (Âl-i imrân: 67)



    İman Birliği Başka, Akrabalık Başka Şeydir!

    Kureyş’in reisi Ebu Süfyân, Hudeybiye anlaşmasının müddetini uzatmak için Medine-i münevvere’ye gelmişti. Ancak Resulullah Aleyhisselâm'la doğrudan görüşmeye cesaret edemiyordu. Ne yapacağını düşünürken, daha önce iman edip Resulullah Aleyhisselâm'la evlenen kızı Ümmü Habîbe -radiyallâhu anhâ-nın yanına gitti. Ondan Resulullah Aleyhisselâm'la kendisi arasında aracılık yapmasını isteyecekti.

    Ümmü Habîbe -radiyallâhu anhâ- babasını karşıladı, içeriye aldı. Fakat Resulullah Aleyhisselâm'ın oturduğu yere onu oturtmak istemediği için, minderi toplayıp kaldırdı. Bunun farkına varan Ebu Süfyan içerleyerek: “Kızım, minderi mi bana, beni mi mindere lâyık görmedin? ” diye sordu.

    Ümmü Habibe -radiyallahu anhâ- Vâlidemiz: “O Resulullah'a âittir. Sen ise müşriksin, pissin. O mindere oturmaya lâyık değilsin! ” diye cevap verdi. Çünkü bir müslümana göre akrabalık başka şey, iman birliği daha başka şeydi.

    Kızının bu davranışı karşısında Ebu Süfyan: “Vallâhi kızım, bizden ayrılalı sana bir hâl olmuş, sen çok değişmişsin! ” demek zorunda kaldı.



    'Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin.'

    İbn Sîrîn -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri'ne evini kilise yapılmak üzere hıristiyanlara satan bir adamın hâli sorulduğunda, soranlara: 'Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin.' Âyet-i kerimesini okuyarak cevap vermişti. (Taberî, “Tefsîr-i Taberî”, c. 4, s. 618)

    İsmâil Hakkı Bursevî -kuddise sırruh- Hazretleri 'Rûhu'l-Beyân Tefsiri”nde bu Âyet-i kerime'yi şöyle tefsir etmiştir:

    'Bil ki nefis, şeytan ve insan vücudunda bulunan diğer şerler, yahudi ve hıristiyanlar gibidir. Nasıl ki yahudi ve hıristiyanlarla dost olmamak, onlardan uzak durmak gerekiyorsa; aynı şekilde nefis ve yarımcılarıyla dostluk da câiz değildir. Çünkü onların arzularına uymak, hem cehennem ateşine, hem de Allah'tan uzaklık ateşine sevkeder. Mü'min kim olursa olsun Allah'ın düşmanlarına düşman olmakla memurdur; yoksa imânı aslâ geçerli olmaz! ”



    Gerçek İman

    Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine hitap ederek onun şahsında bütün beşeriyete şu gerçeği ferman buyurmaktadır:

    “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamber’ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele: 22)

    Gerçek iman budur, bu İslâm dinine göredir.

    Görülüyor ki Âyet-i kerime, iman yakınlığı olmayan akrabalıkları kökünden yıkmış oluyor.

    İslâm tarihinde bunun birçok canlı örnekleri vardır. Şöyle ki:

    Ebu Ubeyde -radiyallahu anh- Bedir savaşında babası Cerrah’ı, Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- dayısı As bin Hişam’ı, Hazret-i Ali -radiyallahu anh- ve Hazret-i Hamza -radiyallahu anh- de yakın akrabalarını katletmişlerdi. Mus’ab -radiyallahu anh- ise Uhud savaşında kardeşi Ubeyd’i öldürmüştü.

    Bu gibi kimselere sevgi göstermek, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın gerekleriyle taban tabana zıttır. Zira onlarla dostluk kurmak, küfre sevgi göstermektir. Kim Allah’ı severse, O’nun düşmanlarına düşman olur. Nur ile karanlık bir araya gelmediği gibi; bir kalpte hem Allah sevgisi, hem de O’nun düşmanlarının sevgisi beraber bulunmaz. Küfre muhabbet ile iman bir arada barınmaz. Bir kimseyi sevenin, onun düşmanını sevmesi mümkün değildir. Bu iki şey kalpte birleşmez. Kalpte Allah düşmanlarının sevgisi yerleşince orada iman bulunmaz. Binaenaleyh hiçbir müminin hiçbir halde onlarla dostluk kurmasına cevaz yoktur.



    “İnşâallah Müşriklerle Oturup Kalkmıyorsunuzdur? ”

    Rivâyete göre Hâris bin Muâviye Medine’ye, Hazret-i Ömer -radiyallâhu anh-in yanına geldiğinde aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:

    — Şam’da durum nasıl?

    — Allah’a hamdolsun iyi!

    — İnşâallah müşriklerle oturup kalkmıyorsunuzdur?

    — Hayır ey müminlerin emîri!

    — Eğer sizler müşriklerle hemhâl olursanız, bunun neticesinde çok sürmez onlarla berâber yemek de yer, içecek de içersiniz! Onlarla-oturup kalkmadığınız müddetçe bilin ki dâima hayır içinde olursunuz! ” (Kandehlevî, “Hayâtü's-Sahâbe”, c. 3, s. 259.)



    Hakk’a Yönelen Bir Müslüman Kâtip Edinseydin Ya!

    Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- in hilâfeti yıllarında Basra vâlisi Ebu Musa el-Eş'arî -radiyallahu anh- bazı mühim hususları görüşmek üzere Medine-i münevvere'ye gelmişti. Bir ara kayıtların nasıl tutulduğu, işlerin nasıl düzenlendiği mevzu edilirken dedi ki:

    'Yâ Emirel-müminin! Hıristiyan bir kâtibim var, işlerimi kolaylaştırıyor, kayıtları düzenli bir biçimde tutuyor.'

    O anda halifenin rengi birden değişiverdi. Şöyle konuştular:

    - Allah cezanı versin! Hakk'a yönelen bir müslüman kâtip edinseydin ya! Allah'ın şu buyruğunu işitmedin mi?

    ‘Ey inananlar! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin! ’ (Mâide: 51)

    - Onun dini ona, kâtipliği bana.

    - Allah'ın aşağıladığına ikram etme, Allah'ın hor gördüğünü aziz ve şerefli kılma, Allah'ın uzaklaştırdığını yaklaştırma.

    - Ne yapalım! Basra'nın yazı işleri ancak onunla yoluna giriyor.

    - Farzedelim ki hıristiyan kâtip öldü, o zaman ne yapacaksın? ' (Mefâtihü’l-gayb)

    Onlarla hala hoşgörü yapan birlikte ramazan sofralarında oturan diyalogçu münafıkların işini bu ayet ve hadisler bitirir.Cevap verecekseler ayet ve hadisle cevap versinler.Kendi zanlarıyla değil. (18.10.2006 17:30) (26.11.2006 15:27)

    Pinar61 sen sefilsin beyanlarinda ayeti kerime ve hadisi serif yok kafirleri hosgorenlerin durumu ortada gulen gibi Bir de peygamberimize iftira atmaya kalkiyon