Kimine göre kolaydır, kimine göre zordur ağlamak. Bazısına çocuk oyuncağıdır ağlatmak, bazısına eşsiz bir zulüm. Ağlamak denilen tuzlu bir kaç inci tanesini akıtmak mıdır yürek çeşmesinden, yoksa basit bir fizyolojik olay mıdır...
Ağlamaktan ağlamaya çok fark vardır. Sevinç için de ağlanır, bazen keder için de ağlanır. Bazen hasret, bazen diş ağrısı ya da ağır, zalim bir kalp ağrısı ağlatır insanı. Ağlatmak ise tek çeşittir oysaki. Aynı mantığın farklı versiyonlarında ağlatılır muhatabımız. Ağlatmakta fark eden, küçük bir ayrıntıdır sadece. İstemek ya da istememek....
Ağlatmak istemeden ağlattığımız da olur.. Bir damla göz yaşı akmasın diye nehirlerin yataklarını değiştirdiğimizde olur...
Ama biz her zaman ağlatmak istemeyenlerden olalım...Unutmayalım ki insana ait her damla gözyaşı çok değerlidir...
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, 'Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? '. 'Bakın göstereyim...' demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da ermiş kişi, derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar vermiş ellerine. Ermiş: 'Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.' diye de bir şart koşmuş. 'Peki...' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine 'Şimdi...' demiş ermiş. 'Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.' Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. 'Buyrun' deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
'İşte...' demiş ermiş: 'Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz, hayat pazarında daima sevgiyi paylaşanlar kazançtadır.'
Gösterdin............. gördü anlamına gelmez Söyledin.............. duydu anlamına gelmez Duydu.................doğru anladı anlamına gelmez Anladı............... hak verdi anlamına gelmez Hak verdi............ inandı anlamına gelmez İnandı............... uyguladı anlamına gelmez Uyguladı............. sürdürecek anlamına gelmez
Soru 2-İstenmeye gelen kızlar neden kahve yaparlar? ? ? ? ? ?
Cevap 1-Bu damada verilen bir mesajdır ve yer yer çok çeşitlilik gösterir.
Cevap 2-'Bak koçum, benimle evlenirsen sana geceleri uyku muyku yok. Önden söyleyeyim de sonra mıçını devirip yatma. Enerjini topla, uyuma! ! ! '
'Bu sana yapıp yapacağım son kahve. Doya doya iç. Evlendikten sonra sen yapacaksın ben de keyifle içecem. Hele bir köpüklü olmasın, o zaman sana anyayı konyayı göstericem...'
'Bi fincan kahvenin 40 yıl hatırı var. Bu durumda evliliğimizin ilk 40 yılı için benden fazla bi şey bekleme. Sonrası Allah kerim. İşine gelirse...'
'Balayında Brezilya'ya gidiyoruz. Ona göre.'
'Köpük olduğunu sandığın şey aslında köpük möpük değil. Fincanın içine tükürdüm. Evlenirsek dediğim dediktir. Tükürdüğümü yalamam. Üstelik sana da tükürüğümü işte böyle içiririm...'
Artık eksiltili cümleler kurmuyorum, cümle kurallı olmuş devrik olmuş banane. Belirtili nesne de kullanmıyorum, sen olmadıktan sonra varsın o da belirtisiz olsun. Bağlacımdın sen benim, beni hayata bağlayan, bense sadece bir edattım; tek başına bir anlamı olmayan, yalnız senin yanındayken anlam kazanan. 'Biz de artık gerçekleri görmeliyiz' derken ayrı yazılan 'de' değilmiş, 'biz'mişiz. Olsun her halinle seviyordum ben seni, yalın halin, e-halin... Ama olmadı, olmadı işte, yapım ekleri de çaresiz kaldı, yeni birşeylere başlamak için. Oysa ne güzeldin sen benim içimde, dolaylı anlatımlar, dolaylı tümleçler yoktu sana duyduğum sevgide. İki öğe vardı sadece, özne ve yüklem.
Öznesi sendin bu cümlenin, yüklemi de sen, bense ya bir nokta oluyordum bu cümlenin sonunda, yada bir soru işareti....
Ağlarken güzelleşir, Ağlarken olgunlaşır, Her şeye rağmen ağlatılmaması ve haliyle de ağlanmaması gerekir, Hele bir de karşlıklı ağlamak bir başkadır ki, bu konuya isterseniz hiç girmeyelim.. Bir kaç birşey hatırlatasın gelir, mesela tırnaklarını delicesine yerken gecenin bir hayli ilerlemiş vakitlerinde,soğuk yatakta yatılması gerekirken oturur konumda,bir hamlede şaaak diye ağızdan çıkacak o kadar çok şey varken ve bunları yüzüne çarpmayı düşünürken, sevdiceğini kırmamak adına kalakalırsın.. Düşünürsün ki, zaten bunları unutmamıştır.. Hatırlatmaya ne gerek var..?
Suçsuz ve günahsız iken suçlarsanız eğer, kabahatli görüp olup olmadık tepkiler verip ve ağlayacak duruma gelmesine sebebiyet verirseniz bir de........! ! ! !
Sevdiceğinin güzel gözlerini hafiften yaşlı görmek hangi sevgiliyi ağlatmaz ki..? Onun sevgi dolu kalbini düşünmeden söylenenlerin yüzünden kırılmasına, ağlarken konuşma çabasını, nefesini, kokusunu hisseden hangi sevgili ağlamaz ki..? Hangi sevgili için ağlanmaz ki..?
Yürekten ağlıyorsa sevgili, yüreğinde yer etmiş demektir diğer sevgili.. Bunun kıymeti bilinmeli, ağlatarak değil belki.......
Ağlattığın, kırdığın, üzdüğün için kendini affettirme telaşına düşersin.. Oysa kalbi kırılan yeter ki sen mutlu ol diyerekten kendini suçlu gösterir, o kendini affetirmeye çalışır..... Bu daha da çok yıkar ya insanı..
Konuşacağın da varsa konuşamazsın, koca bir yumruk gelir oturur boğazına, af dilemek gelir içinden, onu da yapamazsın....... insanın yüreğini çok yakar bu duyguyu yaşamak......
Hangi dilde ağlar çocuklar,
Hangi dilde güler
Ağlamak her dilde tek anlamda
Çince, İngilizce, Türkçe…
Burnunu çeke çeke ağlamak
Belki biraz çocukça.
Ağlamak, hüngür hüngür,
Ağlamak, içini çeke çeke
İnsanca!
Rıfat ILGAZ
Kimine göre kolaydır, kimine göre zordur ağlamak. Bazısına çocuk oyuncağıdır ağlatmak, bazısına eşsiz bir zulüm. Ağlamak denilen tuzlu bir kaç inci tanesini akıtmak mıdır yürek çeşmesinden, yoksa basit bir fizyolojik olay mıdır...
Ağlamaktan ağlamaya çok fark vardır. Sevinç için de ağlanır, bazen keder için de ağlanır. Bazen hasret, bazen diş ağrısı ya da ağır, zalim bir kalp ağrısı ağlatır insanı. Ağlatmak ise tek çeşittir oysaki. Aynı mantığın farklı versiyonlarında ağlatılır muhatabımız. Ağlatmakta fark eden, küçük bir ayrıntıdır sadece. İstemek ya da istememek....
Ağlatmak istemeden ağlattığımız da olur.. Bir damla göz yaşı akmasın diye nehirlerin yataklarını değiştirdiğimizde olur...
Ama biz her zaman ağlatmak istemeyenlerden olalım...Unutmayalım ki insana ait her damla gözyaşı çok değerlidir...
Yokuşta dökülmeyen alınteri, inişte gözyaşı olur.
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine, 'Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? '. 'Bakın göstereyim...' demiş ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da ermiş kişi, derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar vermiş ellerine. Ermiş: 'Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.' diye de bir şart koşmuş. 'Peki...' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine 'Şimdi...' demiş ermiş. 'Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.' Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. 'Buyrun' deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
'İşte...' demiş ermiş: 'Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz, hayat pazarında daima sevgiyi paylaşanlar kazançtadır.'
İçimden, sana bağırmaktan sesim kısılıyor sevdiceğim, dışına çıkar beni....
Gösterdin............. gördü anlamına gelmez
Söyledin.............. duydu anlamına gelmez
Duydu.................doğru anladı anlamına gelmez
Anladı............... hak verdi anlamına gelmez
Hak verdi............ inandı anlamına gelmez
İnandı............... uyguladı anlamına gelmez
Uyguladı............. sürdürecek anlamına gelmez
Beni anlama,
Beni anlamaya da çalışma,
Beni yargılama,
Beni sorgulama,
Beni hisset sadece.....
Soru 1-Kız istemeye gidince neden kahve yapılır? ? ? ? ? ?
Soru 2-İstenmeye gelen kızlar neden kahve yaparlar? ? ? ? ? ?
Cevap 1-Bu damada verilen bir mesajdır ve yer yer çok çeşitlilik gösterir.
Cevap 2-'Bak koçum, benimle evlenirsen sana geceleri uyku muyku yok. Önden söyleyeyim de sonra mıçını devirip yatma. Enerjini topla, uyuma! ! ! '
'Bu sana yapıp yapacağım son kahve. Doya doya iç. Evlendikten sonra sen yapacaksın ben de keyifle içecem. Hele bir köpüklü olmasın, o zaman sana anyayı konyayı göstericem...'
'Bi fincan kahvenin 40 yıl hatırı var. Bu durumda evliliğimizin ilk 40 yılı için benden fazla bi şey bekleme. Sonrası Allah kerim. İşine gelirse...'
'Balayında Brezilya'ya gidiyoruz. Ona göre.'
'Köpük olduğunu sandığın şey aslında köpük möpük değil. Fincanın içine tükürdüm. Evlenirsek dediğim dediktir. Tükürdüğümü yalamam. Üstelik sana da tükürüğümü işte böyle içiririm...'
:)
Artık eksiltili cümleler kurmuyorum, cümle kurallı olmuş devrik olmuş banane. Belirtili nesne de kullanmıyorum, sen olmadıktan sonra varsın o da belirtisiz olsun. Bağlacımdın sen benim, beni hayata bağlayan, bense sadece bir edattım; tek başına bir anlamı olmayan, yalnız senin yanındayken anlam kazanan.
'Biz de artık gerçekleri görmeliyiz' derken ayrı yazılan 'de' değilmiş, 'biz'mişiz. Olsun her halinle seviyordum ben seni, yalın halin, e-halin... Ama olmadı, olmadı işte, yapım ekleri de çaresiz kaldı, yeni birşeylere başlamak için. Oysa ne güzeldin sen benim içimde, dolaylı anlatımlar, dolaylı tümleçler yoktu sana duyduğum sevgide. İki öğe vardı sadece, özne ve yüklem.
Öznesi sendin bu cümlenin, yüklemi de sen, bense ya bir nokta oluyordum bu cümlenin sonunda, yada bir soru işareti....
Ağlarken güzelleşir,
Ağlarken olgunlaşır,
Her şeye rağmen ağlatılmaması ve haliyle de ağlanmaması gerekir,
Hele bir de karşlıklı ağlamak bir başkadır ki, bu konuya isterseniz hiç girmeyelim..
Bir kaç birşey hatırlatasın gelir, mesela tırnaklarını delicesine yerken gecenin bir hayli ilerlemiş vakitlerinde,soğuk yatakta yatılması gerekirken oturur konumda,bir hamlede şaaak diye ağızdan çıkacak o kadar çok şey varken ve bunları yüzüne çarpmayı düşünürken, sevdiceğini kırmamak adına kalakalırsın.. Düşünürsün ki, zaten bunları unutmamıştır.. Hatırlatmaya ne gerek var..?
Suçsuz ve günahsız iken suçlarsanız eğer, kabahatli görüp olup olmadık tepkiler verip ve ağlayacak duruma gelmesine sebebiyet verirseniz bir de........! ! ! !
Sevdiceğinin güzel gözlerini hafiften yaşlı görmek hangi sevgiliyi ağlatmaz ki..? Onun sevgi dolu kalbini düşünmeden söylenenlerin yüzünden kırılmasına, ağlarken konuşma çabasını, nefesini, kokusunu hisseden hangi sevgili ağlamaz ki..? Hangi sevgili için ağlanmaz ki..?
Yürekten ağlıyorsa sevgili, yüreğinde yer etmiş demektir diğer sevgili.. Bunun kıymeti bilinmeli, ağlatarak değil belki.......
Ağlattığın, kırdığın, üzdüğün için kendini affettirme telaşına düşersin.. Oysa kalbi kırılan yeter ki sen mutlu ol diyerekten kendini suçlu gösterir, o kendini affetirmeye çalışır..... Bu daha da çok yıkar ya insanı..
Konuşacağın da varsa konuşamazsın, koca bir yumruk gelir oturur boğazına, af dilemek gelir içinden, onu da yapamazsın....... insanın yüreğini çok yakar bu duyguyu yaşamak......
Ağlamamanız ve ağlatmamanız dileğiyle....