Kültür Sanat Edebiyat Şiir

  • mustafa kemal atatürk24.08.2006 - 22:40

    zamanımızın en dehşetli şahıslarından birisi onun gibisi bir daha gelmez bir de şu atatürkçüyüm diyen dinsizler olmasa

  • ölüm06.08.2006 - 13:23

    Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]

    Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

    Ey nefis! Şu temsile bak, gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalb eder.

    Meselâ; şu karyede (yâni Barla'da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.

    Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme! Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder! Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister! Sakın gafil olup ikinci adama benzeme!

    Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki: Ölüm değişmiyor. Firak bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insânî değişmiyor, ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.

    Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira, şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şey'i nizâmsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizâmsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkıalar olan şu hâdisat-ı kevniyye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine nebâtat ve hayvanat enva'ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntâzam ve gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemâl-i intizâm ile meczup mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki küre-i arzın; Benî-Âdemden, bâhusus ehl-i îmândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mânevîyyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi (Haşiye) mevt-âlûd hâdisat-ı hayâtiyyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zâyiatını bedelsiz hebâen-mensur gösterip, müdhiş bir ye'se atarlar. Hem büyük bir hatâ, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm'in emriyle ehl-i îmânın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir. Ve küfran-ı ni’metten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek, şu musahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlık'ın emriyle, büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah'ın emriyle ehl-i şirki Cehennem'e döker. Ehl-i şükre “Haydi, Cennet'e buyurun der.

    ***RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAN***

  • risale-i nur30.07.2006 - 20:19

    risalei nur kuran ı asrımızın anlayışına göre açıklayan ve kuran dan aldığı ilhamlardan süzülen müthiş temsillerle örneklemelerle dinsizlik denen düzmeceyi saçmalığı çürüterek dinsizlerin belini daha doğrulmayacak şekilde kırıyor. Kör olası gözüne kuran hakikatlarını sokuyor. Ehli-i mülhid ise buna hiç İTİRAZ EDEMEDİ...! EDEMEZ...! VE _ E D E M E Y E C E K T E............. bu böyle biline bunu sebebi ise risale i nur un sedece ve sadece kuran ın tefsiri olmasıdır.

  • nazım hikmet02.07.2006 - 00:29

    çok lüzumsuz bir adam

  • bediüzzaman said nursi15.06.2006 - 20:27

    13. ASRIN BÜYÜK MÜCEDDİDİ;
    Ölümünün 46. yildönümünde rahmetle aniyoruz!
    Geçtiğimiz yüzyılın müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursi, hayatını Allah'ın varlığını ve Yüceliğini anlatmaya, İslam'ın değerlerini yükseltmeye adamış, bu yolda birçok zorluklarla karşılaşmış, derin bir imana sahip, büyük bir mütefekkirdir. Hayatı boyunca büyük bir fikri mücadele örneği sergilemiş, hikmetli karar ve davranışlarıyla Müslümanlara örnek ve öncü olmuş mübarek bir şahıstır. Eserlerinde ortaya koyduğu ilim, ihlas, belagat ve daha birçok özellikten, kendisinin belki de İslam tarihinin en büyük velilerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.

    Bediüzzaman Said Nursi, derin bilgiler içeren altı bin sayfalık Risale-i Nur Külliyatı ile milyonlarca insanın hidayetine vesile olmuş büyük bir mütefekkirdir. Hicri 13. asrın müceddidi olan Bediüzzaman, eserleriyle Müslümanlara ışık tutmuş, Kuran ahlakını en güzel şekilde yaşamış ve mücadelesiyle örnek bir Kİşilik olmuştur. Yaşadığı dönem, meydana gelen dünya savaşları nedeniyle, belki de tarihin en zor, en sıkıntılı yılları olmuştur. Osmanlı imparatorluğu'nun dağılma yıllarından, vefatı olan 1960 yılına kadar, yaşanan maddi, manevi çok büyük zorluklar zamanında, sarsılmaz bir fikri mücadele veren Bediüzzaman, değerli fikirleriyle, milletimize zararı olacak ideolojilere bir set olmaya çalışmış ve iman hakikatlerinin tebliği ile Müslümanların manevi yönden güçlenmelerine vesile olmuştur. (Allah ondan razı olsun.)

    Bediüzzaman Hazretleri, büyük bir müceddid olarak, her zaman inandığı gibi yaşamış ve düşündüğü gibi konuşmuştur. Seksen yedi yıllık uzun ömrünü ihlas ve samimiyet ile inandığı Kuran ahlakını anlatarak geçirmiştir. Bu hizmeti esnasında her zaman doğruları ifade etmiş, hatta bu nedenle yirmi sekiz yılını hapishanelerde ve sürgünde zor şartlarda geçirmiştir. Buna rağmen hiçbir zaman söylenmesi gereken gerçekleri ifade etmekten kaçınmamış, hangi şart ve ortamda olursa olsun hiçbir konuda, özellikle imani konularda Kuran ve Peygamberimiz (sav) 'in sünneti doğrultusunun dışına çıkmadan gerçekleri çok açık ve net izah etmiştir. Başkaları tarafından yadırganacak, yanlış anlaşılacak diye, doğruları gizlemenin ve anlamı değişecek şekilde sözü eksik veya farklı söylemenin Kuran ahlakına aykırı olduğunu da yine Bediüzzaman ifade etmiştir. Bediüzzaman, söylenilen her sözün doğru olması gerektiğini belirterek doğruluğun önemini de şöyle vurgulamıştır:

    'Yol ikidir: Ya sükût etmektir (susmaktır) . Çünkü söylenilen her sözün doğru olması lazımdır. Veya sıdktır (doğruluk) . Çünkü İslamiyetin esası, sıdktır (doğruluktur) . imanın hassası, sıdktır (doğruluktur) . Bütün kemalata îsal edici (iyiliklere ulaştıran) , sıdktır. Ahlak-ı aliyenin (yüksek ahlakın) hayatı, sıdktır (doğruluktur) . Terakkiyatın mihveri (ilerlemenin merkezi) sıdktır (doğruluktur) . Alem-i İslam'ın nizamı (İslam aleminin düzeni) sıdktır (doğruluktur) . Nev'-i beşeri kabe-i kemalata îsal eden, (insanlığı ahlak ve terbiyeye ulaştıran) sıdktır (doğruluktur) . Ashab-ı Kiram'ı (sahabeleri) bütün insanlara tefevvuk ettiren (üstün kılan) sıdktır (doğruluktur) . Muhammed-i Haşimî Aleyhissalatü Vesselam'ı meratib-i beşeriyenin (insanlık derecesinin) en yükseğine çıkaran, sıdktır (doğruluktur) .' (işarat-ül icaz, s. 82)

    Dolayısıyla Bediüzzaman, kendisine yöneltilen her soruya doğru cevap vermiş ve eserlerine doğru olarak geçirmiştir. Ahir zaman ile ilgili kendisine yöneltilen sorulara karşı da hiçbir zaman suskun kalmamış, her konuyu en ince ayrıntısına kadar izah etmiştir. Bu nedenle, bu konularda anlattığı her sözü, her anlattığı konu gibi birebir gerçekleri yansıtmaktadır.

  • ölüm15.06.2006 - 20:22

    Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir.]

    Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup, dünyaya talib bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna... Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.

    Ey nefis! Şu temsile bak, gör: Nasıl dünyaya hasr-ı nazar, aziz bir lezzeti, elîm bir eleme kalb eder.

    Meselâ; şu karyede (yâni Barla'da) iki adam bulunur. Birisinin yüzde doksandokuz ahbabı İstanbul'a gitmişler. Güzelce yaşıyorlar. Yalnız birtek burada kalmış. O dahi oraya gidecek. Bunun için şu adam İstanbul'a müştaktır, orayı düşünür. Ahbaba kavuşmak ister. Ne vakit ona denilse “Oraya git”, sevinip gülerek gider. İkinci adam ise, yüzde doksandokuz dostları buradan gitmişler. Bir kısmı mahvolmuşlar. Bir kısmı, ne görür, ne de görünür yerlere sokulmuşlar. Perişan olup gitmişler, zanneder. Şu bîçare adam ise, bütün onlara bedel yalnız bir misafire ünsiyyet edip teselli bulmak ister. Onunla o elîm âlâm-ı firakı kapamak ister.

    Ey nefis! Başta Habibullah, bütün ahbabın kabrin öbür tarafındadırlar. Burada kalan bir-iki tane ise, onlar da gidiyorlar. Ölümden ürküp, kabirden korkup, başını çevirme! Merdane kabre bak, dinle ne taleb eder! Erkekçesine ölümün yüzüne gül; bak ne ister! Sakın gafil olup ikinci adama benzeme!

    Ey nefsim! Deme: “Zaman değişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya dalmış, hayata perestiş eder. Derd-i maişetle sarhoştur.” Çünki: Ölüm değişmiyor. Firak bekaya kalbolup başkalaşmıyor. Acz-i beşerî, fakr-ı insânî değişmiyor, ziyâdeleşiyor. Beşer yolculuğu kesilmiyor, sür'at peyda ediyor.

    Hem deme: “Ben de herkes gibiyim.” Çünki, herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musîbette beraber olmak demek olan teselli ise, kabrin öbür tarafında pek esassızdır. Hem kendini başıboş zannetme. Zira, şu misafirhane-i dünyada nazar-ı hikmetle baksan; hiçbir şey'i nizâmsız gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizâmsız, gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkıalar olan şu hâdisat-ı kevniyye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ: Zemine nebâtat ve hayvanat enva'ından giydirilen birbiri üstünde, birbiri içinde, gayet muntâzam ve gayet münakkaş gömlekler; baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez olduklarını gördüğün ve gayet âlî gayeler içinde kemâl-i intizâm ile meczup mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki küre-i arzın; Benî-Âdemden, bâhusus ehl-i îmândan beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mânevîyyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzele gibi (Haşiye) mevt-âlûd hâdisat-ı hayâtiyyesini; bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfî zannederek bütün musibetzedelerin elîm zâyiatını bedelsiz hebâen-mensur gösterip, müdhiş bir ye'se atarlar. Hem büyük bir hatâ, hem büyük bir zulüm ederler. Belki öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîm'in emriyle ehl-i îmânın fâni malını, sadaka hükmüne çevirip ibka etmektir. Ve küfran-ı ni’metten gelen günahlara keffarettir. Nasılki bir gün gelecek, şu musahhar zemin yüzünün zîneti olan âsâr-ı beşeriyyeyi şirk-âlûd, şükürsüz görüp, çirkin bulur. Hâlık'ın emriyle, büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah'ın emriyle ehl-i şirki Cehennem'e döker. Ehl-i şükre “Haydi, Cennet'e buyurun der.

    ***RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINDAN***

  • nurcular11.06.2006 - 12:21

    Mehdi-i azam ın askerlerinin cemaati nurcular olarak adlandırılır çamur atmaya çalışanlar ise bunu kıskanırlar saçmalarlar. ama hakikatı değiştiremeyecekler. nurcular ın kim olduğubu herkes ahirette öğrenecek. Ahirzamanda iman veriksaını sadece onları elde edebildiğini herkes ahirette öğrenecek.

  • mustafa kemal atatürk11.06.2006 - 00:58

    zamanın dehşetli şahıslarından birisi onun gibisi bir daha gelmez

  • Üstad11.06.2006 - 00:48

    hiç kuşkusuz zamanımızın üstadııı BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ R.A.

  • bekir berk11.06.2006 - 00:33

    BiR DaVa adamı ve hiç davasını kaybetmeyen BİR DAVA ADAMI hakikatların davasını savunan bir dava adamı