İncildeki ilk tahribatı Yahûdî olan Bolüs sinsice yaptı. Daha sonra, Yunancaya ve Lâtinceye çevrilirken Putperest Romalılar ve Yunanlılar kendi inançları doğrultusunda değişiklik yaptılar. İncil’deki tek Allah inancının üçe çıkarılmasında, Yunanlıların Eflâtun felsefesinin büyük etkisi oldu. Ayrıca İncil’in en eski şekli olan İbrânice nüshası başka dillere yanlış tercümeler ile aktarıldı. Mesela, İbrânicede “Baba” kelimesi yalnız bir çocuğun kendi babası değil, aynı zamanda “hürmete değer büyük bir şahsiyet” mânâsına gelmesine rağmen, bu mana verilmedi. Bunun gibi “Oğul” kelimesi de İbrânicede çok kereler bir şahsın rütbece ve yaşça kendisinden daha küçük olan, fakat kendisine son derece bir sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvir etmek için kullanılmaktadır. İncildeki, “oğul” kelimesi, “Allah’ın sevgili kulu” mânâsına gelmesine rağmen bu manada kullanılmadı. Bütün bunlara rağmen bugünkü İncil’in bile birçok yerlerinde Allah’ın tek olduğu, Îsâ aleyhisselâmın ise bir “Peygamber” olarak gönderildiği yazılıdır. Bunların bir kısmı şöyledir: Markus (12:30) : Allahımız tektir. Tesniye (4:25) : Yalnız bir Allah olup, ondan gayrisi yoktur. Îsâ’ya (45:5) : Rab benim, benden gayri ilâh yoktur. Yuhanna (5:3) : Îsâ dedi ki, ben kendiliğimden bir şey edemem, işittiğime (yâni bana verilen vahye) göre hüküm ederim. Kendi irâdemi (bir şeyi yaptırmak arzusu) değil, ancak beni gönderenin (yâni Allah’ın) irâdesini ararım. (Matta 27:57) : Îsâ aleyhisselâm onlara; “Peygamber, kendi vatanından ve evinden gayrı yerlerde de îtibârsız değildir.” dedi. (Yuhanna 8: 26-27) : Beni gönderen Allah’tır. Ben dünyâya ancak O’ndan işittiklerimi söylerim. Bütün bu cümleler bugün Hıristiyanların elinde bulunan İncil’den alınmıştır. Yâni ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, hâlâ İncil’de muhakkak hakîki İncil’den kalma doğru sözler bulunmaktadır. Mızrak çuvala sığmıyor. İnsaf sahibi Batılı ilim adamları da bugünkü İncillerin gerçek İncil ile ilgilerinin olmadığını bildiriyorlar: Moody İncil Enstitüsünden Dr. Graham Scroggie, “İncil, Allah Sözü müdür? ” adlı kitabının 17. sahifesinde diyor ki: “Evet, İncil insan eseridir. Bazı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü, bunu inkâr etmektedirler. İncil, insanların dimağında teşekkül etmiş, insanlar tarafından insan dili ve insan eli ile yazılmış ve tamamiyle insan karakteri taşıyan bir eserdir.” Başka bir din adamı Kenneth Gragg, Hıristiyan olmasına rağmen, şöyle demektedir: İncil’in Ahd-i Cedîd kısmı, Allah sözü değildir. Burada doğrudan doğruya insanların anlattıkları hikâyeler, herhangi bir işin nasıl yapıldığını gören insanların görgü şâhitliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısımlar Kilise tarafından insanlara Allah sözüymüş gibi nakledilmektedir.” Teolog Prof. Geyser: “İncil’in tamâmı Allah kelâmı değildir.” demektedir. İncil’de yazılı hususlara, bilhassa,“Allah, oğul ve rûhülkudüs” gibi üçlü tanrıya inanmayan papalar bile ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri olan Papa Honorius, üçlü tanrıyı katiyetle reddettiği için ölümünden 48 sene sonra İstanbul’da toplanan Sinod (Papazlar Heyeti) tarafından resmen lânetlenmiştir (Sene M. 680) . Fransa’da yayınlanan L’Evenement Du Jeudi dergisinin Temmuz-1993 sayısında da bugünkü İncillerin sahte olduğu belirtilerek deniliyor ki: “Gerçek İncil’i artık açıklama zamanı geldi... Ancak, bazı güçler, Hıristiyan ve Yahudi medeniyetlerini kökünden sarsacağı için gerçek İncil’i açıklamıyorlar.” Zaman zaman yapılan bu ve benzeri açıklamalar bugünki mevcut incillerin gerçek incil olmadığının delilleridir.
İnciller içinde doğruya en yakın olanı, “Barnabas” incilidir
“Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “
'Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım.' (Papa II. Paul)
'Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki, bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.' (Pietro Rossano -Vatikan Konsil sekreteri)
'Bütün insanlar Hz. İsa’ya döndürülmeli, bütün insanlar vaftiz olarak Kilisede birleşmeli ve onun vücudu olan Kiliseye girmelidir. Yollar, usuller, metotlar değişir; ama hedef hiç değişmez: Bütün insanları Hıristiyanlık dinine sokmaktır nihaî maksadımız'. (Towards a pastoral approach to culture - Vatikan yayını)
NOT: Dolunay rumuzlu arkadaşa teveccühlerinden dolayı teşekkür ediyorum...
Dinlerarası diyaloğu destekleyen bazı yontulmamış keresteler bu yazıyı ön yargısız olarak akl-ı selim ile insaflı bir biçimde okusunlar...
SELÂM, hidâyete tâbi’ olanlara olsun! ... Bundan sonra: Hakkımdaki şikâyetleriniz ve sızıltılarınız kulağıma geldi. “Bu adam bizimle niçin uğraşıyor? Biz diyalog ve hoşgörü yapıyorsak onun buna karışmaya hakkı var mı? Herkes kendi yolunda gitsin, o bize karışmasın, biz ona karışmayalım...” şeklinde konuşuyormuşsunuz. Derim ki: Diyalog ve hoşgörü konusu bir Müslüman olarak beni çok yakından ilgilendirmektedir. Böyle bir konuda susmam mevzuubahis olamaz. Çünkü mesele şahsımla değil dinimle alakalıdır. Sizler, yani Diyalogcular ve Hoşgörücüler 14 asır boyunca görülmemiş bir bid’at çıkartmış bulunuyorsunuz. Diyalog ve hoşgörü doktrini, ideolojisi veya akımı: – Kur’ân’a aykırıdır. – Sünnete aykırıdır. – Ondört asırlık icmâ-i ümmete aykırıdır. – İslâm dininin usûlüne (temellerine, asıllarına, zarurî hüküm ve ilkelerine) aykırıdır. – Tevhid’e aykırıdır. Benim böyle bir durumda susmam mümkün değildir. En uygun şekilde tenkit etmem, uyarmam gerekmektedir. Sizler “Âmentüde Ehl-i Kitab ile İttifakımız Var” diyorsunuz. (Bu başlıkla 17 Nisan 2000 tarihinde bir İstanbul gazetesinde çıkan yazı.) Bu iddia temelden yanlıştır, çürüktür. Ehl-i Kitab ile Allah’a iman konusunda aramızda çok derin ihtilâf vardır. Tevhid inancı ile Teslis akidesi birbiriyle asla bağdaşmaz. Siz nasıl olur da Allah’a iman konusunda onlarla aramızda ittifak vardır diyebiliyorsunuz? Sadece “Allah’a inanıyorum” demekle iş biter mi? Eski cahiliye Arapları hem Allah’a inanıyorlar, hem de putlara tapıyorlardı. Hindistan’daki Mec’usîlerin on bine yakın put-tanrısı vardır. Onlar da Allah’a inanıyorlar. Allah’a hakkıyla, dosdoğru inanmak ancak ve ancak Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâmın getirdiği İslâm dininin itikad hükümlerini kabul etmekle olur. “Üzeyr Allah’ın oğludur...”, “İsâ Allah’ın oğludur ve tanrıdır...” diyenlerle kesinlikle ittifakımız olamaz. Böyle iddialar küfürdür. Yine diyorsunuz ki, “Onlar da Peygamberlere inanıyor, biz de inanıyoruz. O halde peygamberlik konusunda da onlarla ittifakımız vardır...” Bu iddia da yanlıştır, bâtıldır. Ehl-i Kitab’ın bir kısmı Hazret-i İsa’ya ve Hazret-i Muhammed’e inanmıyor. Bir kısmı ise Hazret-i Muhammed’e inanmıyor. Peki, bu durumda onlarla aramızda nasıl ittifak oluyor. Siz şaşırdınız mı ki, “Hazret-i Muhammed’i yalanlayan inkârcılarla ittifak halindeyiz” diyorsunuz? Peygamberlere imanın tam ve sahih olması için BÜTÜN Peygamberlere iman etmek gerekir. Böyle bir iman sadece Müslümanlarda vardır. Ehli Kitap en son ve en büyük Peygamberi inkâr etmektedir. Kendi kitaplarında onun geleceğine dair bunca işaret bulunmasına rağmen. Siz “Ehl-i Kitab ile ilahî kitaplar konusunda ittifak halindeyiz...” diyorsunuz. İnsanın bu söz karşısında dili tutuluyor. Siz nasıl böyle bir iddia ile ortaya çıkabilirsiniz? Onlar Kur’ân-ı Kerim’i inkâr ediyorlar, “Kur’ân ilahî kitap değildir, uydurmadır” diyorlar ve siz hâlâ ittifaktan bahs ediyorsunuz. Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu, elbette siz de duymuşsunuzdur. 11 Eylül’de İkiz kulelerin yıkılması hâdisesinden sonra Amerikalı Protestan papazlarının ileri gelenlerinden biri Peygamberimiz için “O bir teröristtir” hakaret ve hezeyanını savurdu. Soruyorum: Siz bu agresif ve Ebû Cehil tabiatlı adamla ittifak halinde misiniz, onun bu sözünü doğru buluyor musunuz? Hayır, bin kere hayır! Maalesef Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak değil, ihtilaf vardır. Biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberlere inanıyoruz. Biz Müslümanlar Peygamberler hakkında nezih ve temiz inanışlara sahibiz. Onlar gibi “Hazret-i Lût’un iki kızı babalarını sarhoş ettiler ve onunla yatıp gebe kaldılar” demiyoruz. Biz Hazret-i Süleyman’ın hâşâ âhir ömründe putperest olup putlara taptığını iddia etmiyoruz. Biz Hazret-i Davud’un, karısı ile yatmak için Urya’yı savaşa gönderip öldürttüğü gibi çirkin bir iddia ileri sürmüyoruz. Biz Müslümanlar Tevhid inanışına sahibiz. Allah’ın bütün kemâl sıfatlarla sıfatlı olduğunu ve noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğuna inanıyoruz. Biz Allah’ın Musa ve İsa Peygamberlere (ikisine de selam olsun) Tevrat ve İncil adında iki kutsal kitap göndermiş olduğuna iman ediyoruz. Siz nasıl olur da Allah’a oğul isnad edenlerle, Hazret-i Muhammed’i yalanlayanlarla, Kur’ân’a düzmece kitap diyenlerle, İslâm’a uydurma din diyenlerle bir olabiliyorsunuz. Gerekçelerinizi anlatın bize. Kendinizi müdafaa edin. Tabiî edebilirseniz... Sizi tenkit etmek, sizi uyarmak, Müslümanları uyarmak bizim için zarurî bir vazifedir. Bırakalım ne yaparlarsa yapsınlar dememize imkân yoktur. Sizi tenkid etmek ve uyarmak bir “Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker” vazifesidir. Bunu terk edersek günahkâr oluruz, sorumlu oluruz. Hem bu din kumaş, siz makas değilsiniz ki, 14 asırdır olmayan bir bid’ati çıkartacaksınız da biz susacağız. Ey Hoşgörü ve Diyalog taraftarları! Sizi bütün milletin dinleyeceği bir açık oturuma dâvet ediyorum. Bu açık oturum bîtaraf bir televizyon kanalında yapılacak ve yine bîtaraf ve ciddî bir sunucu tarafından idare edilecektir. Açık oturumda üç Ehl-i Sünnet âlimi, üç de Diyalogcu ve Hoşgörücü bulunacaktır. Gündemde şu sorular bulunacaktır. 1. Allah’a inanç konusunda Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak mı vardır, yoksa derin bir ihtilâf ve uçurum mu vardır? Tevhid ile Teslis bağdaşır mı? 2. Peygamberlere ve Son Peygamber Muhammed aleyhissalatü vesselama iman konusunda onlarla aramızda ittifak mı vardır, yoksa ihtilaf ve uçurum mu vardır? 3. İlahî kitaplar ve Kur’ân-ı Kerim konusunda onlarla ittifak halinde miyiz, yoksa ihtilaflı mıyız? 4. Din konusunda aramızda ittifak mı vardır, ihtilaf mı? İsmini vermek istemediğim İstanbul gazetesinde o yazının yayınlanmasından bu yana beş sene geçti ve herhangi bir düzeltme yapılmadı. Demek ki, Sizler o yazının içeriğini (muhtevasını) aynen kabul ediyorsunuz. İslâm dini kimsenin babasının malı değildir. Hiçbir cemaatin, zümrenin fırkanın, hizbin Kur’ân’a, SÜNNETE, İCMÂ-İ ÜMMETE aykırı bir iddiada bulunmaya hakkı yoktur. Biz Müslümanların vazifesi Diyalog ve Hoşgörü yapmak değil, TEBLİĞ VE DÂVET yapmaktır. Diyalog ve hoşgörü konusunda çok garip rivayetler gelmektedir kulağımıza: * Bu işin Vatikan’dan çıktığı söyleniyor. * Bu meselenin arkasında agresif misyonerlerin ve Siyonistlerin olduğu iddia ediliyor. * Bunun, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olduğu hakkında rivayetler var. * Bu iş için Haçlıların ve Siyonistlerin büyük paralar harcadığı ve dağıttığı söyleniyor. * Hazret-i Peygambere “O bir teröristtir” diyenlerin Müslümanların başına, kendi emellerine hizmet edecek “evcil” bir halife getirmek istedikleri rivayet ediliyor. Diyalog ve Hoşgörü faaliyet ve propagandalarına paralel olarak “Ehl-i Kitab da Cennette girecektir...” şeklinde yoğun bir propaganda başlatılmıştır. Bu iddia temelden yanlıştır, bâtıldır. Bir kimseye Hazret-i Muhammed’in risâleti haberi ulaşmış olsa, o kişiye İslâm, Kur’ân, Tevhid anlatılmış olsa ve bu kişi bunları inkâr ve reddetse o kesinlikle cennetlik olamaz. Böyle bir iddia Kitabullah’a, Resûlün Sünnetine, İslâm’a aykırıdır. Fetret devrinde bir kişi Lâ ilahe illallah derse o kişi muvahhid olur ve cennete girebilir ama Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini ve dinini duymuş ve öğrenmiş olan bir kimse bu inancı inkâr ederse cennete giremez. Birtakım Diyalogcular, Hoşgörücüler, Reformcular, Dinde Yenilikçiler, Dinde Değişim taraftarları bu inançları ile sanki yeni bir din çıkartmış olmaktadır. “Biz Müslümanız” demekle iş bitmiyor. Hindistan’da zuhur eden yalancı PeygamberMirza Gulam Ahmed de Ben Müslümanım diyordu ve O’na tâbi olanlar da Müslüman olduklarını iddia ediyordu. Ama değildiler. Çünkü, İslâm’ın bin zarurî hükmünden 995’ini kabul etmiş olsalar, beşini etmeseler Müslüman sayılmazlar. Onlar Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî’nin nebi olduğunu, kendisine çeşitli dillerle ilahî vahiy geldiğini iddia ediyorlar, İngilizlerin menfaatine İslâm’ın cihad farizasının kalktığını söylüyorlardı. Bu yüzden Hindistan ulemasının fetvasıyla Müslüman olmadıklarına dair karar verilmiştir. Namaz kılsalar da, oruç tutsalar da, hacca gitseler de... Ey Diyalogcular ve Hoşgörücüler! Kendinize güveniyorsanız teklif ettiğim açık oturumu kabul ediniz.
Bakın, Hz.İsa'ya peygamberliği zamanında kendisinden sonra son peygamberin geleceği (ki kendisi ile bizim peygamberimiz hz.Muhammed arasında yaklaşık 600 yıllık bir zaman dilimi vardır.) ve bu peygamberin ümmetinin, kendisinin ve diğer peygamberlerin ümmetlerinden çok daha faziletli, çok daha üstün olacağı Allah tarafından bildirilince İsa (a.s) bu ümmetten olmayı çok arzuladı ve Allah'a bu ümmetten olabilmek için dua etti.Allah da onun bu duasını kabul ederek onu, zamanı geldiğinde (yani kıyamete yakın) yeryüzüne göndermek için göğe kaldırdı.
İşte hz.İsa kıyamete yakın yeryüzüne tekrar geldiği vakit, kendi dini üzere değil peygamberimizin dini üzere yani islam dini üzere ibadet edecek.Dolayısıyla peygamber olmasının yanı sıra hz.Muhammed in ümmetinden biri olma şerefine ve üstünlüğüne erecek.Kendilerini İsa ya bağlı gören basiret sahibi hıristiyanlar kendisinin gerçek hz.İsa olduğunu anladıkları zaman ona uyup tabi olacaklardır.yani hıristiyan olarak kalmıyacaklar müslüman olacaklar demektir bu.Çünkü yukarıda da dediğim gibi İsa (a.s) islam dininin esaslarına göre yaşayıp, ibadet edecek kuvvetli bir rivayete göre de hanefi mezhebinden olacaktır.Daha sonra çeşitli kaynaklarda evleneceği,çocuklarının olacağı, 40 sene yada daha fazla yaşayıp vefat edeceği bildirilmektedir.
Sonuç olarak hz.İsa nın yeryüzüne tekrara gelişi ile bu anlattıklarımdan dolayı kendisine uyan, tabi olan bir topluluk ortaya çıkmış olacak ve bu topluluk da kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.(yine de en doğrusunu Allah bilir)
Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Kuran'da çok açık olarak bildirilmiştir. Kuran'da bildirilen bu deliller şu şekildedir:
1. Delil
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne ineceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: 'Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)
Ayetteki 'sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim' ifadesi dikkat çekicidir. Kuran'da kıyamete kadar inkar edenlere üstün olan ve Hz. İsa'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz edilmektedir. Peki kimdir bu tabi olanlar? Hz. İsa döneminde yaşayan havariler mi, yoksa günümüzde yaşayan Hıristiyanlar mı?
Hz. İsa Allah Katına yükselmeden önce ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun dünyadan ayrılmasının ardından da hızla dinde bozulma başladı. Ayrıca havariler, ciddi bir baskı altında yaşamak zorundaydılar. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa'ya iman edenler aynı baskılara maruz kaldılar; zira hiçbir siyasi güce sahip değillerdi. Bu durumda geçmişte yaşayan Hıristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.
Daha sonrasına yani şu anda yaşayan Hıristiyanlara baktığımızda ise zaten Hıristiyanlığın özünün bozulduğunu, Hz. İsa'nın anlattığı hak dinden farklı bir din oluştuğunu görürüz. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) kabul edilmiştir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hıristiyanlarını da Hz. İsa'ya vahyedilen hak dine uyanlar olarak kabul edemeyiz. Kuran'da teslis inancının sapkın bir inanç olduğu şöyle bildirilmiştir:
Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur... (Maide Suresi, 73)
Bu durumda 'sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim' ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve ona tekrar dünyaya gelişi sırasında tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.
2. Delil
Konu ile ilgili olarak ele aldığımız Nisa Suresi'nin 156-158. ayetlerinin arkasından Allah, 159. ayette şöyle buyurmaktadır:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Yukarıdaki ayette yer alan 'ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur' ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Bu cümlenin Arapça karşılığı şu şekildedir: '... ve in min ehlil kitabi illa leyüminenne bihi kable mevtihi'
Burada bazı tefsirciler 'o' zamirinin Hz. İsa yerine Kuran'a baktığını düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kuran'a iman edeceği şeklinde bir yorum yapmışlardır.
Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de 'o' zamiri tartışmasız bir biçimde Hz. İsa için kullanılmıştır:
Nisa Suresi, 157. ayet:
Ve: 'Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük' demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
Nisa Suresi, 158. ayet:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan 'o' zamirinin Hz. İsa'dan başka bir kişiyi ya da varlığı kastettiğinin hiçbir delili yoktur. Nisa Suresi, 159. ayet:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır.
Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan 'Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır' ifadesi de dikkat çekicidir. Kuran'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının (Nur Suresi, 24, Yasin Suresi, 65) , işitme, görme duyularının ve derilerinin (Fussilet Suresi, 20-23) kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri bildirilmektedir. Kuran'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir ayet yoktur. İlk cümle -gramatik olarak veya mantık açısından hiçbir delil bulunmamasına rağmen- Kuran'a bakıyor kabul edilirse, ikinci cümlede yer alan 'o' zamirinin de Kuran'a baktığı iddia edilmiş olur. Oysa bunu söylemek için açık bir ayet gerekir. Bununla birlikte, bir önceki ayette bildirilen '… Allah onu Kendine yükseltti' ifadesi de, bu ayette işaret edilenin Kuran olmadığını bir kez daha göstermektedir. Kuran 1400 yıldır iman edenlere hidayet rehberidir ve Allah Katına yükseltilmemiştir. Allah Katına yükseltilen Hz. İsa'dır. Bu da ayette haber verilen şahtiliğin, Hz. İsa'nın Kitap Ehli için yapacağı şahitlik olduğunu, ayette 'o' zamiri ile Kuran'a işaret edilmediğini gösteren bir başka delildir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Diğer ayetlerde aynı zamirin, Kuran'ı işaret ettiği durumlarda, (Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi, 192-196'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında Kuran'dan bahsedildiğini görürüz. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin içinde Kuran'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kuran'ı tarif ettiğini söylemek yanlış olur. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir. Bu ayette ise çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsedilmektedir.
Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise 'ölümünden önce' ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin 'Kitap Ehlinin kendi ölümlerinden önce' inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler. Buna göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden Hz. İsa'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Arapça dilbilgisi, bu iddianın doğru olmadığını göstermektedir. Kuran'da Kitap Ehli ile ilgili tüm ayetlerde, çoğulluğu ifade eden 'hum' eki kullanılmıştır. (Beyyine Suresi, 1 ve 6; Hadid Suresi, 29; Haşr Suresi 2 de olduğu gibi.) Bu ayette ise tekilliği ifade eden 'hu' eki kullanılmıştır. Bu durumda, ayette haber verilen, Hz. İsa'nın ölümünden -yani yeryüzüne ikinci kez gelip biyolojik olarak ölümünden- önce, Kitap Ehli'nin kendisine inanacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.) Ayrıca Hz. İsa döneminde Kitap Ehli tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış, onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Hz. İsa'dan sonra yaşayıp ölen Yahudi ve Hıristiyanların ise Hz. İsa'ya -Kuran'da bildirildiği şekilde- iman etmiş olduklarını iddia etmek mümkün değildir. Sonuç olarak ayeti dikkatle değerlendirdiğimizde, anlamın şu şekilde olduğu sonucuna varmaktayız: 'Hz. İsa ölmeden önce tüm Ehli Kitap ona iman edecektir'.
Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle karşılaşırız: Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa'nın 'ölümü' söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah Katına yükselmiştir. Hz. İsa dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir. İkincisi Hz. İsa'ya tüm Ehli Kitabın iman etmesi söz konusudur. Bu da henüz gerçekleşmemiş ancak kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen bir olaydır.
Dolayısıyla buradaki 'ölümünden önce' denilerek, zamirle bahsedilen kişi Hz. İsa'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona yaşarken itaat edecek ve Hz. İsa da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)
3. Delil
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir. Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa'dan bahsedilir:
Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: 'Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu? ' Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. (Zuhruf Suresi, 57-60)
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa'nın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:
Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Bu ayette Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşü haber verilmektedir. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını 'kıyamet saati için bir bilgi' yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa'nın, ahir zamanda, yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu ayette geçen 'O, kıyamet saati için bir ilimdir' kelimesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: 'İnnehu le ilmun lissaati.' Bu ifadede yer alan 'hu' zamirini 'Kuran' olarak yorumlayanlar vardır. Ancak Kuran için 'hu' zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında veya ayetin içinde Kuran'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır. Başka bir konu içinde 'hu' zamiri ile Kuran'dan bahsedilmez. Ayrıca öncesindeki ayete bakıldığına orada da açıkça Hz. İsa kastedilerek 'o' zamiri kullanıldığı görülecektir:
'O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık.'
Bu zamirin Kuran'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında geçen 'Ondan kuşkulanmayın, bana uyun' ifadesini sözde delil olarak gösterirler. Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetlerde tamamen Hz. İsa'dan bahsedilmektedir. Bu nedenle 'hu' zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve Hz. İsa'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz. İsa olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde şu şekilde açıklanmaktadır:
Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de –saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir) . (http://www.kuranikerim.com/telmalili/zuhruf.htm)
Çağdaş İslam alimlerinden Seyyid Kutub da tefsirinde, Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden gelecek olmasının önemli delillerinden birinin bu ayet olduğuna dikkat çekmektedir. Kutub'un tefsirinde konu şöyle açıklanmaktadır:
Hz. İsa'nın kıyametin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine ilişkin birçok hadis var dilimizde. Nitekim bu ayet de ona işaret etmektedir: 'O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir.' Yani Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu bilinir. İkinci bir okuyuş tarzında ayet şöyle okunur: 'Ve innehu le alemun lissati'. Yani onun inişi kıyametin belirtisidir, alametidir. Her iki okuyuş tarzı da aynı anlamı ifade etmektedirler. Hz. İsa'nın gökten inişi, doğru sözlü ve güvenilir Peygamberin -salat ve selam üzerine olsun- sözünü ettiği ve yüce Kuran'ın işaret ettiği bir gaybtır. Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak bu iki kaynaktan gelen bilgilerden başka, bu meseleye ilişkin olarak herhangi bir insanın söyleyebileceği bir söz olamaz. (Seyyid Kutub, Fizilali'l Kuran, http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm)
Kevseri, en eski akaid kitaplarında dahi bu ayetin Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişine delil olarak kullanıldığını söylerken, Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde ise bu ayet şu şekilde açıklanmaktadır:
Ve kıyametin yaklaşmış olması için İsa Aleyhisselam'ın bir alamet olduğunu ve kıyametin vuku bulacağına şüphe edilmeyeceğini haber veriyor... İsa Aleyhisselam'ın yeryüzüne nüzul edeceği de kıyamet şeriatinden sayılmaktadır... (Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim'in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, Cilt VII, 3292)
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran'da hiçbir peygamberin kıyamet için bir ilim olmasından bahsedilmemektedir. Hz. Muhammed (sav) , Hz., İbrahim, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. Davud, Hz. Yakup ve diğer birçok peygamberin hayatı Kuran'da detaylı olarak anlatılmakta, ancak hiçbiri için bu ifade kullanılmamaktadır. Bu da, Hz. İsa'nın -Allah'ın takdiri olarak- diğer peygamberlerden farklı bir özelliğe sahip olduğuna işaret etmektedir. Bu özellik, Hz. İsa'nın Allah Katına alındıktan sonra yeniden yeryüzüne gönderilecek olmasıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)
4. Delil
Hz. İsa'nın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:
Hani Melekler, dediler ki: 'Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. 'Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir? ' dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona 'ol' der, o da hemen oluverir. Ona Kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 45-48)
Ayette, Allah'ın Hz. İsa'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de 'Kitabı' öğreteceği haber verilmektedir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:
Allah şöyle diyecek: 'Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun...' (Maide Suresi, 110)
Her iki ayette de geçen 'kitap' ifadesini incelediğimizde, bunun Kuran'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kuran olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında, yine Kuran'ın bir başka ayetinde, Al-i İmran Suresi 3. ayette, 'kitap' kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kuran'ı ifade etmek için kullanılmıştır:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 2-3)
Kitap kelimesinin Kuran'a işaret ettiği diğer bazı ayetler de şu şekildedir:
Allah Katından yanlarında olan (Tevrat) ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir. (Bakara Suresi, 89)
Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. (Bakara Suresi, 151)
Bu durumda, Hz. İsa'ya öğretilecek olan üçüncü 'Kitab'ın Kuran olduğu ve bunun da ancak Hz. İsa'nın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceği açıktır. Çünkü Hz. İsa Kuran'ın indirilmesinden yaklaşık 600 sene önce yaşamıştı. Bununla birlikte, Peygamber Efendimiz (sav) 'in hadislerinde Hz. İsa'nın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kuran'la hükmedeceği bildirilmiş olması da bunun bir delilidir:
Kırk (40) yıl Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 92)
Bu ifadeden de açık olarak anlaşıldığı gibi Hz. İsa yeniden yeryüzüne geldiğinde, Kuran'da yer alan hükümler ile hükmedecek, Hz. Muhammed (sav) 'in sünnetini devam ettirecektir. Bu da ayetlerdeki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)
Bu ayetlerde dikkat edilmesi gereken bir başka bilgi de, Hz. İsa için bildirilen söz konusu ifadenin -bir önceki konuda olduğu gibi- başka hiçbir peygamber için bildirilmemiş olmasıdır. Örneğin Hz. Musa'ya Tevrat'ın indirildiği, Hz. İbrahim'e verilen sahifeler olduğu, Hz. Davud'a Zebur'un vahyedilmiş olduğu Kuran'da bildirilir. Ya da peygamberlerin kendi dönemlerinden önce indirilen kitaplar varsa, bu kitapları bildikleri haber verilir. Ancak peygamberlerin hiçbiri için, kendi dönemlerinden sonra indirilecek olan bir kitabın daha onlara öğretildiği haber verilmez. Kendisinden önce indirilen, kendisine vahyedilen ve kendisinden sonra indirilecek olan kitabı bildiği haber verilen tek peygamber Hz. İsa'dır. Bu da, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne geleceğinin ve ikinci kez geldiğinde kendisinden sonra vahyedilmiş olan kitapla yani Kuran'la hükmedeceğinin işaretlerinden biridir. (En doğrusunu Allah bilir.)
5. Delil
Tüm bunların yanında 'Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir...' (Al-i İmran Suresi, 59) ayeti de Hz. İsa'nın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsir alimleri genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine, Hz. Adem'in Allah'ın 'Ol' emriyle topraktan yaratılması ile Hz. İsa'nın yine 'Ol' emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin bir ikinci işareti daha olabilir. Hz. Adem cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa da ahir zamanda Allah'ın Katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Görüldüğü gibi Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden döneceğine ilişkin olarak Kuran'da geçen ayetler çok açıktır.
6. Delil
Kuran'da Hz. İsa'nın Allah Katına alındığını ifade eden bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
'Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.' (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
7. Delil
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetinde geçen 'kehlen' kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyrulmaktadır:
Allah şöyle diyecek: 'Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…' (Maide Suresi, 110)
'Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.' (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan 'kehlen' kelimesinin anlamı 'otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse' şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla '35 yaş sonrası döneme işaret ediyor' şeklinde çevrilmektedir.
Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler. (Muhammed Halil Herras, Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, Mektebetü's Sünne, Kahire, 1990, s.20)
Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da diğer peygamberler için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa için kullanılmıştır ve mucizevi bir durumu ifade etmektedir. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen 'beşikte' ve 'yetişkin iken' kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.
Nitekim İmam Taberi, Taberi Tefsiri isimli eserinde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:
Bu ifadeler (Maide Suresi, 110) , Hz. İsa'nın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı…
Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46) , Hz. İsa'nın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır. (Taberi Tefsiri, İmam Taberi, cilt 2, s. 528; Cilt 1, s. 247)
Ancak bazı kişiler 'yetişkin' kelimesini gerçek anlamından uzaklaşarak yorumlamakta ve Kuran'ın genel mantığı içinde değerlendirmemektedirler. Bu kişiler peygamberlerin her dönemde olgun ve kemale ermiş kimseler olduklarını, dolayısıyla bu ifadenin peygamberlerin tüm hayatlarına işaret ettiğini öne sürerler. Elbette peygamberler Allah'ın kemale eriştirdiği, olgun kimselerdir. Ancak Allah Ahkaf Suresi'nde olgunluk yaşının 40 yaş olduğuna işaret etmektedir. Ayette şu şekilde bildirilir:
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın) a ulaşınca, dedi ki: 'Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım.' (Ahkaf Suresi, 15)
'Kehlen' kelimesinin açıklamaları da, Kuran'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)
İncildeki ilk tahribatı Yahûdî olan Bolüs sinsice yaptı. Daha sonra, Yunancaya ve Lâtinceye çevrilirken Putperest Romalılar ve Yunanlılar kendi inançları doğrultusunda değişiklik yaptılar. İncil’deki tek Allah inancının üçe çıkarılmasında, Yunanlıların Eflâtun felsefesinin büyük etkisi oldu.
Ayrıca İncil’in en eski şekli olan İbrânice nüshası başka dillere yanlış tercümeler ile aktarıldı. Mesela, İbrânicede “Baba” kelimesi yalnız bir çocuğun kendi babası değil, aynı zamanda “hürmete değer büyük bir şahsiyet” mânâsına gelmesine rağmen, bu mana verilmedi.
Bunun gibi “Oğul” kelimesi de İbrânicede çok kereler bir şahsın rütbece ve yaşça kendisinden daha küçük olan, fakat kendisine son derece bir sevgi ile bağlı bulunduğu bir şahsı tasvir etmek için kullanılmaktadır. İncildeki, “oğul” kelimesi, “Allah’ın sevgili kulu” mânâsına gelmesine rağmen bu manada kullanılmadı.
Bütün bunlara rağmen bugünkü İncil’in bile birçok yerlerinde Allah’ın tek olduğu, Îsâ aleyhisselâmın ise bir “Peygamber” olarak gönderildiği yazılıdır. Bunların bir kısmı şöyledir:
Markus (12:30) : Allahımız tektir. Tesniye (4:25) : Yalnız bir Allah olup, ondan gayrisi yoktur. Îsâ’ya (45:5) : Rab benim, benden gayri ilâh yoktur. Yuhanna (5:3) : Îsâ dedi ki, ben kendiliğimden bir şey edemem, işittiğime (yâni bana verilen vahye) göre hüküm ederim. Kendi irâdemi (bir şeyi yaptırmak arzusu) değil, ancak beni gönderenin (yâni Allah’ın) irâdesini ararım.
(Matta 27:57) : Îsâ aleyhisselâm onlara; “Peygamber, kendi vatanından ve evinden gayrı yerlerde de îtibârsız değildir.” dedi. (Yuhanna 8: 26-27) : Beni gönderen Allah’tır. Ben dünyâya ancak O’ndan işittiklerimi söylerim.
Bütün bu cümleler bugün Hıristiyanların elinde bulunan İncil’den alınmıştır. Yâni ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, hâlâ İncil’de muhakkak hakîki İncil’den kalma doğru sözler bulunmaktadır.
Mızrak çuvala sığmıyor. İnsaf sahibi Batılı ilim adamları da bugünkü İncillerin gerçek İncil ile ilgilerinin olmadığını bildiriyorlar:
Moody İncil Enstitüsünden Dr. Graham Scroggie, “İncil, Allah Sözü müdür? ” adlı kitabının 17. sahifesinde diyor ki: “Evet, İncil insan eseridir. Bazı kimseler, neden olduğunu anlamadığım sebeplerden ötürü, bunu inkâr etmektedirler. İncil, insanların dimağında teşekkül etmiş, insanlar tarafından insan dili ve insan eli ile yazılmış ve tamamiyle insan karakteri taşıyan bir eserdir.”
Başka bir din adamı Kenneth Gragg, Hıristiyan olmasına rağmen, şöyle demektedir: İncil’in Ahd-i Cedîd kısmı, Allah sözü değildir. Burada doğrudan doğruya insanların anlattıkları hikâyeler, herhangi bir işin nasıl yapıldığını gören insanların görgü şâhitliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısımlar Kilise tarafından insanlara Allah sözüymüş gibi nakledilmektedir.”
Teolog Prof. Geyser: “İncil’in tamâmı Allah kelâmı değildir.” demektedir.
İncil’de yazılı hususlara, bilhassa,“Allah, oğul ve rûhülkudüs” gibi üçlü tanrıya inanmayan papalar bile ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri olan Papa Honorius, üçlü tanrıyı katiyetle reddettiği için ölümünden 48 sene sonra İstanbul’da toplanan Sinod (Papazlar Heyeti) tarafından resmen lânetlenmiştir (Sene M. 680) .
Fransa’da yayınlanan L’Evenement Du Jeudi dergisinin Temmuz-1993 sayısında da bugünkü İncillerin sahte olduğu belirtilerek deniliyor ki: “Gerçek İncil’i artık açıklama zamanı geldi... Ancak, bazı güçler, Hıristiyan ve Yahudi medeniyetlerini kökünden sarsacağı için gerçek İncil’i açıklamıyorlar.” Zaman zaman yapılan bu ve benzeri açıklamalar bugünki mevcut incillerin gerçek incil olmadığının delilleridir.
İnciller içinde doğruya en yakın olanı, “Barnabas” incilidir
NESL-İ CEDİD lakaplı arkadaşın dikkatine:
DİNLERARASI DİYALOGTA NİHAİ HEDEF:
“Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “
'Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım.' (Papa II. Paul)
'Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki, bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır.' (Pietro Rossano -Vatikan Konsil sekreteri)
'Bütün insanlar Hz. İsa’ya döndürülmeli, bütün insanlar vaftiz olarak Kilisede birleşmeli ve onun vücudu olan Kiliseye girmelidir. Yollar, usuller, metotlar değişir; ama hedef hiç değişmez: Bütün insanları Hıristiyanlık dinine sokmaktır nihaî maksadımız'. (Towards a pastoral approach to culture - Vatikan yayını)
NOT: Dolunay rumuzlu arkadaşa teveccühlerinden dolayı teşekkür ediyorum...
Dinlerarası diyaloğu destekleyen bazı yontulmamış keresteler bu yazıyı ön yargısız olarak akl-ı selim ile insaflı bir biçimde okusunlar...
SELÂM, hidâyete tâbi’ olanlara olsun! ... Bundan sonra: Hakkımdaki şikâyetleriniz ve sızıltılarınız kulağıma geldi. “Bu adam bizimle niçin uğraşıyor? Biz diyalog ve hoşgörü yapıyorsak onun buna karışmaya hakkı var mı? Herkes kendi yolunda gitsin, o bize karışmasın, biz ona karışmayalım...” şeklinde konuşuyormuşsunuz.
Derim ki:
Diyalog ve hoşgörü konusu bir Müslüman olarak beni çok yakından ilgilendirmektedir. Böyle bir konuda susmam mevzuubahis olamaz. Çünkü mesele şahsımla değil dinimle alakalıdır.
Sizler, yani Diyalogcular ve Hoşgörücüler 14 asır boyunca görülmemiş bir bid’at çıkartmış bulunuyorsunuz.
Diyalog ve hoşgörü doktrini, ideolojisi veya akımı:
– Kur’ân’a aykırıdır.
– Sünnete aykırıdır.
– Ondört asırlık icmâ-i ümmete aykırıdır.
– İslâm dininin usûlüne (temellerine, asıllarına, zarurî hüküm ve ilkelerine) aykırıdır.
– Tevhid’e aykırıdır.
Benim böyle bir durumda susmam mümkün değildir.
En uygun şekilde tenkit etmem, uyarmam gerekmektedir.
Sizler “Âmentüde Ehl-i Kitab ile İttifakımız Var” diyorsunuz. (Bu başlıkla 17 Nisan 2000 tarihinde bir İstanbul gazetesinde çıkan yazı.) Bu iddia temelden yanlıştır, çürüktür.
Ehl-i Kitab ile Allah’a iman konusunda aramızda çok derin ihtilâf vardır. Tevhid inancı ile Teslis akidesi birbiriyle asla bağdaşmaz. Siz nasıl olur da Allah’a iman konusunda onlarla aramızda ittifak vardır diyebiliyorsunuz? Sadece “Allah’a inanıyorum” demekle iş biter mi? Eski cahiliye Arapları hem Allah’a inanıyorlar, hem de putlara tapıyorlardı. Hindistan’daki Mec’usîlerin on bine yakın put-tanrısı vardır. Onlar da Allah’a inanıyorlar. Allah’a hakkıyla, dosdoğru inanmak ancak ve ancak Muhammed Mustafa aleyhissalâtü vesselâmın getirdiği İslâm dininin itikad hükümlerini kabul etmekle olur.
“Üzeyr Allah’ın oğludur...”, “İsâ Allah’ın oğludur ve tanrıdır...” diyenlerle kesinlikle ittifakımız olamaz. Böyle iddialar küfürdür.
Yine diyorsunuz ki, “Onlar da Peygamberlere inanıyor, biz de inanıyoruz. O halde peygamberlik konusunda da onlarla ittifakımız vardır...” Bu iddia da yanlıştır, bâtıldır. Ehl-i Kitab’ın bir kısmı Hazret-i İsa’ya ve Hazret-i Muhammed’e inanmıyor. Bir kısmı ise Hazret-i Muhammed’e inanmıyor. Peki, bu durumda onlarla aramızda nasıl ittifak oluyor.
Siz şaşırdınız mı ki, “Hazret-i Muhammed’i yalanlayan inkârcılarla ittifak halindeyiz” diyorsunuz?
Peygamberlere imanın tam ve sahih olması için BÜTÜN Peygamberlere iman etmek gerekir. Böyle bir iman sadece Müslümanlarda vardır. Ehli Kitap en son ve en büyük Peygamberi inkâr etmektedir. Kendi kitaplarında onun geleceğine dair bunca işaret bulunmasına rağmen.
Siz “Ehl-i Kitab ile ilahî kitaplar konusunda ittifak halindeyiz...” diyorsunuz. İnsanın bu söz karşısında dili tutuluyor. Siz nasıl böyle bir iddia ile ortaya çıkabilirsiniz? Onlar Kur’ân-ı Kerim’i inkâr ediyorlar, “Kur’ân ilahî kitap değildir, uydurmadır” diyorlar ve siz hâlâ ittifaktan bahs ediyorsunuz.
Mısır’daki Sağır Sultan bile duydu, elbette siz de duymuşsunuzdur. 11 Eylül’de İkiz kulelerin yıkılması hâdisesinden sonra Amerikalı Protestan papazlarının ileri gelenlerinden biri Peygamberimiz için “O bir teröristtir” hakaret ve hezeyanını savurdu. Soruyorum: Siz bu agresif ve Ebû Cehil tabiatlı adamla ittifak halinde misiniz, onun bu sözünü doğru buluyor musunuz?
Hayır, bin kere hayır! Maalesef Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak değil, ihtilaf vardır.
Biz Müslümanlar BÜTÜN Peygamberlere inanıyoruz.
Biz Müslümanlar Peygamberler hakkında nezih ve temiz inanışlara sahibiz. Onlar gibi “Hazret-i Lût’un iki kızı babalarını sarhoş ettiler ve onunla yatıp gebe kaldılar” demiyoruz. Biz Hazret-i Süleyman’ın hâşâ âhir ömründe putperest olup putlara taptığını iddia etmiyoruz. Biz Hazret-i Davud’un, karısı ile yatmak için Urya’yı savaşa gönderip öldürttüğü gibi çirkin bir iddia ileri sürmüyoruz.
Biz Müslümanlar Tevhid inanışına sahibiz. Allah’ın bütün kemâl sıfatlarla sıfatlı olduğunu ve noksan sıfatlardan münezzeh bulunduğuna inanıyoruz.
Biz Allah’ın Musa ve İsa Peygamberlere (ikisine de selam olsun) Tevrat ve İncil adında iki kutsal kitap göndermiş olduğuna iman ediyoruz.
Siz nasıl olur da Allah’a oğul isnad edenlerle, Hazret-i Muhammed’i yalanlayanlarla, Kur’ân’a düzmece kitap diyenlerle, İslâm’a uydurma din diyenlerle bir olabiliyorsunuz. Gerekçelerinizi anlatın bize. Kendinizi müdafaa edin. Tabiî edebilirseniz...
Sizi tenkit etmek, sizi uyarmak, Müslümanları uyarmak bizim için zarurî bir vazifedir. Bırakalım ne yaparlarsa yapsınlar dememize imkân yoktur.
Sizi tenkid etmek ve uyarmak bir “Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker” vazifesidir. Bunu terk edersek günahkâr oluruz, sorumlu oluruz.
Hem bu din kumaş, siz makas değilsiniz ki, 14 asırdır olmayan bir bid’ati çıkartacaksınız da biz susacağız.
Ey Hoşgörü ve Diyalog taraftarları! Sizi bütün milletin dinleyeceği bir açık oturuma dâvet ediyorum.
Bu açık oturum bîtaraf bir televizyon kanalında yapılacak ve yine bîtaraf ve ciddî bir sunucu tarafından idare edilecektir.
Açık oturumda üç Ehl-i Sünnet âlimi, üç de Diyalogcu ve Hoşgörücü bulunacaktır. Gündemde şu sorular bulunacaktır.
1. Allah’a inanç konusunda Ehl-i Kitab ile aramızda ittifak mı vardır, yoksa derin bir ihtilâf ve uçurum mu vardır? Tevhid ile Teslis bağdaşır mı?
2. Peygamberlere ve Son Peygamber Muhammed aleyhissalatü vesselama iman konusunda onlarla aramızda ittifak mı vardır, yoksa ihtilaf ve uçurum mu vardır?
3. İlahî kitaplar ve Kur’ân-ı Kerim konusunda onlarla ittifak halinde miyiz, yoksa ihtilaflı mıyız?
4. Din konusunda aramızda ittifak mı vardır, ihtilaf mı?
İsmini vermek istemediğim İstanbul gazetesinde o yazının yayınlanmasından bu yana beş sene geçti ve herhangi bir düzeltme yapılmadı. Demek ki, Sizler o yazının içeriğini (muhtevasını) aynen kabul ediyorsunuz.
İslâm dini kimsenin babasının malı değildir. Hiçbir cemaatin, zümrenin fırkanın, hizbin Kur’ân’a, SÜNNETE, İCMÂ-İ ÜMMETE aykırı bir iddiada bulunmaya hakkı yoktur.
Biz Müslümanların vazifesi Diyalog ve Hoşgörü yapmak değil, TEBLİĞ VE DÂVET yapmaktır.
Diyalog ve hoşgörü konusunda çok garip rivayetler gelmektedir kulağımıza:
* Bu işin Vatikan’dan çıktığı söyleniyor.
* Bu meselenin arkasında agresif misyonerlerin ve Siyonistlerin olduğu iddia ediliyor.
* Bunun, Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası olduğu hakkında rivayetler var.
* Bu iş için Haçlıların ve Siyonistlerin büyük paralar harcadığı ve dağıttığı söyleniyor.
* Hazret-i Peygambere “O bir teröristtir” diyenlerin Müslümanların başına, kendi emellerine hizmet edecek “evcil” bir halife getirmek istedikleri rivayet ediliyor.
Diyalog ve Hoşgörü faaliyet ve propagandalarına paralel olarak “Ehl-i Kitab da Cennette girecektir...” şeklinde yoğun bir propaganda başlatılmıştır. Bu iddia temelden yanlıştır, bâtıldır. Bir kimseye Hazret-i Muhammed’in risâleti haberi ulaşmış olsa, o kişiye İslâm, Kur’ân, Tevhid anlatılmış olsa ve bu kişi bunları inkâr ve reddetse o kesinlikle cennetlik olamaz.
Böyle bir iddia Kitabullah’a, Resûlün Sünnetine, İslâm’a aykırıdır.
Fetret devrinde bir kişi Lâ ilahe illallah derse o kişi muvahhid olur ve cennete girebilir ama Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini ve dinini duymuş ve öğrenmiş olan bir kimse bu inancı inkâr ederse cennete giremez.
Birtakım Diyalogcular, Hoşgörücüler, Reformcular, Dinde Yenilikçiler, Dinde Değişim taraftarları bu inançları ile sanki yeni bir din çıkartmış olmaktadır.
“Biz Müslümanız” demekle iş bitmiyor. Hindistan’da zuhur eden yalancı PeygamberMirza Gulam Ahmed de Ben Müslümanım diyordu ve O’na tâbi olanlar da Müslüman olduklarını iddia ediyordu. Ama değildiler. Çünkü, İslâm’ın bin zarurî hükmünden 995’ini kabul etmiş olsalar, beşini etmeseler Müslüman sayılmazlar. Onlar Mirza Gulam Ahmed Kadiyanî’nin nebi olduğunu, kendisine çeşitli dillerle ilahî vahiy geldiğini iddia ediyorlar, İngilizlerin menfaatine İslâm’ın cihad farizasının kalktığını söylüyorlardı. Bu yüzden Hindistan ulemasının fetvasıyla Müslüman olmadıklarına dair karar verilmiştir. Namaz kılsalar da, oruç tutsalar da, hacca gitseler de...
Ey Diyalogcular ve Hoşgörücüler!
Kendinize güveniyorsanız teklif ettiğim açık oturumu kabul ediniz.
Mehmet Şevket Eygi
Bence türk kanallarının içinde en şuurlusu ve en gerçekçisi...
Türkiye'nin tek kurtuluş ümidi....
Mason olma ihtimali son derece yüksek olan islam düşmanı zat...
Bektaşi nin küfrü ve Mevlevi nin kibri olmasaydı...
Allaha malik olan neden mahrumdur; Allahtan mahrum olan da neye malik...?
Bakın, Hz.İsa'ya peygamberliği zamanında kendisinden sonra son peygamberin geleceği (ki kendisi ile bizim peygamberimiz hz.Muhammed arasında yaklaşık 600 yıllık bir zaman dilimi vardır.) ve bu peygamberin ümmetinin, kendisinin ve diğer peygamberlerin ümmetlerinden çok daha faziletli, çok daha üstün olacağı Allah tarafından bildirilince İsa (a.s) bu ümmetten olmayı çok arzuladı ve Allah'a bu ümmetten olabilmek için dua etti.Allah da onun bu duasını kabul ederek onu, zamanı geldiğinde (yani kıyamete yakın) yeryüzüne göndermek için göğe kaldırdı.
İşte hz.İsa kıyamete yakın yeryüzüne tekrar geldiği vakit, kendi dini üzere değil peygamberimizin dini üzere yani islam dini üzere ibadet edecek.Dolayısıyla peygamber olmasının yanı sıra hz.Muhammed in ümmetinden biri olma şerefine ve üstünlüğüne erecek.Kendilerini İsa ya bağlı gören basiret sahibi hıristiyanlar kendisinin gerçek hz.İsa olduğunu anladıkları zaman ona uyup tabi olacaklardır.yani hıristiyan olarak kalmıyacaklar müslüman olacaklar demektir bu.Çünkü yukarıda da dediğim gibi İsa (a.s) islam dininin esaslarına göre yaşayıp, ibadet edecek kuvvetli bir rivayete göre de hanefi mezhebinden olacaktır.Daha sonra çeşitli kaynaklarda evleneceği,çocuklarının olacağı, 40 sene yada daha fazla yaşayıp vefat edeceği bildirilmektedir.
Sonuç olarak hz.İsa nın yeryüzüne tekrara gelişi ile bu anlattıklarımdan dolayı kendisine uyan, tabi olan bir topluluk ortaya çıkmış olacak ve bu topluluk da kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.(yine de en doğrusunu Allah bilir)
Hz. İsa'nın yeryüzüne ikinci kez geleceği konusu Kuran'da çok açık olarak bildirilmiştir. Kuran'da bildirilen bu deliller şu şekildedir:
1. Delil
Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne ineceğine dair işaretler taşıyan ayetlerden ilki Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetidir:
Hani Allah, İsa'ya demişti ki: 'Ey İsa, doğrusu seni Ben vefat ettireceğim ve seni Kendime yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim. Sonra dönüşünüz yalnızca Banadır, hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyde aranızda Ben hükmedeceğim. (Al-i İmran Suresi, 55)
Ayetteki 'sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim' ifadesi dikkat çekicidir. Kuran'da kıyamete kadar inkar edenlere üstün olan ve Hz. İsa'ya gerçekten tabi olan bir grubun varlığından söz edilmektedir. Peki kimdir bu tabi olanlar? Hz. İsa döneminde yaşayan havariler mi, yoksa günümüzde yaşayan Hıristiyanlar mı?
Hz. İsa Allah Katına yükselmeden önce ona uyanların sayısı çok azdı. Ve onun dünyadan ayrılmasının ardından da hızla dinde bozulma başladı. Ayrıca havariler, ciddi bir baskı altında yaşamak zorundaydılar. Sonraki iki yüzyıl boyunca da, Hz. İsa'ya iman edenler aynı baskılara maruz kaldılar; zira hiçbir siyasi güce sahip değillerdi. Bu durumda geçmişte yaşayan Hıristiyanların, inkar edenlere üstün geldiklerini ve bu ayetin onlara baktığını söyleyemeyiz.
Daha sonrasına yani şu anda yaşayan Hıristiyanlara baktığımızda ise zaten Hıristiyanlığın özünün bozulduğunu, Hz. İsa'nın anlattığı hak dinden farklı bir din oluştuğunu görürüz. Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki sapkın inanç benimsenmiş ve teslis inancı (üçleme; Baba, oğul, kutsal Ruh) kabul edilmiştir. (Allah'ı tenzih ederiz.) Bu durumda, dinin aslından iyice uzaklaşmış olan günümüz Hıristiyanlarını da Hz. İsa'ya vahyedilen hak dine uyanlar olarak kabul edemeyiz. Kuran'da teslis inancının sapkın bir inanç olduğu şöyle bildirilmiştir:
Andolsun, 'Allah üçün üçüncüsüdür' diyenler küfre düşmüştür. Oysa tek bir İlah'tan başka İlah yoktur... (Maide Suresi, 73)
Bu durumda 'sana uyanları kıyamete kadar inkara sapanların üstüne geçireceğim' ifadesi açık bir işaret taşımaktadır. Hz. İsa'ya uyan ve kıyamete kadar yaşayacak olan bir topluluk olması gerekmektedir. Böyle bir topluluk, kuşkusuz Hz. İsa'nın yeryüzüne tekrar gelişiyle ortaya çıkacaktır. Ve ona tekrar dünyaya gelişi sırasında tabi olanlar, kıyamete kadar inkar edenlere üstün kılınacaktır.
2. Delil
Konu ile ilgili olarak ele aldığımız Nisa Suresi'nin 156-158. ayetlerinin arkasından Allah, 159. ayette şöyle buyurmaktadır:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır. (Nisa Suresi, 159)
Yukarıdaki ayette yer alan 'ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur' ifadesi oldukça dikkat çekicidir. Bu cümlenin Arapça karşılığı şu şekildedir: '... ve in min ehlil kitabi illa leyüminenne bihi kable mevtihi'
Burada bazı tefsirciler 'o' zamirinin Hz. İsa yerine Kuran'a baktığını düşünmüşler ve ayete Kitap Ehlinin ölmeden Kuran'a iman edeceği şeklinde bir yorum yapmışlardır.
Oysa bu ayet öncesindeki iki ayette de 'o' zamiri tartışmasız bir biçimde Hz. İsa için kullanılmıştır:
Nisa Suresi, 157. ayet:
Ve: 'Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük' demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.) Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (onun) benzeri gösterildi. Gerçekten onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, kesin bir şüphe içindedirler. Onların bir zanna uymaktan başka buna ilişkin hiçbir bilgileri yoktur. Onu kesin olarak öldürmediler.
Nisa Suresi, 158. ayet:
Hayır; Allah onu Kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen ayette kullanılan 'o' zamirinin Hz. İsa'dan başka bir kişiyi ya da varlığı kastettiğinin hiçbir delili yoktur. Nisa Suresi, 159. ayet:
Andolsun, Kitap Ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur. Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır.
Diğer taraftan ayetin ikinci cümlesinde yer alan 'Kıyamet günü, o da onların üzerine şahit olacaktır' ifadesi de dikkat çekicidir. Kuran'da kıyamet günü insanın dilinin, ellerinin ve ayaklarının (Nur Suresi, 24, Yasin Suresi, 65) , işitme, görme duyularının ve derilerinin (Fussilet Suresi, 20-23) kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri bildirilmektedir. Kuran'ın şahitliği ile ilgili ise hiçbir ayet yoktur. İlk cümle -gramatik olarak veya mantık açısından hiçbir delil bulunmamasına rağmen- Kuran'a bakıyor kabul edilirse, ikinci cümlede yer alan 'o' zamirinin de Kuran'a baktığı iddia edilmiş olur. Oysa bunu söylemek için açık bir ayet gerekir. Bununla birlikte, bir önceki ayette bildirilen '… Allah onu Kendine yükseltti' ifadesi de, bu ayette işaret edilenin Kuran olmadığını bir kez daha göstermektedir. Kuran 1400 yıldır iman edenlere hidayet rehberidir ve Allah Katına yükseltilmemiştir. Allah Katına yükseltilen Hz. İsa'dır. Bu da ayette haber verilen şahtiliğin, Hz. İsa'nın Kitap Ehli için yapacağı şahitlik olduğunu, ayette 'o' zamiri ile Kuran'a işaret edilmediğini gösteren bir başka delildir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Diğer ayetlerde aynı zamirin, Kuran'ı işaret ettiği durumlarda, (Neml Suresi, 77 ve Şuara Suresi, 192-196'da olduğu gibi) ayetin öncesinde ya da sonrasında Kuran'dan bahsedildiğini görürüz. Ayetin öncesinde, sonrasında veya ayetin içinde Kuran'dan bahsedilmiyorsa, bu ayetin Kuran'ı tarif ettiğini söylemek yanlış olur. Ayet çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsetmektedir. Bu ayette ise çok açık bir biçimde Hz. İsa'ya inanılmasından ve onun inananlara şahit olmasından bahsedilmektedir.
Ayetin manası hakkında belirteceğimiz ikinci nokta ise 'ölümünden önce' ifadesinin yorumu ile ilgilidir. Bazıları bu ifadenin 'Kitap Ehlinin kendi ölümlerinden önce' inanması anlamında olduğunu düşünmektedirler. Buna göre Kitap Ehlinden olan her kişi kendisine ölüm gelmeden Hz. İsa'ya mutlaka iman edecektir. Oysa Arapça dilbilgisi, bu iddianın doğru olmadığını göstermektedir. Kuran'da Kitap Ehli ile ilgili tüm ayetlerde, çoğulluğu ifade eden 'hum' eki kullanılmıştır. (Beyyine Suresi, 1 ve 6; Hadid Suresi, 29; Haşr Suresi 2 de olduğu gibi.) Bu ayette ise tekilliği ifade eden 'hu' eki kullanılmıştır. Bu durumda, ayette haber verilen, Hz. İsa'nın ölümünden -yani yeryüzüne ikinci kez gelip biyolojik olarak ölümünden- önce, Kitap Ehli'nin kendisine inanacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.) Ayrıca Hz. İsa döneminde Kitap Ehli tanımlamasına dahil olan Yahudiler ona iman etmemekle kalmamış, onu öldürmek için tuzak kurmuşlardır. Hz. İsa'dan sonra yaşayıp ölen Yahudi ve Hıristiyanların ise Hz. İsa'ya -Kuran'da bildirildiği şekilde- iman etmiş olduklarını iddia etmek mümkün değildir. Sonuç olarak ayeti dikkatle değerlendirdiğimizde, anlamın şu şekilde olduğu sonucuna varmaktayız: 'Hz. İsa ölmeden önce tüm Ehli Kitap ona iman edecektir'.
Ayet gerçek manasıyla ele alındığında ise çok açık gerçeklerle karşılaşırız: Birincisi, ayette gelecekten bahsedildiği açıktır, çünkü Hz. İsa'nın 'ölümü' söz konusudur. Oysa o ölmemiş Allah Katına yükselmiştir. Hz. İsa dünyaya yeniden gelecek ve her insan gibi yaşayıp ölecektir. İkincisi Hz. İsa'ya tüm Ehli Kitabın iman etmesi söz konusudur. Bu da henüz gerçekleşmemiş ancak kesin olarak gerçekleşeceği bildirilen bir olaydır.
Dolayısıyla buradaki 'ölümünden önce' denilerek, zamirle bahsedilen kişi Hz. İsa'dır. Kitap Ehli onu görüp bilecek, ona yaşarken itaat edecek ve Hz. İsa da onların durumlarıyla ilgili ahirette şahitlik edecektir. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)
3. Delil
Hz. İsa'nın ahir zamanda yeniden yeryüzüne döneceği ile ilgili bir başka ayet de Zuhruf Suresi'nin 61. ayetidir. Bu surenin 57. ayetinden itibaren Hz. İsa'dan bahsedilir:
Meryem oğlu (İsa) bir örnek olarak verilince, senin kavmin hemen ondan (keyifle söz edip) kahkahalarla gülüyorlar. Dediler ki: 'Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu? ' Onu yalnızca bir tartışma-konusu olsun diye (örnek) verdiler. Hayır, onlar 'tartışmacı ve düşman' bir kavimdir. O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğullarına bir örnek kıldık. Eğer Biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. (Zuhruf Suresi, 57-60)
Bu ayetlerin hemen arkasından gelen 61. ayette Hz. İsa'nın kıyamet saati için bir ilim olduğu belirtilmektedir:
Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan yana hiçbir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. (Zuhruf Suresi, 61)
Bu ayette Hz. İsa'nın ahir zamanda yeryüzüne dönüşü haber verilmektedir. Çünkü Hz. İsa, Kuran'ın indirilişinden yaklaşık altı asır önce yaşamıştır. Dolayısıyla bu ilk hayatını 'kıyamet saati için bir bilgi' yani bir kıyamet alameti olarak anlayamayız. Ayetin işaret ettiği anlam, Hz. İsa'nın, ahir zamanda, yeniden yeryüzüne döneceği ve bunun da bir kıyamet alameti olacağıdır. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu ayette geçen 'O, kıyamet saati için bir ilimdir' kelimesinin Arapça karşılığı şu şekildedir: 'İnnehu le ilmun lissaati.' Bu ifadede yer alan 'hu' zamirini 'Kuran' olarak yorumlayanlar vardır. Ancak Kuran için 'hu' zamiri kullanıldığında mutlaka ayetin öncesinde veya sonrasında veya ayetin içinde Kuran'ı anlatan başka ifadeler de bulunmaktadır. Başka bir konu içinde 'hu' zamiri ile Kuran'dan bahsedilmez. Ayrıca öncesindeki ayete bakıldığına orada da açıkça Hz. İsa kastedilerek 'o' zamiri kullanıldığı görülecektir:
'O, yalnızca bir kuldur; kendisine nimet verdik ve onu İsrailoğulları'na bir örnek kıldık.'
Bu zamirin Kuran'a işaret ettiğini söyleyenler ise ayetin devamında geçen 'Ondan kuşkulanmayın, bana uyun' ifadesini sözde delil olarak gösterirler. Ancak bu ifadenin öncesindeki ayetlerde tamamen Hz. İsa'dan bahsedilmektedir. Bu nedenle 'hu' zamirinin bir önceki ayetlerle ilgili olması ve Hz. İsa'yı anlatması daha uygundur. Nitekim büyük İslam alimleri de bu zamiri gerek ayetlere gerekse sahih hadislere dayanarak Hz. İsa olarak açıklamaktadırlar. Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinde şu şekilde açıklanmaktadır:
Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de –saatin geleceğini ölülerin dirilip, kıyam edeceğini bildiren bir delil ve alamettir. Çünkü İsa gerek zuhuru ve gerek emvati ihya (ölüleri diriltme) mucizesi ve gerek emvatın kıyamını (ölülerin kalkışını) haber vermesi itibarıyla kıyametin vaki olacağına bir delil olduğu gibi hadiste varid olduğuna göre eşratı saattendir (kıyamet alametidir) . (http://www.kuranikerim.com/telmalili/zuhruf.htm)
Çağdaş İslam alimlerinden Seyyid Kutub da tefsirinde, Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden gelecek olmasının önemli delillerinden birinin bu ayet olduğuna dikkat çekmektedir. Kutub'un tefsirinde konu şöyle açıklanmaktadır:
Hz. İsa'nın kıyametin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine ilişkin birçok hadis var dilimizde. Nitekim bu ayet de ona işaret etmektedir: 'O, kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir.' Yani Hz. İsa'nın yeryüzüne inmesi ile kıyametin kopmasının yakın olduğu bilinir. İkinci bir okuyuş tarzında ayet şöyle okunur: 'Ve innehu le alemun lissati'. Yani onun inişi kıyametin belirtisidir, alametidir. Her iki okuyuş tarzı da aynı anlamı ifade etmektedirler. Hz. İsa'nın gökten inişi, doğru sözlü ve güvenilir Peygamberin -salat ve selam üzerine olsun- sözünü ettiği ve yüce Kuran'ın işaret ettiği bir gaybtır. Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak bu iki kaynaktan gelen bilgilerden başka, bu meseleye ilişkin olarak herhangi bir insanın söyleyebileceği bir söz olamaz. (Seyyid Kutub, Fizilali'l Kuran, http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm)
Kevseri, en eski akaid kitaplarında dahi bu ayetin Hz. İsa'nın ikinci kez yeryüzüne gelişine delil olarak kullanıldığını söylerken, Ömer Nasuhi Bilmen tefsirinde ise bu ayet şu şekilde açıklanmaktadır:
Ve kıyametin yaklaşmış olması için İsa Aleyhisselam'ın bir alamet olduğunu ve kıyametin vuku bulacağına şüphe edilmeyeceğini haber veriyor... İsa Aleyhisselam'ın yeryüzüne nüzul edeceği de kıyamet şeriatinden sayılmaktadır... (Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim'in Türkçe Meal-i Alisi ve Tefsiri, Cilt VII, 3292)
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Kuran'da hiçbir peygamberin kıyamet için bir ilim olmasından bahsedilmemektedir. Hz. Muhammed (sav) , Hz., İbrahim, Hz. Nuh, Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf, Hz. Davud, Hz. Yakup ve diğer birçok peygamberin hayatı Kuran'da detaylı olarak anlatılmakta, ancak hiçbiri için bu ifade kullanılmamaktadır. Bu da, Hz. İsa'nın -Allah'ın takdiri olarak- diğer peygamberlerden farklı bir özelliğe sahip olduğuna işaret etmektedir. Bu özellik, Hz. İsa'nın Allah Katına alındıktan sonra yeniden yeryüzüne gönderilecek olmasıdır. (En doğrusunu Allah bilir.)
4. Delil
Hz. İsa'nın ikinci gelişine işaret eden başka ayetler de şöyledir:
Hani Melekler, dediler ki: 'Meryem, doğrusu Allah Kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır. Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir. 'Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken, nasıl bir çocuğum olabilir? ' dedi. (Fakat) Allah neyi dilerse yaratır. Bir işin olmasına karar verirse, yalnızca ona 'ol' der, o da hemen oluverir. Ona Kitabı, hikmeti, Tevratı ve İncili öğretecek. (Al-i İmran Suresi, 45-48)
Ayette, Allah'ın Hz. İsa'ya, Tevrat'ı, İncil'i ve bir de 'Kitabı' öğreteceği haber verilmektedir. Aynı ifade Maide Suresi'nin 110. ayetinde de yer almaktadır:
Allah şöyle diyecek: 'Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun. Sana Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim. İznimle çamurdan kuş biçiminde (bir şeyi) oluşturuyordun...' (Maide Suresi, 110)
Her iki ayette de geçen 'kitap' ifadesini incelediğimizde, bunun Kuran'a işaret ettiğini görürüz. Ayetlerde Tevrat ve İncil dışında gönderilen son hak kitabın Kuran olduğu bildirilmektedir. (Hz. Davud'a verilen Zebur da Eski Ahit'in içindedir) Bunun yanında, yine Kuran'ın bir başka ayetinde, Al-i İmran Suresi 3. ayette, 'kitap' kelimesi, İncil ve Tevrat'ın yanında Kuran'ı ifade etmek için kullanılmıştır:
Allah... O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O, sana Kitabı Hak ve kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak indirdi. O, Tevrat ve İncil'i de indirmişti. (Al-i İmran Suresi, 2-3)
Kitap kelimesinin Kuran'a işaret ettiği diğer bazı ayetler de şu şekildedir:
Allah Katından yanlarında olan (Tevrat) ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman, -ki bundan önce inkar edenlere karşı fetih istiyorlardı- işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkar ettiler. Artık Allah'ın laneti kafirlerin üzerinedir. (Bakara Suresi, 89)
Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. (Bakara Suresi, 151)
Bu durumda, Hz. İsa'ya öğretilecek olan üçüncü 'Kitab'ın Kuran olduğu ve bunun da ancak Hz. İsa'nın ahir zamanda dünyaya dönüşünde mümkün olabileceği açıktır. Çünkü Hz. İsa Kuran'ın indirilmesinden yaklaşık 600 sene önce yaşamıştı. Bununla birlikte, Peygamber Efendimiz (sav) 'in hadislerinde Hz. İsa'nın dünyaya ikinci kez gelişinde İncil ile değil Kuran'la hükmedeceği bildirilmiş olması da bunun bir delilidir:
Kırk (40) yıl Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimle hükmeder, vefat eder. (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy il Ahir Zaman, s. 92)
Bu ifadeden de açık olarak anlaşıldığı gibi Hz. İsa yeniden yeryüzüne geldiğinde, Kuran'da yer alan hükümler ile hükmedecek, Hz. Muhammed (sav) 'in sünnetini devam ettirecektir. Bu da ayetlerdeki manaya tam olarak uygun düşmektedir. (Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.)
Bu ayetlerde dikkat edilmesi gereken bir başka bilgi de, Hz. İsa için bildirilen söz konusu ifadenin -bir önceki konuda olduğu gibi- başka hiçbir peygamber için bildirilmemiş olmasıdır. Örneğin Hz. Musa'ya Tevrat'ın indirildiği, Hz. İbrahim'e verilen sahifeler olduğu, Hz. Davud'a Zebur'un vahyedilmiş olduğu Kuran'da bildirilir. Ya da peygamberlerin kendi dönemlerinden önce indirilen kitaplar varsa, bu kitapları bildikleri haber verilir. Ancak peygamberlerin hiçbiri için, kendi dönemlerinden sonra indirilecek olan bir kitabın daha onlara öğretildiği haber verilmez. Kendisinden önce indirilen, kendisine vahyedilen ve kendisinden sonra indirilecek olan kitabı bildiği haber verilen tek peygamber Hz. İsa'dır. Bu da, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne geleceğinin ve ikinci kez geldiğinde kendisinden sonra vahyedilmiş olan kitapla yani Kuran'la hükmedeceğinin işaretlerinden biridir. (En doğrusunu Allah bilir.)
5. Delil
Tüm bunların yanında 'Şüphesiz, Allah Katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir...' (Al-i İmran Suresi, 59) ayeti de Hz. İsa'nın dönüşüne işaret ediyor olabilir. Tefsir alimleri genellikle bu ayetin her iki peygamberin de babasız olma özelliğine, Hz. Adem'in Allah'ın 'Ol' emriyle topraktan yaratılması ile Hz. İsa'nın yine 'Ol' emriyle babasız doğmasına işaret ettiğine dikkat çekmişlerdir. Ancak ayetin bir ikinci işareti daha olabilir. Hz. Adem cennetten nasıl yeryüzüne indirildiyse, Hz. İsa da ahir zamanda Allah'ın Katından yeryüzüne indirilecek olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.) Görüldüğü gibi Hz. İsa'nın yeryüzüne yeniden döneceğine ilişkin olarak Kuran'da geçen ayetler çok açıktır.
6. Delil
Kuran'da Hz. İsa'nın Allah Katına alındığını ifade eden bir diğer ayet ise Meryem Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
'Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.' (Meryem Suresi, 33)
Bu ayet Al-i İmran Suresi'nin 55. ayetiyle birlikte incelendiğinde çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir. Al-i İmran Suresi'ndeki ayette Hz. İsa'nın Allah Katına yükseltildiği ifade edilmektedir. Bu ayette ölme ya da öldürülme ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Meryem Suresi'nin 33. ayetinde Hz. İsa'nın öleceği günden bahsedilmektedir. Bu ikinci ölüm ise ancak Hz. İsa'nın ikinci kez dünyaya gelişi ve bir süre yaşadıktan sonra vefat etmesiyle mümkün olabilir. (En doğrusunu Allah bilir)
7. Delil
Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceği ile ilgili bir başka delil ise Maide Suresi'nin 110. ayetinde ve Al-i İmran Suresi'nin 46. ayetinde geçen 'kehlen' kelimesidir. Ayetlerde şu şekilde buyrulmaktadır:
Allah şöyle diyecek: 'Ey Meryemoğlu İsa, sana ve annene olan nimetimi hatırla. Ben seni Ruhu'l-Kudüs ile destekledim, beşikte iken de, yetişkin (kehlen) iken de insanlarla konuşuyordun…' (Maide Suresi, 110)
'Beşikte de, yetişkinliğinde (kehlen) de insanlarla konuşacaktır. Ve O salihlerdendir.' (Al-i İmran Suresi, 46)
Bu kelime Kuran'da sadece yukarıdaki iki ayette ve sadece Hz. İsa için kullanılmaktadır. Hz. İsa'nın yetişkin halini ifade etmek için kullanılan 'kehlen' kelimesinin anlamı 'otuz ile elli yaşları arasında, gençlik devresini bitirip ihtiyarlığa ayak basan, yaşı kemale ermiş kimse' şeklindedir. Bu kelime İslam alimleri arasında ittifakla '35 yaş sonrası döneme işaret ediyor' şeklinde çevrilmektedir.
Hz. İsa'nın genç bir yaş olan otuz yaşının başlarında göğe yükseldiğini, yeryüzüne indikten sonra kırk yıl kalacağını ifade eden ve İbni Abbas'tan rivayet edilen hadise dayanan İslam alimleri, Hz. İsa'nın yaşlılık döneminin, tekrar dünyaya gelişinden sonra olacağını, dolayısıyla bu ayetin, Hz. İsa'nın nüzulüne dair bir delil olduğunu söylemektedirler. (Muhammed Halil Herras, Faslu'l-Makal fi Ref'I İsa Hayyen ve Nüzulihi ve Katlihi'd-Deccal, Mektebetü's Sünne, Kahire, 1990, s.20)
Kuran ayetlerine bakıldığında bu ifadenin, yalnızca Hz. İsa için kullanıldığını görürüz. Tüm peygamberler insanlarla konuşup, onları dine davet etmişlerdir. Hepsi de yetişkin yaşlarında tebliğ görevini yerine getirmişlerdir. Ancak Kuran'da diğer peygamberler için bu şekilde bir ifade kullanılmamaktadır. Bu ifade sadece Hz. İsa için kullanılmıştır ve mucizevi bir durumu ifade etmektedir. Çünkü ayetlerde birbiri ardından gelen 'beşikte' ve 'yetişkin iken' kelimeleri iki büyük mucizevi zamana dikkat çekmektedirler.
Nitekim İmam Taberi, Taberi Tefsiri isimli eserinde bu ayetlerde geçen ifadeleri şu şekilde açıklamaktadır:
Bu ifadeler (Maide Suresi, 110) , Hz. İsa'nın ömrünü tamamlayıp yaşlılık döneminde insanlarla konuşabilmesi için gökten ineceğine işaret etmektedir. Çünkü o, genç yaştayken göğe kaldırılmıştı…
Bu ayette (Al-i İmran Suresi, 46) , Hz. İsa'nın hayatta olduğuna delil vardır ve ehl-i sünnet de bu görüştedir. Çünkü ayette, onun yaşlandığı zamanda da insanlarla konuşacağı ifade edilmektedir. Yaşlanması da ancak, semadan yeryüzüne ineceği zamanda olacaktır. (Taberi Tefsiri, İmam Taberi, cilt 2, s. 528; Cilt 1, s. 247)
Ancak bazı kişiler 'yetişkin' kelimesini gerçek anlamından uzaklaşarak yorumlamakta ve Kuran'ın genel mantığı içinde değerlendirmemektedirler. Bu kişiler peygamberlerin her dönemde olgun ve kemale ermiş kimseler olduklarını, dolayısıyla bu ifadenin peygamberlerin tüm hayatlarına işaret ettiğini öne sürerler. Elbette peygamberler Allah'ın kemale eriştirdiği, olgun kimselerdir. Ancak Allah Ahkaf Suresi'nde olgunluk yaşının 40 yaş olduğuna işaret etmektedir. Ayette şu şekilde bildirilir:
Biz insana, 'anne ve babasına' iyilikle davranmasını tavsiye ettik. Annesi onu güçlükle taşıdı ve onu güçlükle doğurdu. Onun (hamilelikte) taşınması ve sütten kesilmesi, otuz aydır. Nihayet güçlü (erginlik) çağına erip kırk yıl (yaşın) a ulaşınca, dedi ki: 'Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve senin razı olacağın salih bir amelde bulunmamı bana ilham et; benim için soyumda salahı ver. Gerçekten ben tevbe edip Sana yöneldim ve gerçekten ben Müslümanlardanım.' (Ahkaf Suresi, 15)
'Kehlen' kelimesinin açıklamaları da, Kuran'da yer alan diğer bilgiler gibi, Hz. İsa'nın tekrar yeryüzüne gelişine işaret etmektedir. (Doğrusunu en iyi Allah bilir.)