ŞANSLILARIZ.NE KUMSAL FARKINDA KİRLETİLDİĞİNİN NE DE BİZ KİRLETTİKLERİMİZİN.ASLINDA KUMSAL YALAN, BİZ DE YALANIZ...TEK GERÇEK OLAN GERİDE KALAN AYAK İZLERİ...
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin kurtuluşuna öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Deniz Gezmiş'in Ağzından
Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz. Sayın Savcı, 1. Amerikan emperyalizmi gayrî millîdir. 2. Ona ortaklık edenler halkımıza ihanet etmişlerdir. 3. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise Anayasayı ihlâl değildir. 4. Gayrî millî olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, Anayasaya aykırıdır. Buna göre iki şey var: 1. Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalaayı hazırladınızsa, dikkatli olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız… 2. Yok eğer yaptığınızın bilincinde iseniz; yolunuz açık olsun.
İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu ile Deniz Gezmiş arasında geçen konuşma
Menteşoğlu: Neden yola çıktın bu genç yaşta?
Deniz: İnandığım dava uğrana mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.
Menteşoğlu: Nereye gidiyordunuz?
Deniz: Devrime
Menteşoğlu: (Eliyle duvardaki haritada Sivas'ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.
Menteşoğlu: Parayı ne yaptın?
Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.
Menteşoğlu: Halk Kurtuluş Ordusu nedir? Türkiye'de bir tek ordu vardır o da Cumhuriyet ordusudur
Deniz: Hükümetinizin istifasından belli.
Menteşoğlu: İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuuş Ordusu'nun kahraman kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına.
Deniz: Kahramanım tabii.
Menteşoğlu: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?
Deniz: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi?
Haram olsun gerille yüreğimi alıp elime mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları ölüp dirilip binlerce kez öpmezsem alnını ölümün haram olsun on sekiz yaş gençliğime __________________ dağlar geçilmiyor kardan / aman yok ki candarmadan ayrılamam ben bu yardan / yürü yağız atım yürü. peşime düştü takipler / boynumu bekliyor ipler zeybekler seni ayıplar / yürü yağız atım yürü.
Türkünü söylüyorum Deniz Mavi yosunların eşliğinde Türkünü söylüyorum Deniz Duru çakılların eşliğinde Direnişin anlatılıyor analarca Yeni büyüyen çocuklarına yurdumun Balıkçılar kavganı çeker ağlarıyla Pul pul ulaşır kentlere
Türkünü söylüyorum Deniz Direnişlerinde madenlerin Çocukların ışıldayan gözleriyle Savaşa hayır diyen dilleriyle Meydanlarda alkış alkış Çoğalan öfkenin sesiyle
Türkünü söylüyorum Deniz Kavgada şehit düşen yiğitlerimizle İçimizi yakan öfkemizle Fabrikalarda geleceği işleyen işçimizle Toprağında yarının güzelliğine Su veren köylümüzle Türkünü söylüyorum Deniz Şubat soğuğunda doğan güneşimizle Türkünü söylüyoruz Deniz Denizlerce çoğalarak
Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar... Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık... İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar... - Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar; - Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler... Ama bu gün farklı... Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor... Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor. Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar. Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı... Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.
Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim. Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün... Birlikteydik, ama yalnızdık. Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....
Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli? Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok? Niye isyan etmiyor kimse? Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız. İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin. Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz? Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle. Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın... Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık. Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı. Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim. Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları... “Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?
Atilla Keskin Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler (Anı / Roman) Gendaş Yayınevi İstanbul 1999
(deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim. oğlun deniz gezmis
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
6 mayıs sabahı dar ağacında can veren 3 yiğit gencimiz.biz onları unutmadık...ve onlarda iyi bir ders verdi o ipi boyunlarına geçirenlere asla başlarını eğmedi.onurlu yaşayıp onurlu öldüler.
DENİZ GEZMİŞ
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin kurtuluşuna öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
Deniz Gezmiş'in Ağzından
Türkiye’nin bağımsızlığından başka bir şey istemedim. Ve bu sebeple Amerikan emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı mücadele verdik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Onu ancak işbirlikçiler düşünsün. Ve ancak onlar kendi canının telaşına düşsün. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye’nin bağımsızlığına armğan etmekten onur duyuyorum. Bu bağımsızlık düşüncesini mezara kadar götüreceğiz.
Sayın Savcı,
1. Amerikan emperyalizmi gayrî millîdir.
2. Ona ortaklık edenler halkımıza ihanet etmişlerdir.
3. Emperyalizme karşı mücadele suç değildir, silahlı mücadele ise Anayasayı ihlâl değildir.
4. Gayrî millî olan emperyalizm ve ortaklarının sömürüsü, Anayasaya aykırıdır.
Buna göre iki şey var:
1. Eğer belli bir hata sonucu, iddianame ve mütalaayı hazırladınızsa, dikkatli
olunuz; idamını istediğiniz kişiler kasaplık koyun değildir ve siz savcısınız…
2. Yok eğer yaptığınızın bilincinde iseniz; yolunuz açık olsun.
İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu ile
Deniz Gezmiş arasında geçen konuşma
Menteşoğlu: Neden yola çıktın bu genç yaşta?
Deniz: İnandığım dava uğrana mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.
Menteşoğlu: Nereye gidiyordunuz?
Deniz: Devrime
Menteşoğlu: (Eliyle duvardaki haritada Sivas'ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?
Deniz: Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.
Menteşoğlu: Parayı ne yaptın?
Deniz: Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.
Menteşoğlu: Halk Kurtuluş Ordusu nedir? Türkiye'de bir tek ordu vardır o da Cumhuriyet ordusudur
Deniz: Hükümetinizin istifasından belli.
Menteşoğlu: İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuuş Ordusu'nun kahraman kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına.
Deniz: Kahramanım tabii.
Menteşoğlu: Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?
Deniz: Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi?
Haram olsun
gerille yüreğimi alıp elime
mavzerlerime sürüp yağlı kurşunları
ölüp dirilip binlerce kez
öpmezsem alnını ölümün
haram olsun
on sekiz yaş gençliğime
__________________
dağlar geçilmiyor kardan / aman yok ki candarmadan
ayrılamam ben bu yardan / yürü yağız atım yürü.
peşime düştü takipler / boynumu bekliyor ipler
zeybekler seni ayıplar / yürü yağız atım yürü.
DENİZ'İN TÜRKÜSÜ
Türkünü söylüyorum Deniz
Mavi yosunların eşliğinde
Türkünü söylüyorum Deniz
Duru çakılların eşliğinde
Direnişin anlatılıyor analarca
Yeni büyüyen çocuklarına yurdumun
Balıkçılar kavganı çeker ağlarıyla
Pul pul ulaşır kentlere
Türkünü söylüyorum Deniz
Direnişlerinde madenlerin
Çocukların ışıldayan gözleriyle
Savaşa hayır diyen dilleriyle
Meydanlarda alkış alkış
Çoğalan öfkenin sesiyle
Türkünü söylüyorum Deniz
Kavgada şehit düşen yiğitlerimizle
İçimizi yakan öfkemizle
Fabrikalarda geleceği işleyen işçimizle
Toprağında yarının güzelliğine
Su veren köylümüzle
Türkünü söylüyorum Deniz
Şubat soğuğunda doğan güneşimizle
Türkünü söylüyoruz Deniz
Denizlerce çoğalarak
İbrahim BAYRAMLAR
6 MAYIS
Mamak Askeri Cezaevi... Ön hücrelerin havalandırması. Görünen her şey bir bir gün, beş gün, beş ay öncesinin aynı... Duvarlar, tel örgüler, karşıda tepesi görünen kel bir dağ bozuntusu, tutuklular, askerler, gardiyanlar, subaylar...
Korkunç bir farklılık var ama bu gün. Görülmeyen bir farklılık bu... Sadece duyulan ve duygularla algılanabilen bir farklılık...
İstedikleri kadar dış dünyadan koparmış olsunlar bizi... Yaş ortalaması en çok yirmi iki – yirmi üç olan deli fişek, inançlı gençleriz. Cıvıltımızı kesemediler bu güne değin... hele de sabahları... Yandaki koğuştan ödünç voleybol topu isteyenler, türkü çağıranlar, hızlı bir voltada bağırıp çağırarak kurumsal tartışmalar yapanlar, koşanlar, kültür fizik yapanlar...
- Bizim koğuşun gazeteleri nerede kaldı? Diye gardiyanlara bağıranlar;
- Er Ahmet Çelik, ön koğuş nöbetinde görüşünüze hazırdır komutanım! Diye, çığlık çığlığa tekmil veren askerler...
Ama bu gün farklı...
Korkutucu bir sessizlik egemen tüm cezaevine; kimse konuşmuyor, kimse kurumsal tartışma yapmıyor, kimse şarkı türkü söylemiyor, koşan, kültür fizik yapan da yok bugün. Kimse “merhaba”, “günaydın”, “nasılsınız? ” bile demiyor... Askerlerin, gardiyanların, subayların bile sesi çıkmıyor...
Havalandırmada volta atıyorum. Diğer arkadaşlarım da aynı şeyi yapıyor.
Bu kez herkes tek tek voltalıyor beton bahçeyi. Hızlı ama alabildiğine ses çıkarmamaya çalışarak atılıyor voltalar.
Becerebildiğim kadar dik tutuyorum başımı. Gözlerim yerde de olsa başım dik durmalı...
Yerde bir su birikintisi var. Ona basmamaya çalışarak yürüyorum.
Bu ikinci tanık oluşum ’toplu ölüme’... Bu kez ilkindeki gibi milyonların içinde yapayalnız değilim. Kinle, acıyla, neşeyle, umutla kenetlenmiş – en azından dışa karşı böyle görünen – kavga arkadaşlarımla beraberim.
Yine de atamıyorum yalnızlık duygusunu. Salt ben değil, hepimiz, tüm cezaevi; mahkumu, tutuklusu, gardiyanı, askeri, subayı, haini, ispiyoncusu, direngeni, cesuru, korkağı herkes yalnız o gün...
Birlikteydik, ama yalnızdık.
Sessizdi cezaevi... Herkesin kendisiyle hesaplaşmasına olanak verecek ölçüde sessiz durağan... Anlaşmalı bir sessizlik bu....
Bir avuç subay ve gardiyanı bir yana bırakırsak; askeri, tutuklusu yaş ortalaması yirmi iki - yirmi üç olan bu gençlerin hepsi mi taş yürekli?
Niye hiç ağlayan, bağırıp çağıran yok?
Niye isyan etmiyor kimse?
Biz ki; sokak köpeklerine, dağ başında yanlışlıkla basıp ezdiğimiz çiğdeme üzülen, sevgililerimizin hasretine dayanamayıp iki tek attıktan sonra sulu zırtlak olan; içerikli bir sinemayı, tiyatroyu seyrederken çekinmeden gözyaşlarını akıtabilen bir kuşağız.
İşte en yakınımızdaki, en dost olan üç yoldaşımızı koparıp almışlar bizden, hem de sonsuza değin.
Niye böyle taş gibiyiz hepimiz? Ne oldu bize? ... Niye birbirimizin yüzüne bile bakamıyoruz?
Oysa, çığlık çığlığa tüm benliğim... Biliyorum tüm dostlarım da öyle.
Savaşıyorduk hala... Haklı bir savaşı sürdürmenin doğal bir yöntemini, sessiz bir anlaşmayla sağlamıştık aramızda. Alınmış bir kararı, belirlenmiş bir taktiği yoktu bu savaşın...
Karşı tarafın temsilcileri kapılardan, pencerelerden bakıp; geldikleri gibi yine sessizce kayboluyorlardı. Bu koşullarda ancak böyle savaşabilirdik. Susarak, dişlerimizi sıkarak, başımızı alabildiğince dik tutarak, göz yaşlarımızı içimize akıtarak, alabildiğince sert adımlar atarak... Öyle de yaptık.
Elbet yanıyordu yüreğimiz, elbet tüm bedenimiz dağlanmıştı,elbet acıyla doluydu tüm benliğimiz. Ama bırakalım karşıdakileri, birbirimize bile açık edemezdik duygularımızı.
Erlerin, gardiyanların çoğu da üzülüyordu. Bu yüzlerinden, oturup kalkışlarından belliydi. Ama şu bol ‘yıldız’lı, ‘ay’lı takım. Bu kararı verenler, planları yapanlar, pusu kuranlar, erketelik yapanlar... Onlar ne düşünüyordu o gün? Hangi duygularla doluydular? Aradan yirmi beş sene geçti hala merak ederim.
Uyudum mu dün gece? Duyduklarım düş müydü? Zincir sesleri, açılıp kapanan kapılar, postal gıcırtıları...
“Sağlıcakla kalın, kendinize iyi bakın! ...” diye, gür sesle bağırdı mı birisi?
Atilla Keskin
Acılara Yenilmeyen Gülümseyişler
(Anı / Roman)
Gendaş Yayınevi İstanbul 1999
(deniz gezmişin idam günü atilla keskin in ağzından)
baba;
mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum.ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. fakat bu durumu metanetle karşılamani istiyorum, insanlar doğar,büyür,yaşar ölürler,önemli olan cok yasamak degil,yaşadiğı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.bu nedenle ben erken gitmeyi normal karsiliyorum.ve kaldı ki benden evvel giden arkadaslarim hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir.benim de düşmeyeceğimden şüphen olmasın,oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir, o bu yola bilerek girdi ve sonunda da bu olduğunu biliyordu.seninle düşüncelerini ayri ama beni anlayacagini tahmin ediyorum.sadece senin degil, türkiye’de yasayan kürt ve türk halklarının da anlayacagina inaniyorum.cenazem için avukatlarıma gerekli talimati verdim.ayrica savcıya da bildirecegim.ankara’da 1969’ olen arkadasim taylan özgür’un yanina gömülmek istiyorum.onun icin cenazemi istanbul’a götürmeye kalkışma, annemi teselli etmek sana düşüyor.kitaparımı küçü kardeşime bırakıyorum.kendisine özellikle tembih et,onun bilim adami olmasini istiyorum,bilimle uğraşsın ve unutmasın ki bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir,son anda yaptiklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi,abimi,kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşi ile kucaklarim.
oğlun deniz gezmis
deniz gezmiş
Deniz Gezmiş
1947 yılında Ankara’da doğdu.Liseyi İstanbul’da okudu.1966’da İÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi.Kısa sürede gençlik eylemlerinde öne çıktı.TİP’de çalıştı.1968’de Devrimci Hukuklular Örgütü’nü kurdu.Amerikan 6.Filosu’nu protesto eylemlerine katıldı ve İstanbul Üniversitesi’nin işgaline öncülük etti.DÖB’ün kurucuları arasında yer aldı.Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü tertipledi.1969’da Filistin’e gitti, gerilla eğitimi gördü.THKO örgütünü kurdu.Örgütün ilk eylemi olan İşbankası Ankara Emek Şubesi soygununa katıldı.Yine Ankara’daki Balgat Amerikan Üssü’nden dört Amerikalının kaçırılması eylemine katıldı.Sivas Gemerek’te çatışmada yakalandı.Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi.
6 mayıs sabahı dar ağacında can veren 3 yiğit gencimiz.biz onları unutmadık...ve onlarda iyi bir ders verdi o ipi boyunlarına geçirenlere asla başlarını eğmedi.onurlu yaşayıp onurlu öldüler.
ne mutlu onun gibi olabilen insanlara.inandı ve ölüm pahasına geri dönmedi....
asıl soykırım çabası diyelim tek açıklamayla...
şu anda yüzümüze gülen ülkeler.hani zoruyla savaşlara katıldığımız varya.asıl düşmanlar bunlar.
kürt uzun havaları ağıtları dinledinizmi hiç.insanı başka diyarlara götürür...bence çok güzel.kürtçeyi içinde hissetmek çok güzel.