Tebessümlerine hicrân bulaşmış evlerin bacalarından büyüyen savaş yaygaraları zorluyor şimdi tan yerinin kapılarını...Saçmalar uluyor çocukların ağrıyan yarınlarında. Öylesine sessiz saplıyor hıncım çare'siz' liğimi, örümceklere emanet ettiğim mağralarıma.
Bir çift güvercin izdüşümü bile suçumu bastıramıyor son günlerde cinayet türküleri mi dolanıyor ne sokaklarımda.. Artık yüzüne bakamadığım riyadan kararmış, bu yıpranmış sözleri yırtmalıyım.. Şimdi belki esirgiyorum bir mendilden bile göz yaşlarımı,
'utanıyor muyum' ne 'acz'iyyetimden. ama gün gelecek elbet, gözlerinin rayihâsına kör eylediğim bakışlarım /cennet/ bakışlarının alevinde kaybolacak.. hesaplar kesilecek
Son işte...
Bir avuç topraktan sıyrıl da bak yüzüme.. yıkılmadan karşımda..
zamanını bekleyenin birikmesidir...hayatta harcanmaktan korkmak ya da harcanan olmaya direnmektir...
istemektir.vazgeçmeden ve artarak...çünkü hayatta olmak vardır sonunda....
bilmektir ki, 'rüyalar tamamlanmaz'...tıpkı zaman gibi... rüyalarımızca hayata kalırız, ve inanmakla yaşanacak olan ol-mak için, ve olmaya değen olmak için sabır olmalıdır..devam eder yolculuk...sizede sizden de.bir boşluktan bir boşluğadır...
varolmak ya da harcanmak arasındaki bilgeliktir...tamamlayıcıdır, ama birinde siz birinde bir başkasına...
Tomurcuk goncaya güldü. Her doğum yaşanacak ölümdü.
Aşk, doğum sabahında yeni açmış bir güldü. Özenle bakılsa bile, her gül bir gün nazından ölürdü! Önce açar açılır,yaydığı en hoş kokularla herkesi büyüler, Sonra boynunu büker, bükülürdü. Aşkın gülmelerinde ağlamasını bilenler; eğilir bükülen gülü alır,kurutur,sonra da bir ömür saklardı.
Aşk, gül kokulu defterler arasında Gül, kurutulmuş aşklar ortasında kalır, Naz,sonbahar rüzgarının solduran nefesinde soluklanırdı.
Doğumla ölüm arasında yaşam, Aşkla gülün arasında naz vardı. Gül nasıl kurumaya mahkumsa, Aşk da öyle unutulmaya mahkumdu.
Ah ey yaşanan bahar mevsiminin iç üşütmeyen rüzgarlarıyla defterimin arasına düşüp gelen Ah,ey kurutulmuş gül Senin gibi defterler arasında kalıp tükenmek,unutulmak bize ait değildi. Yalnızlık insana ait değildi.
Acımı elletmiyorum, acır diye ellerin… Ben ceplerime hüzünler doldururdum da dağıtmazdım lekelerini…Hataları ört bas eder gibi. Hüzünler öylece dışa vurmazdı kendini. Hüzün biriktirirdim. Peçete biriktirir,pul toplar gibi… Hüzün saklardım sevgiliden, peçeteyi sudan, pulu zarftan saklar gibi. En saklı köşelerde, hasır altında mesela… Kimse görmesin, hele sen hiç görmeyesin, görüp de ağlamayasın diye…
penceremin yanında, köşede yapayalniz bir fotoğraf asılı.. bir sebebi yok asla farketmeyişimin beni alıkoyabilecek bir anıyı..
bir yara var her daim kanayan ve her zaman yürüdüğüm bir yol. ve biliyorum, buraya asla geri dönmeyeceksin..
birbiri ardına günler geçirdim hiç konuşmadan sessizlikte bir rahatlık var.. böylece alıştım tüm hırsımı kaybetmeye ve kalanları bir arada tutma mücadelesine..
bir defa parçalanınca, geriye kalan sadece duman gözlerimi köreltircesine yakıp gerçekte ne olduğunu gizleyerek karanlığı zorla içime katan..
bu kitap insanı iki aynanın ortasında bırakır. önünüzde ve arkanızda iki aynayla durursunuz ve kendi yüzünüzün onlarca yansımasını iç içe görürsünüz, toplumunuz, yaşam biçiminiz, aşağılananlar, toplum dışına itilenler, anlaşılamayanlar, onları anlamak istemeyenler (bunun için biraz beyin jimnastiği gerekir tabii) yüzünüze birer birer çarpar. sonra oğuz atay aslında ne olduğunuzu ve ne olacağınızı size söyler, 'birden üçüncü boyutunu kaybedip bir düzlem olacaksın ve ben de seni duvarda bir çiviye asacağım...'
zor kitaptır, ayakta durmaya çalışırken daha da zor gelir insana. bana göre tehlikeli oyunlar'a hazırlık kitabıdır...anlattığı çok şey vardır duymaya dayanabilenlere...diğerleri zaten bir şekilde tutunduklarını düşünmeye devam eder...
Tebessümlerine hicrân bulaşmış evlerin bacalarından büyüyen savaş yaygaraları zorluyor şimdi tan yerinin kapılarını...Saçmalar uluyor çocukların ağrıyan yarınlarında. Öylesine sessiz saplıyor hıncım çare'siz' liğimi, örümceklere emanet ettiğim mağralarıma.
Bir çift güvercin izdüşümü bile suçumu bastıramıyor son günlerde cinayet türküleri mi dolanıyor ne sokaklarımda.. Artık yüzüne bakamadığım riyadan kararmış, bu yıpranmış sözleri yırtmalıyım.. Şimdi belki esirgiyorum bir mendilden bile göz yaşlarımı,
'utanıyor muyum' ne 'acz'iyyetimden. ama gün gelecek elbet, gözlerinin rayihâsına kör eylediğim bakışlarım /cennet/ bakışlarının alevinde kaybolacak.. hesaplar kesilecek
Son işte...
Bir avuç topraktan sıyrıl da bak yüzüme.. yıkılmadan karşımda..
zamanını bekleyenin birikmesidir...hayatta harcanmaktan korkmak ya da harcanan olmaya direnmektir...
istemektir.vazgeçmeden ve artarak...çünkü hayatta olmak vardır sonunda....
bilmektir ki, 'rüyalar tamamlanmaz'...tıpkı zaman gibi...
rüyalarımızca hayata kalırız, ve inanmakla yaşanacak olan ol-mak için, ve olmaya değen olmak için sabır olmalıdır..devam eder yolculuk...sizede sizden de.bir boşluktan bir boşluğadır...
varolmak ya da harcanmak arasındaki bilgeliktir...tamamlayıcıdır, ama birinde siz birinde bir başkasına...
Tomurcuk, gonca, gül
Doğum, yaşam, ölüm
Tomurcuk goncaya güldü.
Her doğum yaşanacak ölümdü.
Aşk, doğum sabahında yeni açmış bir güldü.
Özenle bakılsa bile, her gül bir gün nazından ölürdü!
Önce açar açılır,yaydığı en hoş kokularla herkesi büyüler,
Sonra boynunu büker, bükülürdü.
Aşkın gülmelerinde ağlamasını bilenler; eğilir bükülen gülü alır,kurutur,sonra da bir ömür saklardı.
Aşk, gül kokulu defterler arasında
Gül, kurutulmuş aşklar ortasında kalır,
Naz,sonbahar rüzgarının solduran nefesinde soluklanırdı.
Doğumla ölüm arasında yaşam,
Aşkla gülün arasında naz vardı.
Gül nasıl kurumaya mahkumsa,
Aşk da öyle unutulmaya mahkumdu.
Ah ey yaşanan bahar mevsiminin iç üşütmeyen rüzgarlarıyla defterimin arasına düşüp gelen
Ah,ey kurutulmuş gül
Senin gibi defterler arasında kalıp tükenmek,unutulmak bize ait değildi.
Yalnızlık insana ait değildi.
Ah ey gül,
Benim naz makamım,
Acımı elletmiyorum, acır diye ellerin…
Ben ceplerime hüzünler doldururdum da dağıtmazdım lekelerini…Hataları ört bas eder gibi.
Hüzünler öylece dışa vurmazdı kendini.
Hüzün biriktirirdim.
Peçete biriktirir,pul toplar gibi…
Hüzün saklardım sevgiliden,
peçeteyi sudan, pulu zarftan saklar gibi.
En saklı köşelerde,
hasır altında mesela…
Kimse görmesin,
hele sen hiç görmeyesin,
görüp de ağlamayasın diye…
gectigim harabeler hala ayaktalar...
daha cok olmali
yok olmali...
yeter mi bu aci?
ah bu aci...
köprüdür.. müzisyenden dinleyene, dinleyenden uzak ülkeye; adaya..
penceremin yanında, köşede
yapayalniz bir fotoğraf asılı..
bir sebebi yok
asla farketmeyişimin
beni alıkoyabilecek bir anıyı..
bir yara var her daim kanayan
ve her zaman yürüdüğüm bir yol.
ve biliyorum, buraya asla geri dönmeyeceksin..
birbiri ardına günler geçirdim hiç konuşmadan
sessizlikte bir rahatlık var..
böylece alıştım tüm hırsımı kaybetmeye
ve kalanları bir arada tutma mücadelesine..
bir defa parçalanınca, geriye kalan sadece duman
gözlerimi köreltircesine yakıp
gerçekte ne olduğunu gizleyerek
karanlığı zorla içime katan..
bu kitap insanı iki aynanın ortasında bırakır. önünüzde ve arkanızda iki aynayla durursunuz ve kendi yüzünüzün onlarca yansımasını iç içe görürsünüz, toplumunuz, yaşam biçiminiz, aşağılananlar, toplum dışına itilenler, anlaşılamayanlar, onları anlamak istemeyenler (bunun için biraz beyin jimnastiği gerekir tabii) yüzünüze birer birer çarpar. sonra oğuz atay aslında ne olduğunuzu ve ne olacağınızı size söyler, 'birden üçüncü boyutunu kaybedip bir düzlem olacaksın ve ben de seni duvarda bir çiviye asacağım...'
zor kitaptır, ayakta durmaya çalışırken daha da zor gelir insana. bana göre tehlikeli oyunlar'a hazırlık kitabıdır...anlattığı çok şey vardır duymaya dayanabilenlere...diğerleri zaten bir şekilde tutunduklarını düşünmeye devam eder...
sevmek yarı ölmektir, öyle demiştin giderken,
hergün ölüyor insan hatırlayınca...