içinde durulan olgu, zaman dışında durmak gibi. reklamlardaki görüntüler gibi, metroda tüm hayat canavar hızıyla ilerler, insanlar koştururken, sürünen/duran salyangoz olmak gibi. ve hep renkli çizgiler halinde etrafınızda dönen hayata katılmak için bir karar, bir haber, bir olay, bir tesadüf beklemek gibi. başkasını beklemeden kendi atılımınızı yapmaya karar vermek, ama sonrasında yine bişeyleri beklemek gibi. adressiz olmak gibi, geriye dönüp bakınca çok şey görmek, ileriye bakınca gözleri ne kadar kısarsan kıs bi halt görememek gibi...
allah'ın bir adı. bir surenin adı. bir sureye adını veren, bir ayetin adı: 'allah göklerin ve yerin nurudur. '
bu ayetin tefsirini, fi zilal'il-kuran'da, seyyid kutup şöyle yapmış:
'göklerin ve yerin yapısı ve düzeni bu nura dayanır. varlıklarının özünü bahşeden, onların hareket tarzlarını belirleyen sistemi koyan bu nurdur. son zamanlarda insanlar-atomun parçalanmasından sonra- ellerindeki maddenin, ışık enerjisinden başka hiçbir dayanakları, ışık enerjisinden başka bir 'madde'likleri bulunmayan hareketli ışınlara dönüşmesi ile birlikte bu büyük gerçeğin bir yönünü kavrama imkanına kavuştular. çünkü maddenin özünü oluşturan atom, nötron ve elektronlardan oluşur. atomun parçalanması ile birlikte bu nötron ve eléktronlar özü itibariyle nur olan ışın dalgaları halinde dağılırlar. oysa insan kalbi bilimden asırlar önce bu büyük gerçeği kavramıştı. şeffaflaşıp kanatlandığı, nurdan ufuklara doğru yol aldığı her seferinde kavramıştı bu gerçeği. hiç kuşkusuz peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbi bu gerçeği tam ve her yönüyle kavramıştı. taiften dönerken ellerini insanlardan silkeleyip ve rabbine yönelirken bu nuru ifade etmişti:
'allah'ım karanlıkları aydınlattığın, dünya ve ahiret işlerini onunla düzenlediğin yüzünün nuruna sığınırım.' isra ve miraç yolculuğu dönüşünde de bu nuru ifade etmişti. hz. aişe 'rabbini gördün mü? ' diye sorduğunda 'o nurdur, nasıl görebilirim ki? ' diye cevap vermişti
diyor ki; ancak söz gümüsse sükut altındır. yani sükutun altin olmasinin ön sarti sözün gümüs olmasidir.
örnegin birileri tepenizde sürekli dırdır ediyorsa ve dahi terbiyesizlesiyorsa o söz gümüs degildir. ve o sözün gümüş olmaması durumunda sükut altın hic degildir...
içinde durulan olgu, zaman dışında durmak gibi.
reklamlardaki görüntüler gibi, metroda tüm hayat canavar hızıyla ilerler, insanlar koştururken, sürünen/duran salyangoz olmak gibi. ve hep renkli çizgiler halinde etrafınızda dönen hayata katılmak için bir karar, bir haber, bir olay, bir tesadüf beklemek gibi. başkasını beklemeden kendi atılımınızı yapmaya karar vermek, ama sonrasında yine bişeyleri beklemek gibi.
adressiz olmak gibi, geriye dönüp bakınca çok şey görmek, ileriye bakınca gözleri ne kadar kısarsan kıs bi halt görememek gibi...
kullanıldığı dönemden önceki dönemleri refer eden bir yardımcı kelime
eşanlamlısı, primitif
anlam yükledikçe değişen, değiştikçe anlam kazanan, güzelleşen, seven dudakların asi sözcüğüdür.
vurgu biçiminde gizlidir pek çok sırrı.
benimsin.
bedenime iğnelenmiş küçük bir lekesin.
lekemsin.
gömüldüğüm gün dahi en son çürüyeceksin.
ve söz, ben görmeyeceğim.
felsefede ve ilahiyatta farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içinde birleştirilmesi.
öğretilerin alındığı sistemin bütününü benimsemediği gibi, aralarındaki çelişkileri çözümleme amacını da gütmez...
ahmet kahraman nın cumhuriyet dönemi ve öncesindeki idamları anlattığı kitap...
'ölüme karşı tek yanıt sanattır' diyor malraux.
bense tam tersini düşünüyorum:
yaşama karşı tek yanıttır sanat...
allah'ın bir adı. bir surenin adı. bir sureye adını veren, bir ayetin adı: 'allah göklerin ve yerin nurudur. '
bu ayetin tefsirini, fi zilal'il-kuran'da, seyyid kutup şöyle yapmış:
'göklerin ve yerin yapısı ve düzeni bu nura dayanır. varlıklarının özünü bahşeden, onların hareket tarzlarını belirleyen sistemi koyan bu nurdur. son zamanlarda insanlar-atomun parçalanmasından sonra- ellerindeki maddenin, ışık enerjisinden başka hiçbir dayanakları, ışık enerjisinden başka bir 'madde'likleri bulunmayan hareketli ışınlara dönüşmesi ile birlikte bu büyük gerçeğin bir yönünü kavrama imkanına kavuştular. çünkü maddenin özünü oluşturan atom, nötron ve elektronlardan oluşur. atomun parçalanması ile birlikte bu nötron ve eléktronlar özü itibariyle nur olan ışın dalgaları halinde dağılırlar. oysa insan kalbi bilimden asırlar önce bu büyük gerçeği kavramıştı. şeffaflaşıp kanatlandığı, nurdan ufuklara doğru yol aldığı her seferinde kavramıştı bu gerçeği. hiç kuşkusuz peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbi bu gerçeği tam ve her yönüyle kavramıştı. taiften dönerken ellerini insanlardan silkeleyip ve rabbine yönelirken bu nuru ifade etmişti:
'allah'ım karanlıkları aydınlattığın, dünya ve ahiret işlerini onunla düzenlediğin yüzünün nuruna sığınırım.' isra ve miraç yolculuğu dönüşünde de bu nuru ifade etmişti. hz. aişe 'rabbini gördün mü? ' diye sorduğunda 'o nurdur, nasıl görebilirim ki? ' diye cevap vermişti
o nur nerededir?
sağına, soluna baktı, göremedi.
ses dedi ki;
bir an için sağsız solsuz bak!
diyor ki; ancak söz gümüsse sükut altındır. yani sükutun altin olmasinin ön sarti sözün gümüs olmasidir.
örnegin birileri tepenizde sürekli dırdır ediyorsa ve dahi terbiyesizlesiyorsa o söz gümüs degildir. ve o sözün gümüş olmaması durumunda sükut altın hic degildir...
atatürkçü,düşünce tutun ellerini kaldırın ayağa...
öyleleride lazım bize,o halde bırakıp da gitmeyin sakın...